Tekil Mesaj gösterimi
Alt 30 Nisan 2011, 03:02   Mesaj No:122

kamer34

Medineweb Sadık Üyesi
kamer34 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:kamer34 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13038
Üyelik T.: 14 Aralık 2010
Arkadaşları:9
Cinsiyet:
Memleket:istanbul
Yaş:54
Mesaj: 871
Konular: 41
Beğenildi:6
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cevap: "Dini Konular Hakkında Sorular/Cevaplar"

Allah (c.c) şöyle buyuruyor;

"(Ey Muhammedi) Sana indirilen Kur’an’a ve senden öncekilere indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Reddetmeleri emrolunmuşken tağuta muhakeme olmak istiyorlar. Halbuki şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister." (Nisa: 60)

Allah (c.c) bu ayete Hz. Muhammed (s.a.s)'e indirilen Kur'an'a ve ondan öncekilere indirilen diğer kitaplara inandıklarını iddia etmelerine rağmen reddetmekle emrolundukları tağuta muhakeme olmayı isteyen bir topluluktan bahsediyor.


Ve böyle bir topluluğu şeytanın apaçık bir şekilde derin sapıklığa düşürdüğü kimseler olmakla vasıflandırıyor. Bu ayette geçen ifade çok açık, net, tevili ve tahsisi mümkün olmayan bariz bir hüküm bildirmektedir.

Kim reddetmekle emrolunduğu tağuta muhakeme olmak isterse, Kur'an'a ve ondan önceki kitaplara inandığını iddia etse bile bu kişi imandan önce İslam'ın gerçekleşebilmesi için gerekli olan şartlardan biri ki; o tağutu her türlü çeşidiyle, renk, biçim ve sıfatıyla reddetmektir, yerine getirmemiş olarak kabul edilir.

Allah (c.c) bu ayeti kerimesinde Kur’an’a ve önceki indirilen kitaplara inandıklarını iddia etmelerine rağmen tağuta muhakeme olma isteği bulunan kimseleri kastederek ayetin devamı böyle kimselerin şeytanın derin bir sapıklığa düşürdüğü kimseler olarak vasıflandırıyor.

O zaman ey akıl sahipleri düşünün ki;

İstemek yani irade etmek (yuridune) kalbin amellerindendir. Öyleyse bir kişi kalbiyle tağuta muhakeme olmayı isterse ve Allah bu kişiyi şeytanın sapıklığa; küfre, şirke düşürdüğü kişi olarak vasıflandırmışsa acaba Allah (c.c)’ın bilfiil tağuta muhakeme olan kimse hakkında hükmü daha büyük bir küfür olmaz mı? Elbette daha büyük küfür olur.


Zira bir ameli bilfiil yapmak, onu istemekten daha ağır ve şiddetlidir. Hal böyle iken kalkıp ta tağuta muhakeme olmaya istemek“ biz kalben bunu istemedik” demeleri akabinde gidip bilfiil tağuta muhakeme olmaları ve bu muhakemeyi ameli olarak kabul etmeleri sözlerini yalanlamaz mı?

Elbette amelleri onların söylediği sözün aksini ispat eder ve onları bu iddialarında yalancı çıkarır. İstemek fiili aslen kalbi bir amel olduğu için Allah bildirmediği takdirde bizim bu ameli bilmemiz mümkün değildir. Hal böyle iken tağuta başvurmayı istemekle kalmayıp bilfiil Kur’an ve Sünnetin hükümlerinden başka hükümlere başvuran kişinin küfrü elbette ki daha açık, daha zahir olur.

Tağuta muhakekem olmak şunu ifade eder. Muhakeme hakimi Allah’ın indirdiği hükümlerle hüküm vermeyeceği açık ise. “Allah’ın hükmü ile hüküm etmeyenler kafirlerin ta kendileridir”Maide/44 ayeti gereğince bu hakim tağut hükmündedir. O halde Allahın hükmü ile hüküm vermeyen bir merci-iyi tanımak ondan adalet beklemek onunda Allah’ın hükmü karşsınında hüküm verebileceiğine inanmak anlamına gelir buda küfürdür.

Nisa:60 ayetinin hükmü amm’dır ve ayetin kapsamına giren her türlü ameli içine alır. Bir kişi tağutun hangi çeşidine olursa olsun, ister bunu kalben isteyerek, ister kalben istemeyerek, muhakeme olmayı isterse ve bu muhakemeyi kabul ederse ikrah-ı mulci hariç (ikrahın şartları vardır) bu kişi Nisa: 60 ayetinde ki açık ve bariz olan hükmün muhatabı olur.

Bu ayetteki umumi olan emri tahsis eden bir nas olmadığı müddetçe bu emir hususileştirilemez. Ve bu ayet hakkında ki sebebi nüzulü ne olursa olsun hükmü kıyamete kadar amm’dır.

Tağutun karşsınında hakkı söylemek:

Cafer bin Ebi Talib’in kendisini Necaşi karşısında savunması buna delildir. Çünkü Cafer b. Ebi Talib, Necaşi karşısında muhakeme olmamış, sadece hakkı söylemek için onun yanına gelmiştir. Bir kimse tagut olsa bile onun yanına hakkı söylemek için gitmekte bir sakınca yoktur. Zira Firavn taguttu. Ama Musa (a.s) ve Harun (a.s) ona tebliğ etmeye gitmişlerdi. Nemrut taguttu, ama; İbrahim (a.s), hakkındaki iddialar sebebiyle yanına çıkarıldığında sunduğu delillerle onu susturmuştur.

Dolayısıyla bir Müslümanın, hakkında ortaya atılan iddiaya cevap vermesi için tağutun yanına gitmesi, onunla konuşması başka, taguta muhakemeden sayılacak bir amel sebebiyle muhakeme ortamına gitmesi ve orada bulunması başkadır. Birincisi caizdir. İkincisi ise durumuna göre küfür, durumuna göre küfür olmaz.

Şöyle ki;Bir kimsenin mahkemeye hakkında iddialara reddiye yapmak, onları çürütmek için gitmesi şayet onların kanunlarını kabul anlamına gelmiyor ve oradaki herhangi küfür, şirk, haram olan bir amel işlemeyecek, hakime saygı ve tazim edilecek bir davranışta bulunmayacaksa buraya gidip hakkı anlatmasında bir sakınca yoktur.


Dolayısıyla günümüzde ki mahkemeler ile Cafer olayı arasında hiçbir benzerlik yoktur. Cafer’in durumu ile kendi durumlarını kıyaslasınlar bakalım aralarında ne gibi benzerlikler vardır? Elbette bu iki durum arasında büyük farklar vardır. Rasulullah (s.a.s)’ın Güzin ashabını bu iftiralardan tenzih ederiz.

Fakat şeytan, bizleri kendi yaptığına ne olursa olsun delil arayan kişi durumuna düşermektedir. Tıpkı çölde susamış olan kişinin serap görmesi durumuna düşürür. O’na Kur’an ve sünnetten kendi yaptığı ile alakası olmayan deliller buldurarak onu aldatır.


Böylece bizleri haklıymışız zannına düşürür. Çünkü şeytan bizlere yaptığımız amelleri süslü göstermiştir. İşte şeytanın insanı saptırmak için kullandığı hilelerden biri de budur. Şeytanın bu tür hilelerinden kurtulmak için iki şart gerekir. Bu şartlardan biri olmazsa şeytanın hilelerinden kurtulmak mümkün değildir.

1- İhlaslı olmak.
2- İlim sahibi olmak.

Hakka tabi olmak için ilim sahibi olmadan sadece ihlaslı olmak yetmez. İhlaslı olmadan sadece ilimle de hakka tabi olunmaz.

Tağuttan islama aykırı olmayan mevzularda istifade etmek:
Tağuta muhakeme olmak ve yapılan zülmü engellemesi için bir kimseden taleb-i nursa bulunmak arasında fark vardır.


Sultan, güç ve kuvvet sahibi olan bir kişidir. Ülkesinde dilediği gibi hareket edebilir. Böyle bir konumda olan kişiye müracaat etmeyi ve bazı konularda yardım istemesi muhakeme olmak kapsamına girmez. Örneğin: Diyelimki Arabamız dereye uçmuştur yada çukura batmıştır o yörede bulunan tağuti yetkilelrden bu durumdan kendisini kurtarmasını istemek tağuta muhekeme hükmüne girmez.


Peygamber (s.a.s)’in zamanında, kafirlerin, müşriklerin ihtilaflarını, anlaşmazlıklarını çözen, Ka’b b.Eşrefler, Cüheyneli Kahinler olduğu gibi...Günümüzdeki demokratik rejimlerde de yasama, yürütme ve yargı işleri farklı kurumlarca yürütülmekte ve her birinin işleyiş tüzüğü farklıdır. Tabi ki günümüz de yasama, yürütme, yargı işleri daha düzenli, daha sistemli kurumlar haline getirilmiştir. Lakin küfür olma noktasında aynıdırlar.


Eğer bir alimin sözü Kur’an ve hadislere ters düşerse, ayet ve hadis alınır, alimin sözü ise alınmaz, atılır. Yani; alimin sözü kuran ayetlerine ters düşerse, ayetle amel edilir, alimin sözüyle amel edilmez. Aynı şekilde alimin sözü sahih hadise ters düşerse, hadisle amel edilir, alimin sözüyle amel edilmez.

Hiç şüphe yoktur ki, alimlerin sözleri hüccet değildir. Alimlerin sözleri, ancak Kur’an ve sünnete dayanıyorsa alınır, uymuyorsa alınmaz. İslam temel kaideler üzerine bina edilmiştir. Bu temel kaideler de Allah (c.c)’ın ayetleriyle açıklamıştır. Eğer bir hadis bu temel kaidelere tezat teşkil ederse, temel kaidelere göre tevil edilir. Aynı şekilde, İslam alimlerinin sözleri bu temel kaidelere tezat teşkil ederse, temel kaideye göre tevil edilir ya da atılır. Temel kaidelerden asla taviz verilmez.

Alimlerin üzerinde ittifak ettiği bir diğer kaide de şudur:

"Hakkında anlaşmazlık bulunan bir konuda taraflardan biri Müslüman ise yetkili mahkeme, kesinlikle İslam mahkemesi olmak zorundadır. Bir Müslümanın davacı, İslam mahkemesi dışında başka bir mahkemenin bakması asla caiz olmaz. Karşı taraf ister zımmi olsun isterse müstemin olsun, İslam mahkemesinin davaya bakması vaciptir.


Bu durumda, mahkeme davaya bakmaktan içtinap edemez. Müslümanın, taraf olduğu bir ihtilafta, lehine veya aleyhine, Müslüman’lardan başkasının bakması caiz olmadığı gibi, gayri Müslim bir mahkemeye götürmesi de caiz olmaz. Keza velayete dayanır, kafirlerin ise Müslümanlar üzerinde hiçbir velayet hakkı yoktur.

Bu konuyla ilgili aşağıdaki kaynaklara baş vurabilirsiniz.

(ibn-i kesir Muhtasar-V Seyyid Kutub fizilal-il kuran II ,527- Mevdudi-tefhümül kuran)
(Şafii el Um: VII, 38-Şirazi el Muhezzeb: II, 257; İbni hacer: VII, 335; Şirbini: III, 195; a.g.e. VI, 300; İbni Kudame el Mukni: I, 532; el Muğni: X, 623; Eş Şehru Siyeri Kebir: X, 631; İbni Kayim Zadul Mead: III, 201; Haccavi: II, 52; Meraği: s.43; Zeydan: s. 569-72)
Allaha emanet olunuz
__________________
Kimin Ne Dediği Değil / Allah'ın Ne Dediği Önemli.
Alıntı ile Cevapla