Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 Arkadaşları:2 Cinsiyet: Yaş:48 Mesaj:
4.081 Konular:
315 Beğenildi:49 Beğendi:0 Takdirleri:149 Takdir Et:
| Cvp: Fıtrat
[B]III. FITRATULLAH'IN UYANIŞI
İstisnasız bütün insanların, ayni "Kudret eli" tarafından yaratılıp ayni hareketler ve hedefler için kodlanmış olmasına rağmen, kevni yasalara da muvafık bir biçimde, çok değişik toplum ve düzenler sistemine bağlı olarak, bazan, içimizdeki bu ateş yakıcılığını kaybedebilir. Bu nedenle, bir zamanlar çok dolu bir dünya sunan, hayat ve ümidin bizzat kendisini sembolize eden üstün değerler menba'ları, bu arada değerin en üst kaynağı olan Allah'a merbutiyyet duygusu da körelir, giderek dumura uğrar ve yok olur. Bunun yerine ikame edilmiş olan "profan ve seküler, yani, kutsal dışı ve dünyevi" değerlerin ve motiflerin, zaman zaman da "modern mitoslar"m kıskanç ve müsamahasız baskıları karşısında, Yaratan yaratılan münasebeti de unutulur. Hatta, insanların dimağlarında "lafz-ı bi medlül" (manası olmayan kuru lafız) durumuna düşer.
Kur'ân-ı Kerim'de, Yüce Yaratıcı'nın, en şümullü ve mutlak'ı sembolize edici bir ifadeyle sunulmasından önce, keyfiyyetinin açıklamaları durumundaki isimler ve sıfatlarla tanıtımının gayesi de bu idi. Bu, imân dünyasının merkezinin müphem çağrışımlara ve zihnin sınırlı muhayyile gücüne havale edilmeksizin, tam bir dolulukla hissoluncaya kadar "neye?" den önce "niçin ve neden?"lerin başa alınmasıydı. Yani, en yalın ve en kâmil "Muarref" (Tarif edilen)in takdiminden önce, tarifler ile zihnimize ve kalbimize açılması..
Kur'ân'ın, gönülleri yeniden bir diriliş hareketiyle ihyasından önce "Allah" adı, müşrikler nezdinde, uluhiyyet ve rububiyyet fiilleri yok olmuş, artık yaratmak şe'ninden olmayan bir "uzak tanrı", sönmüş, hayatiyetini yitirmiş bir yıldız haline dönüşmüştü.. Ferdi ve toplumsal yapı ile, bu yapının oluşturduğu "kognitif" (zihni idrak ve idrak tarzı) sistemin yeniden düzenlenmesi, "uzak bir hatıra" ya dönüşmüş olan Yaratıcı kudret inancıyla onun beraberinde getirdiği kabullerin yeniden ihyası için Kur'ân, pek sık olarak evrendeki kudret tecellisine, hikmete, ince nizama, bilgi ve dirâyet yüklü kevni akışlara dikkat çeker... Bunun için, insanla beraber kâinattaki her hadise, bir vasıtadır. Kısaca, enfüsi âlem ile afaki âlem.
Nitekim, vahiy çağının ilk dönemlerinde özellikle Rab isminin kullanılmasında da bu incelik yatmaktaydı.. Zira, "Allah ismi, müşrikler arasında "lâfz-ı bi medlül" durumunda idi. Rabb vasfının dolgun mânâsı, Kur'ân'ın ona verdiği muazzam aktivite ile son derece kemâle erip, Allah'ın en has vasfı haline gelince ve böylece Allah ismi olarak hakikatiyle tarif edilmiş olunca, uluhiyyet kendisini, daha fazla olarak "alem-i hass"ı olan Allah lâfz-ı celâli ile bildiren âyetler göndermiştir" (31). Bu şekilde, "Kur'ân, Rabb vasfını gerçek Uluhiyyetin dışındaki sahalardan alıp yükseltirken, öbür taraftan uluhiyyet mefhumu, Rububiyyetin zengin aktivitesi ile insanlar nezdinde değer kazanıyordu" (32).
Bu hedefe ulaşırken Kur'ân-ı Kerim, fıtratın yoluna devam etmesini engelleyen perdeleri kaldırır. Böylece insana akıl ve kalbi üzerine gerilmiş olan perdeyi yırtmayı emreder ve afaki âlemdeki bedahetleri ortaya koyar. Kendi varlığının derinliklerindeki gerçek ile ayni menşe'den kaynaklandıklarına dikkat çekilerek, inkârı mümkün olamayacak bir açıklığa kavuşmuş olan (33) Hâlık'ın kudretinin tecelligâhları olan göklerin ve yerin yaratılışına (Ankebut,
61; Lokman, 25; Zümer, 38; Zuhruf, 9,87); gökten inen ve, ölen toprakların kendisiyle hayat bulduğu yağmura (Bakara, 164; En'âm, 99; A'raf, 57 ,vd); bulutlara (Bakara, 164; Ra'd,12; A raf, 157; Nur, 43; Rum, 48; Fatır, 9); dağlara (Taha, 105; Nebe', 7; Naziat, 32) vb. işârette bulunur. Çok açık bir ifadeyle onların da kendi fıtri yollarını izleyerek ilahi marifetin nurlarına gark oldukları, kendi kulluk yollarından ayrılmadıkları beyan edilir:
"Görmedin mi ki, gökte olanlar, yerdekiler, havada kanatlarını çırparak uçan kuşlar, gerçekte hep Allah'ı teşbih ediyorlar, bunların her biri duasını da, teşbihini de bilmiştir..." (Nur, 41). Bu, Allah'u Teâlâ'nın, her varlığı yarattıktan sonra, onları yöneltmiş olduğu hidâyet yolunun (Taha, 50) ayniliğini göstermektedir. Objektif âlemin, çözümlenmesi zorunlu bir sembol, "âyet"; intizam içindeki bir "kozmos" olduğunu vurgularken, ilahi kudretin bütün yönlerden kuşatıcılığı açıklanır.. Kademeli bir şekilde, önce, dinleyeninin ilk alâkalanacağı hususla, bir şeyin, sert bir kayanın ta içlerinde bulunmasıyla, başlanır; sonra, dinleyene en ilginç gelecek şey olan ulvi âlemden yani göklerden bahsedilir; nihayet, müşahede eden için nesnelerin yer aldığı mekân olan yere yönelinir (34) ve tam bir katiyyetle şöyle denilir: "... yapılan iyi veya kötü iş, bir hardal tanesi ağırlığında olsa da bir kaya içinde, yahut göklerde veya yerin dibinde gizlense, Allah onu meydana çıkarır" (Lokman, 16). Bu yolla, akıl ve bedahet hislerine hitap edilerek, fıtratullah'ın yeniden hayat bulması hedeflenir..
|