Tekil Mesaj gösterimi
Alt 09 Temmuz 2012, 17:26   Mesaj No:2

enderhafızım

Medineweb Emekdarı
enderhafızım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:enderhafızım isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5879
Üyelik T.: 28 Aralık 2008
Arkadaşları:32
Cinsiyet:Bay
Memleket:İst
Yaş:39
Mesaj: 3.169
Konular: 1383
Beğenildi:176
Beğendi:17
Takdirleri:216
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
evtx Cevap: Hz. Peygamberden Anne ve Babaya 50 Nasihat

1.NASİHAT

İmanınızı hayırlı, güzel amellerle dış dünyaya aksettiriniz.


Süfyan İbn Abdullah es-Sekafî(ra) anlatıyor:

"Ya Rasûlallah! Bana İslâm hakkında öyle bir söz söyle ki senden sonra bu konuda hiç kimseye bir şey sorma ihtiyacı duymayayım," dedim.

Şöyle buyurdu: "Allah a iman ettim, de, sonra da dosdoğru ol!"[1]

Birkaç kelimeden meydana gelen bu kısacık cümle çok şey anlatan bir cümledir. Dev bir ağacı içinde taşıyan küçücük çekirdek gibidir. Gönülden iman, sonra dosdoğru bir hayat. Konuşurken, ticarette, adâlette, dostlar arasındaki münasebette, ilimle amelde, edeb ve terbiyede, ibadette, âile yuvasında… Kısaca hayatın bütününde dosdoğru olmak.

Bu bir hayat düsturu, Rabbimizin bizden istediklerinin özü.

Doğruluk, imanın söz ve amellerle dış dünyaya aksedişi.

Rabbimiz bu aksedişi bizden istiyor. Bunu ifade eden nice âyet-i kerîmeler ve hadis-i şerifler vardır:

Zikr-i Hakim de mü minlere verilen şu müjdeye dikkat ediniz:

“İman eden ve salih amel işleyenleri altlarından ırmaklar akan cennet bahçeleri ile müjdele! Cennet meyvelerinden her biri kendilerine rızık olarak verildikçe; -Daha önce de dünyada bununla rızıklanmıştık, derler. Kendilerine bahşedilen bu rızıklar dünyadaki meyvelere benzer olarak kendilerine sunulur.” (Bakara 2/ 25)

Bu âyet-i kerîmede dikkat çekmek istediğimiz Cennet bahçeleri ve meyvelerinden ziyade bu nimetleri hak edenlerin imanlarını salih amellerinin takip edişidir.

Zikr-i Hakîm de ne zaman iman zikredilse arkasından bu imanı dışarıya aksettiren güzel, salih amellere vurgu yapılır. Bunun misallerinden biri de zikredilen âyet-i kerîmedir. Bunun daha nice örnekleri vardır.

Kur an-ı Kerim de mü min tarif edilirken; "O, Allah a iman edendir" diye tarif edilmiyor. Allah a imanının dış dünyaya aksedişine vurgular yapıyor, misaller sergiliyor. Enfâl Sûresinin 3. âyetinde mü min şöyle tarif ediliyor:

“Mü’minler o kimselerdir ki; Allah’ın ism-i celâli anılınca kalpleri sevgi ve haşyetle ürperir, kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğunda onu kabul edip, emir ve yasaklarını yerine getirerek hayatlarına yansıtır, imanlarına iman katarlar. Onlar Rabb’lerine gerçekten güvenip dayanan, tevekkül eden kimselerdir.”

Mü minûn Sûresi nin ilk âyet-i kerîmelerinde mü minlerin vasıfları sayılıyor. Namazlarını huşû içinde kılışları, lüzumsuz, manasız, boş sözlerden uzak duruşları, zekatı hakkıyla verişleri, iffetlerini koruyuşları, kendilerine verilen emanetlere ve ahidlerine sadakatleri, namazlarını vakitlerinde ve erkanına uygun olarak eda edişleri dile getirildikten sonra Firdevs Bahçeleri ne varis olacak ve orada ebedî kalacak insanların böyle mü minler oldukları vurgulanır.[2] Bir başka ifadeyle imanın meyvelerinden örnekler sunulur. Kehf Sûresi nin 107 ve 108. âyetlerinde de şöyle buyruluyor:

"İman edip salih amel işleyenler için makam olarak Firdevs Bahçeleri vardır. Orada ebedî olarak kalıcıdırlar. Oradan hiç ayrılmak istemeyeceklerdir."

İmanın peşinden salih amellerin zikredilişi Kur ân-ı Kerim de daha birçok yerde önümüze çıkar ve bizlere ibret levhaları sunar. Bunların en dikkat çekicilerinden biri de şüphesiz Asr Sûresi nde yer alandır:

“Asra yemin olsun ki! İnsan gerçekten ziyan içindedir. Ancak iman edip hayırlı, güzel, salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, sabır ve sebatı tavsiye edenler bundan müstesnadır.”

İmanla salih ameli yanyana getiren bu âyet-i kerîmeler içlerinde taşıdıkları emirler ve irşadlar yanında için için bize bir şey daha emrediyor. İmanımız meyve vermeli, dış dünyaya güzel ameller olarak aksetmelidir. İman yolcusu böyle olur. Mümin gönüllerden dışarı akseden ameller bir araya gelince hayat daha güzel, dünya daha huzurlu ve emniyetli olacaktır.

Dışarıya aksetmeyen iman nasıl bir iman olabilir? Varsa neden varlığını belli etmiyor? Veya dış dünyaya kötü davranışlar aksediyor, dillerden kötü kelimeler dökülüyorsa bu nasıl bir imandır? Varlığı ve canlılığı ne kadar korunur?

Bir iman meyve vermiyor, güzel amellere dökülmüyorsa kime ne faydası var? İnsanlığa, cemiyete, âileye, çocuklara, bugüne ve gelecek nesillere ne katkısı olur? Güzel ameller olmadan ebedî saadet kazanılır mı?

Bunlar ve daha nice sorular zihinde birbirlerini takip eder. Hepsi üzerinde düşünmeye ve değerlendirilmeye muhtaç sorulardır. Üzerinde münakaşalar, münazaralar da yapılmıştır. Onlara girmeden özetle şunları söylüyoruz:

Amel imandan ayrıdır, ancak amel imanın meyvesi olduğunda, ondan kaynaklandığında değer kazanır. Ebedî saadet yoluna imanla girilir, o yolda amelle yürünür. İman amellerle çiçek açar, meyveler verir. Çiçekler ve meyveler hayatı güzelleştirir, besler canlandırır. Hayat mânâ kazanır, ölüm mânâ kazanır, geçmiş mânâ kazanır, gelecek mânâ kazanır.

Âile yuvalarımız, iman nûrunun dışa aksedişine, güzelliklere güzellik katışına en çok ihtiyaç duyulan ve en layık yerlerdendir. Bunda ihmalkâr olmayınız.

Yuvalarınız iman meyvelerinizle gıdalanır, saadetle dolar. Hak, hukuk onunla yerli yerini bulur, emniyet ve huzur gönüllerde taht kurar. Ve güzel ameller hiçbir zaman zayi olmaz. Çünkü din gününün sahibi, herşeye kadir olan Rabbimiz öyle buyuruyor:

“İman edip salih amel işleyenler bilmelidirler ki, biz güzel ameller işleyenlerin ecrini zâyi etmeyiz.” (Kehf – 18/ 30)

* * *

__________________________________________________ _________

[1] Sahih-i Müslim, İman (1/ 65)

[2] Bak: Mü minûn Sûresi (23) Âyet : 1-11







2. Nasihat

Yuvanızı karşılıklı sevgi, rahmet ve şefkat temelleri üzerine kurunuz. Yuvanızdan sevgi ve rahmeti eksik etmeyiniz.


Abdullah İbn Amr İbn Âs(ra) rivayet ediyor: Rasûlullah(sav) buyurdu ki:

"Rahmân olan Allah, merhamet edenlere merhamet eder. Yeryüzündekilere merhamet edin ki, gökyüzündeki de size merhamet etsin."[1]

Merhamet yeri ve yönü doğru olduğunda her zaman güzeldir. Âile içinde daha da güzeldir. Sevgiyle yoğrulduğunda çok daha güzeldir. Hatta yuvaların temel taşıdır. Şu âyet-i kerîmeyi dikkatle okuyunuz ve bizlere ne emrettiği, bizleri neye irşad ettiği üzerinde tefekkür ediniz:

“Kaynaşıp huzur duymanız için size kendi cinsinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet geliştirmesi onun varlığı ve yüceliğinin delillerindendir. Doğrusu bunda düşünen, tefekkür eden bir topluluk için gerçekten ibret vardır.” (Rum, 30/ 21)

Yuvaların kuruluşuna dikkat ediniz. Kısa bir zaman dilimi önce birbirini hiç tanımayan nice kadın ve erkek, gün gelir bir vesileyle tanışır, giderek birbirleriyle kaynaşır ve yeni bir yuva kurarlar. Hayatın geri kalan basamaklarını birlikte tırmanmaya başlar, böylece birbirlerine en yakın iki insan haline gelirler. Acıda tatlıda, varlık ve yoklukta berâber olmaya azmederler. Sırlarını birbirlerine açar, dertleşir, zorlukları aşmak için dayanışırlar; ileriye yönelik hayaller kurarlar. Birbirlerinde huzur bulurlar. Aralarında sevgi ve rahmet oluşur. Onlar artık bir âile olmuşlardır. Onların sayesinde önceki âileleri kenetlenir, kaynaşır. Âilenin uzakta kalan fertleri zamanla birbirini tanır, kaynaşır. Önlerinde yeni bir dünya, yeni ufuklar açılır. Yeni dost halkaları meydana gelir.

Hem kadın hem de erkek, kendi kardeşleri, anne, baba ve yakınları yanında davranamayacağı kadar rahat davranabilir, onlara karşı açılamayan perdeler açılır, sırlar, hayaller, ümitler paylaşılır.

Anne-baba, kardeş-akraba bağlarının kıymeti oldukça büyüktür ve bu bağlar, üzerinde meşru ölçüler içinde titizlik gösterilmesi gereken bağlardır. Ancak evlilik ve yuva bağı, diğerlerinden çok başka, daha değişik bir bağdır.

Diğer bir ifâde ile; "evlilikle bir erkeğe en yakın varlık kadın,, bir kadına en yakın varlık da erkek olur." Onlar birbirlerinin hasmı değil, hayatta birbirlerini bütünleyicidirler.

Kadın ve erkeğin her birine tek tek yaşama imkânı verilmiştir ama gerçek saadet, bütünlüktedir. Yaratılış böyledir ve böyle olması gerekir. Rabbimiz;

“Ey İnsanlar! Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık. Birbirinizle tanışmanız, kaynaşmanız, belirgin niteliklerle bilinmeniz için sizleri kavimlere, kabilelere ayırdık. Şüphesiz Allah katında en değerli olanınız, en takvâlı olanınızdır.

Elbette ki Allah her şeyi bütün yönleri ve incelikleriyle bilir ve her şeyden haberdardır."(Hucurât 49/ 13) buyuruyor.

Bu gerçek bütün yönleriyle idrak edilmeli, güzellik ve değer takvâda aranmalı, kalplerin takvâ duyguları ile dolu olması için gayret gösterilmelidir.

Âyet-i kerîme "aranızda sevgi ve merhamet geliştirmesi" ifadesiyle dikkatlerimizi bir yuvanın temelinin meveddet ve rahmet olması gerektiğine çekiyor. Meveddet karşılıklı sevgi demektir. Rahmet ise, bilindiği gibi şefkat, acıma duygusu, merhamet demektir. Haksızlığa, zulme uğratmama ve zulme rıza göstermeme şuurudur.

Hayatın inişleri ve çıkışları, acı ve tatlıları, sevinçleri, kederleri, öfkeleri, hüzünleri, varlık anları, yokluk anları vardır. Hayatın seyri içinde işlenen hatalar da vardır. Doğru yapıldığı zannedilip de sonradan ciddî bir hata olduğu anlaşılanlar da vardır. Bir yuva içinde bütün bunlar yaşanabilir, her bir yuva bu merhalelerden geçebilir. Yaşanan bütün fırtınalardan, depremlerden, girilen bütün girdaplardan yuvayı kurtaracak olan temelinin meveddet ve rahmet üzerine sağlam bir şekilde kurulu olmasıdır.

Gönül inceliği, zarafeti gerçek bir nimettir; kaybı da büyük bir kayıptır. Allah Rasûlü(sav) bunu şöyle vurgular:

“Kim, incelik, edep ve terbiyeden mahrum edilmişse, o kişi bütün hayırdan mahrum edilmiştir.” [2]

Eşlerden her biri, kendi üzerine düşeni yerine getirmeye gayret ettiği gibi, yaşanılan dünyanın her zaman güllük gülistanlık olmadığını, rüzgarın her zaman istenilen taraftan esmediğini bilmeli, sıkıntılı, acılı, gergin anların, varlık ve yokluk zamanlarının olduğunu fark etmeli, zaman zaman kendini eşinin yerine koyarak yaşanılanları onun açısından da değerlendirmelidir. Gergin ve sıkıntılı anlarında eşinin üstüne gitmemeli, rahatlatıcı tavır ve sözler sergilemeli, toplanan bulutları, şimşekleri yavaş yavaş dağıtmasını bilmelidir. Ortalık rahatlayınca, gerginliğin sebebi sorulmalı, öğrenilince de ortadan kaldırılması veya sabır ve tahammülle karşılanması konusunda yardımlaşılmalıdır.

Sevgi ve rahmet, karşılıklı hukukun korunma kaynağıdır. İşlenecek hataları af edici olabilmek gönülde güzel duygular canlandırır. Af edene olgunluk verir, af edilene sevgi ve hürmet aşılar. Yuvanın devamı ve saadeti için bunlar gerçekten lüzumludur.

Sevgi ve rahmet, karşılıklı fedakârlıkların, kalp kazanıcı, gönül alıcı davranışların da kaynağıdır. Yuvalar bunlarla çiçek açar, bunlarla yeni baharlar yaşar. Bunlarla gelecek günlere güvenle bakar, bunlarla ümitlerine ümit ekler. Hayat ırmağının şırıltıları böyle olunca daha güzel, çiçekler arasından ummana yol alışı daha şirindir…

***

__________________________________________________ ________________

[1] Sünen-i Ebu Davud, Edeb (5/ 231), Sünen-i Tirmizî, Birr ve Sıla (4/ 323-324) .

[2] Sahih-i Müslim, Birr ve Sıla (4/ 2003), Sünen -i Ebu Davud, Edeb (5/157).






3. Nasihat

Yuvanızı İslâm nûruyla aydınlatınız.


Ebu Musa(ra) rivâyet ediyor. Allah Rasûlü(sav) buyuruyor ki:

“İçinde Allah’ın anıldığı bir ev ile, Allah’ın anılmadığı bir ev arasındaki fark, ölü ile canlı arasındaki fark gibidir.” [1]

Hadis-i şerif, ayrı bir izaha ihtiyaç duyurmayacak kadar açık ve nettir. Kulaklarını Allah Rasûlü nün buyruklarına, tefekkür ufuklarını irşadlarına kapamayanlara evlerimizle ilgili çok şey ifade eder.

Evlerimiz Allah ın ism-i celâlinin anıldığı, Kur ân tilavetiyle dolu, namazla nurlanan evlerden olmalıdır.

Allah Rasûlü(sav); “Namazlarınızdan bir kısmını evinizde kılınız. Onları kabirlere çevirmeyiniz,” [2] buyuruyor.

Burada “namazlarınız” buyurulurken kastedilen sünnet ve diğer nafile namazlardır. Farz namazın cemaatle kılınmasının fazîletinde şüphe yoktur.

Allah Rasûlü nün(sav) nafile namazların evde kılınmasını tavsiye edişini ve mü’minlerin yuvalarının bu namazlarla canlılık kazanacağına, aydınlanacağına dikkat çekişini Câbir’den(ra) gelen bir hadis-i şerif daha açık olarak ifade eder:

“Sizden biri, camide namazını kıldıktan sonra, namazından bazılarını da evinin nasibi olarak ayırsın. Allah bu namaz sebebiyle evinde hayırlar lütfeder.” [3]

Hanımların evlerinde, evlerinin Allah a ibadet için ayırdıkları köşeciğinde kılacakları namaz dışarıda kılacakları namazdan daha hayırlıdır. Bu hadis-i şerifle sabittir.[4]

Annelerin dindar olması çocuklar üzerinde daha derin tesir bırakır. Evlerin birinci derecede İslâm nûruyla aydınlanmasına vesile olan da daha çok annelerdir.

Çocukların namazı sevmesi, ibadete alışması konusunda kararlılık sergilemesi gereken her ne kadar baba olsa da, onlarla daha yakın ilgi kuran ve onları namaza teşvikte başarılı ve sabırlı olan annedir. Bu son derece kıymetli bir vazifedir. Anneler bu ecri elde etmeye, yavrularının gönüllerine ibadet sevgisi aşılamaya azimli olmalıdırlar.

Evler ibadetle canlanmalıdır. Akşam vakti evlerimizin üzerine giderek koyulaşan perdelerini indirirken, sabahın seher vaktinde yeni bir günün tazeliği hissedilirken tilâvet edilen Kur ân-ı Kerim ile…

İslâmî sohbetlerle, Mevlâ yı zikredişle, ilim müzakereleriyle, akraba ve dostlarla bir araya gelişi takip eden hayırlı adımlarla hayat bulmalıdır.

Akıp giden boş vakitler, birbirini takip eden faydasız, manasız sözler, zararlı dedi-kodular, Rahman ın öfkesini çekecek, İblisi memnun edecek filler, tavırlar, seviyesiz, bayağı veya çılgınca davranışlar, vurdumduymazlık ifade eden tembellikler yuvaların bugününü ve yarınını karartır.

Evlerin kalbi güzel duygularla atmalı, güzel niyetlerle dolmalı, bugün de, yarın da, çocuk iken de, genç ve yaşlı iken de, ebedî hayat için de gerçek saadet yuvası olmalıdır.

* * *

__________________________________________________ _________

[1] Sahih-i Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn ( 1/ 539).

[2] Sahih-i Buhârî, Salât (Şerhi Umdetü l-Kârî ile 3/ 447), Sahih-i Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn (1/ 538-539).



[] Sahih-i Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn ( 1/ 539).

[] Sünen-i Ebî Davûd, Salât (1/ 382, 383). Hadisin isnadı hasendir.






4. Nasihat

Âile çevrenizi sadık ve salih insanlarla donatınız.


Allah Rasûlü nün(sav) vurguladığı şu inceliğe dikkat ediniz: "Sizin en hayırlılarınız, görüldüğü zaman Allah’ın hatırlandığı kimselerdir.”

Bu hadis-i şerifi Esmâ Bint Yezid(ra) "Rasûlullah tan duydum ki," diyerek rivâyet eder ve öncesinde Allah Rasûlü nün sahabelerin dikkatlerini çekmek için onlara; "Size en hayırlılarınızı haber vereyim mi? sorusunu yönelttiğini nakleder.[1]

Evet, hakiki dost, onu görünce sizde hayırlı duyguların uyandığı, Allah ın hatırlandığı, akla güzel şeylerin geldiği, gönüllerde güzel şeyler yapma azminin canlandığı dosttur. Yanında huzur bulduğunuz, sizi hayra, doğruya çağırdığına, sizin ve âileniz için hayır düşündüğüne inandığınız dosttur.

Bir geminin fırtınalı havalarda emniyet ve huzur duyacağı limanlara ihtiyacı olduğu gibi hepimizin hayırlı dostlara, sadık insanlara, bizim, yuvamızın hayrını isteyen kardeşlere ihtiyaç vardır. Onların bize dost olduğu kadar biz de onlara, onların bizim hayrımızı, güzel günlerimizi istediği kadar biz de onların hayrını, güzel günlerini istemeliyiz. Bu kenetleniş bize güç kazandıracaktır. Âilemizin çevremizde dolaşan zararlılara karşı direncini artıracaktır.

Sâlih ve sadık dostlarla beraber olmak aynı zamanda bir emr-i ilâhîdir. O; “Ey Îman edenler! Allah’a takvâ ile dolu olun ve sâdıklarla birlikte olun.” (Tevbe, 9/ 119) buyurur. Bu emir açık ve net bir emirdir.

Dostlar bir araya gelince güven hissetmeli, hayırlı yolda birbiriyle yardımlaşmalı, şerden uzak durmak ve korunmak için el ele vermelidir.

Rabbimizin; “Birr (güzel hasletler ve hayırlı işlerde) ve takvâda yardımlaşınız, birbirinize destek ve yol gösterici olunuz, omuz omuza veriniz, hayra vesile olunuz. Kötülüklerde, günah yollarında ve düşmanlıkta yardımlaşmayın, birbirinize destek olmayın.” (Mâide, 4/ 2) buyruğunu unutmayınız.

Bazen farklı bakış ve değerlendirişlere ihtiyaç vardır. Bizim kalbimize doğup da söyleyemediklerimizi, dostlarımız, arkadaşlarımız daha iyi ifade edebilir, daha tarafsız, daha saf duygularla dile getirebilirler. Bazen istişarelerine, bazen hakemliklerine, bazen vekilliklerine ihtiyaç duyarız. Onlar da bize… Bazen onların sadece yanımızda olduklarını görmek bile bize huzur verir.

İyi bir dost dünya mallarıyla kıyaslanamayacak kadar kıymetlidir. İyi dost bulmanın en iyi yolu da iyi bir dost olmaktan geçer, bu gerçek unutulmamalıdır.

__________________________________________________ _____________

[1] Sünen-i İbni Mâce, Zühd (2/ 1379). Zevâid de isnadının "hasen" olduğu zikredilir.






5. Nasihat

Kendinizi ve ailenizi ateşten ve hüsrandan koruyunuz.


Huzeyfe İbn Yemân(ra) Hz Ömer in de olduğu bir mecliste Allah Rasûlü nün şöyle buyurduğunu rivâyet ediyor:

"Bir kimseyi gerçekten sarsacak imtihan, âilesi, malı, çocuğu ve komşusuyla ilgili olarak yaşayacağı imtihanlardır. Bu imtihanlarda işleyeceği hatalara oruç, namaz, sadaka ve emri bi l-ma rûf nehyi ani l-münker keffaret olur." [1]

Bir insanın âilesi, gerçek bir imtihan meydanıdır. Bu imtihanda insan çok şeyler de kazanabilir, çok şeyler de kaybedebilir. Fitne kelimesi de daha çok kaybetme ihtimali olan imtihanlar için kullanılır.

Allah Rasûlü(sav) bu hadisiyle zorlu bir imtihan alanına dikkat çektiği gibi, imtaihanda işlenebilecek hataları telafi edebilecek, onları örtebilecek, silebilecek amellere de dikkat çekmiştir. Bu amellerin her biri kişiyi olunlaştıracak, şahsiyetini güçlendirecek, cemiyete faydalar getirecek amellerdir. İnsan kendisini de, içinde yaşadığı âilesini de korumak zorundadır, cemiyetle hayra doğru adım atmak için azim ve gayret içinde olmalıdır.

Zikr-i Hakîm de; “Ey iman edenler kendinizi ve âilenizi Cehennem ateşinden koruyun…” (Tahrim, 66/ 6) buyrulur. Bu, üzerinde derin derin düşünülmesi gereken bir ikaz, bir buyruktur.

Bizlere yaratılış güzelliği ve sayısız nimet bahşedilmiştir. Bizden istenen, bizi yaratanı ve sonsuz nimetlerle donatanı tanımak, hayatı onun huzuruna çıkıp hesabını verecek şekilde ve şuurda yaşamaktır. Bu şuurda yaşanınca dünya hayatı da güzeldir, emniyetlidir, huzurludur. Dolayısıyla Rabbimiz bizden iki cihan saadetini elde edecek güzellikte ve dürüstlükte bir hayat seyri istemektedir.

Zikr-i Hakîm’de cennet ehlinin cennetteki hali tasvir edilirken gönüllere ümit ve sürur veren bir inceliğe dikkat çekilir ve şöyle buyrulur: “İman edenler ve gönüllerinde iman nuru taşıyarak onların yolundan yürüyen nesilleri var ya, işte biz onların zürriyetinden gelen bu insanları da onlara katarız. Onların amellerinden de hiçbir şey eksiltmeyiz. Her insan, kazandıkları karşılığı rehindir.” (Tûr, 52/ 21)

Bu âyet-i kerîmede, cennet nimetlerinin, mü’min gönüllerin kendi neslinden gelen ve gönlünde iman nûru taşıyan insanlarla bir araya gelmesiyle daha da kemal bulacağı, bununla sevince sevinç, coşkuya coşku katılacağı dile getirilir.

Ayrıca hayırlı bir neslin, asırlar sonra da İslâma gönül vererek, hizmet ederek hak yolda yürümeye devamı için anne ve babaların zemin hazırlamasına teşvik vardır…

Bu onların ecirlerini çoğaltacak, âilesiyle cennette buluşma saadeti yaşatacaktır. Bu farklı bir nimettir. Dünya hayatında gerçek saadet nasıl âile ve dostlarla elde edilirse, ebedî alemde de bir araya geliş, aynı lütfa eriş saadete saadet ekleyecektir.

Eşya zıddıyla daha iyi tanınır. Hüsran, kazancın zıddıdır. Şu âyet-i kerîme de aynı mânâyı diğer bir açıdan tamamlamakta, vurgulamak istediğimiz manânın daha iyi anlaşılmasına yardımcı olmaktadır:

“De ki: Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini hem de âilelerini hüsrana sürüklemiş olanlardır. Bilesiniz ki kesin, açık ve net hüsran işte bu hüsrandır.” (Zümer, 39/ 15)

Evet, gerçek saadet, cennette bir insanın âilesi ve gelecek nesillerle bir araya gelişiyle kemal bulduğu gibi, insanı binlerce kere kahretmesi, pişmanlıkla kıvrandırması gereken zarar ve hüsran da kişinin âilesiyle ile birlikte hüsrana sürüklenişi, ebedî azabın pençesinde birlikte kıvranışıdır. "Paylaşılan sevinçler çoğalır, acılar azalır" denilir; ancak ebedî hayattaki acıyı paylaşma, azabın tesirini azaltmayan, aksine çoğaltan, katlayan bir paylaşmadır. Bu beraberlik sevinç hissettirmeyen bir beraberliktir.

Âilenin ve gelecek nesillerin hüsranına ve sonunda azaba sürüklenişine zemin hazırlayanın acı ve ızdırabı şüphesiz daha dehşetli olacaktır.

Bilinen bir gerçeği tekrar hatırlatıyoruz: Dünya hayatından sonraki pişmanlık faydasız bir pişmanlıktır.

* * *

__________________________________________________ __________________

[1] Sahih-i Buhârî, Mevakîtü s-Salât (4/ 149), Sahih-i Müslim, Fiten (4/ 2218).
Alıntı ile Cevapla