Konu Başlıkları: Fıtrat
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 12 Şubat 2008, 20:12   Mesaj No:7

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:48
Mesaj: 4.079
Konular: 315
Beğenildi:49
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Fıtrat


[B]"Fıtratullah" üzerindeki diğer müessir bir perde de, sorumlu olan ferdin içinde yaşadığı toplumun yerleşmiş gelenekleridir; yani, kendine göre değer yargıları üretme; kabul veya red yoluyla bir elemeye tâbi tutma gücünü elinde bulunduran yerleşik düzen, "Statuko".. Nitekim, Kur'ân-ı Kerim, bu değerler bütününü, Hakk'ın tezahürünün en büyük engelleyicisi olarak görmekte; akli incelemenin, delillere tutunmanın, bilinçli ve insanca hayatın zıddı olan bu varoluş tarzını gözden düşürmek, değersizliğini ortaya koymak için de (35), zaman zaman şöyle buyurmaktadır:
"Onlara, 'Allah'ın indirdiği Kur'ân'a tâbi olun' denildiği zaman derler ki: Hayır, biz atalarımızı hangi inanç üzerinde bulduysak, ona tâbi oluruz. Şeytan, onların atalarını cehennem azabına çağırıyor idiyse de mi?" (Lokman, 21).. Bu ve benzeri âyet-i kerimeler, fıtri hakikatin yol bulmasını, filizlenip kendisine verilen yaratılışı gerçekleştirmesini baskı altında tutan, onları tehdit eden bu tür davranıştan "toplumsal bir zindan" diye tanımlarken, kör taklidi, tefekkür ve düşünceden uzaklaşarak, kimi şahıslara tâbi olmayı yermekte, kötülemekte ve kınamaktadır. (...) Kör taklit, inadına taassub göstermek, hevâ ve hevese uymak, cahiliyye asabiyyeti, hayvanlara özgü bir cehâlet ve asılsız kuruntular... İşte bunların her biri akla, kalbe, fikre, irâdeye, duyup anlamaya, basiret sahibi olmaya, bunların peşinden gelen zahiri ve batıni idrak yetenekleri ile insani şuur, fıtri istidatlar, insanın yeryüzündeki halifelik vazifesi, vb. şeylere aykırı düşmektedir.. (36).
Ancak, bütün harici baskı unsurları gibi, fıtratın kendi yolunu bulmasını engelleyen iç zindanların da kırılıp parçalanacağı toplumsal ön kabullerin çözülerek, fıtratın sesine uzanan şiirsel bir hassasiyetle kalbin, ruhun ve varlığımızın en derin duygu ve özlemlerinin sağanaktan boşanırcasına bir coşkuyla gerçek hürriyete kavuşacağı anlar da bulunmaktadır. Bu temas anları insanlık gelişiminin zirvelerini oluştururlar..
Kur'ân'da, insanın temel karakterlerinden birisi olarak "helu" vasfı zikredilmektedir; (Meâric. 19). Bu, onun mizaç ve davranışlarındaki istikrarsızlığı, dengesizlik üzere olmayı ifade eder. Ona, kendi varlığının sınırlarını ve imkânlarını gösteren; sınırlı ve sonlu bir varlık olduğunu hissettiren hadiseler geldiğinde çığlıklar koparan (Meâric, 20), ümitsizlikler içine düşen, ye's içinde boğulan (Fussilet, 49), uzun uzun duâ ve yakarışlarda bulunan (Fussilet, 51); ama kendisine yönelik bir tehdit bulunmadığı zamansa yan çizen (İsrâ, 83), daha önce hiç dua etmemişçesine (Yunus, 12), Allah ile olan kulluk bağını da sona erdiren (Meâric, 21) bir varlık..
İşte, refah ve rahatlık anları, bir anlamda fıtratı perdeleyen haller olurken, "kriz anları" diye niteleyebileceğimiz daha özel durumlar da, fıtratullah'ın tezahürüne, kula yakışan bir oluş haline, kendini yeniden bulmaya, asli hale dönmeye vesile olurlar. Bu açıdan Kur'ân’ı incelediğimizde, pekçok sahne ile karşılaşmaktayız. Bu sahnelerin bize sunduğu tema, hep aynidir: İnsan, güç ve kudretinin sonuna geldiğinde, bitiş ve tükenişin kanunlarına boyun eğmek zorunda kaldığında, onu kuşatan perdeler açılır, insâniyet cevherini kuşatan küller savrulur, âdeta bu küllerden yeni bir insan, daha doğrusu "yitirilmiş insan" doğar. Bu doğum, varoluşu alâkadar eden bir krizle başlayıp, sathileşmiş varoluşu ta derinliğine etkileyen, onu dönüştüren bir itmi'nân ve huzur halidir.
"... Hatta siz gemide olduğunuz zaman, güzel bir rüzgârla, o gemi içindekilerle giderken, onlar sevinirler.. Derken bir fırtına çıkarak her taraftan dalgalar kendilerine gelince ve kuşatıldıklarını anlayınca, dini sadece Allah'a has kılarak ve samimi bir biçimde duâ ederler" (Yunus, 22). Burada, sadece, Allah'a duâ ederken ilahlarını O'na ortak koşmamak söz konusu değil, aynı zamanda ibâdette de hiçbir şeyi O'na şerik koşmamak söz konusudur. Çünkü, duâyı sadece Allah'a tahsis etmekle, "dinde muhlis" olunmaz" ((37). Dini sadece Allah'a tahsis etmek, şuur ve batın halleriyle beraber, en geniş anlamda, davranışların da aynı amaca yönelik olmasını gerektirir. Allah'a ihtiyaç duymayıp kendi kendine yeterlilik duygusu, Kur'ân'ı ifade ile "istiğna" (Alak, 7) ve benlik kulesinin çatlamasında, Kur'ân'ın sunuşuna göre, tabiat güçleriyle karşılaşmak birinci derecede müessirdir. Şu âyetlerde bunu, çok güzel bir biçimde müşahede etmekteyiz: "Onları, kara bulutlar gibi dalga sardığı vakit, dini sırf Allah'a has kılarak, O'na yalvarır ve duâ ederler" (Lokman, 32); "Gemiye bindikleri zaman, dini sadece Allah'a has kılarak, O'na duâ ederler" (Ankebut, 65). Tabii kuvvetlerin, âdeta insana, Fıtratullah'ı hatırlatması...
Başlarına gelen bu türden büyük belâ ve musibetlerin, fıtratı perdeleyen hevâ ve taklidin hükümranlığına son vererek (38) onları, daha önce kendileri için uzak bir kavram, "lafz-ı bi medlül bir ilah" durumunda olan Rabb'e, Allah'a yöneltmesi şunu göstermektedir ki, "hayatlarının hakikaten tehlikede olduğunu sezdikleri zaman müşrik Arablar geçici bir tevhide başvuruyorlardı. ..."dini yalnız Allah'a has kılarak" cümlesine bakarak bu harekete "duâdaki bir içtenlikten" ibaret olmayıp, 'geçici tevhid' diyebiliriz. Zira Kur'ân'da birçok âyetlerde böyle duâ eden kimselerin, kıyıya vardıkları, karaya çıkacaklarından emin oldukları zaman derhal dönüp "Allah'a ortak koştukları" (39) belirtilir (Bkz. Ankebut, 65, vd). Kur'ân'ın, müşrik Arablar hakkında naklettiği bu durum, esasen bütün insanlığın herhangi bir kesitini, "prototip'ini oluşturur. Şöyle ki: Kendi varlığının eksiksiz ve mükemmel olmayıp, burada "zaman içinde" bir varlık; dolayısıyla da "fani ve sonlu" olduğunu anlayan her insan, mutlak olan Yaratıcı'ya, Allah'a döner, "din", duygusunu ve bağlanışını sadece O'na has kılar.
Bu noktaya geldiğimizde, insan tarihinin, "Fıtratullah" ile onu engelleyen nefsi, akli, toplumsal perdeler arasında cereyan etmekte olan bir mücadeleye dönüşmüş olduğunu müşahede ederiz. İnsanda ve toplumlarda, ilahi âlemşümül Fıtratullah'ın tecellisine zemin hazırlayarak, gerçek gelişmeye ve kemâle ermeye bir araç olması muhtemel olan bu faktörler, menfi nitelikleriyle, bir tuzağa dönüşürler. Başka bir ifadeyle, kendisinde Fıtratullah saklı olan "insan" için, "cehennem" olur; onun için, "cehennem olan başkaları" haline dönüşür.
Alıntı ile Cevapla