Laiklik Papa sevgisi, Batı Avrupa’daki halkı Katolik olan ülkelerde tüm kamu kuruluşlarında bayrakların yarıya indirilmesi ve devlet başkanlarının cenaze törenine katılmasıyla kendini gösterdi. Müslümanların başındaki yöneticilere her fırsatta laiklik ve dinî ayrımın yapılmaması tavsiye ve hatta direktifleri yapan Batılı yöneticilerin bu uygulamalarının laikliğe ters düşüp düşmediği bile sorgulanmadı. Bu, Batıyı ve tarihini bilenler için sürpriz değildi; Çünkü Batılı, acıkınca tüm putlarını yemekten çekinmezdi; onun çifte standartlarını görmemek mümkün değildi. (Aslında laikliği anayasa maddeleri arasına koyan tek Avrupa ülkesi Fransa’dır; diğer devletler resmen laik olmamalarına rağmen Hıristiyanlığın zararına olmamak şartıyla laikliği genel olarak uygularlar). Papa, hükümetleri ve çeşitli ülkelerin siyasetlerini dilediği gibi yönlendirebilme yetkisini kendisinde gördüğü halde, Avrupa devletleri de bundan şikâyetçi olmamakta. Kimse “papa dini siyasete niye âlet ediyor, etmesin; bu laiklikle bağdaşmaz” demiyor. Halbuki Hıristiyanlık din ve dünya ayrımını kabul eder. Meşhur ifâde ile: “Sezar’ın hakkı Sezar’a, Tanrı’nın hakkı Tanrı’ya.” Tabii, Sezar’ın hakkı nerede başlayıp nerede biter? Bunu da Sezar’lar tespit edeceğinden, Tanrı’ya kalan hak, Sezar’ları rahatsız etmeyecek âyinler ve vicdânî kabullerden ibâret olacaktır. Bu hüküm, Matta İncili, 23. Bap, 21. cümlede şöyle belirtilir: “İsa onlara: Kayserin şeylerini Kaysere ve Allah’ın şeylerini Allah’a ödeyin, dedi.”
Müslümanların “İslâm devleti” talep etmeleri bile yasak kabul edilirken, çağdaş Batı ülkeleri, “teokratik din devleti” başkanının cenazesinde boy gösterme yarışına giriyor. Laik cumhurbaşkanı dururken Erdoğan’ın hıristiyan usullerine göre yapılan ve 7 saat süren cenâze âyinine ve hem de bir din devletinin başkanının törenine katılması düzen ve medya tarafından yakıştırılıyor, alkışlanıyordu. Bilmem, size göre de yakıştı mı, yakışmadı mı? İslâm’ın dışa yansıyan tüm değerlerine laiklik adına düşmanlık yapılırken, papanın cenâze töreninin yapıldığı 8 Nisan Cuma günü TC resmî yas günü kabul edip tüm resmî kurumlarda bayrakları yarıya indirdi. Ama aynı devlet, tüm dünya müslümanlarının temsilcisi ve sembolik de olsa lideri olan halifeyi sürgüne gönderip halifeliği de tarihe gömmekten çekinmemişti. ABD başkanlarının her Ramazan yaptıkları ve kimsenin de eleştirmediği bir uygulamayı yapmaya kalkanın başına nasıl dünyayı dar ettiler bilirsiniz: Erbakan, müslüman cemaat önderlerine başbakanlıkta iftar verdiği için postmodern darbeye muhâtap olmuştu. Konu papa, hıristiyanlık ve Batı olunca laiklik filan hiçbir engel sözkonusu olmuyordu. Haydi anladık, bu ülke İslâm ülkesi (dâru’l-İslâm) değil, ama sormazlar mı bu ülke hıristiyan ülkesi ve bu rejim hıristiyan devleti mi diye? Hayır, sormazlar! Çünkü sorması gerekenlerin soru taşlarını bile bağlamışlar, ama saldırganları salıvermişler. Benim asıl merak ettiğim şey, papanın ölümü üzerine mecliste niçin âyin yapılmadığıydı. Sahi, meselâ CHP böyle bir şey teklif etseydi, sanal iktidar partisi reddeder miydi dersiniz? Berlusconi gibi başyakanın dostlarından birisi kulağına fısıldasa, “Avrupa Kirliliğine girmenin yolu, Vatikan’dan geçer; Kopenhaç kriterlerinin yazılı olmayan esaslarından biri budur. O yüzden yeni papayı tebrik etmek için elini öpmeye ilk giden bakanların bu jestini papa ve hıristiyan ülkeler unutmaz. Bu tavır, Türkiye’nin AB’ye girmemesi için baskı yapması beklenen yeni papanın gönlünü çelecektir, hatta bir ilke imza atmış olur, Nisan sonu bakanlar kurulunu Vatikan’da toplamış olursunuz. Hem, şimdi ABD’de bulunan meşhur bir hoca efendi papayı makamında ziyaret etmek için nice papazları devreye koymamış, iki sene de sıra beklememiş miydi?” demiş olsaydı durum ne olurdu, dersiniz? Siz ne dersiniz bilmem ama, Kur’an, hıristiyan ve yahûdilerin dinlerine (tümüyle) uyulmadığı müddetçe, onların başka din mensubu birinden asla râzı olmayacaklarını ifade eder (2/Bakara, 120). Bu ülkede D.İ.B. başkanı ölünce dünyanın, hatta Türkiye devletinin umurunda mıdır? Ya da herhangi bir ülkedeki büyük din âliminin vefatı? Böyle bir durumda Türkiye’de bayrakların yarıya indirilmesini teklif bile etmek mümkün müdür? Türkiye’de tüm milletvekilleri birleşse dahi, değiştirilmesini teklif bile edemeyecekleri devletin temel ilkelerinden birinin laiklik olduğu anayasada belirtilir. Türkiye Devleti açısından laiklik sadece İslâm sözkonusu olunca devreye girmektedir. Başörtüsü ve tesettür, râhibelere değil sadece müslümanlara yasak kabul edilir. İzinsiz mescid açmak, vaaz ve eğitim vermek suçtur; ama hıristiyanlar apartmanlarda izinsiz kiliseler açıyor, misyonerler özgürce propaganda yapıyorlar. Onlara değil, sadece müslümanlara “mürteci/gerici, yobaz” sıfat ve suçlamaları yapılır. Kamusal alana dinî kimlik ve simgelerle çıkmak hıristiyanlar için değil, sadece müslümanlar için suçtur. Bu ve benzeri tavırlar; derini, derin olmayanı ve tüm kurumlarıyla düzen açısından etkili ve yetkili çevrelerin İslâm’la adı konulmamış savaşlarının göstergesidir (bkz. 4/Nisâ, 76). Milyonlarca çağdaş Batılı, papanın cenâze âyinine katılmak için Vatikan’a akın ederken, Türkiye’de “Atatürk’ün cenaze namazı kılındı mı, kılındıysa nerede ve nasıl kılındı?” diye soranlara (örnek olarak 1983’de bu satırların yazarına ve 2003’de Hakan Albayrak’a) hapis cezası verilir. Dünyevî talebi bulunmayan, içi tümüyle boşaltılmış, hıristiyanvari bir kimliğe büründürülmüş; dünyayı Sezarlara, tiranlara, tâğutlara, laiklere, demokratlara terk etmiş bir İslâm anlayışı, teori olarak topluma kabul ettirilmekte ve pratikte gerçek dinin hâkim olmasına müsaade edilmemektedir. Câmileri kileseye, Diyânet memuru imamları papaza, hayata bakışı hıristiyanlığa benzetilen bir din... Böyle bir müslümanlık, Allah’ın dini olan İslâm değildir. Müslüman çoğunluğa, azınlık gayri müslimler kadar özgürlük çok görülür. Kamuoyu pek bilmez; ilk mecliste anayasa değişikliği tartışılırken, Türkiye Cumhuriyetinin resmî dininin hıristiyanlık olması gerektiği birinci cumhurbaşkanının isteği ile tartışılırken Kâzım Karabekir’in kesin ve sert tavrı ile bu konu gündeme alınmaktan vazgeçildi (Sebil Gazetesi, sayı 1, 2 Ocak 1976, sayfa 2-3).
İslâm’a göre laiklik, çok dinlilik demektir. Camide ibâdet edilen ilâh başka; sokakta, okulda, işte, mahkemede hâkimiyeti kabul edilen ilâh başka olsun, Tevhid dini İslâm bunu hiç kabul eder mi? Siyâseti ibâdet, ibâdeti siyâset olan bir dindir İslâm. Tek Hak Dini devletten ayırdığınızda devlet dinsiz; devleti dinden ayırdığınızda din, devletsiz ve güçsüz olur. Dinle devlet, etle kemik gibidir. Devlet, vücut ise, din de o vücudun canıdır, ruhudur. Bu ikisini birbirinden ayırmak, insanı/insanlığı katletmektir, cinâyettir.