Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 Arkadaşları:2 Cinsiyet: Yaş:48 Mesaj:
4.079 Konular:
315 Beğenildi:49 Beğendi:0 Takdirleri:149 Takdir Et:
| Cvp: Tövbe Soru: Tevbe ettikten sonra veya tevbe esnasında aynı günaha düşme endişesi varsa bu tevbe geçerli ve yararlı olur mu? Cevap: İnsan yaratılırken, hata işlemeye kabiliyetli olarak yaratılmıştır. Yani insanı günaha çekebilecek duygular, hisler vardır tabiatında. Bu duygu ve hisler, iyi şeylere esas teşkil etsin diye insanın tabiatına yerleştirilmiştir. Ama her zaman bunları değerlendirmek mümkün olmayabilir. Meselâ, öfke insana niye verilmiştir? Elbetteki iyi şeyler için. Bununla insan gazilik ve şehidlik de kazanabilir. “El-buğdu fillah vel-hubbu fillah” fehvasınca kin, buğz ve öfke de, sevgi ve muhabbet de Allah için olursa bunlarla insan sevab kazanabilir, kazanabilir de her an hayatını cihadda geçiriyor gibi olur. Bedenî hislere, şehevanî duygulara sahip bir insan, bunlara sabretse, onun için cihad sevabı hasıl olur. Bunlar zabt u rabt altına alınmadığı zaman ise, insanı başaşağı götürebilirler. Yani hata, insanın eşi gibidir. İnsan günah ve hataların ağırlığını vicdanında duymalıdır. Duymazsa, hissetmezse tıpkı cansız bir cisim gibi yaşar. Kalbinde bir kısım derunî duygular, latifeler varsa bunlar da zamanla söner. Öyleyse insan hemen kısa yoldan tevbeye müracaat etmelidir. Hadis-i Nebevî’de: “Her insan hata işleyicidir. Hata işleyenlerin en hayırlısı da (hemen) tevbe edenlerdir” buyurulmuştur. Tevbeye sarılmalı ve hemen Allah’a teveccüh edip “Eznebtü” “Günah işledim” demelidir. Ayrıca, tevbede, bir daha yapmamaya azim ve cehd olmalıdır. Hiç olmazsa tevbe esnasında insanda tereddüt olmamalıdır. Bundan da öte, kesin ve katî bir şekilde, bir daha dönmemeye niyet ve kasıt olmalıdır. Ancak, tabiat-ı beşer muktezası olarak insan, sonradan yine -tabii kasıd olmayarak- hata ve günaha girebilir. Evet, insan tevbe ederken şek ve şüpheye yer vermeden mutlak “Bu sondur” demeli ve kararlı olmalıdır.[3] TEVBE İLE GÜNAH ÖNCESİ MANEVÎ HÂLİ AŞMA Hz. Yunus'un (as) kavmini bırakıp gitmesi, sanki, kavminin iman etmesi için nihaî nokta gibi görünüyor. Kendisi için her ne kadar bir zelle de olsa, fakat çok büyük bir hayra kapı açmış gibi. Böyle, işlenen bazı günahlardan tevbe ile, günahtan önceki hâlden daha öte bir hâle ulaşmak mümkündür denebilir mi? Hz. Yunus (as), kavmini Allah'tan izin almadan terk etti. Peygamberler, kavimlerini terk etmek gerektiğinde de, yine izin alırlar. Meselâ, melekler Hz. Lût'a, bizzat onun kavmini terk etmesi emrini getirmişlerdir. Allah (cc), Hz. Nuh'a gemiye binip, mü'min olanları da yanına almasını ve kavmini öyle terk etmesini emretmiştir. Aynı şekilde, Peygamberimiz'e (sav), Hz. İbrahim'e (as) daha başka bazı peygamberlere de hicret emri verilmiştir. Fakat Hz. Yunus (as), Allah'ın emrini almadan kavmini terkettiği için, malûm mihnete maruz kalmıştır. Şu kadar ki, peygamberin böyle kavmini terkedip gitmesi, kavmi üzerinde önemli bir tesir bırakmış ve o kavim, azap alâmetleri de belirince, hemen tevbe ve istiğfara yönelmiştir. Kur'an-ı Kerim, bunu benzeri olmayan bir hâdise olarak zikreder: "Bir belde halkının, zamanında inanmaları gerekmez miydi ki, imanları kendilerine fayda versin (ve onları muhakkak bir azaptan kurtarsın. Fakat Yunus'un kavmi hariç." (Yunus/98) Yunus'un (as) terk edip gitmesi ve arkasından onun kavmini tehdit ettiği azabın işaretlerinin görülmesi, o kavmi birden tebaha getirdi, uyandırdı ve hemen tevbeye koştular. Tabiî bu sonuçta, Yunus'un (as) o zellesi neticesinde maruz kaldığı mihnetin de tesiri olmuştur. Mü'minlerin başlarına gelen musibetlerin, bir hemen verilen, bir de daha sonra verilen iki mükâfatı vardır. Sonrası, Yunus (as), balığın karnında sürekli tesbihte bulunmuştur. Zaten, hep tesbih eden bir insandı. Neticede hem kendisi o mihnetten kurtulmuş, hem de 100 binden fazla insan birden ona iman etmiştir. Gerçi, bir günah işleyeyim, tevbe edeyim ve daha büyük bin mükâfata nail olayım denmez ve denmemeli. Ancak, insanın kendisini günahsız, suçsuz görmesindense, bata çıka gidip, kendisini hiç görmesi, bir günahkâr bilmesi ve devamlı tevbe etmesi çok daha hayırlıdır. İnsan, hiçbir şeydir; aslında şümullü manâya sahip bu üç kelime bile, insan için çoktur. Sıfırdır insan; ve o, kendisini böyle bilmelidir. Sıfır ne güzeldir; hele o nokta gibi olan sıfır, bir atom mudur, bir partikül müdür; işte insan, kendisini hep öyle bilmeli, böyle olduğuna kendisini inandırmalıdır. Hattâ yan yana pek çok sıfır olarak bilirse, başına gelecek bir rakamla, sonsuz değere ulaşma kapısını açmış olur. Kendisini tamamen sıfır gördüğü, bütün bütün şeffaflaştığı zaman, kendisinde Allah'ın tecellisi için pak bir ayna vasfı kazanmış olur. Allah'ın o biricik Habibi, o en büyük insan için, önce 'Abdühû (O'nun kulu)' demiyor muyuz? Evet, kulluktan daha üstün bir makam yoktur. En büyük kul, en büyük insandır. Çünkü onda, Allah mütecellidir dâim.[4]
Fasıldan Fasıla 1
|