İman esaslarına inanan çoğunlukta İslam akidesine göre büyük günahlar hatalar fısk ve benzeri birçok haslet görülebilmektedir. İslam’i emir ve yasaklara uymama hususunda düşülen günahlar ve benzerlerinde kişi dinden çıkmaz lakin günahkâr fasık veya benzeri isimlerin belirtilerini kendinde barındırmış olur…
Gerçekte ise, Müslüman’ların tavır ve davranışlarındaki hatalar onlara Ameli yönden zarar vermektedir. İslami bir hayat gayesi taşımayan kişiler Nefisleri ve Şeytanların musallat olması ile Kalpleri İslama karşı katılaşabilir bu tezahür sonucu İslam’a ters düşen işler yapabilir.Bu tür hatalı davranışlar sergileyen Müslüman’lara İslam dışı bir şahsiyete sahip olduğunu söylemek doğru olmaz.İslam’ın emir ve yasaklarında asi davranış sergilese dahi İslam’ı benimsediği müddet zarfınca İslam’dır.
Allah’a ve İslam dininin Esaslarını benimsedikçe İslam akidesine ters düşen düşünce ve eylemlerinde Fıska düşsede İslam’dır
İslam inancını benimsediği halde söz ve amellerinde İslam inancını terk etmedikçe Müslüman’dır. Eğer İslam akidesinden uzaklaşırsa o vakit İslam olmaktan çıkar.
Böyle Fısk ve dalalette olan kişiler İslam olsa dahi İslami Şahsiyete sahip olmadıkları söylenebilir çünkü ameli yönüyle İslam akidesine uymamaktadır. Bu tür ameli yönden Allah’ın emir ve yasaklarına uymayarak yaşam sergileyen kişilere yaklaşımımız Asi biriymiş gibi olmamalıdır. Bunlara davranışları sebebiyle kınanabilir.
Burada anlatmak istediğim yaklaşım tarzımız İslami usul ve kaidelerce olması yani Davranış bozukluğu sergileyen Kişilere Mürted damgası vurmamaktır. Çünkü İslam ceza Hukuku bu tür kişileri cezalandırma ile uyarır. Resulullah döneminde bu tür olaylar meydana gelmiştir.
Örnek verecek olursak Peygamber efendimiz Bazı Sahabelerin düştükleri hatalardan dolayı onları dışlamamıştır.
Sahabeden Hatıb b. Ebi Beltaa Resulullah’ın Kureyşlilerle savaşacağı haberini Kureyş kâfirlerine göndermişti. Resulullah, bir konu hakkında kendisiyle konuşmakta olan kadına, Fadl b. Abbas’ın şehvetle üst üste baktığını görünce Fadl’ın yüzünü eliyle başka tarafa çevirdi. Resulullah kendilerini terk etmeyeceğine dair Ensar’la biatlaştığı halde, Mekke”nin fethedildiği sene Ensar, Resulullah’ın kendilerini terk edip ehline (Mekke’ye) döneceğini konuşuyorlardı. Huneyn’de ise Sahabenin büyükleri bile savaşın ortasında az bir grupla birlikte Resulullah’ı bırakarak kaçtılar. Bu tür olaylarda Peygamber efendimiz onları dışlamamıştır.
Bizler Peygamber efendimizi örnek aldığımızı iddia ediyor isek! Allah’ın emir ve yasaklarına ters düşen uygulamaları yapan kişilerin beşer olduklarına bakarak, hata yapabileceklerini bu hatalarının onları İslam’dan çıkarmadığını idrak edebilmeliyiz.
Bu tür İslam İtikadına ters uygulamalar yapan kişilere bakış açımız Allah’ın hükümlerine göre cezalandırıldıklarına kanaat getirerek (İslami yönetimlerde İslam hukuku uygulanabilir.) Çünkü İslam hukukuna göre cezayı tatbik edecek devlettir (İslami devlet) bu tür kişilerin davranış bozukluklarına düşmemeleri için görevimizi yerine getirebilmeliyiz. Adam harcamak kolay da Kazanmak o kadar kolay değildir bu gerçeği göz önünde bulundurarak İslam tebliğcileri görevimizi hakkıyla yerine getirmek zorundayız.
Mümin hiçbir zaman toptancı değildir.Pirincin içinde taş var diye tüm pirinci atmaz sadece taşları ayıklar.Allah Resulüne taifte yapılan zulüm karşısındaki tavrı örnektir bize.
Kur’ani kavramlar içerisinde Küfrün zıddı iman’dır. Birinin varlığı diğerinin yokluğudur. İmanın eylemsel boyutta olan merhaleleri arasında Kur’an bütünlüğünde genel itibari ile Önce İman sonra amel gelmekte lakin bakara suresi 256 ayeti kerimede ‘’Dinde zorlama yoktur. Artık doğru ile yanlış, birbirinden ayrılmıştır: O halde, şeytani güçlere ve düzenlere (uymayı) reddedenler ve Allah'a inananlar, hiçbir zaman kopmayacak en sağlam mesnede tutunmuşlardır: Zira Allah her şeyi işitendir, her şeyi bilendir. ‘’
İnanç hususunda doğru ve yanlışın açıkça birbirinden ayrıldığını ve Tağuti güçlere uymayı reddedenlerin sağlam bir yolda oldukları izah edilmektedir. İmanın merhalelerinden ameli hususlar zaten izah edilmiştir…
Küfrün şubeleri olarak söz, fiil gibi kısımlar da imanda olan gibi merhalelere ayrılmaktadır. Örneğin tağuti güçlere düzenlere uyma, putlara tapma, Allah’ın kelamı ve Resulü ile dalga geçme gibi hususlar küfrün merhalelerinden bir kısmıdır…
Peygamberin nübüvvet makamı hususunda Yahudileşenler Hrıstiyanlar vb Müşrikler kendi öz evlatlarını tanıyıp bildikleri gibi bilmekte ve onun asla yalancı olmadığını tasdik etmekte idiler ama eylemsel boyutuna inince ne tasdik etme nede ona uyma hususu yoktu bu bilmelerinin onlara hiçbir faydası olmamıştır…
Allah’ın hükümleri ile hükmetmeyenleri Peygamberlerini inkâr edenleri onun öğretisini kabul etmeyenleri Allah kâfir olarak isimlendirmiştir. Allah’ın bu vasıflandırmasına binaen onlara Kâfir ismini kullanmamak diye bir şey mümkün değildir. Bu isimle anılmak zorundadırlar... Bu vasıflara sahip olanlara kullanılmasında şüphe yoktur…Lakin bu sıfatların varlığının onda olduğunu beyan edebiliriz açıkça kafirdir dememeliyiz.
Konuyu uzatmadan kısaca izah etmeye çalışır isek:
Tekfir ne bayraklaştırılması gereken bir konu nede hafife alınacak bir mevzu değildir. İslam tarihini incelediğimizde ilk dönemlerden günümüze değin kimi zaman keskin bir kılıç kimi zaman da masum bir fikir olarak kullanılmıştır…
İnsanları dışlayarak yapılacak tüm davetlerde asla başarıya ulaşılamaz Çünkü eğer dışlama ile davet yapılsa idi Allah resulüne o kadar işkence zulüm zorbalık yapan en yakınlarını şehid eden her daim karşısında duran kişileri dışlaması gerekir idi!
Vahşi örneğini sunacak olursak Hamzayı şehid eden ve sonrasında iman eden biri iman etmesi ile birlikte yalancı peygamber müseylemetül kezzabı öldürmüştür… Eğer Allah resulü bu zata tekfiri bir usul ile bakmış olsa idi kazanılmaktan öte küfrü ile baş başa kalması demek olacaktı…
Bizler ‘’Dengeli Ümmet’’ olma vasfını elden bırakmadan… Tüm topluma tebliğ edildiği hakikatini idrak ederek kendi heva ve heveslerinin esirleri olduğu bilinci ile ‘’Kardeş’’ olabilmeleri için elimizden geldiğince ‘’Lisan’ı Halimiz’’ ile örneklik teşkil etmek için yaşamak-yaşamak-yaşamak anlatmak anlatmak-anlatmak ile mükellefiz kimsenin küfrüne hüküm verecek konum sahipleri değiliz Allah her şeyi işiten gören ve en iyi bilendir Hükmü Allah’a bırakmak lazım…
Bizlerden önce yaşamış olan toplumları gelenek kültür ve yaşantılarını doğru ve eğriyi birbirinden ayırmak için değerlendirmeliyiz. Çünkü bizlerden sonra gelecek olan nesillerde bizlerin eğri ve doğrusunu sorgulayacaklardır Allah’ın günlerinin her daim devretmekte olduğunu idrak ederek eğri ve doğruya ifrat ve tefritten uzak olarak yaklaşmak zorundayız…
Ayeti kerimelerin genelinde ‘’Ey İman Edenler’’ hitabını içini doldurmak lazım iman edebilenler değerlendirmesi gerekir çünkü imanın tüm merhaleleri bir birinden bağımsız olmadığı gibi Küfrün merhaleleride bir birinden bağımsız değildir…
Küfrünü açıktan ilan edenler için hiçbir endişe duymadan damgalanabilir. Kurani metoda baktığımızda zahiren İslami bir kişilik gösterip içsel boyutu ile iman olmayanları Allah ‘’MÜNAFIK’’ olarak adlandırmakta bunlara bu dünya hayatında zahiren İslam devletinin uygulamış olduğu İslami hükümler uygulanır Ahiret boyutu Allah tarafından açıkça ‘’ Esfel-i Safilin’’ olarak belirtilir…
İslamın değerlerine ters düşen ‘’Laik’lik’’ ‘’Komünizm’’ ‘’Materyalizm’’ vb dinlerin söylemleri ile İslama savaş açan kimseler. Allah’ın hükümlerini açık-açık kabul etmediklerini söyleyenler günümüz ‘’Laik’lik’’ dinini savunan kesimler Allah’ın hükümlerine davet edildiklerinde o hükümlerden aslandan kaçan eşek gibi kaçarlar! Allah’ın hükmüne göre haramları helalleştiren kurum kişi rejim ideoloji vb Allah ve Resulüne savaş açan kimselerdir.
İslam inancında Allah’ın tek ayetini inkâr etmek Küfür iken halen Allah’ın binlerce ayetini inkâr edenler ile mücadele Kur'ani ahlak ile olmalıdır.Hristiyanlıkta var olan AFAROZ anlayışı ile değil...
Şu hususu hiçbir zaman gözden kaçırmamak lazım ‘’Kuran’da birçok tehdit ayetlerine’’ uygun vasıfları taşıyan kişileri cehennemlik ilan etme hakkı olarak kullanmamak lazım. Onların hükmünü Allah’a bırakmak lazım çünkü tevbe etme ihtimalleri göz önünde bulundurulmalı yok eğer tevbe etmediği aşikâr ise ve o tehdit ayetlerinde kastedilen fiilleri açıkça işliyor ve umursamıyor ise küfrüne hüküm verilebilir…
Faiz yiyen Tefecilerin, Yetimlerin yoksulların mallarını haksız yere gasp edenlerin, Zalimlik yapanların, Allah’ın açık beyanlarını saklayanlara Allah ayeti kerimelerde kâfir diye hitap etmektedir… Aklın örtülmesi hakikati bile-bile inkâr etmek küfürdür…
Kelime-i Şahadeti her daim öne sürerek kim demiş ise küfür ehli ilan edilemez mantığı Kur’an’i metoda aykırıdır. Söz söylemekten ibaret olsa idi o sözü ‘’Ebu Cehil’’ gibi birinin söylemekten hiç çekinmeyeceği aşikârdı lakin sözün içindeki muhtevayı çok iyi analiz ettiği ve söylemesi ile birlikte nelerden el çekmesi gerektiğini çok iyi bildiği için kuru bir söylem olarak söylememiştir… Kuru bir söylemden ibaret olarak söylenen kalp ve eylem ile ortaya konmayan tüm sözler heva ve hevesi tatmin etmekten başka bir işe yaramaz