İBRAHİMİ DOSTLUK
İbrahim (a.s.) gibi güzel bir tevhide sahip olup Hakk’a boyun eğme yolunda olanlara selam olsun.”
“De ki: Allah doğruyu söylemiştir. Öyle ise, hakka yönelmiş olarak İbrahim’in dinine uyunuz. O, müşriklerden değildi.” (Ali İmran-95)
“Gerçekten İbrahim, Hakk’a yönelen, Allah’a itaat eden bir önder idi. Allah’a ortak koşanlardan değildi.” (Nahl-120)
“Allah’ın nimetlerine şükrediciydi. Çünkü Allah, onu seçmiş ve doğru yola iletmişti. Ona dünyada güzellik verdik. Muhakkak ki o, ahirette de salihlerdendir. Sonra da sana, ‘doğru yola yönelerek İbrahim’in dinine uy, zira o müşriklerden değildi’ diye vahyettik.” (Nahl-121,123)
Bu ayetler çerçevesinde konuşmadan önce, gelin hep birlikte İbrahim’in (a.s.) hayatına bir gözatalım: O, tek başına kavmine karşı bir önderdi. Öncelikle kendisini yaratanı çok iyi bir şekilde tanımış. Daha sonra çevresindeki putlara ve kavmine karşı düşmanlığını büyük bir yüreklilikle haykırmış, tek başına Allah’a teslim olanlardan olmuştu. İbrahim (a.s.)’i bu mücadelesinden, ne ateşe atılmak korkusu ne de babası ve çevresindekilerin, baskısı alıkoymuştu.
“İşte bunlar, bizim huccetimizdir. Biz onu, kavminin karşı koymasına rağmen İbrahim’e verdik. Biz dilediğimiz kimselerin derecelerini yükseltiriz. fiüphesiz ki, Rabbin hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.” (En’am-83)
Bunları yazmamdaki maksad; Allah ile dostluk kurmamız için öncelikle İbrahim’i (a.s.) örnek almamız gerekir inancındayım.
Bizler de öncelikle İbrahim (a.s.) gibi dini yalnızca Allah’a has kılıp, sadece Allah’a yönelip ve O’na teslim olmalıyız. İşte o zaman Rabbimiz ile gereği gibi dostluk kurabiliriz inş.
“İyilik yapan olarak kendisini Allah’a teslim eden, İbrahim’in Allah’ı bir tanıyıcı dinine tabi olan kimseden daha güzel dinli kimdir? Allah, İbrahim’i bir dost edinmiştir.” (Nisa-125)
Bu ayetin tefsirinde:
“Allah İbrahim’i dost edinmiştir.” buyuruyor ki; bu, ona tabi’ olmaya teşvik kabilindendir. Zira o, kulların Allah’a yaklaşabilecekleri en üst dereceye ulaşmış olmakla, kendisine uyulan bir imam, bir önder olmuştur. Muhakkak ki o, sevgi derecelerinin en üstünü olan dostluk derecesine ulaşmıştır. Bu da Allah-u Teala’nın: “Ve sözünü yerine getiren İbrahim’inkinde de... (Necm-37) ayetinde nitelediği gibi, Rabbine ibadetinin fazlalığı ile olmuştur. Seleften bir çokları da derler ki:
İbrahim, kendisine emredilenlerin tamamını yapmış, kulluk makamlarından her bir makamın hakkını tam olarak vermiştir.” (İbn Kesir’in Muhtasar’ı I.Cilt, sy.-472)
Bu ayet o kadar açık ve net her şeyi ortaya koyuyor ki, biz insanoğlu keşke ibret alabilsek. fiu günümüz şartları itibarıyla konuya biraz giriş yapmak istiyorum.
Çevremizde o kadar farklı türden şirkler mevcut ki, hangisine karşı savaş açacağımızı bazen kestiremiyoruz, şu da var ki en büyük şirk Allah’a eş koşmak yani hüküm koyma ve yönetme konusunda beşeri yasalara bağlanma. fiu an sözüm ona üzerine islam kılıfı giydirilmiş bir demokrasi belasına müslümanların mübtela olduklarını görüyoruz. Yani Hakk ile batıl o kadar birbirine karışmış ki, günümüz tevhidi düşünen çevrelerdeki bir takım şahıslar partici, şucu, bucu oluvermiş çıkmışlar. Yazık bizlere, bu konuda örnek alınacak fazla kimse kalmamış, o kadar vahim bir konu ki, aslında sayfalarca şeyler yazılır bu konuda ama inş. mesaj yerine ulaşmıştır. Tevhid akidesine sahip olan insan, ancak gereği gibi Rabbi ile dostluk kurabilir. (Bunun örneğini İbrahim (a.s.)’de görmek mümkün). fiu da var ki;
Rabbimiz şirkin dışındaki günahları dilediği kişi için affedeceğini söylüyor. (Nisa-48)
“İnanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar (var ya) işte güver onlarındır. Ve doğru yolda olanlar da onlardır.” (En’am-82)
Bu ayeti açıklayan bir hadis de aktarmak istiyorum:
Abdullah İbni Mes’ud (r.a.) şöyle demiştir:“İman edenler, bununla beraber imanlarına haksızlık da bulaştırmayanlar, işte ancak onlardır ki, korkudan emin olmak hakkı kendilerinindir. Onlar doğru yolu bulmuş kimselerdir” ayeti indiği zaman bizler;
Ya Rasulallah, hangimiz nefsine zulmetmez ki? dedik.
Rasulullah (s.a.v.); İs, sizin der olduğunuz gibi değildir: “İmanlarına zulüm (haksızlık) karıştırmayanlar” demek, şirk karıştırmayanlar demektir. Sizler Lokman’ın kendi oğluna söylediği şu sözü işitmediniz mi?“... Oğulcağızım, Allah’a ortak koşma. Çünkü şirk elbette büyük bir zulümdür.” (Lokman-13)
(Sahih-i Buhari, Kitab’ul Enbiya: c-7/3+54)
İşte bizler şu soruları öncelikle kendi kendimize soralım: “İman ettik, acaba imanımıza şirki bulaştırdık mı? İbrahim (a.s.) gibi önce putları kırıp (reddedib) daha sonra da Hakk’a boyun eğip teslimiyet gösterdik mi?”
Günümüz şartlarında müslümanların dünyada tek amacı sanki rahat bir hayat yaşayalım, zengin olalım, baskılar olmasın, huzurlu yaşayalım, kimseye karışmayalım havası estiriliyor.
Rabbimiz şöyle buyuruyor:“Sizden öncekilerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi zannediyorsunuz?” Yani daha başlarına ne sıkıntılar geldi ki, hemen batılın karşısında pısırıklaşıp kaldılar. Onların hükümleriyle yönetilmeye v.s. başladılar. En azından oy vermemek bile tağuta karşı gelmenin, sadece Rabbimizin kanunlarına boyun eğmemiz gerektiğinin bir göstergesi olacaktır.
Demokrasi ile islam kesinlikle birbirine zıt olan şeylerdir. Demokrasi de ‘hakimiyet milletindir’ denirken; İslam’da sadece ve sadece ‘Hakimiyet Allah’ındır.’Hüküm koyma ve yasa koyma Allah’ındır, demokraside kula geçirilmiştir. Daha bunun gibi birçok zıtlıklar mevcuttur.
Tabii bilen için, Hakk’ı gören için!
Sizlere birkaç ayet daha hatırlatmak istiyorum:
“Kim tağutu inkar eder ve Allah’a iman ederse, en sağlam kulpa sarılmış demektir; onun kopması yoktur.” (Bakara-256)
(Yani La ilahe illallah’ın manasını gereği gibi yaşamak.)
“Kendilerinin güzel işler yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatındaki çabaları boşa gidenler...” (Kehf-104)
(Özgürlük adına, ekonomik gelişme adına, herşey insanlık için sloganını yaşatma adına. Bunun neresinde Allah için
birşeyler var?)
“Onların, Allah’ın izin verdiği şeyi Din’de kendilerine şeriat kılan ortakları mı vardır?” (fiûra-21)
(Kendi kafalarına göre yasaları çıkaranlar, Allah’tan bir delil ile mi yapıyor?)
“Onlar hahamlarını ve rahiplerin Allah’tan başka Rabler edindiler.” (Tevbe-31)
(Allah’ın haram kıldığı şeyler helal, helal kıldıkları haram oluyor, sakın bu tuzağa düşmeyelim!)
“Tağuttan hüküm almak isterler...” (Nisa-60)
(Allah’ın hükmünden başka hüküm koyucuları reddediyoruz inş.)
“İbrahim, ne yahudi ne de hristiyan idi; fakat o, Allah’ı bir tanıyan dosdoğru bir müslüman idi; müşriklerden de değildi.” (Ali İmran-67)
“İnsanların İbrahim’e en yakın olanı, ona uyanlar, şu peygamber (Muhammed) ve ona iman edenlerdir. Allah, mü’minlerin dostudur.” (Ali İmran-68)
Biz, Rabbimizle dostluk kurmaya çalışsak bile acaba Rabbimiz bizimle dostluk kurmayı hangi şarta bağlıyor? Biliyoruz ki, dostluk tek taraflı kurulmaz.
Rabbimizin o kadar güzel ayetleri var ki; işte bir tane daha: “Allah uğrunda, O’na yaraşacak şekilde cihad edin. Sizi
O seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim’in dininde (olduğu gibi). Peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O, gerek bundan önce (ki kitaplarda), gerekse bu (Kur’an-da) size “müslüman” adını verdi. Öyle ise namazı kılan; zekatı verin ve Allah’a sarılın.
Ne güzel mevladır (dosttur) O ve ne güzel yardımcıdır! (Hacc-78)
Ayrıca şu hadisle bu konuyu bitirmek istiyorum:
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Faizle alış-veriş yaptığınız zaman, öküzlerin peşine düşüp, ekip biçmekle yetindiğiniz ve cihadı terkettiğiniz zaman Allah size öyle bir zillet verir ki; dininize dönene dek o zilleti üzerinizden kaldırmaz.” (Hadis-i Ahmed ve Ebu Davud İbn Ömer’den hasen bir isnad ile rivayet etmişlerdir.)
O’na Tevekkül ederek: “Eğer kul Allah’a bir dağı yerinden söküp atma hususunda hakiki anlamda tevekkül etse ve dağı yerinden söküp atmakla da emredilmiş olsa, şüphesiz o dağı yerinden söküp atar. Eğer sen tevekkül ve istiânenin manası nedir? dersen, derim ki; tevekkül ve istiâne kalbin Allah’ı bilmesinden doğan bir haldir.
Allah’ın yaratıklarından ayrı olduğuna, yaratıkları idare ve tanzim ettiğine, fayda ve zararın, verme ve yasaklamanın Allah’ın izni ile olduğuna, insanlar istemese bile Allah’ın istediğinin olduğuna, insanlar istese bile, Allah’ın istemediği şeyin olmadığına inanmaktan dolayı kalpte meydana gelen bir haldir. Bu durum kalbin Allah’a itimad etmesini, işlerini O’na tevfiz etmesini, Allah ile mutmain olup O’na güvenmesini, tevekkül ettiği şey hususunda Allah’ın kâfi geldiğini yakînen bilmesini, her zaman Allah’ın onunla olduğunu başkaları istesin veya istemesin Allah dilemedikçe birşey olamayacağını yakînen bilmesini gerektirir.
Bu mütevekkilin hali anne-babasının gözetiminde büyüyen çocuğun haline benzer, anne-babası çocuğu iyi ve kötü şeylere karşı kollar. Çocuğa karşı merhametlidir. Anne-babasından başka yere yönelmeyen ve anne-babasının yanında başına gelecek şeyleri düşünmeyen çocuğun kalbine bak. Mütevekkilin hali işte budur.
Ki bu şekilde Allah’la beraber olursa Allah O’na yeter. Başka birşey gerekmez. Allah-u Teala da “Kim Allah’a tevekkül ederse Allah O’na yeter”(Talak-3) buyurur. Yani Allah onun için kâfidir. Eğer insan bu tevekkül hali yanında bir de takva ehlinden ise en güzel ve övülen akıbet onundur.”
İbn Kayyım el-Cevziyye–>(Medâricu’s-Sâlikin: Cilt:I, sy.:74)
2. Nefis muhasebesini sürekli açarak,
3. Bid’atlere karşı savaş açarak,
4. Boş şeylerden yüz çevirerek,
5. Allah’ın veli kullarını dost edinerek,
6. Sünnete sıkı sıkıya (azı dişlerimizle) sarılarak
7. Her an Allah’ı zikrederek, hatırımızdan çıkarmayarak,
8. Sürekli iyilik yaparak, kötülükten sakınarak,
9. Güzel bir ahlaka sahip olmak için çaba göstererek,
10. Emr-i bil-maruf ve nehy-i ani-l münkeri terketmeyerek, devamlı yaparak.
11. Tefekkür ederek, sabrederek, şükrederek,
12. Mutlaka sadaka vererek, veya malımızın zekatını vererek,
13. Hacc’a giderek (imkan bulan için).
14. Sürekli olan ibadetler yaparak yani nafileleri çoğaltarak; “Kulum bana kendisine farz kıldığım ibadetlerle yaklaştığı gibi hiçbir şeyle yaklaşamaz. Ne var ki kulum bana nafilelerle de yaklaşmaya devam eder, ta ki ben onu sevinceye kadar. Ben onu sevdiğim zaman ise onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Artık o, benimle işitir, benimle görür, benimle tutar ve benimle yürür.” (Sahih-i Buhari, Zikak:38).
15. Öfkelendiğimizde onu yenerek,
16. Çok tövbe ederek, (Allah çokça tövbe edenleri sever).
17 Haram ve helaller konusunda çok fazlaca titizlik göstererek,
18. Dilimizi boş ve faydasız konuşmalardan yani daha çok gıybetten temizleyerek,
19. Seher vakitlerinde bol bol istiğfar ederek,
20. Gece namazına devam ederek; “Kulun Allah’a en yakın olduğu zaman gecenin son yarısıdır.” (Tirmizi, Davut,119)
21. Her pazartesi-perşembe günleri oruç tutmak,
22. Cihada gidip, gidilemezse de en azından çokça istek duyarak; (cihadı nefsinde düşünmeden ölen münafık ölümü gibi öleceğini sevgili Peygamberimizden öğreniyoruz).
23. Allah’ın sevdiklerini severek, sevmediklerine de buğzederek,
24. Allah’ın hükmü ile hükmetmeyenleri şiddetli bir şekilde reddederek (la ilahe), sadece Allah’ı ilah olarak bilerek (illallah).
25. Yalnızca dönüşümüzün O’na olacağını aklımızdan çıkarmayarak
26. Mücahidlere ve onların geride bıraktıkları yakınlarına yardımda bulunarak,
27. Sürekli Allah’tan yardım isteyerek, (iyyake na’budu ve iyyake nestain).
28. Yoksullara sürekli yemek yedirerek, (“Biz sadece sizi Allah’ın rızasını kazanmak için yediriyoruz, sizden hiçbir
karşılık beklemiyoruz, derler.”)(Ayet)
29. Zulme uğrayanı destekleyerek, zulüm yapanın da zulmünü engelleyerek,
30. Allah’ı tanıyarak: Mesela; dost edineceğimiz kişiyi öncelikle tam olarak tanımaya çalışırız. Ancak tanıdıktan sonra o kişiyle dostluk ilişkileri içine girebiliriz. Aynı şekilde Yüce Rabbimizi de gereği gibi tanımaya çalışırsak, işte o zaman güzel bir dostluk kurma aşamasına gelmiş oluruz.
Rabbimizi tanıma yollarından biri, O’nun en güzel isimlerini ezberlemek, manasını bilmek ve yaşantımıza geçirmekle olacaktır.
Artık bu sağlandıktan sonra gerisi çok kolay bir şekilde gelecektir inş.
Kur’an-ı Kerim’i meal ve tefsirinden bol bol okuyarak Rabbimizi yine kolayca tanıma fırsatı bulabiliriz inş.
İlim ile amel paraleldir, diye boşuna söylenmiyor bu sözler. Gerçekten de bunu bizler tecrübe etmişiz inş. İlim olmadan amel de olmuyor.
İlim olmadan Rabbimizi tanımak olmuyor, tabii ki, ilim nedir denilecektir?:
Hadis öğrenmek, fıkıh öğrenmek, tefsirden Kur’an-ın açıklamalarını öğrenmek, siyeri yani Peygamberimizin hayatını bilip örnek almaya çalışmak, v.s. daha sayamayacağımız pek çok şeyler ilmin içerisine girer. Rabbimiz:“Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? diye buyuruyor. Ya da; hiç görenle görmeyen bir olur mu? cennetliklerle cehennemlikler bir olur mu? küfredenlerle iman edenler bir olur mu? diye buyuruyor Rabbimiz.
31. Kıskançlıktan, cimrilikten, riyadan, kibirden, yalancılıktan, hırsızlıktan, koğuculuktan (laf getirip götürmek), gıybet etmekten ve daha birçok çirkinliklerden nefsimizi arındırarak ya da arındırmaya çaba sarfederek Rabbimizle dostluk aşamalarını zirveye çıkarmak için büyük gayretler sarfederek,
32. Komşularımız, akrabalarımız ve arkadaşlarımızla güzel bir şekilde geçinerek,
33. Her işimizde Allah’ın (c.c.) rızasını gözeterek,
34. Ana ve babalarımıza hürmet ederek, sevgi ve saygı gösterip, merhamet ederek, itaat ederek.
35. Eşlerimizle güzel geçinerek,
36. Her an ölümü hatırlayarak,
37. Dünyaya hiç değer vermeden yaşamaya çalışarak, mesela; evimize binbir türlü eşyalar alacağımıza, daha çok kendi faydamıza olan kitapları almaya özen göstersek, fazla dünyaya bağlanmadan bir yaşam sürdürebiliriz inş.
38. Çeyiz için gereğinden fazla sayıda yani her bir parça için 5-10 takım alıp bir kenarda biriktirmek yerine kendi ihtiyacımız kadar alıp, fazla harcamalar için ayrılan paradan sadaka versek ya! (‘Her nimetten sorulacağız’). Müslüman bayanlara duyurulur!
Kısaca söylemek gerekirse; Kur’an-ı Kerim’i okuyan her kişi şu bir kaçını yazdığımız maddelerin orada olduğunu bileceklerdir.
(Hakkınızı helal edin. Çok uzattığımın farkındayım ama bu fırsatı değerlendirmek istedim. Böyle hayırlı bir işi bizlere nasib eden Allah’a hamdolsun. Ve olduğunuz için de Rabbim sizden razı olsun inş. Uğraşılarınız daimi olsun, Rabbim size dünya ve ahiret saadeti nasib etsin.