Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 Arkadaşları:2 Cinsiyet: Yaş:48 Mesaj:
4.079 Konular:
315 Beğenildi:49 Beğendi:0 Takdirleri:149 Takdir Et:
| Cvp: Mekke geceleri Beyazdır İşbu yazının bu beyaz sayfadaki varlığı dahi, yazıda öne sürülen iddianın burhanıdır: Kara güzeldir. Gözleriniz şimdi bu sayfada şu kara satırların hatırı için geziniyor olmalı. Gönlümüzün hakikate olan ihtiyacı bu sayfanın beyazlığına razı olmadığı içindir ki, her birimiz kendimize bu kara lekeler boyu bir aydınlık ve ak”lık arıyoruz. Her harf, aslında bir kalem karası değil, bir gönül karasıdır... Harfler birer kara delik gibi, gözümüzü boş beyazlıklardan çekip, dışarıdan içeriye, âfaktan enfüse doğru uzanan ince bir hesap çizgisinin keskinliğine vurur nefsimizi. Her satiri bir sırat bilip yürüyoruz ve öylece okuyoruz. Koyu renkli mürekkep lekeleri, gündelik telaşların sığlaştırdığı, heyecansız dünyamızın üzerine kuzgun” bir perde gibi ağır ağır, çoğalarak, koyulaşarak indikçe, gerilerde ve içerilerde, çoğu kez hüzünlü yalnızlık anlarına ve karanlık gece saatlerine sakladığımız müphem gölgeler arasına ineriz.
Nice zamandır böyle oldu. Ak sayfalardaki kargacık burgacık kara lekelerle yolumuzu aydınlatmaya, alnımızı ak etmeye çabaladık durduk. Gözlerimizin boş ve geniş beyazlıklara razı olmayıp, bir köşede küçük de olsa bir karalama araması, gördüklerine razı olmamasıdır; gördüklerinin gösterdiklerini görmek istemesindendir. yazı bize, gördüklerimizin ötesini görmeyi öğretir. Hâl böyle olunca, bu karalıklar nice beyaz ışıkları gölgede bırakır; sadece eşyanın kendisini değil, eşyanın işaret ettiğini, ayine olduğunu da gösterir. Öyle ki, eşyayı da yazının birimi olan “harf” ile tarif ettiğimiz olur. Yani, mahlûkat ve masnuat, tıpkı birer harf gibi, kendisinden çok başkasını gösterir.
İşte yazı da böylece gözümüzün kara ışıldağı olur. Bir beyaz sayfanın orta yerinde, gerçeğin rengine âşina bir kara gözbebeğidir. yazının gözümüze benzerliği de bu sırda saklıdır. Zira, gözümüz de beyazının ortasındaki karasıyla görür.
Nur Müellifi, "gözünde bir nehâr var" diye haber verir. Lâkin, bu gündüz beyaz ve karanlıktır. Gözün aydınlığı, ne garip ki, karasında saklıdır. Beyazı kördür; karası görür. karasında, nurlanmış bir gece saklıdır. Ak kağıt parçalarının, üzerindeki karalamalarla mektuba ve kitaba dönüşmesi, gözümüzün nuru olması da böyledir. yazı, tıpkı gözbebeği gibi, "mübârek, hâlis kalemlerden akan siyah nur" hükmündedir. Okumak, bu açıdan bakıldığında, iki karanın, gözün karasıyla kâğıdın karasinin buluşmasidir; iki gözbebeğinin bakişmasi ve birbiri içinde derinleşmesidir.
ÒOku!" emrinde de öylesi kara sirlar sakli olmalı ki, ilk olarak H”ra”nin karanliğinda, ümm”liği ile dünyanin dünyev”liğini karanlikta birakan Zata (asm) geldi. Resûl-ü Ekrem (asm) sanki başkalarinin zulmetli gündüzüne sırtını dönüp, okuman sirrini inziva halinin nurlu karanlığı içinde aradi ve buldu. Öylece arzın ve semâvâtin gözbebeği oldu. Ve bize Regaib, Beraat, Mi”rac ve Kadir gibi nurlu geceleri hediye getirdi. Ve öylece nice geceleri zulmetli gündüzlerimizin ortasinda semâya bakan kara gözbebeklerine çevirdi.
Gerçekten de, insan gözü, gündüzleri, semâya kördür. Tek bir yildizin beyaz oklarinin ucunda, dünya bütün derinliği, ayrintisiyla ve cezbe odaklariyla biçimlenip, renkler giyerek kiyama durur, nazarimizi kendi üzerine kilitler. Diğer yıldızlar bir beyaz perdenin ardinda gizlenir; gözümüzde semâvât derinliğini yitirir. Bir kizil şafak için, nice yildizin kani akitilir. Oysa, kâinatta aslolan gece ve karanliktir. ÒGündüz" dediğimiz hâl, olsa olsa, güneş diye bir yildiza yakınlığın adidir. Dünyanin güneşe uzak düşen yüzü, semâya daha yakin gibi durur. Gece ve karanlık, göklerin eşiği gibi gelir bana nedense.
Öyle ki, gün akşama eriştiğinde, karanlık âlemi, gündüzün bütün izlerini siler; dünya albenisiz bir Òsiyah kefen"e bürünür. Gözümüzü ve dünyamizi kaplayan siyah gece, en son giyineceğimiz beyaz kefen gibi, bizi dünyanin ardina, hayatin öte yüzüne, gaybe ve hakikate davet eder. Öylece leylâmiz olan gündüzümüz, siyah çarşafi içinde leyl”imiz olur. Leyl”imiz, leylâmiz gibi aldatmaz ve oyalamaz; Mevlâya giden yol olur.
Hayatimizin tek nurlu karanlığı gece değildir lâkin. Dünyamizi karartan musibetler ve felâketler, hayatin tekdüze gündüzünü delen, ayağimizin altindaki buzlari kiran nurlu geceler gibidir. Her musibet âni, pürüzsüzce sürüp giden hayatin şaşaasi ortasinda, hakikati kalbimize ayân eden bir kara gözbebeği gibi durur. Nitekim, Yûsuf Aleyhisselâm, nurlu dersini iki karanliktan, kuyudan ve zindandan, geçerek anlatir. Yûnus Aleyhisselâmin dersi ise, üç karanlık içinden çikagelir: gece, deniz ve balik. aslında, bunca zulmetler içinde, hayatimizin pariltili, beyaz gündüzleri içinde kör kaldiğimiz asil karanlığı görme dersini verir peygamberler: Musibetin zulmeti, onlara nefsin zulmünü gösterir. Yûsuf Aleyhisselâm, Òmuhakkak ki nefsim emmâredir," diyerek, Rah”m olan Rabbini bulur. Yûnus Aleyhisselâm, Òmuhakkak ki ben zulmedenlerden oldum," der; Rabbini kusur ve noksandan tenzih eder, bir küll” tesbih ve takdis dersi verir. Öylece bizi de Rahim ve Adil olan Rabbimizin tecelligâhi olan bir büyük sabaha eriştirirler. Demek, bizim en derin gecemiz, nefsimizi ak bilmemizdir.
Zaten, nefsimizi zulümlü ve zulümâtli bildiğimizde, hayatimizin gözünde nurlu bir siyahlik peyda olacağini haber verir Nûr müellifi. Yoksa, hayat-i dünyeviyenin beyaz, şaşaali gündüzü, o hayat gözümüzün nursuz beyazidir ki, ileriyi, öteyi görmez; bizi ebed” karanliklara koyar.
Öyleyse Senai, senin gözün kara olmali. Sabaha erişmek için güneşi beklemeye ne hâcet! Nefsinin zulmetini gördüğünde başlar senin fecr-i sâdikin. Hiçbir göz kapağinin perdeleyemediği bir ak sabaha uyanirsin öylece. Bir sabah ki, gecenin değil kalbin karasindan çikar.Bir uyaniş ki, nefsinin zulmünü kendine güneş eyler.
Değil mi ki sen nefsini aklamak uğruna nice güneşlerin önüne durdun da nice gecelerce yüzüne gün değmedi... şimdi bu kara yazi aklar mi seni?
Yolcularin en güzeline açik mektup
Sevgili Dostum,
Şimdi yolcusun. Ayaklarının altından dünya toprağının kaydığını hissediyorsun. Uçarı bir kelebek heyecanını yüklenip, gördüğün herşeye eğreti bakışlar atıyorsun. Ayaklarinin altindan dünya toprağinin kaydiğini hissediyorsun. Uçari bir kelebek heyecanini yüklenip, gördüğün herşeye eğreti bakişlar atiyorsun. Herşey sapindan kopuyor, kökünden ayriliyor, kabuğundan siyriliyor; günişiği eşyadan renklerini çekiyor. Sokaklar ve duvarlar hafifleyip, eriyor. Dünya toprağini siki sikiya basmiş ayaklarin tatli bir rüzgâra karişiyor. |