Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 Arkadaşları:2 Cinsiyet: Yaş:48 Mesaj:
4.079 Konular:
315 Beğenildi:50 Beğendi:0 Takdirleri:149 Takdir Et:
| Cvp: Mekke geceleri Beyazdır
[B]Güneşin ve Ayin Nûrlandiği Dağ Dağ ne kadar yüce olsa Yol onun üstünden geçer ÑYûnus Emre Bir gece yarisi Nûr Daği”nin eteklerindeyiz. Dolunayin süt beyaz gölgesi altinda, ilik bir melteme yüzlerimizi dönüp, ilk âyetin yankilandiği dağin zirvesine doğru bir âyetin mânâsina erişmenin zorluğunu dizlerimize kadar yaşarcasina kâdem basiyoruz. Dağin müphem silüeti karanlik yeryüzünün semânin nûruna ihtiyacini ilan ediyor gibi. İnce ince kivranan patika yolda ayaklarimin altinda yuvarlanan taşlarin benden sakladiklari önemli sirlar olduğunu düşünüyorum. Topraktan başini uzatan dev kayalar binlerce yildir O”nun (asm) nazarina arzedilmeyi beklemişler ve nihayet mükâfatlarini almişlardi. Nasil da bu kadar siradan bir şeylermiş gibi sessiz ve sâkin duruyorlardi. Gece ne kadar karanlik olursa olsun, ebed” kilinmiş Hakikat Güneşi”nin (asm) sicak temasi ve nazari geziniyor gibiydi üzerlerinde. Taşlari kiskaniyorum ve soruyorum: Hanginize Resûlullah”in ayaklari değdi? Yoruldukça duruyor, yürüdükçe daha da uzaklaşir gibi olan zirveyi süzüyorum. Acaba Cebrail”in (as) Òİkra" sesi hâlâ yankilaniyor mu oralarda? Nefes nefese kendime cevap yetiştirmeye çalişiyorum: ÒKur”ân dağlara değil, senin omuzlarina indirildi Sena”. “Oku” emrinin yankisini kendinde aramalisin. Bir dağ kadar dik ve sarp gururunu âyetin emri altina verebiliyor musun? Siradağlar kadar geçit vermez hevesâtini ve hevâni aşip ardina koyabiliyor musun?" Zirvede, gece yarisi olmasina rağmen izdiham yüzünden Hirâ”yi görmekten ferâgat edip, gecenin mağarasini seyre koyuluyoruz. Dolunay Mekke”nin, tam da Kâbe”nin üzerinde yavaş yavaş ufka doğru meylederken, sabahi bekliyoruz. Güneşin hangi dağin ardindan başini uzatacağini tahmin etmek zor. Gecenin mavi ve beyaz karişimi libasi dağlara temas eden eteklerinden yirtilmaya başliyor. Şafağin pembesi kan pihtisi gibi dağlarin zirvelerinde kümelenirken, hiç beklemediğimiz bir dağin arkasindan, tam da ayin batmaya hazirlandiği yerin karşisinda ilk beyaz huzmeler uzandi. Güneş yükseldikçe, dolunay hem siliniyor, hem ufka yakinlaşiyordu. Nihayet güneşin ve ayin karşilikli iki ufku aydinlattiği bir ân geliverdi. Yol arkadaşim tam o ânda Resûlullah”in bizim ebed” saadetimize gebe olan o güzel yeminini hatirlatti: ÒSağ elime güneşi, sol elime ayi verseniz, bu dâvadan vazgeçmem." İzdihamin dağilir gibi olduğu bir ara Hirâ mağarasinin ağzina doğru gittim. Mağaranin ağzi tahminlerimin tersine Mekke”ye doğru değil, Mekke”yi ve Kâbe”yi arka çaprazda birakan bir yöne bakiyordu. Eğer sabahi Hirâ”nin ağzinda oturarak bekleseydik ve duâ ederken ellerimizi alabildiğine genişçe uzatsaydik, güneş sağ avcumuzun içinde, ay sol avucumuzun içinde olacakti. Resûlullah”in (asm) dâvâsi tâ başindan kazanilmiş, duasi ellerini açar açmaz kabul edilmişti. Meğer güneş de ay da o iki elin ayasindan yükselen duanin çerağindan tutuşturulurmuş. Dağlara karanlik diyenlere bakmayin siz; yoksa bazilarinin adi niye “Nûr” olsundu? *** Seni Sevmeler Cumhuriyeti Dönüşten sonra, Medine”nin ve Mescid-i Nebev””nin ruhumda biraktiği tarif edilmez âsûdeliğin ve sükûnetin içinde yüzüp durdum. Bu hâl bozulur korkusuyla bir süre sokağa çikmaktan korktuğumu itiraf ederim. Diğer taraftan, Medine”yi yeterince anla(ta)mayişimin da ezikliği vardi üzerimdeÑinsan anlattikça daha çok eziliyor ya neyse... Medine-i Münevvere”de her söz Muhammed”le (asm) başliyor, Muhammed”le (asm) bitiyor. Habibullahin (asm) şahs-i manev”si gece-gündüz hiç batmayan bir güneş gibi üzerinizde pervâz edip duruyor. Onun (asm) ümmetine olan hadsiz şefkatini serin ve hoş kokulu bir nesim gibi yanağinizda hissediyorsunuz. Bütün endişeleriniz Onun (asm) iki mübarek dudaği arasindaki ebed”Êtebessümde eriyip gidiyor. Hele Ravza-i Mutahhara”da namaz kilarken, dua ederken sâlât ve selâm getirirken, alninizin terini silen, omuzunuzu sivazlayan bir mücessem şefkati hissetmeden edemiyorsunuz. Hele hele Onun (asm) huzurunda iken, Onun (asm) izn-i İlâh” ile sizi duyduğunu ve selâminiza tebessümle karşilik verdiğini bilerek, Rabbimizden isteklerimizi Onun (asm) niyazdar ve nazdar elçiliğine havâle ederek, doğrudan Ona (asm) hitab etmek, semâv” bir helvanin tadini birakiyor dilinizde ve damağinizda. Medine”yi anlatacak kisa ve özlü bir şeyler aradim durdum. Şükür ki hac dönüşünün ertesi günü bir şarki sözü imdadima yetişti. Medine”yi kalbimde şöylece kodladim: ÒSeni Sevmeler Cumhuriyeti" *** Yapraklari Dökülen Hac Kitabi Mekke”de yüreği temiz, safça bir insan bir zamanlar okuduğu bir Hac kitabini öve öve bitiremiyordu: ÒNe güzel kitapti ama... Okudukça ağliyordum." Ardindan esefle ekliyordu: ÒAma sayfalari bir okumada dağiliyor, dökülüveriyordu." Benimse onu teselli etmeye hiç mi hiç niyetim yoktu: ÒBelki," dedim biraz muzipçe, Òsayfalari döküldüğü için güzeldir." Haccin değil bir günü her bir âni bir daha dönmemek üzere kâinat kitabindan kopuyordu. “Hacdan dönmek” olmaz Hacilar dönüyorlar. Eski ve eskimiş bir “haci” olarak kiskaniyorum onlari. Şimdilerde kalpleri dupduru, tenleri Kâbe kokulu, gözleri tevhid doludur onlarin. Onlari ziyaret edin, onlara “haci” olduklarini hatirlatin. Tanimasaniz bile bir taze hacinin yanina varin ve sirf haci olduğu için onunla taniş olun. Taze hacilarin etrafinda onlarin Kâbe etrafinda pervane oluşlari gibi pervane olun. Haci ziyaretinin hac ziyareti kadar olağanüstü ve yegane olduğunu bilin ve onlara bildirin. Onlar da anlasinlar haccin bitmediğini, yüreklerine tek itibar vesilesinin Kâbe”ye yönelmek olduğunu yerleştirin. Asil kiymetlerinin Resul-u Ekrem”e (asm) ümmet olmaktan geldiğini olduğunu bir daha anlasinlar. Onlar hacilar, haci olduklari için, haci kaldiklari için itibar görsünler. Bundan böyle de kazandiklari itibarlarini yitirmemek üzere atsinlar adimlarini. Sakin kalabaliğa karişmasinlar. Kurtlarin kapmasindan korkmasinlar, sürüden ayri kalsinlar; zira şimdi hepimiz kurt sürüsündeyiz. Bir kaç söz de hacilara ama illâ yüreğinde haccin heyecanini terütaze taşiyan hacilara, “taze” hacilara. On defa da gitmiş olsa, “bu hac başkaydi” diyen hacilara sözüm. İki şehri ziyaret edip de, hurma ve zemzemden gayrisini getirmeyen hacilara konuşmuyorum. Fazileti kendinden menkul irki adina ümmeti çekiştiren hacilara sözüm yok. İllâ da taze hacilara diyorum ki, hacdan geldiniz bari “hacdan dönmüş” da olmayin. Bundan beri “hacdan dönmek” olmaz. * * * Hac yolculuğunun yönü tam da hayatimizin aktiği yöne doğrudur. Hac, ruhumuzu çokluktan bire çeker, muhitten merkeze kişkirtir. Hac, ruhumuzu yalinlaştiğimiz, yalnizlaştiğimiz ve yakinlaştiğimiz ölüm anina yakin eder. Kulluğumuzun sinanacaği keskin siratlara ayaklarimiz bu yolculukta. Hayatimizin durulduğu anlarin provasini yapariz Kâbe”ye yaklaşirken. Böylece “hesap günü”ne giden yol üzerine düşer Kâbe”nin yöresi. İstesek de “yoldan dönmek” olmaz. * * * Hergün beş vakit döndüğümüz yeri belleriz hacda. Vahdeti elle dokunulur, gözle görülür eyler Kâbe”nin kara bedeni. Onun etrafinda olmayan herşey ve herkes çirkinleşir, güzellik onun etrafinda olanlara ve ona doğru yönelenlere mahsus olur. Kiblemizi heyecanla doğrulturuz böylece. Güzelliğe doğru, hayra doğru yöneliriz. Kiblemiz yeniden var olur ve bizi de O”na yeniden yâr eder. Bundan beri “kibleden dönmek” olmaz. * * * Arefe günü elimiz bir otu ve bir saç telini bile koparmaktan men edilirken, bayrama erer ermez bir can boğazlamaya emredilir. Anlariz ki, elimiz bile elimizde değilmiş ve irademiz de “O”nun eli”ndeymiş. Öylece O”na ezelde verdiğimiz sözü yeniden hatirlariz. "Evet, sen bizim Rabbimizsin!" Gayri “sözden dönmek” olmaz. * * * Şeytani taşladiğimiz elimizle, Resul”ün[asm] mescdinden el bağlariz. Attiğimiz taşlarca şeytana ve yandaşlarina nefret duyduk, nefsimize ve hevamiza baş kaldirdik ve Muhammed”e [asm] muhabbetimizi artirdik. Biatimizi tazeledik, şeytandan uzak olduk. Artik “biattan dönmek” olmaz. * * * Öteden beri hasretini çektiğimiz yöreye varmakla, uzaklaşma değil, yakinlaşma duygusu yaşariz. Secdelerce yakinlaştiğimiz o yöre alnimiza gurbet değil sila kokulu rüzgârlar değdiriyor olmali. Uzaklik değil, yakinlik yürümüş olmali yüreğimize. Orada bildik bir vatan sicaği tatmiş olmali yüreğimiz, koskoyu bir silaya salinmiş olmali ruhumuz. Dünyalilarin belirlediği mill” sinirlar silinmiş olmali zihnimizde. Burasi ne kadar vatansa, orasi da vatan. Her mü”minle ayni milletten olduğumuzu anlamiş olmaliyiz şimdi. “Millet-i İbrahim”den saymaliyiz kendimizi. Burasi ne kadar sila kokuyorsa, orasi da o kadar “baba ocaği” kokusu salmali ruhumuza. Öyleyse “siladan dönmek” olmaz. * * * Ve illâ ki “hacdan dönmek” olmaz. Senai Demirci |