TİN SURESİNİN MEAL VE TEFSİRİ -3-
“Ancak iman edenler…”
Allah’a saf ve katıksız bir imanla inananlar. Yaratıcı, yaşatıcı ve yönetici olarak sadece yüce kudreti bilen ve ona boyun eğenler yükselecektirler. Burada özellikle “iman eden” değil de “iman edenler” denilmesinin birçok sebepleri vardır. Ama biz burada sadece bir hususuna dikkatinizi çekelim.
Oda şu: Yeryüzünde izzetli ve onurlu yaşamanın, emperyalistlerin sömürüsünden uzak kalmanın, aç kurtların yemi olmaktan ve terörizmin kurbanı olup onların emellerine hizmet etmekten kurtulmanın tek yolu cemaat halinde yaşamaktır. İmanımızı ancak bu halde koruyabiliriz.
Sağlam bir imana sahip olduktan sonra, bizden imanın göstergesi olan Salih amel isteniyor. Çünkü kul iman ettikten sonra Cenab-ı Hak, hadi kulum imanını amelinle ispat et.
Salih amel: İman sözleşmesinin hayata geçirilişidir. Bir başka deyişle, dünya ve ahirete yönelik değerli işler üretmenin ve ortaya koymanın adıdır. Kısaca Kur’an’a göre yaşamaktır.
Bugün bizler Salih ameli, sadece namaz, oruç, zekât ve hac olarak anlıyoruz. Hâlbuki:
Yoldan bir taşı kaldırmak Salih ameldir.
Müslümanların birbirlerine yardımı Salih ameldir.
Müslüman’ın kardeşine tebessümü hem sadaka hem de Salih amel olarak değerlendirilir.
Müminin din kardeşine duası Salih ameldir.
İslam’ın helal ve haram kavramındaki sınırı gözeterek yaşamak Salih ameldir.
En güzel şekildeki yaratılışın gereği olarak yaşamak ve dünyaya gönderiliş gayesinin bilinci içerisinde olmak Salih amel işlemektir.
İman edip ve onun icrası olan güzel işleri yapanlara, Mevla Teâlâ sonsuz mükâfatlar vereceğini ayetin devamında şöyle beyan ediyor:
“Onlar için kesintisiz mükâfat vardır.”
Bu mükâfat hem dünyada hem de ahirette kesintisiz devam edecektir. Bizlere kendisini tanıma ve iman etme bahtiyarlığını vermesi bir mükâfattır.
<FONT face="Times New Roman"><FONT size=3>Peygamberimize ümmet kılması bir mükâfat değil midir?
İslam dininin bir mensubu olmak bir mükâfat değil midir?
Kur’an talebesi olmak bir mükâfat değil midir?
Terörist olmamak bir mükâfat değil midir?
Hülasa namaz, oruç, hac, zekât, cömertlik, merhamet ve yardım severlik dünyada bize verilen bir ikramiye değil midir?
Elbette bir ikramiyedir.
Ama bugün bu ümmetin bazı ikramiyeleri imanın sağlam, amelin düzgün olmayışından kesintiye uğramıştır. Bu ikramiyelerin kesintisiz verileceği Allah tarafından garanti altına alınmasına rağmen böyle olması, günahlarımız ve gafletimizdir.
Kesilen ikramiyelerimiz ve mükâfatlarımız şunlardır.
1-Nusret (yardım) ikramiyesi.
2-Fetih ikramiyesi.
3-Bereket ikramiyesi.
Şimdi bu kesilen ikramiyeleri başlıklar altında kısaca inceleyelim.
Nusret (yardım) ikramiyesi.
Üzerimize düşen vazifeleri yapmadığımızdan Allahın yardım kanalları kesildi. Bu yardım kanallarının kesilmesine sebep ise, günahlarımız ve gafletimizdir. Yaşadığımız ülkeyi göz önüne alalım. Örtülerinden dolayı okula alınmayan kız çocukları, namaz kıldığı için amiri tarafından irticacı diye fişlenip atılanlar, andıçlarla iftiraya uğrayıp mağdur olanlar ve yeşil sermaye diye ayrım yapılıp dışlananlar bu memlekette kan ağlıyor. Yine şöyle bir İslam coğrafyasına baktığımızda; Çeçenistan, Filistin, Afganistan, ırak ve diğer yerlerdeki Müslümanlar kan ve gözyaşı içerisinde.
Müslümanlar hendek savaşı sırasında, savaşın çetin geçmesinden dolayı gözleri yılmış, canları boğazlarına gelmişti. Peygamberimize gelip: Ya Rasulallah! “Allah’ın yardımı ne zaman” demişlerdi. Allah Rasulü de, ikindi namazından sonra Allah’a dua ediyor ve ardından bir rüzgâr bir fırtına kopuyor ve kâfirlerin çadırları allak bullak oluyor. Müslümanlar böylelikle zaferi elde ediyorlar.
Bugün bunca zulme rağmen hala Allah’ın yardımını göremiyorsak, bunda biz Müslümanların kusur ve ihmali olduğunu hiç unutmayalım. Çünkü Allah müminlere yardım edeceğini Rum suresinin 47. ayetinde beyan ediyor.
Buyuruyor ki:
“…Müminlere yardım etmek bizim üzerimize bir hak olmuştur.” Bu ayet bize büyük bir müjdedir. Biz üzerimize düşeni yaptığımızda Allah yardımını gönderecektir. Hiçbir mümin bu iltifatı ilahiyyeden ümidini kesmemelidir. Çünkü her şeye gücü yeten kadiri mutlak olan Allah vadinden dönmez.
Fetih ikramiyesi.
Allah’ın kullarına olan yardımının neticesinde her türlü zorluklara karşı açılan rahmet kapıları da bir bir kapanmıştır. Hepimiz biliyoruz ki; Allah’ın yardımı geldiğinde açılamayacak kapı, geçilemeyecek vadi ve aşılamayacak hiçbir dağ yoktur. İslam tarihinde bunun birçok örneğini görebiliriz. Mekke’de başlayan kutlu dava Medine’de devlete kavuştuktan sonra, müminlerin inanç ve gayretiyle gönülleri fethetme adına geniş topraklara ulaşmıştır. Osmanlı imparatorluğu döneminde ise İslam toprakları daha da genişlemiş ve viyana kapılarına kadar dayanmıştır. Müslümanlar bu seferleri beldeleri fethetmek için değil, gönülleri fethetmek için yapmışlardır. Allah da yardım ve fetih kapılarını ardına kadar açıp kullarına yardım etmiştir.
Bugün sanki ardına kadar açık olan kapılar, günahlarımız yüzünden bir bir yüzümüze kapanmış ve tüm ilahi ihsanlardan mahrum kalmış durumdayız. Şairin dediği gibi: “Eskiden ünümüz vardı Asya’da Avrupa’da / Şimdi sıkışıp kaldık küçücük bir karada. Gönülleri fethetmeyi terk edince, beldeleri bir bir kaybettik. İdeallerimizi beş paralık arzu ve dünyalıklarımıza satınca, hem dünyamızı hem de ahiretimizi mahvettik.
Bereket ikramiyesi.
Tasdik ve ikrarımızı eyleme dönüştürüp her halükarda yüce yaratıcıya hamd ve teşekkür etmeyince, Allah’ta üzerimizden bereketi kaldırdı. Aslında bireysel ve toplumsal birikimimiz olmasına rağmen; paylaşma, yardımlaşma ve kanaat gibi yüce değerlerimizi kaybettiğimizden dolayı yoksulluk içerisinde yaşıyoruz. Bunun tek nedeni, bireysel ve toplumsal doyumsuzluğumuz yani açgözlülüktür. Yoksa Türkiye’nin tarıma açık toprakları Türkî’ye gibi bir ülkeye daha bakar. Bu yeraltı ve yer üstü zenginlikleri tüm Müslüman ülkeler için söyleyebiliriz. Cezayir böyle, Fas böyle, Arabistan böyle, Sudan böyle ve birçok altın yataklarıyla kaplı Afrika ülkeleri böyle…
Ama buna rağmen Müslüman ülkelerin ekserisi yoksulluk, sefalet, iç karışıklık, ekonomik ve siyasi çekişmeler yüzünden kan ağlıyor ve bir türlü kendilerine gelemiyorlar.
Sebebi: Gelin birlikte Rabbimize kulak verelim.
“O (peygamberlerin gönderildiği) ülkelerin halkı inansalar ve (günahtan) sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık, fakat yalanladılar, bizde ettikleri yüzünden onları yakalayıverdik” (A’raf, 7/96) buyurmaktadır.
Yani Müslümanlar nefislerine ve şeytana uymada son derece ileri gidip peygamberlerinin uyarılarını da dikkate almayınca, Allah’ta, o azan toplumlar için yerin ve göğün bereket kapılarını kapatıverdi.
İnşallah bundan böyle günahlardan arınır, gaflet uykusundan uyanır ve yeniden bir diriliş gerçekleştiririz. Ve böylece yeniden üzerimize kapanan yardım, fetih ve bereket kapılarını açar, hem dünyamızı hem de ahiretimizi kurtarırız.