Sonra, hariçte, bir takım haller görüyorlar ve bu gördüklerini, Allah'ın iyi kullarına nasib ettiği kerametlerden sayıyorlar. Halbuki ise, bütün bu keramet diye gördükleri şeyler, şeytanın aldatıcı oyunlarından başka bir şey değildir.”
Bu adamlar, velayeti Resul ve Nebilikten daha üstün görür ve risaletin hiç ara vermeksizin devam ettiğini ileri sürerler.
Bu itikad ve iddia, evvela İbni Sebi olmak üzere birçok kendine veli diyen kişiler tarafından söylenmiştir.Onlar ayrıca, insanlar için üç şahitlik mertebesi kabul ederek derler.“Bir kul şuhud mertebelerinin ilkinde seyrederken, alemde bir takım itaat ve isyanlar, iyilik veya kötülükler görür.
Fakat ikinci daha ileri mertebeye yükselince, isyan ortadan kalkar ve sadece itaat ve iyilik görünür gözüne. Daha ileri olan üçüncü mertebeye çıktığı zaman ise, ne itaat kalır, ne de isyan... Çünkü, bu mertebe her şeyin bir olduğu mertebedir.”
(Yani “fen-aa-fillah” makamı...Yani....Ene-lhak....makamı...Yani Haşa sümme haşa Rabbimize sığınıyoruz bu satırları yazdığımızdan dolayı...Allah..Olma makamı...Ya Muhsin hocam bir abin ve bir müslüman olarak bu kadar sapkın fikirleri taşıyan bir Din için hiçbir zaman kendi itikadini tehlikeye sokma...Çünkü yüce Rabbimiz “Ancak müslüman olarak ölün..Yada sakın kafir olarak ölmeyin manasına gelen çok sayıda ayet nüzul etmiştir...okumaya devam ediyoruz..)
Allah'a karşı isyan edebilmenin imkanı olmadığını söyleyen bu sapık kişiler şunu da söylemektedirler:
“Günah ve isyanlar, meşiet-i-ilahiyyeden başka bir şey olmayan Hak'ın iradesine karşı gelmektir.”
Halbuki ise, insanların hepsi de Hak'kın hükmü altındadır ister istemez.
Onların bir şairi şunları söylemiştir:
“Şunu, şunu yap demişsin, bana,
Bunun için gücendim sana
Çünkü benim her işim,
Sana itaattir baştan sona.”
Onların bu şekildeki sözleri, Allah'ın Resulü ve nebilerle bildirdiği emirlere ve gönderdiği kitablar vasıtasıyla haberini verdiği hakikatlara aykırıdır. Çünkü, sahibini kötüleme ve azarlamaya müstahak hale getiren isyan, onların zannettiği gibi, iradeye karşı gelmek değil, Allah'ın ve Resulünün emirlerine karşı gelmektir.
Bu konuda Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır mealen:
“İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse Allah, onu, altından ırmaklar akan cennetlere sokar ve orada ebedi olarak kalırlar. İşte gerçek kurtuluş budur. Kim de, Allah'a ve O'nun Resulüne karşı gelir, O'nun koyduğu sınırları aşarsa, Allah, onu içinde ebedi kalacağı ateşe sokar. Onun için alçaltıcı bir azab vardır.”
(Nisa: 13-14)
(Birde şunu söylüyorlar,şimdi biz kullar güzel bir hatun görünce ona aşık oluruz,sonrada ona telefonda canım cicim,aşkım,sevgilim deriz,bu imansızlarda aynen bu cümleleri sanki akser arkadaşlarıymış gibi Rabbül alem olan Allah’a karşı kullanmaktadırlar...Sevgilim diye şiirler yazmaktadırlar...)
Çünkü onlar:
“Her şey Allah'ın iradesi ve istemesiyledir ve bu, tevhid inancının esasıdır.” diyerek zorluklara girdiler.
Kendi nefislerinin isteği ile bir özenti haletine düştüler. Onlar böyle bir tevhid anlayışını “Cem-i-evvel” diye ifade ettiler.
Cüneyd, onlara, aradaki farkı ortaya koyan ikinci görüşün gerekli olduğunu açıklamıştır. Onun ortaya koyduğu ikinci görüş de şudur:
“Her şey Allah'ın irade ve kudreti içinde olmakla birlikte, Allah'ın sevdiği, razı olduğu şeyler ile, yasakladığı, kötü olduğunu söyleyip gazaplandığı şeyleri birbirinden ayırmak lazımdır. Bunları birbirinden farklı bilmek vacibdir. Böyle olunca, Allah'ın dostları ile düşmanlarını da birbirinden ayırmak gerekir.”
Bu konuda Yüce Allah, mealen şöyle buyurmaktadır:
“Biz kendilerini Allah'a adamış Müslümanları mücrim suçlularla bir mi tutacağız? Ne biçim hükümler veriyorsunuz siz?”
(Kalem: 35-36)
“Yoksa iman edip de bizim yap dediğimiz işleri işleyenleri, yeryüzünde isyan ederek fesat çıkaranla bir mi tutacağımızı sandınız? Demek biz, Allah'a karşı gelmekten kaçınanlarla, isyan edip günah işleyenleri bir tutacağız öyle mi?”
(Sa'd: 28)
“Yoksa biz, kötülük yapan kimseleri, hayatlarında ve ölümden sonra, iman edip imanlarının gereği yararlı iş yapanlarla bir mi tutacağız sandınız? Ne kadar yanlış hükümlere varıyorsunuz ve kendinizi aldatıyorsunuz!”
(Casiye: 21)
“Körle gören, iman edip imanının gereği yararlı iş işleyenle, isyan edip kötülük işleyen asla bir olmaz, olamaz. Ne kadar da dar düşüncelisiniz siz!”
(Mü'min: 58)
Kur'anda buna benzer açık ayetler çok olduğundan, bu ümmetin ilkleri ve onların yolunda giden İslam büyüklerince tutulan yol ve kabul edilen inanç şudur:
Allah, bütün mevcudatın yaratıcısı, Rabbi ve Malikidir! Ne dilerse, neyi nasıl isterse o öyle olur. O, dilemedikçe, istemedikçe hiçbir şey olmaz. O'ndan başka ibadete layık ilah, hükümedici yoktur.
İşte böyle olmakla beraber, yine de O, itaat ve ibadeti emretti. İsyanı, itaatsizliği ise haram kıldı. O, bozgunculuğu ve fesadı sevmez, küfre ve kötülüğe razı olmaz. Her ne kadar, O'nun iradesi ve kudreti ile oluyorsa da, fuhuşu, bütün aşırılıkları kötülemiştir. Hiçbir kötü hareketten memnun olmaz, tersine kötü davrananlara buğz edip kızar. Böyle şeyleri yapanları kınayarak azabına muhattab edeceğini söyler.
(Allah’ın rahmeti bereketi nimetleri senin üzerine olsun Ey...Şehit...Allah senden razı olsun ne kadar sade net İslam dinine uygun toparlayıcı bir tevhid akidesini özetledin..?
Üçüncü şuhud mertebesine gelince:
Bu mertebe, “Şu itaattir, şu isyandır” yahut “Şu iyidir, şu kötüdür” diyerek bir ayırım yapmamaktır. Zira, bu mertebede olan kişi, mevcudu bir vücud olarak görür. Onlara göre, bu vücud birliği görüşü, müşahedesi, Allah'a ulaşan yolun, Allah dostluğunun en yüce mertebesidir.
Gerçekte ise böyle bir görüş ve itikad, Allah'ı tanımada, onun fiillerini idrak etmede, ayetlerine muhatap olmada, sapıklığın en son mertebesidir.
Allah düşmanlığının en ileri gitmiş bir halidir. Çünkü böyle bir görüşün sahibi ister istemez, Allah düşmanı olan Yahudi ve Hıristiyanları kendisine dost edinir. Her türlü küfür ehli bunların yakınları haline gelir.
(Amcam zaten öyle...Senin haberin yok...Bu adamlar havralara,kiliselere milyon dolarlar bağışlamaktadırlar..Böylece kendi dostluklarını pekiştirmektedirler...)
Allah'u Teala ise şöyle buyurmaktadır mealen:
“Ey müminler, sakın yahudiler ile hristiyanları dost edinmeyiniz. Onlar biribirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse o artık onlardandır.”
(Maide: 51)
(Ey şehit onlarda bu ayetleri okuyorlar,fakat bu ayetler onların gırtlaklarından aşağıya inmiyor..Bu ayetlere karşı kördürler, sağırdırlar dilsizdirler,dinsizdirler...)
“Vücud Birliği” itikadına sahip bir kimse, şirkten ve putlara tapınmaktan kendisini alakoyamaz. Ben bunlardan uzağım demez, diyemez. Böylesine, Allah'ın kendisine dost edindiği İbrahim Aleyhisselamın tevhid dininden çıkmış olur.
(Esedellah bey söylüyor...Hem o düşünceyi savunuyor hem müslüman olduğunu putlara tapmadığını söylüyor...Bende söyledim siz böyle düşünmeye devam ederseniz İbrahim (a.s) dininde sayılmazsınız..)
Yüce Allah Kur'anda buyurmaktadır:
“İbrahim'de ve onunla birlikte bulunanlarda sizin için güzel bir örnek var; onlar kavimlerine demişlerdi ki: “Biz, sizden ve sizin Allah'dan gayrı taptıklarınızdan uzağız. Sizin taptıklarınızı tanımıyoruz. Siz, bir tek olan Allah'a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret varolacaktır.” Yalnız İbrahim'in, babasına; “Senin için Allah'dan mağfiret dileyeceğim. Fakat sana Allah'dan gelebilecek hiçbir şeyi önlemeye gücüm yetmez.” demesi hariç. Bu söz sizin için bir örnek değildir. Çünkü bir kafir için mağfiret dilenmez.”
(Mümtehine: 4)
Yine Kur'an-ı Kerim, Hz. İbrahim'in puta tapanlara söylediği şu sözleri nakletmektedir:
“Sizden evvelki atalarınızın ve sizin nelere taptıklarınızı görüyormusunuz? İşte bu taptığınız putlar benim düşmanımdır. Benim dostum ancak bu alemlerin Rabbi olan Allah'dır.”
(Şuara: 75-76)
Başka bir ayeti celilede Yüce Allah mealen buyuruyor ki:
“Allah'a ve ahiret gününe iman edenlerin, babaları veya oğulları veya kardeşleri, yahut da akrabaları olsa bile, Allah'a ve Resulüne karşı geliyorlarsa, sevgi beslediklerini görmezsin. İşte, Allah iman denen nimeti bunların kalblerine yerleştirmiş, tarafından bir ruh göndererek onları desteklemiş, teyid etmiştir.”
(Mücadele: 22)
Vücudun birliğinden bahseden ve şuhudun üçüncü mertebesine erdiğini sanan bir kimse için, itaat ve masiyet diye bir şey olmadığını söyleyen ve buna, ulaşılacak, ulaşılabilecek hakikatin en son noktası olarak bakan bu sapıkların bir kısmı, kendi itikadlarını anlamak için bir takım kitaplar tertip ve telif ettiler. İbni Fariz'in “Nazmi's-Süluk” adlı kasidesi bunlardan biridir. Fariz bu kasidesinde diyor ki:
(Not:Sapık mülhid müşrik kafir terimlerini işaretleyorum fakat benim ilavelerim değillerdir...Şehidin kendi sözleridir...)
“Hiçbir zaman, bana, benden başkası namaz kılmamıştır.
Benim namazım da kendimden gayriye olmamıştır.
Devamlı olarak ben ona, o bana ibadet etmekte,
Zatım ile, bana namaz kılan arasında bir fark yoktur elbette.
Ben, benden bana gönderilmiş bir Resul oldum,
Zatımı, ayetlerimle kendime delalet eder buldum.
Dua edersem eğer, icabet eden ben olurum ben,
Çağrılırsam eğer, icabet eder, çağırıp dua eden.
(FesübhanAllah....İrfan hocam şu sözlere bakarmısın....Bazen düşünüyorum acaba ben tasavvufçuların çokmu üstüne gidiyorum diye,fakat arşivimi kurcaladıkça bu sapıklık içeren sözleri görünce ,hayır diyorum az bile gidiyorum...Müslüman olarak kaldığım ve yaşadığım müdetçe bu din ile savaşım devam edecktir..Çünkü bu tevhid Dini ile Şirk dininin mücadelesidir...Kıyamete dek devam edecektir...okuyoruz....)
Devamı altta