“Yüce Allah, alemde varlıkları sabit olan eşya için bir vücut yaratmıştır ve bu vücud asla Yüce Allah'ın vücudundan değildir.” demişlerdir.
İbni Arabi ise, Cenab-ı Hak'kın vücudunun,?yokluk üzerine taştığını söylüyor. Ona göre, Yüce Allah'ın vücudunun dışında bir vücud yoktur.
İbni Arabi'nin en yakın yoldaşlarından Sadreddin-i-Konevi de, mutlakla muayyenin arasını ayırır. Çünkü o, felsefeye daha çok yakındır. Onun için de Ma'dum'un, herhangi bir şey olduğunu kabul etmemiş; Cenab-ı-Hak'kı “Vücud-u Mutlak” olarak, görmeyi tercih etmiştir. Bu konuyu açıklamak için de, “Miftahu Gaybi'l-Cem ve'l-Vücud” adlı bir de kitap yazmıştır.
Böyle olduğu taktirde, Cenab-ı-Hak'ın vücudu, ya hariçte son bulur veyahut da, yarattıklarının vücudundan bir cüz, bir parça olması lazım gelir; veya, mahlukatın vücuduyla birleşerek aynı olması lazım gelir.
Bu durumda sorarız bu densizlere: (soralım)
Hiç parça, cüz, bütünü yaratabilir mi?
Bir şey kendi kendini yaratabilirmi?
Yokluk, hiçlik, her hangi bir varlığı yoktan var edebilir mi?
Yahut bir bütünün parçası, kendi bütününü meydana getirebilir mi?
(Esedullah bey siz ve Muhsin hoca lütfen amacama cevap verirmisiniz.........)
Bunlara göre ise, vücudda ikilik yoktur.. Bunlar derler ki:
“Hıristiyanlar, sadece Hz. İsa'ya Allah dedikleri için küfre girdiler. Şayet Allah'lık vasfını sadece Hz. İsa'ya has kılmasalardı da, bütün varlıklara şamil kılsalardı, kafir olmazlardı.”
Yine bu mülhidler(dinsizler) puta tapanlar hakkında derler ki:
“Onlar, alemdeki mazharlardan sadece bir bölümüne ibadet ettikleri için küfre düştüler. Eğer alemde var olan her şeye ibadet etmiş olsalardı, hata etmemiş ve küfre girmemiş olacaklardı.”
(Muhsin hocam şu mantıklara bakarmısın güzel abim...Biz müslümanız bu sapıklıkları nasıl kabul edeceğiz...Şimdi bunlara göre eşeklere,domuzlara,putlara,tağutlara,çağdaş firavunlara,ibadetmi edeceğiz...?)
Yine onlara göre, hakikatlara vakıf olan ariflerin puta tapmaları kendilerine bir zarar vermezmiş! Bu tip inanışlar ve hele bu inanışları ilan etmeler, sadece küfür değil, aynı zamanda büyük birer de çelişki örnekleridir.
Çünkü bir tek soru çelişkilerini ortaya dökmeye yeterlidir:
(Sor bakalım şehit....)
“Peki! Hata eden kimdir ve neye göre hata işlemiştir?”
Onlar daha da ileri gidip, şöyle demektedirler:
“Cenab-ı-Hak, mahlukta olan bütün noksan sıfatlarla, sıfatlanandır.”
Yine onlar diyorlar ki:
“Mahluk, yaratanda var olan bütün yüce sıfatlarla sıfatlanandır.”
Yine onlar, “Fusus” (İbn-i Arabaiyi kast ediyor)sahibinin söylediklerini kabul ederek demektedirler ki:
“Zatı için Yüce olan, vücudi sıfatların ve ademi (yokluk, hiçlik) nispetlerin hepsini kapsayan bir yüceliğin, bir kemalin sahibi olandır. Bu vücudi sıfatlar ve ademi nispetler, örf, akıl ve şeriat bakımından işler kötülenmiş olsun, isterse makbul sayılmış olsun, hiç farketmez… Çünkü, Allah kendi müsemması içindedir.”
Onlar bu küfür sözlerini sarfederken, bir türlü de kendilerini çelişkiden kurtaramamaktadırlar. Çünkü, hislerle de, akılla da, herkesçe bilinen bir gerçek vardır ve bu gerçek de, O'nun, o olmadığıdır.
Onlar Tilmisani'nin sözlerini kabul ederek şöyle diyorlar:
“Bize keşif hali içindeyken, aklın kabul edemeyeceği bir takım hakikatler açıklanmıştır. Onun için, hakikata ulaşmak isteyen aklı ve şeriatı bıraksın!”
(Hadi bakalım burdan yakın...İnsan beynine dayalı dinler elbette çelişkilerden sapıklıklardan kurtulamazlar...Tasavvuf Dinindeki çelişki ve sapkınlıklar o kadar çokdurki hangi birini düzeletceksiniz..)
Bu iddiayı yapanlardan birine şunları söylemiştim:
“Herkesçe bilinen bir hakikattir ki, Resul ve nebilerin keşfi, başkalarından daha yüce ve kusursuzdur. Onun için de, Resul ve nebilerin haberini verdiği hakikatler, başkalarınınkine göre en doğru olanıdır.
Resul ve nebiler, insanların kendi akıllarıyla bulamadıkları ve bulamayacakları hakikatleri o hakikatların tek sahibi Allah'dan alarak insanlara getirirler. Bu hakikatler öyle vasıfdadır ki; içinde, insan aklının “Bu da olamaz” diyebileceği hiçbir şey yoktur.
Demek ki Resul ve nebiler, aklın imkansız diyeceği şeyleri değil tersine, olur diyebileceği gerçekleri getirmektedir Resul ve nebilerin, haberini verdikleri gerçeklerin akli açıklığın ve sabitliğin gerçekleriyle çelişmesi hiç mümkün değildir. Çünkü, iki delil de kesindir ve kesin olan iki delil birbiriyle çelişkiye düşmez.
Deliller ister akli olsun, isterse de nakli, eşittir. Böyle olduğu halde, nasıl olur da, kalkıp bu işi, dinin ve aklın açık gerçekleriyle çalışan keşifler yaptığı iddiasında bulunabilir?
(Maalsesef bu cüreti gösterebiliyorlar..)
Devamı var