aslıı Üyemizden Alıntı
Evliyâullah vazifelerine göre; "Kutup", "Nücebâ", "Abdâl", "Evtâd", "Gavs"... gibi isimler alırlar. Bunlar ALLAH'a gönülden bağlı olup, söz verenler ve hükmünü HAK'tan bekleyenlerdir. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bu gibi kimseler hakkında bir Hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: "ALLAH'ın kullarından öylesi vardır ki, şöyle olacak diye yemin etse muhakak ALLAH celle celalüh onun yeminini yerine getirir." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1186) ALLAH-u Teâlâ'nın bu has kulları her zaman için mevcuttur. Kimisi canını bu uğurda feda ederek ebedî saadete nail olmuş; kimisi de ebedî saadetin şerefine nail olmak için canını ve malını hiçe saymış, rızâ-i Bârî için gayret sarfetmektedir. Kutub: Bütün kemâliyeti şahsında toplamış zattır. Her devirde bir tanedir. Nücebâ: HAK'tan gayrısına bakmayan, yaratıkların yüklerini taşıyıp sıkıntılarını gidermeye çalışan, ibadet ve tâata düşkün, cömert, sabırlı, haya sahibi, her şeylerini HAK'a vermekten zevk duyan zatlardır. Abdâl: Kuruntu ve hayalden uzak, itidal ve istikamet üzere olan, az uyuyup erkenden ibadet için kalkan, kemâl ve fazilet ehli zatlardır. Evtâd: İlâhi emirlere sıkı sıkıya bağlı, geceleri uyumayıp ibadetle geçiren zatlardır.mürşidlerin vasıflarından birkaçı şöyledir:
1- Lüzumlu akaid ve fıkıh bilgi*lerine vâkıf idiler. Fıkıh bilmiyen evliya olamaz. 2-Hep güleryüzlü olup, bir anneşefkati ile talebeyi terbiye ederler idi. 3-Hiç bir talebenin parasında gözüolmazdı. (ALLAHın evliyası, cömertlikve güzel ahlâk üzere yaratılmıştır} hadis-i şerifine uygun vasıfta olup, ta*lebelerine elinden gelen yardımı ya*parlar idi. 4-Talebelerinin sırlarını gizli tutar*lardı. {Seçilmişlerin kalbleri sırların mezarıdır) denirdi. 5-(Üstada da, talebeye de saygı*lı olun) hadis-i şerifine göre merha*metli ve tevazu sahibi idiler.
6- (Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen vardır) mealindeki âyet-i kerime mucibince ilimleri ile büyüklenmezlerdi.
İlmi ile mağrur olanlar, ilimleri az olanlardır. Az bir şey öğrenince her şeyi öğrendiklerini sanarlar. Fazla bil*gi sahibi olanlar, ilmin sınırsızlığını ve sonuna ulaşmaktan aciz olduklarını bildiklerinden tevazudan ayrılmazlar. Zaten âlim, bilmediklerinin bildiklerin*den çok olduğunu bilen zattır.
7- Bilmedikleri olursa, "Bilmiyoruz" demekten çekinmezlerdi.
Peygamber efendimiz de sallallahu aleyhi ve sellem , bütün yaratılmışların en üstünü olduğu halde (Bilmiyorum, Cebrail aleyhisselama sorayım da öyle cevap vere*yim) buyurmuştur. Hz. İbni Abbas da (ra.) (Bilmiyorum diyemiyen helak olmuş*tur) buyuruyor.
Malayani, yani boş konuşmaz*lardı.
Talebenin vasfı
9- Talebeleri de üstün kimselerdi. Her talebe, ALLAH’ü Teâlânın sevgisi ile ve O’nun sevgisine kavuşmak arzusu ile yanardı. Bilmediği, anlıyamadığı bir aşk ile şaşkın hâldeydi. Uykuları kaçar,
gözyaşları dinmezdi. Geçmişteki gü*nahlarından utanarak başını kaldıra*maz, her işlerinde ALLAH’tan korkar, tit*rerdi. ALLAH’ü Teâlânın sevgisine kavuş*turacak işleri yapmak için çırpınırdı. Her işlerinde sabreder ve affeder, hergeçimsizlikte, sıkıntıda kusuru kendin*de görürdü. Her nefeste ALLAH’ı düşü*nür, gaflet ile yaşamaz, kimseyle mü*nakaşa etmezdi. Bir kalbi incitmekten korkar, kalbleri ALLAH’ü Teâlânın evi bilir*
di. Eshab-ı kiramın hepsini, "radıyallahu Teâlâ anhüm ecmain" diyerek iyi bi*lir, hepsinin iyi olduğunu söylerdi.
10- İlmi ile amil idiler. Yani bildikleri ile amel ederlerdi. Bildiği ile amel etmiyen, kendi görüşünü din gibi orta*ya atan ve bölücülük yapanlar kötü âlimlerdir. Kötü âlimler Kur'ân-ı ke*
rimde (Kitap yüklü merkebe) benze*tilmiştir. (Cuma 5) |