Konu Başlıkları: Sünnet/Sünen
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 10 Ocak 2008, 10:24   Mesaj No:14

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:48
Mesaj: 4.079
Konular: 315
Beğenildi:49
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: Sünnet


[B]b. Müzakere
Sahâbe-i kirâm, Resûlüllah’tan (s.a.s.) aldığını nakletmekle kalmıyor, aynı zamanda öğrenip belledikleri şeyleri aralarında müzakere de ediyorlardı. Kendileri müzakere ettikleri gibi, daha sonra talebelerinin de bu mes’eleleri müzakere etmelerini istiyorlardı. Meselâ, sahâbî efendilerimizden Ebû Saîdi’l-Hudrî ve İbn Abbas, talebelerine şöyle derlerdi: “Bu hadîsleri belleyin ve aranızda müzakere edin. Onların bazısı bazısını hatırlatacaktır; dolayısıyla, bunları aranızda devamlı mütalâa etmelisiniz.”38
3. Sahâbe ve Tabiînin Tahkiki
Sahâbe, hadîsleri müzakere etmesinin yanı sıra, herhangi bir dinî mes’eleyle karşılaştıklarında, o mes’elede sünnetin bir hükmü olup olmadığını araştırır; hepsi de yalana kapalı, adalet ve istikamet insanları olmalarına rağmen, sünnetin o büyük ehemmiyeti ve teşrîdeki yerinden ötürü, duydukları her şeyi hemen kabul etmeyip, tahkik ederlerdi. Evet onlar, zekâ ve hâfıza dâhîleri oldukları kadar, ehl-i tahkiktiler de.
Bir defasında bir kadın, torununun mirasından pay almak için Hz. Ebû Bekir’e (r.a.) müracaatta bulundu. Resûlüllah’ın Halifesi: “Kitâbullah’da sana bir şey verileceğine dair bir âyet görmediğim gibi, Resûlüllah’ın da (s.a.s.) bu mevzûda bir şey buyurduklarını hatırlamıyorum.” cevabını verdi. Bunun üzerine Muğîre bin Şu’be (r.a.), ayağa kalkıp: “Resûlüllah (s.a.s.), nineye altıda bir hisse verirdi.” dedi. Hz. Ebû Bekir’in (r.a.): “Senden başka bunu bilen var mı?” sorusu üzerine, Muhammed İbn Mesleme (r.a.), Muğire bin Şu’be’yi tasdik ederek: “Ben de aynı şeyi Resûl-i Ekrem’den (s.a.s.) duydum.” diye şahidlikte bulundu. O zaman, Hz. Ebû Bekir (r.a.), o kadına altıda bir hisse verdi.39
Her şeyi inceden inceye tahkîk eden Hz. Âişe validemiz, bir gün Allah Resûlü’nün (s.a.s.): “Hesaba çekilen, muhakkak azaba maruz kalmıştır.” buyurması üzerine, “Böyle diyorsun ama, Allah, Kur’ân’ında bazıları için: ‘Sonra, hesapları görülür de, yumuşak-kolay bir hesaba çekilirler’ buyurmuyor mu?” diyerek, açıklama istedi. Bunun üzerine Resûlüllah Efendimiz (s.a.s.), şu tavzihte bulundular: “Yâ Âişe, senin dediğin ‘arz’dır. Herkesin hesabı Allah’a arzolunacak. Fakat, hesapta Allah bir insanla münakaşaya tutuştu mu, kul, yaptıklarını inkâr edip de, Allah onun yaptıklarını bir bir sayıp döktü mü, işte o zaman insanın işi bitmiştir.”40
Yine, bir gün Ebû Musa el-Eş’ârî, Hz. Ömer’i ziyarete gelmişti; kapıyı üç kere çaldığı hâlde, girmesi için müsaade çıkmayınca geriye döndü. Hz. Ömer, meşguliyeti bitince: “Abdullah b. Kays’ın sesini işitmiştim; izin verin, girsin.” diye emretti. “Gitti.” dediler. Bunun üzerine, adam gönderip çağırttı ve Ebû Mûsâ’ya: “Neden gittin?” diye sordu. O da: “Resûlüllah bize, ‘Bir yere girmek istediğinizde üç defa kapıyı çalıp, izin isteyin. İzin verilmezse geri dönün’ diye emretti.” dedi. Hz. Ömer: “Ben, bunu duymadım. Böyle olduğuna dair muhakkak bir beyyine getirmelisin.” diye çıkıştı. Ebû Mûsâ, hemen Mescid-i Nebevî’ye koştu ve meseleyi oradakilere açtı. Übeyy b. Ka’b, “Bunun için büyüklerin şehadeti gerekmez; küçüklerimiz de bilir bunu.” diyerek, Ebû Saîd el-Hudrî’yi Hz. Ömer’e gönderdiler. Hz. Ömer (r.a.), bu şekilde davranmasının sebebini şöyle açıkladı: “Vâkıa, ben seni itham etmek istemedim. Fakat, rastgele insanların Resûlüllah’a yalan isnad etmelerinden korkarım.”41
Sahâbe-i kirâmın her biri ‘âdil’ olmasına ve yalana kapalı bulunmasına rağmen, tabiîn imamları, duydukları bir hadîsi başka sahâbîlerden de tahkik ederlerdi. Bu hususta Ebu’l-Âliye, “Biz, (Basra’da, Bağdat’ta, Horasan’da, Mâverâünnehir’de) nerede olursak olalım, Resûlüllah’ın ashâbından bir şey işittiğimiz zaman, onunla kanaat etmez, oradan göç eder, (Mekke’ye, Medine’ye gelir, işi kaynağından araştırır) kendi ağızlarından duyar, (başka sahâbîlere de sorar ve böylece itmi’nâna ererdik).”42 demektedir.
Müslim’in rivâyetinde Muhammed İbn Sîrîn: “Biz isnaddan sormazdık (birisi bize bir hadîs rivâyet ettiğinde, kimden aldığını araştırmazdık); ne zaman ki fitne çıktı, o zaman isnaddan sormağa başladık.”43 der. İlk dönemlerde isnaddan sorulmazdı; yani, Resûlüllah’dan bir hadîs rivâyet edildiğinde, bunun kimden alındığı tahkik edilmezdi. Ama, fitneye karşı kapı sayılan Hz. Ömer’in şehadetinden sonra Hz. Osman’ın katline ve Hz. Ali dönemindeki hâdiselere müncer olan fitneler başgösterince, az da olsa hadîs uydurmalar başladı. Bu tür uydurmalar başlayınca, sıdkı kendilerine şiar edinen büyük imamlar, artık “isnad”dan sorar ve duydukları her hadîsi tahkik eder olmuşlardı. Evet, Şu’be gibi, Şa’bî gibi, Sevrî gibi kimseler, artık bu işi yakın takibe almış ve takip eder olmuşlardı.
Endülüs’ün büyük âlimi, İbn Abdi’l-Berr, tabiînin dev imamlarından Âmir b. Şerâhil eş-Şa’bî’den rivâyet ediyor: Rabî' İbn Hüseyin: “Kim, on defa: derse, bir köle azad etmiş sevabını alır.” hadîsini rivâyet eder. Şa’bî, derhal: “Bunu sana kim söyledi?” diye sorar. “Abdurrahman İbn Ebî Leylâ” cevabını alınca, şedd-i rihal eder ve tabiînin bir başka dev imamı, dev fakîhi İbn Ebî Leylâ’yı bulur. Ona sorar ve rivâyetin sahih olduğunu anlar... İbn Ebî Leylâ da, bunu büyük sahâbî Ebû Eyyûb el-Ensarî’den duymuştur.44
Alıntı ile Cevapla