Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 Arkadaşları:2 Cinsiyet: Yaş:48 Mesaj:
4.079 Konular:
315 Beğenildi:50 Beğendi:0 Takdirleri:149 Takdir Et:
| Cvp: Tövbe
[B]O, ÖZÜR DİLEYENLERİ ÇOK SEVİYOR Yaptığımız hatalardan ve haksızlıklardan pişman olmak ve özür dilemek, her halde çok zor bir iş olmalı. Bazen haksızlık yaptığımızı içimizden kabul ettiğimiz halde, “özür dilerim, hakkınızı helal edin” diyemiyoruz. İçimizdeki bir kuvvet, dudaklarımızı kenetliyor adeta. Bir dilimiz çözülse ve içimizde duyduğumuz pişmanlığımızı bir söyleyebilsek, hiçbir kin ve düşmanlık kalmayacak insanlarla aramızda. Bu kolay ve güzel yolu niçin seçemiyoruz?
[B]Özür dileyebilmeniz için, her şeyden önce karşınızdaki kişinin bazı haklara sahip olduğunu ve onlara dokunulmaması gerektiğini kabul etmeniz gerekir. Bundan sonra da onun özür dilenmeye layık bir kişi olduğuna kani olmanız icap eder. Demek ki özür dilemeye engel olan iki duygu vardır. Birisi başkalarına hak tanımama duygusudur. Başkalarına hak tanımayan, kendisinin haksızlık yaptığını kabul edemez, dolayısıyla özür dileme gereği hissedemez. Çünkü bütün hakların kendisine ait olduğunu düşünür. Diğeri ise başkalarının hakkını kabul etmekle birlikte, onları önemsememe duygusudur. Böylece onları dikkate alamaz ve özür dilemeye layık göremez. Oysa insan olarak birbirimizin hakkına saygılı davranmak görevimiz. Haksızlık söz konusu olduğunda özür dilemek ve helallik istemek, insan olma özelliğimizdir. Kullar arasında hakların gözetilmesi ve haksızlık halinde özür dilenip helallik istenmesi, işte bu kadar önemli. Peki bütün varlığımızla kendisine ait olduğumuz Yaratıcımız’a karşı tutumumuz ne olmalı? Şüphesiz en büyük haksızlık, yaratıcı gücü yani Allah’ı tanımamaktır. Kainatta yapılabilecek en büyük zulüm budur. Bu tür insanlardan beklenen tek şey, kendilerine verdikleri bu büyük zarardan bir an önce vazgeçmeleri ve Allah’a iman etmeleridir. İnananlara gelince, onlar, Allah’ın her şeyin sahibi ve yaratıcısı olduğunu kabul ederler. Fakat kul olmanın bir gereği, hata ve günah işleyerek O’nun rızasına aykırı davranabilirler. Bu durumda, Allah’ın gazabı ve cezalandırması söz konusu olur. Allah’ın gazabından ve cezasından kurtulmanın bir yolu olmalı... Size haksızlık yaptığını kabul edip özür dileyen bir insan ile aranızda kin kalır mı? Bir can düşmanınızın olduğunu düşününüz. İlk gördüğünüz yerde saldırmaya yeltenebileceğiniz bir düşman. Bir gün evinizde otururken kapınızın zili çalar. Kapıyı açtığınızda, karşınızda o can düşmanınız. İster istemez yumruklarınız sıkılır. Ama o da ne?.. Düşmanız olan insanın elleri yanda, boynu bükük, yalvaran bir ses tonu ile, “hatamı anladım, size çok büyük haksızlık ettim, sizden özür diliyorum. İşte önünüzdeyim, ister intikam alın, ister affedin. Siz bilirsiniz” diyerek önünüze diz çöktüğünü düşününüz. Ne yaparsınız? Eliniz kalkar mı o insana? Onun kılına dokunmayı bile düşünemezsiniz değil mi? Belki de onu kaldırır, bağrınıza basarsınız. Şimdi soruyorum size: Siz mi daha çok merhametlisiniz, yoksa Allah mı? Bütün varlığı ile Allah’a ait olduğunu kabul eden bir insan, günah işlediğini ama artık pişman olduğunu samimi olarak Allah’a arz edecek ve Allah onun özrünü kabul etmeyecek! Böyle bir şey olur mu? O’nun ismi “Afüv”, yani çok affeden; “Gafur”, yani çok bağışlayan; “Tevvab” yani tevbeleri çok kabul eden olacak da, samimi olan kulunu affetmeyecek? Bu mümkün mü? “Kullarının tevbesini Allah’ın kabul edeceğini, sadakaları geri çevirmeyeceğini ve Allah’ın tevbeyi çok kabul eden ve pek esirgeyen olduğunu hâlâ bilmezler mi?” (Tevbe/104) İlk insandan bu güne hatta kıyamete dek Allah’ın kullarından istediği en temel şey, tevbedir. Yeryüzüne indirildikten sonra Hz. Adem A.S.’ın ilk işi tevbe olmadı mı? Tevbe, küçüklüğün, acziyetin ve hiçliğin bilincine varmaktır. Bütün güç ve kuvvetin Allah’a ait olduğunu gönülden kabul edip, hataların ve günahların bize ait olduğunun samimi ifadesidir. Böylece yaramaz bir çocuğun gözyaşları içinde kendisini annesinin şefkatli kollarına attığı gibi, günahlarını itiraf eden ve pişmanlığı ruhunda hisseden bir kulun, Allah’ın sonsuz merhametine kendisini bırakmasıdır. Allah, kullarının samimi olarak pişman olmalarını istiyor. Kullarını affetmek için bir nevi bahane arıyor. Bu konuda Ninova halkının hikayesi ne kadar etkileyicidir. Ninova, Asur Devleti’nin başşehri idi. Şehir halkı putlara tapar ve çeşitli ahlâksızlıklar yapardı. Allah, bu şehirde yaşayan ve tertemiz bir hayat süren otuz yaşlarındaki Yunus A.S.’ı peygamber olarak gönderdi. Yunus A.S. otuzüç yıl gece-gündüz, bıkmadan-usanmadan onlara hizmet etti. İşledikleri günahlardan vazgeçip Allah’a kulluk yapmalarını tavsiye etti. Bu süre içinde Yunus A.S.’ı kabul eden sadece iki kişi oldu. Yüzbinden fazla insan arasından sadece iki kişi. (İbn-i Esir) Yunus A.S. artık dayanamıyordu. Sonunda onlara beddua etti ve bir köşeye çekildi. Allahu Tealâ da ona vahyederek, kırk gün daha tebliğe devam etmesini istedi. Yunus A.S. tekrar insanları davete başladı. Otuzyedinci günün akşamı olduğunda insanlarda hiçbir değişiklik olmadığını gördü. Otuzüç senede alınamayan sonucun üç günde alınması da beklenemezdi. Bütün ümidi kesildi ve oradan ayrılmaya karar verdi. Ayrılmadan önce de, Ninova halkına üzerlerine pek yakında bir azap geleceğini haber verdi. Azap gelmeden önce yüzlerinin renginin değişeceğini ve ondan sonra helâk olacaklarını bildirdi. Kırkıncı günün sabahında, insanlar yüz renklerinin değiştiğini görünce endişelenmeye başladılar. Ne kadar aradılarsa da Yunus A.S.’ı bulamadılar. İyice şaşırmışlar ve ciddi olarak korkmuşlardı. Hele ertesi gün siyah bulutların şehrin tepelerine doğru geldiğini görünc,e bunun apaçık bir azap habercisi olduğuna şüpheleri kalmadı. Kalplerini pişmanlık ateşi yakmaya başladı. Hep bir ağızdan, hep bir gönülden, pişmanlıklarını dile getiren sözlerle, yaş dolu gözlerle ağlaya ağlaya yalvarıyorlardı. Bir müddet sonra bulut, yavaş yavaş çekildi. Allah tevbelerini kabul etti. Artık bir daha günah işlemeyeceklerine tamamen karar vermişlerdi. Yunus A.S. ise Allah’tan gelecek olan emri beklemeye durmuştu. Binmiş olduğu gemi denize açıldıktan sonra aniden bir fırtına çıktı. Yapılan görüşmeler sonucunda gemide bir suçlu bulunduğuna ve bu yüzden fırtınanın çıktığına karar verdiler. Suçlunun kendiliğinden ortaya çıkmaması üzerine kura çektiler ve kura Yunus A.S.’a çıktı. Böylece onu gece karanlığında denize attılar. Büyük bir balık Yunus A.S.’ı yuttu. Balığın karnında şöyle yakarıyordu: “Senden başka ilâh yoktur. Seni tesbih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum.” Balık bir müddet sonra Yunus A.S.’ı karaya çıkarıp bıraktı. Balığın karnından gücünü kuvvetini yitirmiş, zayıf bir halde çıkan Yunus A.S. iyileşip kendine geldikten sonra kavminin yanına gitti. Tevbekâr Ninova halkı, peygamberi hasretle kucakladı ve ömrlerinin sonuna kadar Allah’ın razı olacağı bir hayat sürdüler. “Keşke azabımız gelip çattığı zaman iman edip, bu imanın kendisine fayda vereceği bir memleket halkı bulunsaydı... Bu hiç olmamıştır. Ancak Yunus’un kavmi müstesnadır ki, onlar iman ettikleri zaman, dünya hayatında gelecek olan alçaltıcı azabın onlardan giderdik ve onları bir zamana kadar faydalandırdık.” (Yunus/98) Otuzüç yıl direnen bir halk olmalarına rağmen, yaptıklarına pişman olup Allah’a iman ettikleri anda, Allah onların tevbelerini kabul buyurdu. Çünkü kulları hangi günahı işlemiş olurlarsa olsunlar, pişman oldukları anda Allah onları affeder. Hatta o kadar sevinir ki!.. Allah’ın bu sevincini Efendimiz A.S. şöyle anlatır: “Birinizin çölde yolculuk yaptığını düşünelim. Yanında yiyeceği-içeceği bütün malzemelerini yüklediği bir bineği var. Çölün ortasında hayvanı elinden kaçar. Aramasına rağmen bulamaz ve artık ümidini keser. Bir ağaç bulur ve onun gölgesine uzanır. Hayvanından tamamen ümidini kesmiştir. Tam bu esnada bineğinin karşısında durduğunu görür, hemen yularını yakalar. O kadar sevinir ki sevincinden şaşırıverir ve “ey Allahım! Sen benim Rabbimsin, ben de senin kulun” diyeceği yerde, “ey Allahım! Sen benim kulumsun, ben de senin Rabbinim!” deyiverir. İşte bir kul tevbe yaptığında, Allah, şu insanın sevincinden daha fazla sevinir. (Buharî, Müslim, Tirmizî) Allah’ı memnun etmek istemez misiniz? |