Konu Başlıkları: ğadir hum nedir_???
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 15 Nisan 2011, 21:58   Mesaj No:6

Yitiksevda

Medineweb Emekdarı
Yitiksevda - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Yitiksevda isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 2
Üyelik T.: 10 Nisan 2008
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:MALAZGIRT
Yaş:48
Mesaj: 5.077
Konular: 295
Beğenildi:128
Beğendi:24
Takdirleri:153
Takdir Et:
Standart Cevap: ğadir hum nedir_???

İmam Ali (a.s) Hilafeti hususunda akli olarak sunacağım bir kaç delil inş faydalı olur:

Örnek Olarak: Bizim elimiz dilimiz gözümüz ayaklarımız kulaklarımız vb uzuvlarımızın dokunduğu tadını

aldığı gördüğü yürüdüğü duyduğu bir şey hakkında şüpheye düşerse onu akla havale eder akılda şüpheyi yok eder yakini sağlamlaştırır. Allah aklı tüm uzuvların şüphesini gidermek için vermiştir. Varlığı olmadan uzuvların yakine kavuşma imkânı olamaz.

Allah'ın her hususta bizi başıboş bırakmadığı hakikati ile yola çıktığımızda O asırda Arap toplumu içerisinde hemen her şeyden önemli olan Yönetici anlayışına rağmen Allah Resulünün vefat etmeden evvel kendisinden sonra Devleti yönetecek ve Müminlerin sorununu çözecek bir İmam tayin etmemesi asla düşünülemez.

Bugün bizler en ufak bir işimizde dahi kendi bölgemizden veya işimizden ayrı kalacağımızı bildiğimiz zaman yerimize birini bırakıyor iken Allah Resulünün birini tayin etmediğini düşünmek Allah resulünü anlayamamaktır.

Bu Konuda İmam Ali (a.s) Atanmadığına inanan arkadaşlar var ise ve bana itiraz edecekseler Şu maddeler halinde sunacağım sorularıda cevaplamaları gerekecektir!

Resulullah (s.a.a.) ümmetinin hilafet konusunda böyle ihtilaf edeceğini bildiği halde niçin kendisine halife tayin etmedi?

Ashab Resulullah'a her türlü soruyu rahatlıkla sorduğu halde, niçin bu konuyu soran birisi çıkmadı?

Ümmetin ayrılığa düşmemesi için Resulullah bir şeyler yazmak istediğinde niçin bazı sahabeler ona muhalefet edip sayıkladığını söylediler?

Neden Resulullah (s.a.a.) vasiyetinin yazılması konusunda ısrar etmedi? Hâlbuki eğer o vasiyet yazılsaydı, ümmet fitnelerden kurtulurdu!

Niçin Peygamber efendimiz vefatından iki gün önce bir ordu hazırlayarak Muhacir ve Ensar'ın önde gelenlerini orduya katıp Filistin yakınlarındaki "Mute"ye gitmelerini emretti?

Resulullah (s.a.a.) niçin İmam Ali'yi (a.s.) Usame ordusuna göndermedi?

Peygamber efendimiz neden henüz bıyıkları bile terlemeyen genç birini bu orduya komutan yaptı?

Resulullah neden Usame ordusuna katılmaya muhalefet edenlere kızarak lanet okudu?

Resulullah (s.a.a.) Ebu Bekir'i halka cemaat namazı kıldırması için tayin etti mi?


Ensar neden gizlice Beni Saide Sakifesi'nde toplandılar?

Niçin Ebu Bekir, Ömer ve Ebu Ubade hemen Sakife'ye koşup Ensar'ı gafil avladılar?

Nasıl oldu da Muhacirler, Ensar'ı yenerek Ebu Bekir' i halife seçebildiler?

Sa'd bin Ubade neden biatten kaçındı ve Halife Ömer neden onu öldürmekle tehdit etti?

Niçin Hz. Fatma’nın evini yakmakla tehdit ettiler?

Ebu Süfyan neden başlangıçta Halife Ebu Bekir'e karşı olup onu tehdit ettiği halde daha sonra sustu?

İmam Ali (a.s) mevcut durumu kabul ederek onlara biat etti mi?

O günlerde uzlaşmaya daha fazla ihtiyaçları olmasına rağmen, niçin Hz. Fatma’yı (a.s) gazaplandırdılar?

Kavmin ileri gelenleri neden Usame ordusuna katılmaktan çekindiler?

Neden İmam Ali'yi bütün görevlerden uzaklaştırıp hiçbir mevkide ona yer vermediler?

3. Hutbe

Şıkşıkiye Hutbesi adıyla meşhurdur. Hilafet hakkındaki şikâyeti, neden sabrettiği ve halkın kendine biati hususunda...

"Allah'a andolsun ki falan kimse, hilafete göre yerimin, değirmen taşının mili gibi olduğunu bildiği halde hilafeti bir gömlek gibi giyindi. Oysa sel benden akar ve hiç bir kuş benim uçtuğum yerlere uçamazdı. Ben de hilafetle arama bir perde çektim, ondan yüz çevirdim.

Başladım düşünmeye; kesilmiş elimle atağa mı geçeyim, yoksa kapkaranlık körlüğe sabır mı edeyim? Öyle bir karanlık ve körlük ki bu, büyüğü tamamıyla yıpratır, küçüğü tümüyle ihtiyarlatır, mümin kimse de Rabbine ula­şıncaya dek bu karanlık körlükte zahmetten zahmete düşer.

Gördüm ki sabretmek akla daha yatkın, sabrettim. Ama gözümde diken vardı, boğazımda kemik. Mirasımın yağ­malandığını görüyordum. Ta ki birincisi yolunu tamamla­yıp, onu kendinden sonraki falana verdi, gitti.

İmam Ali daha sonra A'şa'nın şu beytini okudu.

Cabir'in kardeşi Hayvan nezdinde yaşadığım hayat ile

Şimdiki hayatım arasında ne benzerlik var!

(Yani, ben bu gün sıcak havada bir lokma ekmek için uzun çölleri kat ediyorum. Cabir'in kardeşi Hayvan ile bir­likte yaşadığım dönemlerde ise nimetler içinde yaşıyor­dum.(1)

Ne kadar ilginç! Yaşarken halkın kendisini bırakmasını isterdi. Ama ölümden sonra yerine öbürünün geçmesini sağladı. Bu iki kişi hilafeti devenin iki memesi gibi kendi aralarında paylaştılar. Hilafeti öyle sert ve kaba bir yere attı ki sertliği insanı derinden yaralar, oldukça kaba davranırdı

Hilafeti boyunca oldukça düştü, sürçtü. Habire sürçtükçe özür diledi, Hilafet sahibi, huysuz bir deveye bin­mişe benzerdi. Öyle bir deve ki yularını çekse burnu yırtı­lır, yaralanırdı, dizginlerini salsa nefsini yokluğa, helake atardı.

Allah'ın bekasına (varlığına) andolsun ki insanlar onun zamanında ihtilafa düştü, huysuzlaştı, renkten, renge büründü ve birbirini suçladı. Ama ben bu uzun zaman boyunca bir çok zahmet, mihnete düşmeme rağmen yine de sabrettim. Derken o da yolunu kat etti ve hilafeti bir topluluğa bıraktı ki benim de o topluluktan biri olduğumu sanıyordu.

Allah'ım sana sığınırım, ne şuraydı bu! Benim hak­kımda birincisiyle ne zaman şüphe hâsıl oldu ki bu tür kimselere denk tutuldum ben! Ama buna rağmen (kuşlar gibi) inerlerken onlarla indim, uçarlarken onlarla uçtum. İçlerinden biri (Sa'd b. Ebi Vakkas) haset ve kininden ötürü doğru yoldan saptı, öbürü (Abdurrahman b. Avf da) damadı olduğundan ona meyletti, öbürleri de öyle şeyler yaptılar ki söylenmesi, anılması bile çok çirkin...

Derken onların üçüncüsü iki yanı şişmiş bir halde kalktı. Yediği yerle kirlettiği yer arasında yaşadı.

Onunla beraber babasının oğulları da (mensubu olduğu Ümeyyeoğulları da) işe giriştiler. Allah'ın malını devenin ilkbaharda otlan, çayır, çimeni yiyip hazmettiği gibi yiyip hazmettiler. Sonunda onun da ipleri çözüldü. Amelleri işi­ni bitirdi. Karnının dolgunluğu, onu yere serdi.

Derken halk sırtlanın boynundaki kıllar gibi (yoğun bir şekilde) her taraftan etrafıma üşüştüler, neredeyse izdi­hamdan Hasan ve Hüseyin ayaklar altında kalacaktı. İki tarafımda çizikler, yaralar oluştu. Koyunların ağıla üşüş­mesi gibi çevreme toplandılar.

Ama işi elime alınca bir bölük hemen biatten döndü, ahdini bozdu. Başka bir bölük ok yaydan fırlar gibi fırladı, çıktı, öbürleri de zulme saptılar.

Sanki onlar her türlü noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'ın "İşte ahiret yurdu; biz onu yeryüzünde yücelik ve bozgunculuk dilemeyenlere veririz."(Kasas: 83) ve "Akıbet takva sahiplerinindir."(A’raf: 128) buyurduğunu duyma­mışlardı!

Evet, andolsun Allah'a elbette duydular ve anladılar da. Ama dünya gözlerine süslenmiş, bezenmiş bir şekilde gö­ründü, onun bezentisi, süsü hoş geldi onlara.

Evet, tohumu yarana ve insanı yaratana andolsun ki eğer bu topluluk biat için toplanmasaydı, yardımcıların varlığıyla hüccet ikame edilmeseydi ve Allah zalimlerin çatlayasıya doyarken, mazlumların açlıktan kırılmasına (mani olması) hususunda âlimlerden söz almasaydı hilafet devesinin yularını sırtına atar, terk ederdim.

Hilafetin sonunu ilk kâsesiyle suvarırdım (Daha önce peşinde koş­madığım gibi şimdi de peşinde koşmaz, onu hemen terk ederdim.)

Sizler de biliyorsunuz ki şu dünyanızın değeri bir keçinin aksırığından daha değersizdir bence."

Denildiği üzere söz buraya gelince Irak halkından biri kalktı ve Hz. Ali'ye bir kâğıt sundu. Hz. Ali kâğıdı okuma­ya başladı. Okuyup bitirince İbni Abbas, "Ey Müminlerin Emiri, sözüne kaldığın yerden devam etsen."dedi. Hz. Ali şöyle buyurdu: "Ey İbni Abbas bu azdığında devenin boğazının altında oluşan şişlikti ki geldi, sonra geri indi.'' (2)

İbni Abbas, 'Vallahi bu sözün istediği gibi bitiremeden yarım kalmasına üzüldüğüm gibi hiç bir şeye üzülmedim. Müminlerin Emiri ne olurdu dilediğini söyleseydi' dedi."

1:Hz. Ali'nin bu şiirle şunu demek istemiştir: Ben Resulullah zamanında ona herkesten daha yakındım ve herkesin saygı duyduğu biriydim. Ama bugün hilafeti elden ele dolaştırıyorlar ve benim­le asla ilgilenmiyorlar bile.

2:Metinde geçen "şıkşıketun hederet" cümlesi bir darbı me­seldir ve bir anlık gelip geçen haleti ifade etmektedir. Bu hutbenin adı da bu kelimeden alınmıştır.

Hutbenin baş tarafında geçen "filan"dan maksat birinci halife Ebubekir'dir.

Buradaki falan"da ikinci halife Ömer'dir.
Alıntı ile Cevapla