Durumu: Medine No : 18779 Üyelik T.:
20 Mayıs 2012 Arkadaşları:6 Cinsiyet: Memleket:Malazgirt Yaş:48 Mesaj:
151 Konular:
93 Beğenildi:17 Beğendi:0 Takdirleri:32 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Cevap: Kader'ci Anlayış Ve İnsan'ın Özgürlüğü Sorunu Cebriye: kişinin kader ve fiilleri konusunda söz sahibi olmadığı, hür iradenin var olmadığını ve her türlü fiili yaratan ve yaptıranın Allah’ın kendisi olduğunu ileri sürerler. Cebriye’ye göre insan, aynen rüzgarın emrindeki kuru bir yaprak gibidir, yaptığı işleri mecburen yapar. Bu görüş, Mutezile ve Kaderiye'nin "fiili işleyen ve yaratan kişinin kendisidir - kişi fiili Allah’ın ona bağışladığı bir yaratma kudretiyle kendisi yaratır, fiillerin yaratılmasında ve olmasında Tanrı'nın hiçbir müdahalesi yoktur" görüşünün tam tersidir.Batı düşünce sisteminde bu mezhebin görüşlerine yakın olan akım fatalizmdir. Maturidi: irade hürriyeti bakımından, insanı iradesiz robot olarak gören Cebriye ile insanın eylemlerinde Allah'ın hiçbir etkisini kabul etmeyen Mutezile arasında üçüncü bir yol izler. Zira Maturidi bu konuda Kesb ve halk terimlerini kullanır. Halk, insanın kendi kudret ve isteği olmadan meydana gelen eylemlerdir. Refleksler, kalbin çalışması... gibi. Bir de insanın kendi iradesi ile seçtiği eylemlerin yaratılmasıdır. Kulun eylemine "halk" değil, "Kesb" denilir. Allah'a ait eylem (fiil) de "Kesb" değil, "halk"tır. Maturidi: Tevhidinde bilgi ve önemi üzerinde ısrarla durur. Farklı görüşlere karşı herkesin kendi görüşünün "doğruluğunu kanıtlayan karşı durulmaz bir delile sahip" olması gerekir. Akıl, bilgi edinilmesine kılavuzluk eder. Bilgi edinme yollarını Maturidi duyular, haberler (nakiller) ve akıl olarak belirler. O'na göre bilgi Vehbi (kendiliğinden, doğuştan) olmaz; kesbi (sonradan kazanılan) dir. Doğru akıl yürütmeyle ortaya çıkan bilgi bir Adaleti ilahiye 'dir. Allah insana akletme, aklını kullanma yeteneğini, diğer varlıklara bir üstünlük özelliği, temyiz gücü olarak bahşetmiştir. Yani insan eşrefi mahlûkat’tır. Fatalizm: Cebriyye, kadercilik, yazgıcılık veya sabit kadercilik adlarıyla da bilinmekte olup, her şeyin önceden Allah tarafından belirlenmiş olduğunu ve kimsenin bu belirlenmiş yazgıyı değiştiremeyeceğini ileri süren görüştür. Fatalizm anlayışına göre, insan istesin istemesin, olaylar kendi iradesinden başka bir iradenin yönlendirdiği yönde gelişir ve insan iradesiyle ne kadar çaba harcarsa harcasın, sonuç daima üstündeki o iradeye göre gerçekleşir. Fatalizm gerekircilik ve nedensellik kuralını ve insanın iradesinin özgür olduğunu kabul etmez. Bu anlayışa göre insan sevap ve günah işlemeye zorunludur ki, böylece sorumluluk da ortadan kalkmaktadır. İnsanın tüm eylemleri bir başka irade tarafından düzenlenmiştir. Daha açık bir deyişle, Tanrı’nın iradesi dışında irade yoktur, insandaki irade de Allah’ın iradesinin tecellisidir. Bu duruma göre, varlıkların ezelden ebede kadar yaptıkları her şey, otomatik bir faaliyet olup, varlıklar birer otomat, birer kukla durumuna düşmektedirler. Allah'ın varlığını kabul etmekle birlikte, evrende nedensellik kuralının geçerli olduğunu ve ruhların Yasaları’nın gerekleri içerisinde gelişimlerini özgür iradeleriyle belirlediklerini kabul eden neo-spiritüalistler fatalizmi bir hakikat yolu olarak görmezler. Hıristiyanlıkta kaza ve kader inancının genellikle insan hürriyetini sınırladığı düşünüldüğünden ilk zamanlar üzerinde fazla durulmamıştır. Tanrı'nın sadece hayrın yaratıcısı olduğu, kötülükleri Tanrı'nın yaratmadığı, kötülüklerin Tanrı'nın izni ile insanlar ve şeytanlar tarafından meydana getirildiğine inanılır. Mistisizmde Kader yanlış bilinen ve bilindiği de şekliyle insan hayatını belirleyen kavramların başında gelmektedir. Kader ilahi takdir anlamında manasında kullanılsa da aslında bu kaza kavramının karşılığıdır. Kader önceden bilmek manasında insanın ancak sınırlı bir alanda kazanabileceği ve buradaki kullanımıyla bir zaman üstü niteliğe sahip Allah niteliğidir. Kader olacakları bilmek, kaza ise takdir etmektir. İnsan şartlarla çevrili ve şartlarla beraber günlük hayatını yaşarken ve geleceğini de yönlendirme gayreti içindeyken kaza kavramı insan hayatındaki önemi inansın ya da inanmasın hayatı biçimlendiren tartışmasız bir noktadadır. Bu kavram öyle bir şeydir ki yok denilirse olduğu ve var denilirse yokluğu dile gelir. Bu kavram kendisini ne tam serbestlikte ne tam bağlılıkta gösterir. Şu olay kaderdir dediğimizde alttan alta öyle olmadığını da hissedebiliriz. Hayatın hem insana hem de yaratıcısına açık bir oluşumlar dünyası olduğu ve yer kiminde ilahi izlerin kiminde de kendi ayak izlerimizin bulunduğu kabul edilirse hem beşeri sorumluluk - sorumsuzluk dengesi sağlanabilir, hem de iki aşırı ucun sorumsuzluğundan kurtulabilir. Musevilik'de Kader Musevilik dininde kader inancı diğer dinlere göre bir parça değişiklik gösterir, Museviliğe göre bir insanın kaderi, tüm hayatı boyunca baştan yazılmaz ve bir yıl önceki hal ve hareketlerine göre yıllık olarak yazılır. Bir yıl boyunca iyi ve hayırlı işler işleyen kişilerin kaderi bir yıl sonrası için iyi yazılır.
Bir Musevi, Musevi Yılbaşısı olan Roşaşana ile Yom Kipur arasındaki 10 gün boyunca bir vicdan muhasebesi yapar ki buna İbranice teşuva adı verilir teşuva İbranice'de geriye dönme anlamına gelir. On gün boyunca, o yıl içinde yapılan tüm hatalı davranışlar gözden geçirilir insanlara karşı yapılan haksızlıklar için Tanrı'dan af dilemek yetmez, o insanlardan da özür dilenmeli ve helalleşilmelidir Tanrı'ya karşı işlenen suçlar içinse tövbe edilir.9. günün akşamı güneş batmadan bir saat önce Yom Kipur orucuna başlanır. 26 saat aralıksız sürecek olan oruç boyunca çeşitli tövbe duaları edilir. 26. Sonunda orucun bittiğini balirten Şofar (boru) çaldığında, Tanrı'nın gelecek için insanların yeni kaderlerini yazdığına inanılır. Mutezile’ye göre: Allah Adildir. Bunun gereği olarak insanlara irade (Bir şeyi yapıp yapmama güç ve tercihi) hürriyeti vermiştir. İnsan hürdür ve kendi eylemini(fiilini) kendi irade ve isteği doğrultusunda yapar. Adalet: Esasının konusu mutezilenin kader konusundaki görüşüdür. "İnsan fillerinde hür değildir" görüşünü benimseyen Cebriye’ye karşı çıkarak Mutezile "insanın fiillerinde tamamen hür olduğuna inanır. Mutezile inancındaki adalet esasına göre kişi kendi fillerini kendisi yaratır. Bunu da Allah'ın kişiye bahşettiği bir yaratma kudretiyle gerçekleştirir. Fiillerin yaratılmasında Allah'ın bir müdahalesi olmadığına inanırlar. Bu görüş adalet esasından şu şekilde temel alır: kişilerin hür olmaması ve yaptıkları her fiilin yaratıcı ve yaptırıcısının Allah olması durumunda kişinin hür olarak yapmadığı hareketlerden ötürü cezalandırılması zulüm yani adaletsizliktir. İslam inancına göre ise Allah'ın adaletsiz davranması mümkün değildir. Bu nedenle kişi fiillerinin tek yaratıcı ve yaptırıcısı olmalı, fiilleri konusunda tamamen hür olmalıdır.
Mutezile'nin kader konusundaki görüşü Kaderiye ile aynıdır. Mutezile mezhebinin kader konusundaki bu görüşlerinin imanın şartlarından olan "kader ve kazaya iman"a aykırı düştüğünü gerekçesiyle diğer mezhepler tarafından eleştirilmiş hatta daha ileri giden bazı kesimler onları inkârcı saymışlardır.
Bütün bu değişik görüşler karşısında oluşan Ehli-i Sünnet mezheplerinden Selefiye bu konuları tartışmamayı yeğlediğinden, Eş'ariye ve Matüridi’ye mezhepleri görüş farklılıklarından doğan çelişkileri çözmeye çalışmışlardır.
Geleneksel anlayışa göre Evliliğin Kader daha önceden belirlendiğine inanılır, Ama Kur’an’a göre Nisa suresinin 22-23 ayeti kerimelerinde yasaklanmış olanlar dışındaki kalanlar ile evlenme insanın kendi özgür iradesi ile seçmesi sonucudur.
‘’Eğer yetimlere karşı adil davranamamaktan korkuyorsanız, o zaman, size helal olan [diğer] kadınlardan biri ile evlenin –[hatta] ikisi, üçü veya dördü [ile]; ama onlara adil bir tarafsızlıkla muamele edemeyeceğinizden korkarsanız, o zaman [sadece] bir tane ile– yahut meşru şekilde sahip olduklarınız ile (evlenin). Bu, doğru yoldan sapmamanız için daha uygundur.’’ (Nisa 3)
Allah’ın dokunulmaz kıldığı cana kıyma, Şarap, zina, içki, kumar hususunda, hatta yeme, içme hususunda yine cüzi irade ile yapıldığı Bu da insanın bu hususta özgür olduğunu gösterir. Allah’u Teâlâ Kur’an’i kerimde bu hususlarda şöyle buyurmaktadır… Zina : (İsra-32) Şarap-Kumar- (Maide -91) Allah’ın dokunulmaz kıldığı cana kıyma (En'am- 151) Yeme, içme hususunda ( A'raf -31)
DE Kİ: “Ey mutlak egemenlik sahibi Allah’ım! Sen egemenliği dilediğine verirsin, dilediğinden alırsın; dilediğini yüceltirsin, dilediğini alçaltırsın. Bütün iyilikler Senin elindedir. Doğrusu, Sen istediğini yapmaya kadirsin”. “Gündüzü kısaltarak geceyi uzatır ve geceyi kısaltarak gündüzü uzatırsın. Ölüden diri ve diriden ölü çıkarırsın. Ve dilediğine her türlü hesabın üstünde rızık bağışlarsın.” (Al’i İmran 26-27)
Kaderci bir bakış açısı ile bakanlar, hemen karşımıza şu ayeti kerimeyi delil olarak sunabilirler, lakin onlar sunmadan evvel biz bu ayeti kerimeyi ele alalım:
Bu ayeti kerimeyi delil olarak sunacak kimselere cevabımız Allah’ın dilemesi-iradesi konusunda Allah’ın bir şeye ol demesi ile oluvermesi hususunda Yaratılanların buna karşı koyma imkanının olmadığı hususunda her hangi bir itirazımız yoktur. İtirazımız Kulların fiilleri konusunda acaba kendi özgür iradesi ilemi yoksa Allah’tan mı hususundadır.
Kaderci anlayışın köklerine indiğimizde karşımıza yine Ciğer yiyen Hindu’nun Evladı Muaviye çıkmaktadır Emevi hizbi ile karşılaşmaktayız: İmam Ali’'ye kaza ve kader konusu sorulunca şöyle buyurmuştur.
Yazıklar olsun sana sen kaza ve kaderin kesin ve mutlak bir şey olduğunu mu sanıyorsun? Böyle olsaydı artık sevap ve ceza vermenin bir anlamı kalmaz ve söz veren boş yere olurdu. Allah'u Teâlâ kullarına ihtiyaren emir etmiş ve ihtiyaren de nehyetmiştir. Onların tekliflerini kolay kılmış zorlaştırmamıştır. Az bir amele karşılık olarak da çok sevap vermiştir. Allah’u Teâlâ mağlup kılınarak isyan edilmemiş zorla da kimseyi itaat etmek mecburiyetinde bırakmamıştır. Peygamberleri oyuncak olsun diye göndermemiş, kitapları da boş yere nazil etmemiştir. Gökleri, yeri ve onların arasında bulunan varlıkları da batıl ve boş yere yaratmamıştır. "Bu kâfirlerin hayalidir; cehennem ateşinden dolayı eyvahlar olsun kâfirlere." (Muhammed ibni Abduh'un yazdığı "Şerh-i Nehc'ul Belağa" c.4, s.673)
Muaviye halka şöyle diyordu: Ben sizinle oruç tutasınız ve zekat veresiniz diye savaşmadım; ben sizlere hükmetmek için savaştım. Sizin istememenize rağmen Allah bu makamı bana verdi." ‘’Mekatil-ut Talibiyyin, s.70 - ibni Kesir'in Tarihi, c.8, s.131-Şerh-i ibn-i Ebi'l Hadid, c.3, s.16’’
Muaviye halka hükmetmek adına Müslümanları öldürmede Allah’ın kendisine yardımcı olduğunu ileri sürecek kadar ileri gidebilmiştir Çünkü Kisra-i hayat onun en büyük emeli idi bu emeli uğrunda yapmadığı-yapamayacağı hiçbir şey yoktu ve yapmıştır da. Halkın istememesine rağmen Yeziti veliaht tayin etmesinin bile Allah’ın iradesi ile olduğunu Mervan’a yazdığı şu mektup ile belirtmektedir.
"Allah'ın Yezit'e bey'at etmeği takdir ettiğinden" bahsediyordu. ‘’El imametu ve’s siyase, c.1, s.151, Muaviye'nin Yezit'e biat toplama bölümü.’’
İmam Hüseyin’in Şahadet’inden sonra İmam Hüseyin’in evladı İmam Zeynel Abidin’i zincirler ile bağlı bir esir olarak Fasık Kufe Valisi Ziyad’ın meclisine getirdiklerinde kimdir bu diye sormuştur. Ona İmam Hüseyin’in evladı Zeynel Abidin’dir denince ‘’Allah İmam Hüseyin’in oğlu Ali Zeynel Abidin’i öldürmedi mi?’’ demiştir.( Amacı Kerbela’da Şahadet’e eren Ali isimli diğer oğludur) Bu sözü duyan imam Zeynel Abidin'in halası Zeynep ona "Hayır, onu Allah'ın ve Resulü'nün düşmanları öldürdü" cevabını vermiştir. O zaman ibn-i Ziyad, Hz. Zeyneb'e hitaben "Allah'ın senin ailenin başına getirdiği belayı nasıl buldun'?" diye sormuş. Hz. Zeynep ise "Ben güzellikten başka bir şey görmedim" Onlar Allah'ın kendilerine şahadeti takdir ettiği bir grup idiler, onlar da savaşıp şehit edildiler. Çok yakında Allah seninle onları bir yerde toplayacak ve o zaman muhakeme edileceksin. O gün bak gör, kim kurtulacaktır. Annen senin yasına otursun ey Mercane'nin oğlu, diye cevap vermiştir. ‘’Mekatil'ut Talibiyyin - Maktel'ul Hüseyin’’
Kısacası bu inanç (yani insanın işlerinde mecbur olduğu inancı) Beni Ümeyye ve yardımcılarının uydurması olup bütün İslam ümmetine çeşitli şekillerde sirayet etmiştir.
Her şeyi Allah’a mal eden bir anlayışa sorum şu olacak:
Zina yapana, Kumar oynayana, Adam öldürene, Dikkatsizliği sonucu kaza yapana, Hırsızlık yapana neden bu fiili işledin sorusuna karşın ‘’Her Şey Allah’ın elindedir Allah böyle takdir etmiştir cevabını verirse kabul edermisiniz?
Allah azze ve celle Ayeti kerime’de diri-diri kızlarını toprağa gömenlere kendi yapıp ettikleri sorulduğunda Allah’ın takdirimi diyecekler buyurun bakalım.
‘’Bütün insanlar [yaptıklarıyla] eşleştirildiğinde ve diri-diri gömülen kız çocuklarına sorulduğunda hangi suçtan dolayı öldürüldükleri,[insanların yapıp-ettiklerinin] dosyaları açıldığında… (Tekvir 7-8-9-10)
Kaderci bakışa göre Allah’ın takdiri olması gereken bir mevzuyu Allah o zaman neden sorgulasın hani tüm fiillerin yaratıcısı Allah idi işte ayeti kerime bu görüşü açıkça çürütmektedir. İnsan kendi fiilini kendisi yaratı ve işler Allah o fiile onay verir…
Emevici anlayışa göre Allah mülkü kendilerine verendir, onlara itaatsizlik etmenin Allah’a itaatsizlik olduğunu açıkça beyan ettikleri ve muhalif olanlara ne denli şiddet ve zulüm işledikleri tarihi vesikalar ile sabittir. Bu tür emevi uydurmaları neticesinde sindirilmiş kaderci anlayışa teslim bir toplumun izleri günümüzde halen devam etmektedir…
İnsanın kendi tutum ve davranışlarını iradesini yok sayan,başına gelen her şeyi Allah’ın takdiri olarak görüp sorumluluk bilincini bir kenara bırakan ‘’kader mahkumu’’ gibi bir anlayışı sunan kesimlere İslam tarihinde rastlamak mümkündür,özellikle tasavvufi çevrelerde bu anlayış had safhadadır.Kaderi inkar etmek söz konusu değildir,Ancak iyice belleklere yerleştirilmesi gereken insanın özgürlüğü ve sorumluluk bilinci ikinci plana itilerek ‘’İlahi Kader ‘’ anlayışı olduğu insanları vurdumduymazlığa ve sorumsuzluğa itmekten başka bir şeye yaramayacaktır,insan irade sahibi akleden bir varlıktır yapıp ettiği her şeyden kendisi sorumludur kader değildir.Yapılan hayır ve şerden insan kendi arzu ve iradesi ile işlediği ve bunun sonuçlarına katlanması açık ve net bir şekilde Kur’an’da ortaya konmuştur…
Hadis olarak nakledilen ve Allah resulü döneminde böyle bir şeyin olmadığını bile-bile insanlara Allah resulünün sözü gibi aktaranlar elbet Allah resulüne iftira atmaktan dolayı hesap vereceklerdir bir iki örnek sunalım uydurma hadislerden:
İbni Abbas’a dayandırılarak Allah Resulünün söylediği söz olarak sunulan şu rivayetleri ele aldığımızda o asırda Mürcie ve kaderiye diye bir oluşum yokken nasıl olurda Allah resulü onlar hakkında fikir beyan etmiş olabilir.
“Ümmetimde iki sınıf vardır ki, onların İslam’dan nasipleri yoktur: Mürcie ve Kaderiye.” (Tirmizi, Kader 13, 2150)
“Kaderiye fırkası, bu ümmetin Mecusileridir. Eğer hastalanırlarsa ziyaret etmeyin, ölürlerse cenazelerine katılmayın.” [Ebu Davut, Sünnet 17,4.)
Kaderiye neden Mecusilere benzetilir de? Yahudi-Hıristiyan ve Nasranilere benzetilmez sorusunu sorduğumuzda karşımıza İran Persleri ve Mecusileri çıkmakta çünkü Araplıktan uzaktırlar. Bu noktada kavmiyetçilik ve asabiyet cahilliği aşikar olarak ortaya çıkmaktadır.
İslam dünyasında yaşanan sorunların ve geri kalmışlığın, tembelliğin, vurdumduymazlığın arka planında bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde beyinlere kazınmış olan kaderci bakış yatmaktadır. Geçmiş asırlarda yaşanan iktidar mücadelelerinde, dini otorite sayılan kesimler bu iktidarları meşru kılma adına kader adına insanları yanlış anlayışlara sevk etmekten geri durmamışlardır. Bu anlayışı karşı bir fikir ile durduğumuzda rivayet kültürünün ürünleri ile karşılaşmaktayız, bunu yapanların ekserisi sözde dini eğitim almış kimselerdir. Sözde Allah resulüne Kur’an dışında gelen bir kitap öyle detaylı ki Kuran’dan daha detaylı gibi anlatılarak rivayet halinde Sünni otoritelerce kabul görmektedir:
Amr bin as’dan nakledilen ve Allah resulüne iftira atmaktan çekinmeyen şu sözleri Kur’an ile ele alalım baştan belirteyim Amr gibi biri işin içinde varsa zaten bitmiştir olay.
Amr bin as anlatıyor:
“Resulullah, elinde iki kitap olduğu halde yanımıza geldi ve: “Bu iki kitap nedir biliyor musunuz?” buyurdular.
Cevaben:“Hayır, ey Allah’ın Resulü! Bilmiyoruz. Ancak bildirmenizi istiyoruz!” dedik. Bunun üzerine sağ elindekini göstererek:
“Bu alemlerin rabbinden (gelmiş) bir kitaptır. İçerisinde cennet ehlinin isimleri mevcuttur. Hatta onların babalarının ve kabilelerinin isimleri de mevcuttur. Bu isimler en sonuncuya varıncaya kadar belirlenmiştir, sayıları ne artar ne eksilir. Hiç değişmeden ebedi olarak sabit kalır” buyurdular.
Sonra sol elindekini göstererek:
“Bu da alemlerin rabbinden (gelmiş) bir kitaptır. Bunun içinde de ateş ehlinin isimleri, onların atalarının isimleri ve kabilelerinin isimleri vardır. Bu isimler en sonuncuya varıncaya kadar belirlenmiştir, sayıları ne artar ne eksilir!” buyurdular.
Ashabı! Sordu:
“Öyleyse ey Allah’ın Resulü, niye amel ediliyor(uz)? Mademki her şey önceden olmuş bitmiş, yazılmış ve artık yazma işinden artık kesin hükmü verilmiş, iş bitirilmiştir (bir daha yapma gayreti de niye)?”
Resulullah şu cevabı verdi:
“Siz amelinizle doğruyu ve istikameti arayın! İtidali koruyun. Zira cennetlik olan kimsenin ameli, cennet ehlinin ameliyle sonlanır; (daha önce) ne çeşit amel yapmış olursa olsun. Keza cehennemlik olanın ameli de cehennem ehlinin ameliyle sonlanır, hangi çeşit amel ile amel etmiş olursa olsun!”
Resulullah, sonra elindeki kitapları bırakıp, elleriyle işaret ederek dedi ki:
“Rabbiniz kullardan artık kesin hükmü verip işi bitirmiştir, bir kısmı cennetlik, bir kısmı da cehennemliktir.” (Tirmizi, Kader 8, (2142). (İbn Mac’e, Mukaddime: 10-Hasen garip hadis)
Kader'e İman hususu Kur'an'da hem tek başına hem de diğer esaslar ile birlikte iman edilmesi hususu zikredilmez. İman esasları Kur'an'da bazen tek başına bazende iki, üç veya dördü bir arada zikredilir. Toplu olarak bir arada zikredilen esas beştir. Allah’a, Meleklere, kitaplara, peygamberlere ve ahiret gününe iman.
Siz ey imana ermiş olanlar! Sımsıkı sarılın Allaha ve Peygambere olan inancınıza ve Onun Peygamberine safha-safha indirdiği vahye: Zira Allah’ı, meleklerini, vahiyleri, peygamberleri ve Ahiret Gününü inkar eden, gerçekten şiddetli bir sapıklığa düşmüştür.
(Nisa-136)
Gerçekte erdemlilik, yüzünü doğuya veya batıya çevirmeniz ile ilgili değildir; ama gerçek erdem sahibi, Allah'a, Ahiret Günü'ne, melekler, vahye ve Peygamberlere inanan, servetini -kendisi için ne kadar kıymetli olsa da- akrabasına, yetimlere, ihtiyaç sahiplerine, yolculara, (yardım) isteyenlere ve insanları kölelikten kurtarmaya harcayan; namazında devamlı ve dikkatli olan ve arındırıcı (malî) yükümlülüğünü ifa eden kişidir; ve (gerçek erdem sahipleri) söz verdiklerinde sözünü tutan, felaket, zorluk ve sıkıntı anlarında sabredenlerdir. İşte onlardır sadakatlerini gösterenler ve işte onlardır Allah'a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar.
(Bakara-177)
Kur'an'da zikredilmeyen Kadere iman mevzuu hadisler ile Altıya çıkarılır bu sıralama ise şöyle izah edilmiştir. Allah’a Ahiret gününe, Meleklere, Kitaplara, Peygamberlere ve Kadere-Hayrıyla ve Şerri ile Allah'tan olduğuna-İman etmek, hayrı ve şerriyle, acısıyla tatlısıyla, zararlısı ve faydalısı ile gibi ifadeler kadere iman için kullanılır.
Hadislerden bir örnek:
''Kişi hayrıyla ve şerriyle kadere iman etmedikçe mümin sayılmaz''
(Ahmet B Hanbel Müsned) www.medineweb.net
__________________ “...Kendinizi satmayınız. Hür, özgür insanlar olunuz, kendini satan satıcılardan olmayınız” İmam HÜSEYİN (a.s) |