Konu Başlıkları: Felak Suresi Tefsiri 20
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 09 Nisan 2008, 13:08   Mesaj No:2

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:48
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:49
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: Felak Suresi Tefsiri 20

Burada Rasülüllah ve Müslümanlara sıkıntılarının devam etmeyeceği, o sıkıntıları çatlatıp bir filiz gibi İslam’ın yeryüzüne çıkıp yayılacağı mesajı verilmektedir. Ne var ki bir program çerçevesinde. O program bilinmediği için “O çatlamanın Rabbi” ne dua edilmeli, o ona bırakılmalıdır. Neyi ne zaman nasıl çatlatacağını bu çatlamanın rabbi (programcısı) bilir.





Yarattığı şeylerin şerrinden



Bu ayette “mâ” ismi mevsulu kullanılmıştır. Anlamı “şey, şeyler” demektir ki akıllı insanlar kapsam dışıdır. Yani burada zararından ALLAH’a sığınılacak olan şeylerin içinde insan yoktur. Gerçi Razi “insanları da kapsar, insan olmayanlar daha çok olduğundan akılsız varlıklar için kullanılan “mâ” kullanılmıştır” dese de bu görüş pek uygun değildir. İnsanları içeren ayetler bundan sonraki ayetlerdir.

Burada şerrinden/zararından ALLAH’a sığınılacak olan yaratıklar başta Ashab-ı fil’i perişan eden Boran gibi doğal afetlerdir. Yani Boran, fırtına, kasırga, deprem sel, yangın vs. daha sonra da mikroplar; salgın hastalıklar, zararlı, zehirli haşereler vs.dir.

Bu surenin ve bu ayetin Fil suresinden sonra inmiş olduğunu da unutmayalım. Bu surede Fil suresine gönderme yapılmıştır.



ve çöktüğü zaman karanlığın şerrinden,



Âyeti celilenin orijinal ifadesini bu cümle ile ifade edivermek yetmiyor. Rabbimiz öyle özel sözcükler seçmiş ki bu sözlüklerin anlamlarına göre aşağıdaki anlamları da anlamamız gerekiyor.

Gelip çattığı zaman göz perdelenmesinin şerrinden,

Tutulduğu zaman ayın şerrinden,

Battığı zaman güneşin şerrinden,

Taştığı zaman şehvetin şerrinden,

Soktuğu zaman yılanın şerrinden,

Ümitsizliğe düşüldüğünde ümitsizliğin şerrinden

Ölümün yaklaşmasıyla oluşan korkunun şerrinden.



Bizim kanaatimize göre buradaki mana bu lafzi manaların hiç birisi değildir. Ki bu anlamların bir çoğu birinci ayetin kapsamına girmektedir. Buradaki mana, bundan evvelki surelerdeki “Gece, Gündüz, Kuşluk, Fecr” sözcükleriyle ifade edilen mecazi manalardır. Burada şerrinden/zararından ALLAH’a sığınılacak çöken, bastıran karanlık: CEHALETTİR/BİLGİSİZLİKTİR.

Karanlığın ne kadar ne ölçüde şerri, zararı olabilir ki! Dünyanın karanlığını aydınlatma araç ve gereçleri ile aydınlatıp zararından kurtulmak mümkün. Ya cehaletin şerrinden kurtulabilmek? Bu ancak ALLAH’ın rahmetiyle mümkündür, insanların çabasıyla mümkün değildir. Onun için cahillerin vereceği zararlardan ALLAH’a sığınıp ondan yardım ve o zararları engellemesi duasında bulunulmalıdır.

Burada cahalet/bilgisizlik hakkında kısa bir açıklama verelim.

Türkçe’mizde “bilgisizlik” diye söylediğimiz sözcüğün Arapça’sı “cehl, cehalet”tir. “Cehl” sözcüğü lüğatta “ bilmemek, kaba davranmak, gücendirmek, fıkır fıkır kaynamak” demektir.

Kur’an’daki kavramlar üzerine büyük otorite olan Ragıp Kur’an’a dayanarak “cehl” sözcüğüne üç anlam verir.

Birincisi: Nefsin bilgiden boş olması.

İkincisi : Gerçeğin dışında bir şeye inanma.

Üçüncüsü: Bir konuda yapılması gerekenin veya hakkın tersini yapmaktır.

Bu sözcük farklı yapılarıyla Kur’ân’da 24 kez yer alır.

İslamın üzerinde durduğu cahillik/bilmezlik kişinin fizik, kimya, tarih, coğrafya ….. bilmemesi veye okur yazar olmaması değildir. İslamın üzerinde durduğu bilmezlik/cehalet “Gerçeğin dışında bir şeye inanma, hakkın tersini yapmak”tır. Ki Kur’an kendinden önceki dönemin inanç ve davranışlarına” cehalet/bilgisizlik demiştir. İslam peygamberi de insanlığa fizik kimya …. Vs. değil gerçeği, gerçeğe inanmayı ve gerçeği yaşamayı öğreterek insanlığı cehaletten kurtarmıştır. Aşağıdaki ayetleri okursanız cehaleti daha iyi tanımış olursunuz.

A’raf 138, 199; Hud 29, 46; Neml 55; Ahkaf 23; En’am 35, 54, 111; Bakara 67 273; Yusuf 33, 89; Furkan 63; Zümer 64; Kasas 55; Ahzab 33, 72; Nisa 17; Nahl 119; Hucurat 6; Al-i ımran 154; Maide 50; Fetih 26.



ve düğümlere tükürüp üfleyenlerin şerrinden,



Çoğu tefsirciler bu ifadelerde, “birinin talihini bağlamak için iplere düğüm atarak üfleyen büyücülerin kastedildiğini söylerler. Ve bu bağlamda bir çok rivâyet de ileri sürerler. Ve bu rivayetlere istinaden üfürükçülüğün, nuskacılığın meşruluğuna (dinde yerinin var olduğuna) hükmederler. Biz burada o rivayetlere ve rivayetlerin sonucunda oluşmuş kanaatlere yer vermeyeceğiz. Zira üfürükçülerin, nuskacıların saf kimseleri kandırarak birkaç kuruşunu ellerinden almalarının ötesinde kişilere ve toplumlara bir zararları olmaz. Onların zararları basit kişisel girişimle ortadan kaldırılabilir. Bundan ALLAH’a sığınmaya gerek yok. Ayrıca Kur’ân’ın indiği o dönemde toplumda bu tip büyücüler zümresi var olsa da hakikatte şerrinden korkulacak bir güçleri ve etkileri söz konusu değildir. Onlarınki şarlatanlıktan öte bir şey değildir.. O nedenle âyette bunlar kastedilmiş olamaz. Onun için âyeti, âyetteki “Neffasat ve ukad” sözcüklerinin, ifade ettiği diğer manalara da itibar etmek gerekir.

“Neffasat” sözcüğünün kökü olan “nefs” sözcüğü bizim nefes etmek dedsiğimiz üflemek tir ki biraz tükürükle veya tükürüksüz olarak üfürür gibi yapmaktır. Keşşaf sahibi “tükürükle üflemek” demiştir. Ragıb da “ Nefs, tükrük fırlatmaktır, bu ise tühlemekten daha azdır. Üfürükçülerin ve sihirbazın nefsi de düğümler içine üfürmesidir. “ der.

“Ukad”, “ukde” sözcüğünün çoğuludur. Ukde, düğüm bağlama”, düğmek, düğümlemek demek olan “akd” kökünden isimdir. Esas anlamı düğüm demektir. Bu anlam çerçevesinde “düğüm, düğüm yeri, beldeler üzerine velayet, İdarecilere biat, sahibinin kendi malı olduğuna inandığı gayrimenkul mallar, ağacı çok ve girift yer, develer için yeterli otluğu olan yer, bir kimsenin yeterli derecede geçimi kendisine bağlı olan şey, bolluk yer, ağaç yemeye mecbur kalmış koyun sürüsü, herhangi bir şeyin kesin gerekliliği ki, nikah akdi, alış-veriş sözleşmesi bu manayadır. Kin öfke, kamış” gibi anlamları da içerir.

Ragıp, “akdin önce ipin bağlanması ve binanın bağlanması gibi katı cisimlerde kullanıldığını sonra da alış-veriş akdi, ahid ve saire gibi diğer manalara istiare yoluyla kullanıldığını bildirir. Görüyoruz ki bu ayeti oluşturan sözcükler Hakikat ve mecaz olarak bir çok anlam ifade etmektedirler. O anlamların hepsi geçerlidir. Çünkü aralarında çelişki söz konusu değildir. Bize göre ise “akitlere/sözleşmelere üfleyip tükürenlerin/bozanların şerrinden” diye meallendirmek daha isabetli olur. Ki yapılmış, ona güvenilerek program düzenlenmiş bir sözleşmenin diğer tarafın haberi olmadan taraflardan biri tarafından tek taraflı olarak bozulmasından bir çok şerr/zarar gelir. Bunun iki ülke arasında yapılmış bir barış akdi olduğunu düşünün, karı koca arasında yapılmış bir nikah akdini düşünün, bir iş anlaşmasını düşünün, bir kooperatif sözleşmesini düşünün, bir şirket sözleşmesini düşünün. …





ve kıskandığı zaman kıskancın şerrinden.



“Haset”, “kıskanmak, çekememek, başkasında olan sağlık, zenginlik ve benzeri nimetlerden dolayı rahatsız olarak o kişiden o nimetin gitmesini istemek” demektir.

Kalpte bulunan ve insanı kötülüklere sürükleyen en önemli ve gayri ahlâkî özelliklerden, hastalıklardan birisidir. Bilgisizlik ve tamahkârlığın birleşmesinden, kaynaşmasından doğar. En çok da tanıdık ve akrabalar arasında kendisini gösterir.

(Haset, bir çok kez “kıskançlık” olarak ifade edilir. Bu kıskançlık namus kıskançlığı ile karıştırılmamalıdır.)



Haset, çirkin huyların en zararlılarındandır. Herkeste bulunmakla birlikte dereceleri farklıdır. Kimi insanda haset duygusu bir an için gelip gider; kiminde ise iyice yerleşir, bütün benliğe hâkim olur ve gittikçe artar. İşte asıl üzerinde durulması gereken ve tehlikeli olan haset bu hasettir.

Bir insanda bulunan nimetin kendisinde de bulunmasını istemek haset değildir. Buna da “gıpta” denilir.



Hasetin ortaya çıkmasına bir çok sebepler vardır. Bunların başlıcaları şunlardır:



1. Düşmanlık. Bu, hasetin en önemli sebeplerinden birisidir.

Böyle kin ve düşmanlık sebebiyle ortaya çıkan haset çok kere çekişme ve kavgalara da yol açar, hayat boyunca devam eder, hileli yollarla nimetin izalesine gidilir, insanın şerefi ile oynanır ve gizli işlerinin açığa çıkarılması için çaba harcanır.



2. Teazzuz. Bir kişinin üstünlük taslaması karşısında diğer bir kişinin ağırına gitmesidir. Kişinin, emsallerinden, mevki, ilim veya servet sahibi olan birisinin kendisine karşı kibirlenmesi halinde bunu hoşgörü ile karşılayamadığı için haset etmesidir.



3. Doğrudan doğruya kendisinin kibirlenmesinden, karşısındaki insanı küçük görüp onu kendine hizmet etmesi ve bütün arzularında kendi emrinde olması isteğinden kaynaklanan hasettir.

4. Şaşkınlık ve hayranlık.

5. Amacına ulaşamama korkusu. Kişilerin belli bir amaca ulaşmak konusunda birbirine üstünlük sağlama arzularına dayanır. Diğerinin amacına ulaşmasına yardımcı olan her nimet, diğeri için bir haset kaynağıdır.



6. Makam ve mevki sevgisi, önderlik isteği. Sözgelimi bir kimsenin bir ilim dalında parmakla gösterilen tek adam olmayı istemesi, bu konuda kendisine rakip olabilecek veya göz diktiği yere ulaşmış kimselere haset etmesinin başlıca nedenidir. Sürekli övülmek ve üstün gelmek isteğinde olan kimse, "işte bu adam kendi sahasında zamanın en büyüğüdür, eşi ve benzeri yoktur" denildiğinde nasıl sevinirse, başka bir kimsenin kendisine ortak gösterilmesi, yerini alması hafinde de kıskançlık duyar, haset eder.



7. Kötü huyluluk ve ALLAH'ın kullarına verdiği nimetlere karşı cimrilik. Kişinin mal, önderlik sevgisi ve derdi olmamakla birlikte; ona ALLAH'ın nimetler verdiği, iyi huylarla donattığı bir kimseden söz edilince bundan rahatsız olur, haset eder. Buna karşılık birisinin içinde bulunduğu zorluk ve çektiği sıkıntılardan söz edildiğinde de sevinç duyar. Böylesi kimseler başkalarının kötü durumda olmalarını sever ve ALLAH'ın lütuflarına karşılık cimrilik gösterirler.



Haset dışa vurulmadığı (statik) sürece kişinin kendisinden başkasına zararı olmaz. Haset eden kimsenin içinde sürekli bir ateş yanar. Bu ateş onu yakar, yavaş yavaş eritir. Çünkü birisine haset edildikçe ALLAH onun nimetini artırır. Onun nimetinin artması da hasetçinin hasedini, dolayısıyla rahatsızlık ve sıkıntısını çoğaltır. Hasetçinin göğsü daralır, uykusu kaçar. Amansız bir hastalığa düşer. Bu ise ancak kişinin düşmanlarının isteyebileceği bir durumdur. haset edilenin perişanlığı istenirken, hasetçi perişan olur. Bunun yanında haset edilen kimsenin durumunda bir bozulma, bir kötüleşme olmaz.

Ama hasetçinin içindeki haset coşar da dışa (dinamik hale gelirse) vurursa, haset edilene karşı kin, garaz, düşmanlık yapmaya başlar. Onun yok olması için uğraşır. Bunun için de iftira atar, komplo kurar, kundakçılık yapar hatta sûikast bile düzenler.

Ayette bahsedilen de işte haset/kıskançlığın dışavurumundaki şerdir, kötülüklerdir ve zararlardır.

Haset bir duygu olduğundan dışa vurulmadan bilinme imkanı yoktur. Kulun buna bir çare araması söz konusu olamaz. Gücü aşan bu tip konularda “Alimün bizatissudur/akıllardan geçenleri bilen” ALLAH’a sığınıp onun gereğini O’na havale etmek gerekiyor
Alıntı ile Cevapla