12 Şubat 2008, 23:55
|
Mesaj No:23 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 Arkadaşları:2 Cinsiyet: Yaş:48 Mesaj:
4.079 Konular:
315 Beğenildi:50 Beğendi:0 Takdirleri:149 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Cvp: İhlas İHLASLI OLMAK MÜMİNE GÜÇ VERİR İnsanın ihlası gerçek manasıyla yaşayabilmesi için öncelikle ihlasın neden bu kadar önemli olduğunu kavraması ve bu iman seviyesine ulaşabilmeyi içten arzu etmesi gerekmektedir. Çünkü ihlasın önemini kavramamış olan insanlar güç ve kudreti dünyevi değerlerde arayabilmekte, toplum içinde yer edinebilmek için bunların peşinde koşabilmektedirler. Şan şöhret, zenginlik, güzellik, akademik kariyer ya da itibar sahibi olmak bu düşünceye kapılan insanların ardı sıra sürüklendikleri özelliklerdir. Oysa bunların hiçbiri insana ne dünya hayatında ne de ahirette gerçek anlamda kalıcı bir güç ya da itibar kazandıramaz. Bediüzzaman Said Nursi de "Bütün kuvvetinizi ihlasta ve hakta bilmelisiniz. Kuvvet haktadır ve ihlastadır. Haksızlar dahi, haksızlıkları içinde gösterdikleri ihlas ve samimiyet yüzünden kuvvet kazanıyorlar. Evet kuvvet hakta ve ihlasta olduğuna bir delil, şu hizmetimizdir. Bu hizmetimizde bir parça ihlas, bu davayı isbat eder ve kendi kendine delil olur." [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]sözleriyle müminin hem dünya hayatında hem de ahiret hayatında güç ve kuvveti ancak ihlasla kazanabileceğini hatırlatmaktadır. Bu düsturu unutup, yukarıda saydığımız maddi değerlerin peşine düşen bir insan ise katıksızca Allah'ın rızasına yönelmiyor demektir.
Örneğin Müslümanlara fayda getirecek bir konuda dört beş kişi arasında bir iş bölümü yapıldığını varsayalım. Bu kişilerden birine yapılacak işin perde arkasında kalan, pasif ve ses getirmeyecek, ama bir o kadar da zor bir bölümünün verildiğini düşünelim. Diğer kişilere de daha ön planda, insanların övgü ve beğenilerini doğrudan alabilecekleri, daha aktif birer görev verilmiş olsun. Eğer bu kişi kendisine düşen görevi sırf arka planda kalacağı ve takdir toplama imkanı olmayacağı için reddeder, bunun yerine insanların beğenisini kazanabileceği, kendisini ön plana çıkarıp övgü alabileceği diğer bir görev ile değiştirmek isterse bu noktada ihlasını zedelemiş olur. Çünkü böyle bir durumda kişi 'Hem o kadar emek harcayacağım, hem de ortaya çıkan işte benim adım hiç geçmeyecek. Üstelik bir de diğerleri daha az çalışıp benden daha çok takdir toplamış olacaklar' gibi ihlastan uzak bir düşünceye kapılmış demektir. Makbul olan tavır ise takdiri ve övgüyü sadece Allah'tan beklemek, yapılan işte katıksızca Allah'ın rızasını hedeflemektir. Eğer yapılacak iş bir fayda getirecekse, bunu kimin yaptığı önemli değildir. Bir insan yaptığı iş kimse tarafından bilinmese ve insanlardan hiç takdir toplamasa da sadece Allah'ın rızasını kazanabilmek ve fayda getirecek bir işe vesile olabilmek için bu işi şevkle üstlenmelidir. Çünkü ihlaslı olan tavır budur.
Hayatının her anında ihlaslı davranan bir kimse, hem dünya hayatında başarılı ve huzurlu olurken, hem de ahirette güzel bir karşılığı umabilir. Çünkü bu kimse dünyevi imkanlarına, bulunduğu makama, sahip olduğu mal ya da mülküne, toplumdaki itibarına değil, önce Allah'a, sonra da imanına, aklına, vicdanına ve ihlasına güvenerek hareket eder. Allah da katıksızca Kendisine yönelene "… Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, aziz olandır." (Hac Suresi, 40) ayetiyle de bildirdiği gibi her zaman için yardım eder. Bu nedenle imanın ve ihlasın karşısında başka hiçbir gücün galip gelmesi mümkün değildir. Çünkü ihlas ile kişi Allah'ın yardımını, desteğini ve gücünü kazanmış olur. |
| |