Konu Başlıkları: Fıkıh
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 04 Şubat 2008, 23:35   Mesaj No:6

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:48
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:49
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Fıkıh

Buna karşı, İslâm hukukunun doğuşunu kendi kaynaklarına borçlu olduğunu, özellikle bu dönemde başka hukuklardan etkilenmediğini savunanların, tarihi vakıalara dayalı cevapları vardır:
1. Hz. Peygamber, Roma Hukukunun yazıldığı dilleri bilmezdi, hatta okuma yazması da yoktu, 8 yaşında bir çocuk iken yaptığı seyahat sayılmazsa Suriye'ye 24 yaşında gitmiş ve15 gün kadar kalmıştı, böyle bir gence onbeş günde Roma Hukuku öğretilemezdi.
2. a) Jüstinyen 533 yılında bir emirname ile Roma, İstanbul ve Beyrut dışındaki medreseleri kapatmıştı. Açık kalan medreselerinden Roma'yı Müslümanlar hiç fethetmediler. İstanbul'u ancak 1453'te aldılar. Beyrut medresesi ise İslâm fethinden çok önce tarihe karışmıştı. b) Evza'î Beyrut'a, Şafi'i de Mısır'a ancak hayatlarının sonlarına doğru gelip yerleştiler, bundan çok önce İslâm hukukunun doğumu ve gelişmesi gerçekleşmişti. c) İslâm, gayr-i müslimlere hukuk seçme hakkı verdiği ve bu hak sahiplerince fiilen kullanıldığı (kendi mahkemelerinde yargılandıkları) için mahkemeler yoluyla etki iddiası da mesnetsiz kalmaktadır.
Miladi beşinci asra ait olup Hz. Ömer'in Suriye'yi fethinden sonra burada yaşayan Hristiyanların mahkemelerinde kanun gibi kullandıkları Suriye-Roma Kodu üzerinde yapılan mukayeseli bir araştırma, bu iki hukuk arasındaki önemli farklılıkları ve tesir ihtimalinin uzaklığını ortaya koymuştur13
3. İlk fıkıh âlimlerinden hiçbirinin Roma Hukukunu bildikleri ve çalışmalarında bu hukuka atıf yaptıkları sabit değildir. İslâmın fethettiği ülkelerde yaşayan örf ve adetler yoluyla tesir, sınırlı ve İslâmın amaçlarına ve talimatına uygun olmak kaydıyle mümkün ise de bunu, yalnızca Roma Hukukuna inhisar ettirmek vakıaya uygun düşmemektedir; bu manada daha ziyade cahiliyye hukuku ve kısmen Sasani hukukundan söz etmek daha yerinde olur.14 Ayrıca bu tesir, bir hukukun asliyyetine (özgünlüğüne) halel getirmez.
4. Talmûd yoluyla tesir iddiası tutarsızdır; çünkü Roma-Bizans hukuku üçüncü asırdan sonra Talmûd'dan etkilenmiş, bunun aksi varit olmamıştır.
Ayrıca Talmud hukuku ile fıkıh arasındaki cüz'i ve muhtemelen tesadüfi benzerlikler karşısında daha çok ve önemli farklılıklar mevcuttur.
5. Roma Hukuku ile İslâm Hukuku arasındaki benzerlikleri iktibas ve istifadeye delil kılmayı engelleyen "sistem, kurum ve norm" farkları vardır: a) Roma Hukuku laik karakterli olup eşhas, eşya ve kaza bölümlerine ayrılmaktadır. Fıkıh vahye dayanır, ibadet, muamelat ve ukubat taksimini benimsemiştir. b) Roma Hukukunda pederşahiliğe bağlı aşırı baba hakimiyeti, koca hakimiyeti, evlat edinme kurumu vardır; İslâm hukukunda bunlar yoktur. Vakıf, şüf'a, süt kardeşliği, hisbe, ta'zir, borcun havalesi fıkha mahsustur. Fıkıhta erkek birden fazla kadınla evlenebilir, talâk kocanın hakkıdır, mirasta erkek genellikle kadının aldığının iki mislini alır, varis murisin borçlarını yüklenmez (halefiyet yoktur), hukukî işlemlerde şekil şartı asgari boyutlara indirilmiştir. Roma Hukuku bütün bu hüküm ve normlarda farklılık arzetmektedir.
Buraya kadar özetlenen tesir iddiaları konusunda yapılan araştırmalar müsteşriklerin hüküm değiştirmelerine sebep olmuş, sonuç şu cümlelerde ifadesini bulmuştur: "...bununla birlikte İslâm'ın, mülkiyet, akitler ve borçlar hukukunun anahatlarını, İslâm öncesi Araplarının örfî hukukunun bir parçasının teşkil ettiği sanılmamalıdır. Böyle bir faraziyenin dayandığı düşünce, İslâm Hukuku tarihine ait yeni araştırmalar neticesinde geçerliliğini kaybetmiştir... İslâm fıkhı, mevcut olan bir hukuktan doğmamış, kendi kendisini yaratmıştır.15
İslâm Hukuku yapısı, içeriği, kategori ve kavramları itibariyle, buraya kadar incelediğimiz hukuklara (Roma-Cermen, Sosyalist hukuklar, Common Law) nazaran büyük bir orijinallik taşır... Asıl olan İslâm Hukukunun diğer hukuklar ve özellikle kendisi gibi dini olan Kanonik Hukuk nazarında arzettiği fevkalade orijinal yapısıdır. Böyle bir kaynağı bulunmayan bütün sistemlere nazaran İslâm Hukukunun vahiy niteliği onun en belli başlı karakterini oluşturur."16
Tarihçesi: Fıkhın doğuşundan günümüze kadar geçirdiği değişme ve gelişmelerde kimi zaman kişiler ve nesiller, kimi zaman da siyasî, sosyal ve kültürel şartlar belirleyici rol oynamış. Bu sebeple fıkhın dönemleri "Hz. Peygamber, sahabe, Abbasiler, Selçuklular, Moğol İstilasından Mecelle'ye ve Mecelle'den günümüze" şeklinde, adlandırılmış ve sıralanmıştır.
Hz. Peygamber'in devri, fıkıh dönemlerinin en önemlisidir; çünkü vahye dayanan veya vahyin denetimi altında gerçekleşen yasama ve uygulama bu dönem içinde tamamlanmış, daha sonraki dönemlere de kaynak ve örnek olmuştur. Devrin hicretten önce Mekke'de geçen kısmında sosyal ilişkilerin düzenlenmesinden çok inanç, ibadet ve ahlak konuları üzerinde durulmuş, bir manada alt yapı oluşturulmuştur. Dönemin bu kısmı 610-622 yılları arasında nihayete ermiş, Hz. Peygamber'in toplum lideri olarak benimsenip davet edildiği Medine'de İslâm, Allah-ferd ilişkileri yanında sosyal hayatı da düzenlemeye yönelmiş, bir taraftan ibadetler, cihad, aile, miras ile alakalı, diğer taraftan da anayasa, ceza, muhakeme usulü, muamelat (hak ve borç ilişkileri), devletlerarası münasebetlerle ilgili hükümler, kaideler vazedilmiştir. Bütün bu hüküm ve kaideler iki şekilde ortaya çıkıyordu:
Alıntı ile Cevapla