Konu Başlıkları: Dünyevileşmek.
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 10 Mart 2012, 10:26   Mesaj No:3

FECR

Kur'ân Kürsüsü

Medineweb Emekdarı
FECR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:FECR isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 6340
Üyelik T.: 19 Ocak 2009
Arkadaşları:20
Cinsiyet:Erkek
Memleket:ANKARA
Yaş:56
Mesaj: 6.134
Konular: 555
Beğenildi:1087
Beğendi:252
Takdirleri:10770
Takdir Et:
Standart Cevap: Dünyevileşmek.

Dünyevileşme hastalığı nasıl belirginleşiyor?

Obur Sofraları: Bedenlerimizin ihtiyacını giderip, yaşamak ve kulluk yapmak için yiyip içmemiz gerekirken, zevk için hatta gösteriş için yiyip içmeye başladık. Hastalıkların en önemli nedenlerinin başında yemek geldi. Yiyecekler dert oldu. Midelerimiz çürüdü. Açlıktan korkan insanoğlu yemek bolluğundan ötürü helak olacak. Kilo vermek, zayıflamak hemen her ailede bulunan yaygın bir dert haline geldi.

Giyim kuşam abartıldı: Örtünmek, avretimizi gizlemek için giyiniyorduk. Şimdi ise bizi görenlerin gözlerini okşamak, beğenilmek için giyiniyoruz. Biz giyiniyoruz, arabalarımızı, duvarlarımızı giydiriyoruz. İhtiyacımıza, bedenimize ve zevkimize göre giyinmek yerine modaya göre, bize uysa da uymasa da başkalarının beğenisine göre giyiniyoruz.

Dört tekerli olduk: Araba ne büyük bir nimet! Üzerine binilip, ulaşımımızı sağlasa ne güzeldi! Ne güzel bir nimetti, bize binip gezmese! Biz ona binecektik o bize bindi. Çocuğumuzdan, canımızdan tatlı oldu.

Ev, bina yarışı: Başımızı sokup, sıcaktan soğuktan koruyacak, üç günlük misafirhane lazımdı. O niyetle şehirlere geldik. Şimdi evler bizi aldı. Biz evlerin olduk. Taksitleri, masrafları, debdebesi, iç tefrişatı, mobilyası tam bir esarete dönüştü. Evlerle evlendik. Hâlbuki bina yarışı kıyamet alametlerindendi. Öyle inanmıştık.

Nasırsız ellerimiz var: Ağır işe, erken uyanmaya, az yemeye, az konuşmaya, yüke tahammülümüz kalmadı. Tarlada çalışmak, elinin emeğini yemek, merdiven çıkmak, yol yürümek, pişirip yemek, soğan soymak, kirlettiğin tabağı yıkamak ‘zor’ işlerden oldu. Kremli ellerin, nasırsız ayakların, terlememiş yüzlerin sahibi olduk. Rahatımıza tapınır olduk.

Ziynetlere boğulduk: Helali ile haramını, gerekli olanı ile gereksizini, uygun olanı ile uygun olmayanını karıştırdık. Süs ve dekor için ne satılıyorsa onu alır olduk. Güzel olsun çirkin olsun önemli değil, yeter ki reklâmı yapılmış olsun!

Dipsiz kovaları dolduruyoruz: Büyük bir mal biriktirme aşkına tutulduk. Haramdır mubahtır demeden, nereden geldiğine bakmadan bir yandan topluyor bir yandan da tüketiyoruz. Ne kadar tüketirsen o kadar onurlu sayılıyorsun gibi algıladık tüketmeyi. Ticaret için kurulu merkezler ‘ticaret ve eğlence’ merkezi olarak anıldı. Eskimeden attığımız, bitmeden çöpe koyduklarımız israf kelimesine bile sığmayacak hale geldi.

Vakit ve beyinler heder edildi: Eğlenmeye ayırdığımız zaman dilimi büyüdü. Kimi zaman dinlenme adı altında, kimi zaman da başka adlarla çalıştığımız ve yorulduğumuzdan fazla dinlenme ve eğlenme hakkı gördük kendimizde. Küçük şeylerle ilgilenen büyük kalıplı insanlar çoğaldı. Ömrümüz en değersiz eşya gibi kolay harcanır oldu.

Kendini beğenmişlik ur gibi yayıldı: Ölçü mal, şöhret ve makam olunca, elinde bunlardan birisi olan kendini beğendi. Gizli kibir yayıldı.

Osman bin Affan radıyALLAHu anh diyor ki.
“ALLAH dünyayı, onunla ahireti kazanasınız diye verdi. Ona tapınasınız diye vermedi. Dünya gidici, ahiret kalıcıdır. Gidici olan sizi meşgul edip kalıcı olandan alıkoymasın. Siz kalıcı olanı gidici olana tercih edin. Dünyanın sonu var. Varış ALLAH’adır.”

Zayıflar kimsesiz kaldı: Gariplerin sahibi, elinden tutanı olmadı. Eğer bir zavallı ile ilgilenilecekse o da kameralar önünde oldu. Duası makbul insanların sözü makbul olmadı.

Kör taklit: ‘Ne derler acaba?’ ya, ‘ALLAH ne diyecek?’ten çok değer verdik. Sanki bizim gibi fani olan kullar bizim hesabımızı tutuyor gibi bir tavır içine girdik. ALLAH’tan çok kullarından utandık. Toplantılarına, düğünlerine gitmemek, insanların ayıplamasına neden olur diye endişe ettik; ama camiye gitmemek ALLAH’ın gazabına neden olur diyemedik.

Yalana yalanlar söylendi: En büyük günahlardan olan yalan, heybetini yitirdi. Orta ve kötü yalan, zararsız yalan üretildi. Yalan dünya yalancı yaptı.

Kılıf ustasıyız: Müzik için engel çıkınca hoşumuza giden müziğe ‘İslamî, tasavvuf müziği’ dedik helal oldu. Zevklerimizi, giyinme hobimizi ‘gelenek ve kültürün’ içine koyduk mubah oldu. Giydir bir kılıf, kılıfı da içi de senin olsun.

İbadetler şova dönüştü: Cihad orduları uğurlanır gibi hacı uğurlamaları, flamalaştırılmış sadakalar, kameraların önünde ibadetler…

Ömer bin Hattab radıyALLAHu anh diyor ki:
“Her hoşuna gideni yemen
israf olarak yeter!”

‘İyi Fetva’: Bize uygun veya bize uydurulmuş bir din için âlimler arasında mekik dokuduk. Hangisinin bizim ‘şartlarımıza’ daha elverişli bir fetva verebileceğini araştırdık. İstedik ki ne din gitsin ne dünya. Hem istediğimiz gibi yaşayalım hem de ahiret garanti olsun. Biz dine gidemiyorsak din bize gelsin. Bu tavrımız, aynı hastalığı başka türleri ile yaşayan okumuşlarımızın ‘ilim ve takva’larını etkiledi. Fiyatına göre fetvalar bulundu. Adamına göre, zamanına, köyüne kasabasına göre fetvalar icad edildi.

Neden acaba?
En büyük neden, uzun emeller ve ölümü yok saymaktır. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaktır. Kör taklit, sürüden ayrılmaktan korkmak da işin cabası oldu. Hayatın gerekleri ile kulluk arasında denge kuramamak tuz biber oldu.


Nurettin Yıldız Hocanın Ders Notlarından....

ALINTI
__________________
Selam Hidayete Tabi Olanlara
Kur'an Senin Lehinde ve Aleyhinde Hüccettir
(Müslim)
Alıntı ile Cevapla