Tekil Mesaj gösterimi
Alt 06 Ocak 2012, 19:59   Mesaj No:22

Muvahhid25

Medineweb Acemi Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:Muvahhid25 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 15625
Üyelik T.: 05 Ocak 2012
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 31
Konular: 3
Beğenildi:0
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Meşru olan tevasül..

Alıntı:
kamer34 Üyemizden Alıntı Mesajı göster
Öncelikle la diyebilmek kardeşim bu emeğiniz için allah razı olsun

Güzel abim şehidler konusunun nasıl anlaşılması gerektiği tevessül bölümünde açıkladık.

Bak abim hep örnek verdim bir daha örnek vereyim

Yahudiler ticaretle faizi aynı kategoride değerlendirdiler ve kafir oldular.

Güzel abim bakın la diyebilmek kardeşim de konuyu izah etmiş sahabe rasulullah vefat ettikten sonra yağmur duası için amcasına gittiler. oysaki rasulullahın kabri onların yanı başında idi biz daha neyi tartışyoruz.

Eğer sahabiler peygamber efendimizin ruhaniyetinden yardım dileseydi bu bize meşru olurdu konu bu kadar net ve açık.

“”Allah'ı bırakıp kıyamet gününe kadar kendisine icabet etmeyecek şeylere tapandan daha sapmış kimdir? Oysa onlar, bunların tapmalarından habersizdirler””Ahkaf/5

Yüce rabbimin bu ayetini biz neden anlamak istemiyoruz analamk mümkün değil.
Bakın ayet muhkem net ve açık onlar size icabet edemezler. Yani isteklerinize cevap veremezler. Şimdi bu ayetin üzerine yorum olmaz sadce işittik ve iman ettik demekten başka çaremiz yoktur.

“”Allah ve rasulu bir işe hüküm verdiğinde inanmış mümin erkeğe inanmış mümin kadına muhayerlik hakkı yoktur.”Ahzab/36

Allah ve rasulu hükümünü verdi bizlere ancak teslim olmak düşer.
güzel kardeşim yazınızdan açıkça anlaşılıyor ki açtığım keşfel şübuhatı iyi okumamışsınız eğer okusaydınız yukarda kullandığınız cümleler itaki hükümleri çarpıtmaktır.

İman ile Amel Arasındaki Münasebet:
Yukarda verilen bilgilerden ve yapılan açıklamalardan anlaşıldığına göre; gerek dilciler ve gerekse Ehl-i Sünnet âlimlerinin cumhuru (büyük çoğunluğu) nazarında "imanın hakikatı"; Allah Teâlâ'nın varlığını ve birliğini (ulûhiyetini ve tevhidini), Hz. Muhammed (s.a.s.)'in peygamberliğini ve Allah'dan getirip tebliğ ettiklerinde sadık olduğunu kalp ile tasdikten ibarettir. Birçok ayet ve sahih hadisler, bu hükme sarahaten delâlet etmektedir. Nitekim Hak Teâlâ Kur'an-ı Kerîm'de, "iman" kelimesini daima insanların kalblerine isnat etmek suretinde ifade buyurmuştur:
a. "İşte onlar o kimselerdir ki, (Allah) imanı kalblerine yazdı" (el-Mücadele, 58/22)
b. "İman henüz kalblerinize yerleşmedi (hele bir yerleşsin)..." (el-Hucurât, 49/14).
c. "... Kalbi iman ile (dolu ve) mutmain (müsterih) olduğu halde... " (en-Nahl, 16/106).
Peygamberimiz (s.a.s) ise; "Lâ ilâhe illallah" demesine rağmen "kâfirdir" diye bir kimseyi öldüren Üsâme'ye; "Kelime-i Tevhid'i" söylediği halde, onu niçin öldürdün?" diye sormuş, "o bu sözü, kendisini ölümden kurtarmak için söyledi" cevabını alınca: "Onun kalbini yarıp ta (imanı var mı diye) baktın mı?" buyurmuşlardır (Tirmizî, Kader, 7; İbn Mace, Mukaddime, 13; Ahmed İbn Hanbel, II, 4).
Aynı âlimlere göre "dil ile ikrar"da, yukarda belirtildiği gibi, imanın hakikatından bir cüz, ondan bir rükün olmayıp, bir kimsenin müslüman olduğunu bilmek ve ona İslâm'ın dünyevi ahkâmını tatbik edebilmek için zarurî görülen bir şarttır.
İslâmî hükümlerle amel etmek, yani inanılan dinî hükümleri bilfiil tatbik etmek ise; Ehl-i Sünnet imam ve âlimlerinin çoğunluğu nazarında, imanın hakikatına dahil değildir. Bu hususa yukarda kaydedilen delillerden başka şu muhkem ayetler açık ve kesin olarak delâlet etmektedir:
a. "Ey iman edenler; sizin üzerinize oruç (tutmak) farz kılındı" (el-Bakara, 2/183). Bu ve benzeri ayetlerde (bk. el-Bakara, 2/153, 187; Âlu İmrân 3/59; el-Enfâl, 8/20, 27; en-Nûr, 24/21; el-Ahzâb, 33/70; el-Cum'a, 62/9). Önce "iman edenler" diye hitap edilmiş, sonra müminlerin yapmaları ve yapmamaları gereken emir ve yasaklar bildirilmiştir. O halde olumlu veya olumsuz olan amel, imanın haki katından olmayan, ayrı ve başka bir şeydir.
b. "İman eden ve iyi (salih) amel isleyen kimseleri Cennetimize koruz" (en-Nisâ, 9/57). Bu ve benzeri ayetlerde (el-Bakara, 2/227; Yunus 10/9; Hûd, 11/23; Lokman, 31/8; Fussilet 41/8; el-Buruç, 85/ 11; el-Beyyine, 98/7; el-Ankebut, 29/7, 9, 58; el-Fâtır, 35/7; eş-Şûrâ, 42/22) salih amel imana atfediliyor ki; arapça gramer kaidesince, ancak manası başka olan şeyler birbiri üzerine atfedilir. Yani âtıf işlemi, "ma'tû" ile "ma'tûfun aleyh"in başka başka manada olmasını gerektirir. O halde amel, imandan başka olup, ondan bir cüz değildir.
c. "Kim mümin olarak, iyi ve güzel amel işlerse..." (Tâhâ, 20/ 112). Bu âyet-i kerîmede amelin makbul olması, imanlı olma şartına bağlanmıştır. Meşrutun (yani amelin) şartta (yani imandan) dahil olmayacağı, bilinen kural gereğidir. O halde iman ve amel. ayrı ayrı şeylerdir.
d. "Eğer müminlerden iki zümre birbirleriyle vuruşur, cenk yaparsa, aralarını bulup onları sulh ediniz..." (el-Hucurât, 49/9). Bu ayet-i kerimede; birbiriyle cenk yapan büyük günah sahipleri "mü'min" diye anıldığına göre; iman ile haram olan adam öldürme fiilinin dahi mümin bir şahısta birlikte bulunabileceği, dolayısıyla her cins amelin imandan ayrı ayrı ve ondan başka bir unsur olduğu gayet açık olarak bildirilmektedir.
Bu ve benzeri ayet-i kerîmelerin sarahatına ilaveten, herbiri birer salih amel olan ibadetlerin Allah indinde makbul olabilmesi için, önce imanın (kalbdeki tasdikin) şart olduğunda, İslâm âlimleri arasında icma vardır. Bu bakımdan, kafirin yaptığı ibadetin bir değeri ve sevabı yoktur. Çünkü o, önce iman etmekle, sonra ibadet ve salih amelle mükelleftir. İnanmadan yapılan ibadetler, Allah katında makbul ve muteber değildir.
Yukarda zikredilen delâleti katı dinî delillere ve ulemanın icmaına binaen; amelin, imanın hakîkatından ve aslından bir rükün olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. (Fazla bilgi için bk. Fıkh-ı Ekber, Aliyyu'l-Karî Şerhi, s. 80; Tefsîr-i Kebir, I, 249; Şerhu'l-Makâsıd, II, 187; Şerh-i Mevâkıf, c. III, s. 248).
Bu izahlardan sonra Abdulvahhabın selefin ve İbni Teymiyenin yolunu benimsemediği açıkça anlaşılıyor tekrar toplu halde İbni Teymiyenin Şefaat ve Amel İman ilişkisini itakıtını verecek olursak:
İman-Amel ve Tekfir:
Ehl-i Sünnet'in usulünden biri de şudur: Din ve iman, hem söz, hem ameldir. Kalbin, dilin ve organların amelidir ve iman itaat ile artar, isyan ile azalır.
Bununla birlikte onlar (Ehli Sünnet) ehli kıbleyi, Hari*cilerin yaptığı gibi sırf isyanları ve günah-ı kebairleri (büyük günahları) sebebiyle tekfir etmezler. Aksine masiyetlere rağmen din kardeşliği devam eder. Nitekim Allah Sübha-nehu ve Teala kısas ayetinde şöyle buyurmuştur:
"Fakat kim (yani katil), kardeşi tarafından affedilir*se, o zaman (affedenin örfe göre) uygun olanı yapması (uy*gun diyeti istemesi, affedilenin de) güzele onu ödemesi ge*rekir." (Bakara: 2/178) "Eğer inanlardan iki grup vuruşurlarsa onların ara*sını düzeltin. Şayet biri ötekisine saldırırsa Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla vuruşun. (Allah'ın buyruğuna) dönerse artık onların arasını ada*letle düzeltin ve adil olun. Allah adaletli hareketedenle*ri sever. Muhakkak müminler kardeştirler. Kardeşleri*nizin arasını düzeltin." (Hucurat: 49/9-10)

Onlar, fıskı, zahir olanları büsbütün imansız sayarak, ebedi Cehennem'de kalacağını da söylemezler.
Mutezile, böylelerini imansız sayarak sonsuza kadar Ce*hennem'de kalacakları görüşündedirler. Halbuki fasık, iman dairesi içindedir. Nitekim:
"Mümin bir köle azad etmesi gerekir." (Nisa: 4/92) (şeklindeki bir mümini hata ile Öldürene ceza takdir ederek onu iman dâiresinde sayan) ayette ve benzerlerinde bu du*rum söz konusudur.
"Müminler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, kendilerine Allah'ın ayetleri okundu*ğu zaman (bu ayetler) onların imanlarını artırır. (Enfal: 8/2)
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"Zina eden, zina ettiği zaman, mümin olduğu halde zi*na etmez.
"Çalan, çaldığı zaman, mümin olduğu halde çal*maz.
"Halkın gözleri önünde kıymetli bir şeyi yağma eder*ken, mümin olarak yağma etmez.
Bu sözlerde olduğu gibi, böyleleri mutlak mümin is*miyle anilmayabilirler. Bu bakımdan ehli sünnet bu gibi kimseler için "İmanı eksik mümin" veya "İmanı sebebiyle mümin, büyük günahı sebebiyle fasık" derler. Yani ona, ne mutlak "iman" ismi veriyor, ne de tamamen verilmezlik ediyor. (İbn-i Teymiyye, Vasıtiyye Akidesi, Tevhid Yayınları: 25-26.)


ilk önce bunda mutabakat sağlayalım sizce amel imandan bir cüzmüdür değil midir?
Alıntı ile Cevapla