Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 Arkadaşları:2 Cinsiyet: Yaş:48 Mesaj:
4.079 Konular:
315 Beğenildi:50 Beğendi:0 Takdirleri:149 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Cvp: İhlas AHİRETİ DÜŞÜNMEK KISKANÇLIĞI VE REKABETİ ORTADAN KALDIRIR Her insan hem Allah'ın kendisine verdiği nimetlerle hem de eksik tuttuklarıyla denemeden geçirilmektedir. Bu yolla insanlardan hangilerinin Allah'a yönelip şükredenlerden, hangilerinin ise Kuran ahlakından uzaklaşıp nankörlük edenlerden olacakları ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle dünya hayatının geçici bir imtihan mekanı olarak yaratıldığını kavramış bir insanın, bu dünyanın süslerine karşı kıskançlığa kapılması mümkün değildir. Örneğin sırf zengin, güzel ya da makam sahibi diye bir insana karşı kıskançlık duymak Kuran ahlakı ile kesinlikle bağdaşmaz. Nitekim kişi Kuran ahlakını en güzel şekilde yaşadığı takdirde Allah'ın ahirette tüm güzellikleri en mükemmel şekliyle kendisine vereceğini bilmenin huzurunu ve rahatlığını yaşar. Ancak kaderi, tevekkülü, dünya hayatının gerçeğini ve herşeyi yaratanın Allah olduğunu kavrayamamış insanlar ise kıskançlık ve rekabet gibi duygulara kapılarak hareket ederler. Bu gerçeği bilmek mümini böyle bir hataya düşmekten alıkoyar.
Söz konusu olan güzel ahlaka dair özellikler olsa bile, yine de iman eden bir kimse kıskançlıktan şiddetle kaçınır. Karşısındaki Müslümanın güzel ahlakına özenip, gıpta eder. Gıpta etmesi ise hiçbir zaman için rekabete girmesini gerektirmez. Kuran'da bildirilen "hayırlarda yarışınız" ayeti gereği elbette ki Allah'ın en sevgili kulu olabilmek, Kuran ahlakını en mükemmel şekilde yaşayan kişi olabilmek için rahmani bir gayret sarf eder. Ancak bu rahmani yarışın temelinde kıskançlık ya da rekabet hisleri yoktur. Bu yarış insanlara yönelik bir yarış değil, sadece Allah'a yakınlaşmayı hedefleyen bir yarıştır. Nitekim böyle bir insan kendisi gibi, diğer müminlerin de Allah'ın en sevgili kulu olabilmelerini ister. Bunun için hem samimi olarak dua eder, hem de ihlasla çaba sarf eder.
Müminler tüm yaratılmışlarla beraber kendi acizliklerini bilirler. İçleri titreyerek Allah'tan korkar ve Rabbimiz'e karşı olan acizliklerini dile getirmekten çekinmezler. Araf Suresi'nde Müslümanların bu güzel ahlakları şu şekilde ifade edilir:
De ki: "Allah'ın dilemesi dışında kendim için yarardan ve zarardan (hiçbir şeye) malik değilim. Eğer gaybı bilebilseydim muhakkak hayırdan yaptıklarımı artırırdım ve bana bir kötülük dokunmazdı..." (Araf Suresi, 188)
Dünyevi değerlere değil, ahirete önem veren bir insan hiçbir zaman insanlara ayarlı bir ahlak göstermez. Onlardan iyi olmak, onlar arasında bir yer edinmek, itibar kazanmak ya da ön plana çıkmak için değil, sadece Allah rızası için gayret sarf eder. Bu noktaya kadar anlatılanlardan da anlaşılacağı gibi insan eğer nefsinde böyle bir eksiklik ya da zaaf olduğunu görürse bilmelidir ki, bu onun ihlasını kıracak ve Allah'ın rızasını kazanmasını engelleyecek bir ahlaktır.
İşte Bediüzzaman Said Nursi de eserlerinde bu konuyu derinlemesine tefekkür etmiş ve müminlere yol gösterici olacak önemli noktalara temas etmiştir. İhlas konusunu ele aldığı risalesinde iman eden kimseler arasındaki rekabeti Bediüzzaman şu şekilde tarif etmiştir:
Din ve ahiret işlerinde rekabet, gıbta, hased ve kıskançlık olmamalı ve hakikat bakış açısında olamaz. Çünki kıskançlık ve hasedin sebebi; bir tek şeye çok eller uzanmasından ve bir tek makama çok gözler dikilmesinden ve bir tek ekmeği çok mideler istemesinden; birbirine zahmet verme olur, kavga olur, yarış sebebiyle gıptaya, sonra kıskançlığa düşerler. Dünyada bir tek şeye çoklar talib olduğundan ve dünyanın dar ve geçici olması sebebiyle insanın sınırsız arzularını tatmin edemediği için, rekabete düşüyorlar. Fakat… âhirette rekabet sebebi diye birşey yoktur ve rekabet de olamaz. Öyle ise, âhirete ait olan salih ameller dahi rekabet olamaz; kıskançlık yeri değildir. Kıskançlık eden ya riyakârdır, salih ameller suretiyle dünyevî neticeleri arıyor veyahud gerçek cahildir ki, salih amelin nereye baktığını bilmiyor ve salih amelin ruhu, esası ihlas olduğunu idrak edemiyor. Rekabet suretiyle Allah'ın sevgili kullarına karşı bir nevi düşmanlık taşımakla, Allah''ın rahmeti imkanını suçluyor...
Ey ehl-i hakikat ve tarîkat! Hakka hizmet, büyük ve ağır bir defineyi taşımak ve muhafaza etmek gibidir. O defineyi omuzunda taşıyanlara ne kadar kuvvetli eller yardıma koşsalar daha ziyade sevinir, memnun olurlar. Kıskanmak şöyle dursun, gayet samimî bir muhabbetle o gelenlerin kendilerinden daha ziyade olan kuvvetlerini ve daha ziyade tesirlerini ve yardımlarını iftiharla alkışlamak lâzım gelirken, nedendir ki rekabetkârane o hakikî kardeşlere ve fedakâr yardımcılara bakılıyor ve o hal ile ihlas kaçıyor.22
Bediüzzaman müminlere cennet ahlakında kıskançlığın ve rekabetin yeri olmadığını hatırlatmıştır. Nasıl ki ahirette rekabetin yeri yoksa, ahireti kazanmak için yapılan salih amellerde de rekabet ya da kıskançlık olmaz. Müminler dünya ahiret birbirlerinin dostu, velisi ve kardeşidirler ve her biri de aynı amaca hizmet etmektedirler. Birbirlerine ne kadar destek olurlar, ne kadar kuvvet sağlarlarsa Allah'ın rızasını da o kadar çok kazanmış olurlar. Bu nedenle mümine yakışan bir başkasının güzel özelliklerinden kıskançlık duyup onunla rekabete girmek değil, tam aksine onu iftiharla alkışlayıp daha da mükemmel olmasına yardımcı olabilmektir. Nitekim ihlasa uygun olan da budur zaten. Peygamberimiz (sav) iman edenlerin arasındaki bu manevi birliği, sevgi ve dostluğu şu şözleriyle ifade etmektedir:
Müslümanlar tek bir adam gibidir. Onun bir azası hasta olduğunda vücudun diğer azaları da müteessir olur. 23
Bediüzzaman Said Nursi bir başka sözünde, müminlerin, rekabet ve kıskançlığı birbirlerinin üstün yönleriyle iftihar ederek yenebileceklerini hatırlatmıştır. Böyle bir ahlak içerisinde herkesin kendi şahsiyetini bir kenara bırakıp, mümin topluluğunun şahsı manevisi içerisinde eriyeceğini, bu durumda da her güzel özelliğin aslında tek tek her birine ait olmuş olacağını belirtmiştir:
Kardeşlerinizin yeteneklerini şahıslarınızda ve üstünlüklerini kendinizde düşünüp, onların şerefleriyle şükrederek iftihar etmektir. Tasavvuf ve tarikat ehli arasında "yok fi’ş şeyh, yok fi’r resul" deyimi var. Ben sofi değilim. Fakat onların bu kaidesi, bizim meslekte "yok fi’l ihvan" suretinde güzel bir kaidedir. Kardeşler arasında buna "tefani" denilir. Yani, birbirinde kaybolmaktır. Yani: Kendi nefsi hislerini unutup, kardeşlerinin yetenek ve hissiyatıyla fikren yaşamaktır. Zâten mesleğimizin esası kardeşliktir. Peder ile evlâd, şeyh ile mürid arasındaki vasıta değildir. Belki hakikî kardeşlik vasıtalarıdır. Olsa olsa bir üstadlık ortaya girer. Mesleğimiz "Samimi dostluk ve kardeşlik" olduğu için, meşrebimiz "samimi dostluk ve kardeşlik"tir. Samimi dostluk ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en iyiliksever kardeş olmayı gerektirir. Bu dostluğun en esas usulu, samimî ihlastır. Samimî ihlası kıran adam, bu dostluğun gayet yüksek kulesinin başından aşağı düşer. Gayet derin bir çukura düşmek ihtimali var. Ortada tutunacak yer bulamaz. 24 |