Konu Başlıkları: Ruh nedir?
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 10 Şubat 2008, 23:10   Mesaj No:6

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:48
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:49
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Ruh nedir?

[CENTER]RUH

İnsana hayat veren ve onu, düşünen, anlayan, idrak eden bir kişi haline sokan maddî olmayan, ölümsüz varlık. Can, nefes, öz, nefis,
ilham, vahiy, cebrail vb. anlamları vardır.
Rûh kavramının, insanın yaşam ve var oluşuyla ilişkilendirilmiş bir şekilde tarih boyunca üzerinde durulmuş, mahiyeti hakkında çeşitli açıklamalar getirilmiş ve tezler ileri sürülmüştür. Ancak, rûhun madde dışı bir yapıya sahip olması onun tanımlanmasını imkânsız kılmakta ve ileri sürülen görüşleri askıda bırakmaktadır.
Bazılarına göre rûhlar latif cisimlerdirler ve vücuttaki damarlar vasıtasıyla bedende dolaşan ve ona hayatiyet kazandıran havaî varlıklardırlar. Pnevma denilen ve maddî olarak düşünülen rûh, birçok felsefi ekole göre bedeni sadece ayakta tutan hayat kuvvetinden ibaret sayılmayıp, bizzat nefsin kendisidir (Paul Janet-Gabriel Seaille s, Metalib ve Mezahib, çev. M. Hamdi Yazır, İstanbul 1978, 145; ayrıca bk. Ali et-Tehanevî, Keş-Şafu İstilahatı'l-funun, İstanbul 1984, I, 541). Bununla birlikte çok eskilerden beri, maddî özelliklerden tamamen somutlanmış bir rûh kavramının varlığı değişik topluluk ve kültürlerce kabul görmüştür. İnsanlık tarihi boyunca, cismanî cesetten farklı, onun içine yerleşmiş maddesiz ve ölümsüz bir varlığın bulunduğuna inanılmıştır.
İnsanlık tarihinin belki de ilk dönemlerine kadar uzanan ve insanları üzerinde düşündürmeye sevkeden ruh kavramının doğuşunu ilk insanın Allah'dan vahiy alan bir peygamber olmasıyla izah etmek mümkündür. Ruh, insanların vahiy çizgisinden sapmalar gösterip, putperest yönelişlere meyletmeleriyle birlikte, değişik anlamları içeren ve tapınma, korku, ümit gibi hisleri harekete geçiren bir doğa üstü varlık haline geldi. İlkel puta tapıcılık dinlerinde, cansız, donuk cisimlerden yapılan şekil verilmiş putlar veya kutsal sayılan diğer cansız varlıklar, hareketsiz oldukları ve yerlerinden kımıldamaya güç yettiremeyecekleri bilindiği halde onlara tapınılır ve onlardan isteklerde bulunulurdu. Bu, çağdaş putperest toplumlarda devam eden bir davranış şekli olarak varlığını sürdürmektedir. İnsanların böyle bir yola sapmalarının sebebi, tapındıkları bu cisimlerde ruhî bir kuvvetin ve yaptırım gücünün var olduğuna inanılmasıdır.
Rûh konusunda tarih boyunca temelde iki akım sürekli karşıt doktrinler geliştirerek düşüncelerini ispatlamaya çalışmışlardır. Bunlardan biri, maddî âlemin dışındâ maddesiz, manevî bir âlemin ve bu âleme mensup varlıkların mevcudiyetini kabul edenlerin oluşturduğu grup; diğeri de madde dışında başka bir varlığı tanımayan eski tabirle Maddiyyün denilen Materyalistlerin oluşturduğu ekol. Ancak ruhun varlığını kabul eden din ve düşünceler, onun tanımlanması ve mahiyeti hakkında birbirinden oldukça farklı anlayışlara sahip olmuşlardır.
Eski Mısırlılarda ve Çinlilerde ikili bir rûh inancı hâkimdi. Mısırlılar, ölümden sonra rûh (soluk)'un birinin cesedin yanında kaldığına, tinsel (ruhî) olan diğerinin de ölüler diyarına gittiğine inanmaktaydılar. Çinliler ise insanın ölümüyle birlikte kaybolan bir rûh yanında, ölümden sonra da yaşayan ve kendisine tapınılması gereken üstün bir rûhun (Hun) varlığına inanmaktaydılar. Hintliler ise öldürdükleri düşman savaşçılarının sağ ellerini keserlerdi. Böylece inançlarına göre ölüm sonrası yaşamlarında silah kullanmaları engellenmiş olurdu.
Yunan felsefesinde rûh kavramının içerdiği anlam, dönemlere ve felsefe akımlarına göre değişiklikler göstermiştir. Epikuroscular ruhun beden gibi atomlardan meydana geldiğini ileri sürerlerken, Platoncular ise, rûhu ilahlarla soy birliğine sahip, madde ve cisimden soyut bir tözsel ilke olarak kabul ediyorlardı. Batı felsefesinde rûh üzerindeki tartışmalar ortaçağ ve sonrasında devam etmiştir.
Hristiyanlıktaki ruh anlayışı, antik batının putperest etkisiyle vahiy gerçeğinden farklı bir platforma oturtulmuştur. Meselâ, Allah bir rûh olarak telakki edilir ve Ruhul-Kudüs (Cebrail), teslis inancının bir unsuru olarak Allah'a şirk koşulur. Öte taraftan, İnsanlara ait rûhlar konusunda da birtakım gerçek dışı ve mesnetsiz iddialar ortaya atılmıştır. Meselâ, İncil'de "Rûh, rüzgar gibi, istediği yere eser. Rab ile birleşen onunla bir ruh olur" (bk. P. Janet-G. Seailles, a.g.e., 148) denilmektedir.
Bazı dinlerde, ölümsüz olan rûhların bir bedenden başka bir bedene geçtiğine inanılmaktadır. Rûh göçü (tenasuh) adıyla anılan bu inanışa göre, ölen bir kimsenin rûhu tekrar başka bir bedenle dünyaya döner ve bu sonsuza dek böylece sürüp gider. Hint inançlarında yer etmiş olan bu düşünce eski Mısır'da da oldukça yaygındı. Onlara göre, kötü rûhlar hayvan bedenlerine hulül ettirilerek iyileşip iyileşmedikleri denenir, iyi rûhlar ise üç bin yıllık bir cennet yaşamından sonra yeniden dünyaya dönerler. Cesedlerin mumyalanmasının sebebi, yeniden dünya yaş----- dönecek olan rûhların kendi bedenlerini bulmalarını sağlamaktır. Bu ilkel rûh göçü inancı günümüzde de kendisine taraftar bulabilmekte ve bazı toplumlarda kitle inancı şeklinde varlığını sürdürmektedir.
Eski batı toplumlarının çoğu ruh göçü inancına sahip olmuşlardır. Antik Yunan filozoflarından Pythagoras, ruh göçüne inanmakta, Platon ise bilginin önceki yaşamdan kalan bir birikim olduğu iddiasını desteklemek için rûh göçünü delil olarak ileri sürmekteydi. Rûh kavramı hakkında tarih öncesi devirlerden beri süregelmekte olan ve her çağda üstüne yeni bir şeyler eklenen nazariyelerin birer hayal ürünü ve vehimden ibaret olduğu bir gerçektir. (bk. Tenasüh mad.).
Allah Teâlâ, Hz. Adem'le başlayan ve Hz. Muhammed (s.a.s) ile son bulan vahiy süreci içerisinde insan oğlunu bir çok gaybî meselede bilgilendirmiştir. Madde dışı âleme dair bilinen bilgilerden sağlıklı ve güvenilir olanı sadece, Allah'ın peygamberleri aracılığıyla insanlara ulaştırmış olduğu bilgilerdir. Kur'ân-ı Kerîm'de insanı canlı kılan anlamdaki ruhun mahiyeti hakkında hemen hemen hiç bir bilgiye yer verilmemiş olmasından hareketle; ilahî hikmetin, ruhun hakikatini, Allah'ın insanoğluna vermiş olduğu ve bütün bilginin yanında çok cüz'i kalan malumatın dışında tuttuğu söylenebilir.
Alıntı ile Cevapla