Tekil Mesaj gösterimi
Alt 23Haziran 2011, 15:25   Mesaj No:13

YaŞuHa

Medineweb Emekdarı
YaŞuHa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:YaŞuHa isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13867
Üyelik T.: 24 Mayıs 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:
Yaş:31
Mesaj: 1.005
Konular: 399
Beğenildi:30
Beğendi:5
Takdirleri:53
Takdir Et:
Standart Cevap: “Oy Vermeyinde/Koy Mu Verin Diyeyim:”

Batıda, din-devlet ilişkisi ile ilgili olarak birbirinden farklı iki terim kullanılmaktadır: Lâisizm, sekülerizm. Türkiye'de ise bunlardan birincisi daha yaygın olarak ve aynı zamanda ikincisinin de yerine kullanılmakta, bu bakımdan da bazı anlaşmazlık ve karışıklıklar meydana gelmektedir.

Kavram ve uygulama olarak lâiklik ve sekülerizmin tarihini Roma İmparatorluğu devrine kadar götüren araştırmacılar vardır. Ancak sekülerizm uygulaması bu eski devirlerden beri bazen güçlü, bazen zayıflayarak mevcut olmakla beraber lâiklik kavramı, ağırlıklı olarak ihtilâl sonrası Fransa'da başlamış ve özellikle, Fransızca konuşan Katolik ülkelerde ve topluluklarda etkili olmuştur.

Bu iki kavram arasında daha başka farklar da bulunmakla beraber bizim konumuz bakımından en önemli fark şudur: Sekülerizm, din ve devletin (eskiden kralın) ayrı ayrı, özerk ve bağımsız kurumlar olmalarını savunur. Lâiklik ise dînin devletin kesin denetimi altında olması görüşünü savunur. Önceleri (Batı Roma, sonra Ortaçağ Avrupa'sında) devlet dînin denetimi altında iken lâiklerin ısrarlı mücadeleleri sonunda dîn devletin denetimi altına girmiştir.

Yaygın olan tariflerde lâiklik, "dînin devlet işlerine, devletin de dîne karışmaması, müdahale etmemesi" şeklinde ortaya konmuş olmasına rağmen uygulamada denetim tek taraflı işletilmiştir.

Lâiklik kavramı, siyâsî alan yanında hukûkî, felsefî ve sosyal alana da taşmıştır. Hukûkî alanda lâiklik yasama ve adâlet tevzîine dînin karıştırılmamasıdır. Felsefî alanda lâiklik, düşünce ve bilgi problemlerine vahyin karıştırılmaması, düşünce ve bilimin dinden uzak tutulmasıdır. Sosyal alanda lâiklik, sosyal hayata dînin etkisini minimum boyutlarda tutmaktır.

İslâm'da lâiklik düşüncesi, kavramı ve uygulaması yoktur. Çünkü Batıda bu düşünce ve hareketin doğmasına sebep kilise ve din adamları (ruhbanlar)'dır. Kelimenin lûgat mânâsında bile bu sebebin izleri vardır; çünkü lâik, clergé'nin karşıtı olarak ruhban olmayan, kiliseye, dîne ait bulunmayan, din-dışı mânasına gelmektedir. İslâm'da ise din adamları sınıfı mevcut değildir. Her müslüman, din ve Allah ile ilişki bakımından eşit imkân ve seviyeye sahip bulunmaktadır.

Müslümanın ibâdet etmek, tevbe etmek (günah çıkarmak), hâsılı dînî hayatını yaşamak için -din adamı vb.- bir aracıya ihtiyacı yoktur. Câmide namazı cemâatle kılmak için belli bir sınıfa imam olma imtiyazı verilmemiştir. Cemâat içinde en bilgili, ahlâklı ve okuması düzgün olanı öne geçer ve namazı kıldırır. İslâm'da lâiklik uygulaması da yoktur.

Çünkü teorik olarak din ile devleti ve toplumu birbirinden ayırmak, birbirinin müdâhalesi dışında tutmak mümkün olmadığı gibi uygulamada da dîni temsil eden kilise gibi bir kurumun devlete karşı yetki mücadelesine giriştiği olmamıştır. İslâm'da devletin başkanı aynı zamanda cuma ve cemâat imamıdır; hem din, hem de devleti korumakla yükümlüdür.

Devlet din için, toplum için vardır, bunlara hizmet için öngörülmüştür, bunlar arasında çatışma düşünülemez. Devlet dînin talimâtı dışına çıkamayacağı için -çünkü müslüman toplumu temsil etmektedir ve müslümanlar dînî talimâtın dışına çıkamazlar- İslâm'da siyasî, hukukî ve sosyal düzenleri dînin dışına çıkarmak ve etkisinden uzak tutmak da mümkün değildir, uygulama da buna göre olmuştur.

İslâm'da sekülerizmin amaçlarına yakın ölçüde dînî hürriyet ve özerklikler vardır. Hiçbir kimse belli bir dîni edinmeye zorlanamaz; İslâm ülkesinde başka dinlere mensup cemâat ve fertler bulunabilir, bunlar kendi dinlerine göre ibâdet, âyin, eğitim ve adâlet tevzîi yapabilirler. İslâm devleti bunları engellemek bir yana korumakla yükümlüdür. Ayrıca İslâm, devlet yönetiminde ulü'l-emre (yöneticilere) geniş selâhiyet vermiştir.

Türkiye'ye lâiklik Cumhuriyetle beraber aşamalı olarak girmiştir. 1924 Anayasası'nda bile "devletin dîni İslâm'dır" maddesi vardır. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibâren adım adım lâikliğe doğru yürünmüş, şer'î kanunlar (şerîat) ilga edilerek yerine Batıdan iktibâs edilen kanunlar getirilmiş, hilâfetten cumhuriyete geçilmiş, şer'î mahkemeler kaldırılmış, dînî okullar kapatılmış, dînî hayata önemli kısıtlamalar getirilmiştir.

Giderek lâiklik adına devletin dîne ve dînî hayata müdâhalesi o boyutlara gelmiştir ki, ezân Türkçeleştirilmiş, fes-sarık giyilmesi menedilmiş, resmî yerlerde kadınların başlarının örtülmesi yasaklanmış, müslümanların çocuklarına dinlerini öğretebilmek için kurs ve okul açmalarına izin verilmemiş, devlet memurlarının ve ordu mensuplarının namaz kılmalarına hoşgörü ile bakılmamış, dolaylı yollardan engellenmiştir.

Bugün de Türkiye'de devletin dîni denetim altında tutması esasına dayalı bir lâiklik uygulaması vardır. T.C. vatandaşlarının % 99'u -kendi beyanlarına ve nüfus kayıtlarına göre- müslümandır. Müslümanların büyük ekseriyeti -şerîat devleti istemesini bilmemekle beraber- devletin dîne ve dînî hayata, yukarıda zikredilen ölçülerde müdâhalesinden rahatsız ve gayr-i memnun bulunmaktadırlar.

Türkiye'de ve başka ülkelerde müslümanların beklediği, şerîat devletinin başka dinden ve inançtan olanlara tanıdığı hürriyet ve özerkliğin kendi devletlerinde kendilerine tanınmasından ibârettir.
Alıntı ile Cevapla