Tekil Mesaj gösterimi
Alt 09 Temmuz 2012, 17:41   Mesaj No:4

enderhafızım

Medineweb Emekdarı
enderhafızım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:enderhafızım isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5879
Üyelik T.: 28 Aralık 2008
Arkadaşları:32
Cinsiyet:Bay
Memleket:İst
Yaş:39
Mesaj: 3.169
Konular: 1383
Beğenildi:176
Beğendi:17
Takdirleri:216
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
evtx Cevap: Hz. Peygamberden Anne ve Babaya 50 Nasihat

11. Nasihat

Çocuklarınızı seviniz ve onlara sevginizi belli ediniz.


Abdullah İbn Ömer(ra), Rasûlullah’ın(sav) Hasan ve Hüseyin için; “Bunlar benim dünya reyhanlarım!”dediğini nakleder [1] Bu onlara duyulan sevginin dışa akseden ifadesidir.

Allah Rasûlü nün fiiliyle de bütünleşen başka bir hatırasını paylaşıyoruz: Ya’lâ İbn Mürra(ra) Allah Rasûlü(sav) ile birlikte bir yemek davetine katılmak için yola çıktıklarını anlatıyor ve şöyle devam ediyor:

"Sokakta oynayan Hüseyin ile karşılaştık. Allah Rasûlü(sav) çevresinden yer alan sahâbelerin arasından öne çıktı. İki kolunu yana açmıştı. Çocuk oradan oraya kaçmaya başladı. Allah Rasûlü(sav) onu yakalayıncaya kadar kovalayıp güldürdü. Sonunda yakaladı. Kolunun birini çenesinin altından geçirerek, diğerini ensesine attırarak kendini kucaklattırdı, öptü ve;

“Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin’den. Hüseyin’i seveni Allah da sevsin. Hüseyin, torunlardan güzel bir torundur,”[2] buyurdu.

Efendimiz in çocuklara duyduğu sevgi ve bu sevgiyi gayet tabiî bir şekilde davranışlarına dökmesi ve ifadesi bir çok kaynakta, farklı hatıralarla da yer alır. Çocukların da ona olan düşkünlüğü ve sevgisi ayrıca incelenmeye ve üzerinde durmaya değerdir. Onun yanında yetişen Zeyd İbn Harise(ra) onu bırakıp yıllarca hasretini çeken anne ve babasının yanına bile gitmemiştir. Enes(ra) ondan gördüğü muâmeleyi ve yakınlığı her fırsatta dile getirmiş ve sonraki nesillere anlatmıştır.

Çocuklar yaratılıştan sevimlidir, sevgi ve şefkat çekicidir. Masum ve içten bakışları, yumuk elleri, gülen gözleri, yüzlerindeki safiyet, sevgi ve ilgiye ihtiyaçları olduğunu sergileyen davranışları, gülücükler yağdırıp kaçışları, gelip kendisini kucağınıza atışları ve daha niceleri bu sevimliliğin birer parçalarıdır.

Çocuğun sevgiye ihtiyacı olduğu gibi büyüklerin de sevgi ve şefkat duygularını canlı tutmaya ihtiyaçları vardır. Sevgi damarlarının giderek kurumaması, duyguların paslanmaması, kalplerin katılaşmaması son derece lüzumludur.

Yanlış adetler, doğru değerlerin yerini almamalıdır. Allah Rasûlü(sav) büyüklerimize hürmet, küçüklerimize rahmet ve şefkat göstermemizi emrediyor ve böyle yapmanın İslâmın bir şiârı olduğunu vurguluyor. Büyüklere hürmet, küçüklere şefkat duymayanın bizden olmadığını haber veriyor. Onun bu ifade şekli, bizlere bu konuda ne kadar titiz olduğunu, ümmetinden nasıl bir şuur arzu ettiğini gösteriyor.

Şefkat, sevgi ile merhamet duygularının yoğrulmuş şeklidir.

Bazı bölgelerimizde oldukça yaygın olan bir adet vardır. Çocuğun dedesinin bulunduğu mecliste anne ve babaların çocuklarını sevmelerinin, hatta kucaklamalarının ayıp ve kusur sayılışı. Bunun birçok kişi tarafından da tasdik görüşü, edep ve terbiye inceliği olarak dile getirilişi, meziyet olarak söylenişi de bu anlayışa güç kazandırmaktadır.

Evet, bir insanın çocuğunu kendi babasının yanında aşırı tavırlarla sevişi bir dikkatsizliktir. Hatta başkalarının yanında haddi aşan bir üslupla sevişi de böyledir. Ancak bir anne ve babanın çocuğundan uzak duruşu, kucağına sığınmak isteyen bir çocuğu itişi de, kollarını açıp onlara koşan çocuğunu hayal kırıklığına uğratışı da kabalıktır, dikkatsizliktir, katı kalpliliktir, kuruluktur.

Her şeyde bir denge vardır. Duygular ve duyguların ifadesinde de denge olmalıdır.

Babaların, çocuklarının ve gelinlerinin sevgi ve şefkate muhtaç yavrulara kuru ve soğuk davranışlarda bulunmalarına, kendilerine saygı bahanesiyle onları itişlerine, kucak açmayışlarına, onları kucaklarına oturtmayışlarına sessiz kalmaları da duygusuzluktur. Bundan hoşlanmaları, "-Benim yanımda hiçbir çocuğunu kucaklamamış, sevmemiş, öpmemiştir," diyerek bu anlayışı ve davranışı övgü vesilesi etmeleri de şuursuzluktur.

Çocuklar sevgiye muhtaçtır, bu unutulmamalıdır. Büyükler de sevgiye muhtaçtır. Hatta onlar, küçüklerin sevgisine de muhtaçtırlar. İnsan ve her canlı sevgiye muhtaçtır. Dolayısıyla Allah ın kalbimize yerleştirdiği sevgi, şefkat ve merhameti ona muhtaç olandan esirgemek bir meziyet değildir.

Çocukların sevgi ve ilgiye olan ihtiyaçları büyüklerden şüphesiz daha fazladır. Sevgi onların şahsiyetlerine, düşünüş şekillerine, zekâlarının ve güven duygularının gelişmesine, bedenî ve ruhî sağlıklarına tesir eder.

Dikkat edilirse görülecektir ki, insanı en güzel fıtrat üzerine yaratan Rabbimiz, çocuğu da sevgiye, şefkate, yakınlık gösterilmeye, dikkatleri üzerine çekmeye uygun yaratmıştır.

Esasen her canlı yavrusu kendi çerçevesinde sevimlidir. Safiyane, enerji dolu, sevimli hareketleri ve davranış şekilleriyle hemen göze ve gönüllere hitap ederler. Bir kuzunun, bir tayın, bir kedi yavrusunun koşup oynayışlarını göz önüne getiriniz. Onların davranışları, büyüklerinin davranışlarından ne kadar farklıdır ve ne kadar dikkat çekicidir. İçten gelen bir ses sanki size “yakala ve sev” der. Fıtratta var olan saf duyguların değerini biliniz. Onları iradeli ve yerli yerinde kullanınız. Kirletmeyiniz, yaralamayınız, yanlış âdetlere boğdurtmayınız, yok etmeyiniz.

Sevginizi esirgemeyiniz, kendinize de, çocuklarınıza da zulmetmeyiniz, âile yuvanızı kasvetli bir dünya haline getirmeyiniz. Sevgiyle saadetinize saadet katınız...

***



__________________________________________________

[1] Sahih-i Buharî, Fedâil(13/ 318), Edeb (18/ 135).

[2] Sünen-i İbn Mâce, Mukaddime (1/ 51). Zevâid’de hadias için; “İsnadı hasen, râvîleri güvenilir râvîlerdir,” denilir.






12. Nasihat

Çocuklarınızı güzel ahlâkla yetiştiriniz, onları şımartmayınız.


Allah Rasûlü(sav); “Çocuklarınıza değer verin, onlara ikramda bulunun, onların terbiyelerini güzel yapın!” buyurur. (1)

Her insan çocuğuna, kendi çocuğu olması hasebiyle değer verir, vermelidir. Hadisteki değer vermeden murat, daha çok çocukların duygularına, düşüncelerine, sözlerine, şahsiyetlerine değer vermek ve bunu kendilerine hissettirmek, onları güzel hasletlerle donatarak her selim fıtratlı insanın takdir edeceği bir şahsiyet haline getirmektir. Terbiyelerine dikkat etmek, onları İslâm edeb ve terbiyesiyle yetiştirmek, onları hem kendilerine, hem âilelerine, hem ülkelerine, hem de inandıkları dâvâya faydalı olacak, takdire değer hizmetler sunacak şekilde yetiştirmektir.

Bu onlara hem Rabbimiz katında hem de insanların gözünde değer kazandıracaktır. Bir anne ve babanın çocuğuna yapacağı en büyük iyiliklerden biri de şüphesiz bu olsa gerektir.

Allah Rasûlü(sav) Ebu’d-Derdâ’dan gelen bir hadiste de şöyle buyurur: “Kıyamet gününde mü’min kulun mizanında güzel ahlâktan daha ağır bir şey yoktur. Allah, rezil, çirkef, çirkin ve kaba tavırlı insanları sevmez.” (2)

Âişe Vâlidemizden rivayet edilen bir hadis-i şerifte de; "Bir mü min güzel ahlâkıyla, namaz ve oruca tutkun olup devamlı ibadet eden insanların derecesine ulaşır," (3) buyurur.

Bunun sebebi ahlâkın bütün hayatımızı kuşatışı, hayatımızın her anında var oluşudur. İbadetler ise belli bir zaman dilimi ile çerçevelidir. Güzel ahlâk hayatın her adımında onu taşıyan kişinin vasfı olarak bulunur ve o kişiye ecir kazandırmaya devam eder.

Çocuğumuza gerçek mânâda değer veriyor, hem insanlar hem de Allah katında değerli olmasını istiyorsak ona güzel ahlâk kazandırmalı, bunun için titizlik göstermeli, emek sarf etmeliyiz. Kendi ahlâkımız güzel olmadan onların ahlâkının güzel olabileceğini düşünme hatasına düşmemeliyiz. İstisnalar yok demek değildir, ancak asılın ne olduğunu bilmeliyiz.

Her gün, -belki bir kaç kere- aynaya bakıp dış görünüşümüze çeki düzen veriyoruz. Hiç davranışlarımıza, edep ve terbiyemize, konuşma üslubumuza, duygu ve düşüncelerimizi dış dünyaya aksettiriş tarzlarımıza; bizi gören, bizimle komşuluk, arkadaşlık, iş arkadaşlığı yapan, yolculuk eden, bizimle alış-verişte bulunan, sohbet eden insanların gözüyle kendimize bakıyor, gördüğümüz hataları düzeltiyor, kendimize çeki düzen veriyor muyuz?

Ahlâkî görünümümüzün, iç dünyamızın dış dünyaya aksedişinin güzelliği, kılık kıyafetimizin güzelliği, uyumluluğu kadar değer taşımıyor, bizi ilgilendirmiyor mu!?

Güzel görünmek için pahalı, markalı elbiseler alan, ceketin, pantolonun, gömleğin, ayakkabılarla, çorapların, elbiselerle kravatın birbiriyle renk ve şekil uyumuna kadar dikkat eden insanları görüyoruz.

Hanımlarda elbiselerin, renk ve model uyumu yetmiyor, ziynetler de ekleniyor, özene bezene giyiniliyor, takınılıyor…

Saçlar taranıyor, elbisenin kıvrık yerleri, inik kalkık yanları düzeltiliyor. Yandan, önden bakışlarla ayna karşısında dakikalar harcanıyor… Kısaca güzel görünülmeye çalışılıyor, çirkin görünüşler engelleniliyor. Ancak kaba, edep dışı veya çiğ bir sözün, bencil, yersiz veya hafif bir davranışın ne kadar çirkin olduğu aynı dikkatle takip ediliyor mu?.. İsterseniz soruyu şöyle soralım: Kaba veya edep dışı bir söz ve davranışın, yersiz veya hafif bir hareketin verdiği çirkin görüntü, ceketin yakasının kalkık, saçlardan bir bölümünün dağınık olmasından, çorabın renginin elbiseye uymamasından daha mı azdır?!. Elbisesi güzel olanın çirkin davranışına dikkat edilmez mi? Güzel görünen ve markalı bir kravat, kabalığı, bencilliği, sinsiliği, hilekârlığı, düzenbazlığı, kibir ve gururu örter mi? Yüksek topuklu bir ayakkabı, boyunuzu yüksek gösterdiği gibi, edep ve terbiyenizi, insanî değerlerinizi de yüksek gösterir mi?.. Siz karşınızdaki insanda hangisini görmek istersiniz?..

Bizi en güzel şekilde yaratan ve bize sayısız nimet bahşeden Rabbimiz bizi nasıl görmek istiyor!?

Tekrar düşününüz. Edep, terbiye, ahlâk dünyevî hiçbir malla kıyaslanmayacak kadar güzel ve değerlidirler. Aklı ve insafı olan herkes tarafından kabul edilen bu gerçek, zihinlerden asla uzak tutulmamalı ve kadri bilinmelidir.

Kalplerde yer eden imanın güzelliğine, nûruna inanıyorsak onun dış dünyaya güzel aksetmesinin lüzumuna da inanmalıyız. Güzel bir şeyin dışa çirkin aksetmesi abestir. Ya duygularımızda, ya da davranışlarımızda bir gariplik var demektir. Ancak sebebi ne olursa olsun dışa çirkin aksedişin, içteki imanı da yaralayacağı, hem sahibine, hem de içinde yaşadığı cemiyete, hem de temsil ettiği inanca, fikre, davaya zarar vereceği kesindir.

Elbette ki aynı şeyler çocuklarımız için de geçerlidir. Onları güzel ahlâkla yetiştiriniz, onlara izzet, şeref ve değer kazandırınız.

*

Şımarıklık güzel ahlâktan değildir. Bu hemen hemen her insanın bildiği bir gerçektir. Ancak birçok anne ve baba tarafından basite alındığı, çocukluğun gereği kabul edildiği, "benim çocuğum, biraz şımarma hakkına sahiptir" anlayışına sahip olunduğu veya çocuk karşısında çaresiz kalıp boş verildiği sıkça görülen hallerdendir.

Bu anlayış, davranış ve ihmaller çocuğunuzun geleceğine tesir edecektir. Belki sizinkine de. Sonradan acılar ve pişmanlıklar yaşamak istemiyorsak baştan tedbir almak zorundayız.

Çocukların doğruları bilme kadar, hataları bilme hakkı da vardır. Doğru ve yanlış terazinin iki zıt kefesidir. Doğruların ağır basmasını, çocuklarınızın, âilenizin değerinin yükselmesini istiyorsanız, diğer kefedeki yanlışları boşaltmalısınız.

__________________________________________________ _________________

(1) Sünen-i İbn Mâce, Edeb (2/ 1211).

(2) Sünen-i Tirmizî, Birr ve Sıla (4/ 362), Tirmizî hadis için; “hasendir, sahihtir,” der. Hadisin ilk bölümü Sünen-i Ebu Davud da da nakledilir. Bak. Edeb (5/ 150).

. (3) Sünen-i Ebu Davud, Edeb (5/ 149). Hadisin isnadı sahihtir.








13. Nasihat

Yuvalarınıza girerken selâm veriniz ve çocuklarınızı da selâm vermeye alıştırınız.


Enes(ra) rivayet ediyor: “Rasûlullah(sav) Efendimiz bana şöyle buyurdular: “Yavrum! Âilenin yanına girdiğin zaman onlara selâm ver. Bu sana ve âilene bereket getirir.” [1]

Selâm, İslâm’ın şiârıdır, nîşânesidir. Müslümanların güzel duygularını özetleyen en güzel kelimelerden biridir. Bir yere girerken selâm verilir, bir yerden çıkarken selâm verilir, bir kişiyle, bir toplulukla karşılaşınca selâm verilir.O, sevginin, ve kaynaşmanın artmasına vesîledir.

Allah Rasûlü(sav); “Nefsim elinde olan Allah a yemin ederim ki, iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe gerçek mânâda iman etmiş olmazsınız. Yaptığınızda aranızdaki sevgiyi artıracak bir şeyi size işaret edeyim mi? Selâmı aranızda yayın,” [2] buyuruyor.

Mü’minlerin selâmlaşması, âyetle de sâbit bir emr-i ilâhîdir. Zikr-i Hakîm de şöyle buyurur:

“Size selâm verildiğinde, selâma size verilenden daha güzel bir şekilde mukabele edin veya aynı şekilde karşılık verin. Allah, her şeyi bütün incelikleri ile hesap edendir.” (Nisâ Sûresi 4/ 86)

Emr-i İlâhî’de birinci derecede istenen, şüphesiz selâma daha iyi bir şekilde karşılık verilmesidir. En azından aynı derecede güzellikle selâm verilmelidir. Melekler de Âdemin selâmına “rahmet” ekleyerek karşılık vermişlerdir. Onların mukabelesi selâmı güzel almanın bir örneğidir.

Müttefekun aleyh olan bir hadiste Allah Rasûlü(sav) Âdem(as) ile meleklerin selamlaşması ile ilgili olarak şöyle buyurur:

"Allah, Âdem’i yarattığında ona; oturmakta olan bir grup meleğin yanına varmasını ve onlara selâm vermesini emretti. Onların seni nasıl selâmladıklarını iyi dinle; bu senin ve zürriyetinin selâmıdır, buyurdu.

Âdem meleklere; Esselâmü Aleyküm! diyerek selâm verdi. Melekler; Esselâmü Aleyke ve Rahmetullah! diyerek ve onun selâmına Rahmetullah ı ekleyerek karşılık verdiler." [3]

O, hem Âdem’in, hem de zürriyetinin selâmıdır. Selâm, Âdem den günümüze kadar vardır.

Ancak daha iyi bir karşılık olarak istenen, sadece kelime fazlalığıyla daha güzel cevap verme olmasa gerektir. Çünkü bazen selâm veren insan size ekleyecek kelime bırakmadan söyleneceklerin hepsini sıralayabilir. Siz de en azından onun söyledikleriyle onun selâmını alır, aynı duâ ve niyazlarla karşılık vermiş olursunuz. Yine de bilinmelidir ki, selâma daima fazlasıyla karşılık verme imkanı vardır. Bu nasıl olur? diye sorulursa cevap açıktır. Daha içten,daha gönülden selâm alış ile. İçtenliğin, samimiyetin dile, ses tonuna aksedişiyle… Güler yüzle… Böyle yaparsanız selâmlaşmanın en büyük hedeflerinden biri olan sevgi artışına, kaynaşmaya vesile olursunuz. Bu gerçeği unutmayınız.

Bir dostunuzun evine vardığınızda veya herhangi bir eve girmek istediğinizde, ev halkına gelişinizi belli etmek, kendinizi tanıtmak ve giriş için izin istemek ve görünce onlara selâm vermek de bir emr-i ilâhîdir:

“Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, orada oturanlara geldiğinizi ve kim olduğunuzu belli etmeden, ev halkına selâm vermeden girmeyin. Bu sizin için daha hayırlıdır; herhalde bunu düşünür, değerlendirir ve anlarsınız.” (Nûr Sûresi, 24/ 27)

Selâm hem dost kapısını, hem de gönül kapısını açan bir anahtardır.

Kendi evinize girerken de selâm veriniz. Hatta içerde insan olmasa bile. Rabbimiz, Zikr-i Hakim’de şöyle buyurmaktadır:

“Evlere girdiğinizde, Allah katından mübarek ve güzel bir selâmlama ile birbirinize selâm verin.” (Nûr Sûresi, 24/ 61).

Âyet-i kerîmedeki ifade tam kelime karşılıkları ile meallendirilirse “birbirinize selâm verin” yerine “kendilerinize selâm verin” denmesi gerekir. Murat, “birbirinize selâm verin” olduğu için böyle meallendirme daha uygundur. Ancak âyet-i kerîmenin “kendilerinize selâm verin” ifadesinde dikkat edilecek bir incelik vardır: Rabbimiz, sanki bu vurguyla selâm verdiğimiz yakınlarımızı, mü’min kardeşlerimizi kendimizden bir parça saymamızı ve onları bu şuurla selâmlamamızı emrediyor. Bu üzerinde düşünülmesi gereken bir inceliktir.

Ayrıca kardeşimize vereceğimiz selâmın daha güzel bir şekilde bize geri döneceği, böylece kendimizin selâmlanmasına vesile olacağı da göz ardı edilmemelidir.

Her güzel davranış, her hayır, onu işleyen sahibine bir şekilde geri döner. Kötülük de öyledir.

Siz kardeşleriniz için güzel şeyler düşününüz, güzel şeyler yapınız. Bun kendiniz için de yapmış olacaksınız. Hep güzel şeyler düşünür, güzel şeyler yaparsanız, düşündükleriniz ve yaptıklarınız simanıza aksedecek, gönlünüzü ve ufkunuzu açacak, göz nurunuz olup yolunuzu aydınlatacak, ebedî dünyanızı güzelleştirecektir.

__________________________________________________ ___


[1] Sünen-i Tirmizî, İsti’zan (5/ 59, Hadis No: 2698).

[2] Sahih-i Müslim, İman (1/ 74), Sünen-i Ebu Davud, Edeb (5/ 378), Sünen-i Tirmizî, İsti zân (5/ 52).

[3] Sahih-i Buhârî, İsti zân(18/ 283), Sahih-i Müslim, Cennet (4/ 2183-2184).








14. Nasihat

Yuvanızın içinde güzel dil kullanınız.


Âişe Vâlidemizden gelen bir hadis-i şerifte de; “Mü’minlerin imanı en olgun olanı, ahlâkı güzel olan âilesine hoş muâmelede bulunan, onlara karşı sevgi ve şefkatle davranandır.” [1] buyurulur.

Bir çok kardeşimizin kendi âile yuvasındaki davranışlarının ve sözlerinin dışarıdakinden daha farklı, daha katı, daha hoşgörüsüz, kelimelerinin daha sert, daha insafsız olduğunu görüyoruz. Bu yolda şikâyetler alıyoruz. Bir konuyu başkalarına uzun uzadıya anlatırken ayni sabrı kendi âilelerine göstermedikleri vurgulanıyor, bazen de itiraf ediliyor.

Bunun doğru olmadığı her insaf sahibince bilinir. Bir adım geri çekilip kendi yuvasındaki davranışları değerlendiren bir insan bunların içinden yanlış olanlarını kolaylıkla yakalayabilir ve olgunluk derecesine göre kısa bir zaman diliminde değiştirebilir.

Doğru ve verimli olan da kişinin bu hataları kendisinin tesbit etmesi, iyi niyetli olması ve değiştirmesidir. Başkalarının ikazı acı gelir, gönülde burukluk bırakır, hatalı davranışları değiştirme konusunda isteği azaltır. Ancak kişinin kendi kendisini muhasebedeki kusuru veya ihmali bunu lüzumlu hale getirebilir. Acı olsa da bazen ilaç içmek zorunda kalınabilir.

Şu gerçeği unutmayınız: Sizin konuşmalarınız ve davranışlarınız, eşinize ve çocuklarınıza birkaç açıdan tesir eder.

Onların iç dünyalarında sevinç, saadet, coşku veya keder ve üzüntü uyandırabileceği gibi onları kötü kelimeler kullanmaya, hırçın tavırlara, kabalık ve küstahlığa da alıştırır. Ev içinde gerginlik rüzgârlarının esmesine ve yer etmesine sebep olur.

Bir çocuk yanında, çevresinde kullanılan kelimeleri öğrenir, onları duyduğu ses tonlarıyla, gördüğü el, yüz ve beden hareketleriyle birlikte alır. Hemen hemen her çocuk önce kendi doğup büyüdüğü beldenin şivesiyle konuşur, harfleri o beldenin teleffuzuyla şekillendirir, kelime ve cümleleri ona göre kurar.

O dikkatli bir alıcıdır. Dolayısıyla aile içinde kullandığınız kelimeler, yaptığınız davranışlar onun temel bilgilerini oluşturur. Siz isteseniz de istemeseniz de zihnine nakşedilir.

Ayrıca sizin eşinize yani çocuğunuzun annesine, diğer çocuklarınıza, babanıza, annenize, yakınlarınıza ve dostlarınıza davranışlarınız, telefondaki konuşmalarınız onlar tarafından hep kaydedilir ve ciddî oranda şahsiyet ve karakterlerine tesir eder.

Hanımların beylerine ve büyüklerine karşı kullandığı dilin ve tavrın çocuklar üzerindeki tesiri babalardan daha az değildir. Belki de daha derin, daha kalıcıdır.

Ne demek istediğimizi daha iyi anlamak istiyorsanız bir anne ve babanın dillerine geleni söyleyerek yaptıkları bir kavgayı çocuk gözüyle seyrediniz. Gözlerinin nasıl korkuyla baktığını, küçük yüreğinin nasıl endişeli attığını tasavvur ediniz. Bu anda onların neler hissedebileceğini, anne ve babasına nasıl duygular besleyeceğini zihninizde canlandırınız. Özellikle kavgalarda haksız buldukları tarafa hürmetlerinin nasıl yara alacağını hesap ediniz. Bunların sık sık yaşandığı bir eve duyacakları soğukluğu da. Gün gelip evden uzaklaşmaya başladıklarında, kaybettiklerini başka yerlerde arama arzularının ne gibi neticeler doğuracağını da.

Âile içinde saadet rüzgarlarının estiği, güzel kelimelerin, gülücüklerin dolaştığı anları seyredişini de gözünüzde canlandırınız. Onun neşesini ve gözlerindeki canlılığı, yanaklarındaki parlaklığı hayal ediniz. Bu anlardaki iç dünyasına inmeye çalışınız. Sonra da kendi kendinize kararlar veriniz. Çocuğunuzun hatırasında nelerin kalmasını, onun hangi duyguları taşımasını, yaşatmasını istiyorsunuz?.. Gönül dünyasının nelerle beslenmesini arzu ediyorsunuz?

Âile yuvanızda haddi aşmamak şartıyla konuşkan olunuz, konuşurken güzel kelimeler kullanınız ve kelimeleri düzgün telaffuz ediniz. Karşılıklı konuşmak hem duygu ve düşünceleriniz paylaşmanıza yardımcı olacaktır, hem de yavrularını dil haznelerini genişletecektir.

Çocuklarla da konuşunuz. Yaşadığınız bir hadiseyi, bir konudaki fikrinizi, duygu ve düşünceleriniz, vermek istediğiniz bilgiyi, aktarmak istediğiniz tecrübeyi onlara bütünüyle ve düzgün bir üslupla anlatınız. Bu onları hem bilgilendirecek, hem kendilerine değer verdiğinizi gösterecek, hem de sizden düzgün dil öğreneceklerdir.

Onlarında duygu ve düşüncelerini, yaşadıkları bir hadiseyi size anlatmalarına fırsat veriniz. Onları sonuna kadar dinleyiniz. Hatta onları konuşmaya, düşüncelerini, kendilerine tesir eden hadiseleri size atlatmaya teşvik ediniz. Bunun onların ifade kabiliyetlerini artıracağını, kelime haznelerini zenginleştireceğini, kendilerine güvenlerini artıracağını, kelime haznesi zengin çocukların çevresinde yaşananları daha iyi değerlendirmeye başlayacaklarını, kendilerine anlatanları daha iyi anlayıp kavrayacaklarını, zekalarının gelişeceğini ve arkadaşları, yakınları dostları tarafından takdir göreceklerini unutmayınız.

Çocuklarınızın güzel ahlâklı, sağlam karakterli olmasını istiyorsanız, siz de güzel ahlâklı ve sağlam karakterli olunuz. Ev içindeki söz ve davranışlarınıza dikkat ediniz. Güzel şeyler yapınız ve şunu unutmayınız:

“Allah güzel, hayırlı şeyler yapanları sever.” (Âl-i İmrân 4/ 134)

***

__________________________________________________ _____

[1] Sünen-i Tirmizî, İman (1/ 9). Tirmizî hadis için; “sahih” demiştir.








15. Nasihat

Çocuklarınıza adaletli davranınız.


Nu mân İbn Beşîr in(ra) anlattığı hatırayı dinliyoruz:

Babam bana malının bir kısmını bağışlamıştı. Annem Amrâ Bint Ravâha(ra); "-Rasûlullah(sav) buna şahidlik etmedikçe razı olmam," dedi. Babam Allah Rasûlü nün yanına geldi. Onun bana verilene şahidlik etmesini istiyordu.

Rasûlullah(sav) Efendimiz ona; "-Bunu bütün çocuklarına yaptın mı?" diye sordu, babam "-Hayır," cevabını verdi.

Allah Rasûlü(sav); "Allah tan korkun ve çocuklarınız arasında adaletli davranın!" buyurdu.

Babam döndü ve verdiğini geri aldı.[1]

Hadisin bir başka rivayetinde Allah Rasûlü nün(sav); "-O halde benden şahidlik yapmamı isteme! Ben haksızlığa şahidlik yapmam," buyurduğu nakledilir [2]

Allah Rasûlü nün bu kesin tavrı ve söylediği kelimeler asla akıldan çıkarılmamalıdır. Günümüzde yaşanan nice acı manzara, onun irşad ettiği yoldan ne kadar uzaktır.

Çocuklar arasında farklı davranış, onlardan birisini diğerlerine tercih veya içlerinden birini dışlamak sebebi ne olursa olsun son derece yanlıştır. Ne yazık ki sıkça yaşanan bir hastalık, bir irade zayıflığı, bir başka ifadeyle hissî davranıştır. Onlardan birinin anne, babaya yakın davranışı, yaşının küçüklülüğü, daha sıcak yapılı olması, daha zeki veya çalışkanlığı, erkek veya kız olması dikkatlerin o çocuğa yönelmesine, diğerlerinin ihmal edilişine sebep olduğunu görüyoruz.

Bazen de annesi veya babası farklı, yani üvey olan çocuk bu farklılıktan dolayı dışlanıyor.

Bu tür davranışlar, hele de içlerinden birine bir şey verilip diğerlerinin ihmal edilişi kardeşler arasına hased tohumlarının ekilmesine, bitmeyen kardeş kavgalarına, nefrete, ara soğukluklarına sebep olur. Anne ve babaya hürmet duygularını yaralar. Bıraktığı tesir acı ve uzun sürelidir. Belki de hiç kapanmayacak bir yaranın açılışına sebeptir.

Allah Rasûlü nün; "-Bunu bütün çocuklarına yaptın mı?" sorusuna ve "-Hayır" cevabını alınca tavrına dikkat ediniz. Ne kadar kesin ve nettir. Hatanın büyüklüğünü ne kadar vurgulayıcıdır.

Nu man(ra) bu yıllarda çocuk denecek yaşlardadır Sonraki yıllarda aile olarak nice güzellikler yaşamışlar ve inandıkları hak yol uğruna nice fedakârlıklar sergilemişlerdir. Eğer böyle bir hata işlenseydi âile bütünlüğü, kardeşlik bağları ne hale gelirdi?

Bu gün cemiyet içinde işlenen bu tür hataların sancılarını ne kadar çok görüyoruz. "-O benim dediğimi yapıyor, diğerleri yapmıyor," veya "-O bizi herkese mahcup ediyor, sözümüze değer vermiyor," "o bir önceki hanımın oğlu. Bu evde yeri yok. Artık bize yabancı. Zaten o babasının benimle evliliini de istemedi. Huysuzluk etti. Şimdi hak istiyor, miras istiyor." şeklinde nice cümleler, adaletsiz davranış için izahlar duyuyoruz. Söylenenler gerçek olsa bile büyükler adaletli davranmalıdır ki sonraki yıllara acılar ve nefret duyguları bırakmasınlar.

Bir çocuğun anne ve babasının arkasından acı sözler söyleyip hatalarına bunu sebep göstermesinden, "-Onlar üzerine düşeni yaptı, fakat ben hata işledim. Onlar yine de beni ayırmadılar. Bana evlad muamelesi yaptılar," demesi bin kat daha hayırlıdır.

Adilce davranış, hem elbise ve eşya alımında, hem muâmele de, hem de yetişmesi için fırsatlar hazırlanılmasında gösterilmelidir.

Şüphesiz insanlar aynı anne ve babanın çocukları bile olsalar birbirinin aynı değillerdir. İçlerinde başarılı olanları olur, olmayanları olur veya başarı oranları ve alanları arasında farklar bulunur. Ancak bu farklar, anne ve babanın davranışlarından, hazırladığı imkânlardan kaynaklanmamalıdır.

Kendinizi çocuğunuzun yerine koyunuz. İtilen, dışlanan veya haksızlık yapılan siz olsaydınız neler düşünürdünüz? Zihninize güzel şeyler gelmiyorsa, bunu bir hata olarak görüyorsanız siz o hatayı yapmayınız. Böyle bir yolu çocuğunuzdan intikam alma vesilesi olarak seçmeyiniz.

Bazı durumlarda çocuklarınızdan birisiyle daha fazla ilgilenmek zorunda kalabilirsiniz. Hasta olabilir, yeni bir okula giriyor olabilir, belli bir sıkıntı yaşıyor olabilir… Gerçekten onun üzerine eğilip bu devreyi atlatmasına yardımcı olmanızın en doğru davranış olduğu anları yaşayabilirsiniz. Bu durumu çok defa diğer kardeşler anlayacaktır. Anlamıyorlarsa, uygun bir şekilde anlatmalısınız. Günün birinde aynı şeyler onun başından geçtiğinde onun yardımına da koşacağınızı hissettirmelisiniz. Sizi anlayacak, size yardım etmeye de çalışacaktır.

Yardım etmeleri mümkünse onları da yardıma çağırınız. Bu hem onları onurlandıracak, hem menfî duygularını silecek, hem de kardeşlik duygularının güçlenmesine vesile olacaktır.

Zamana zaman dikkat çekmek için huysuzluk ederek veya arzusu yerine gelmediğinde; "Siz kardeşim bir şey isteyince yapıyorsunuz" veya "Onunla ilgileniyorsunuz" şeklindeki itirazlarla karşılaşıyorsunuzdur. İçiniz gerçekten doğruyu yaptığına inanıyor, adaletli davrandığınızdan şüphe etmiyorsanız bu tür itirazlarla sarsılmayınız. Bunlar geçicidir. Bu itirazları yapanlar da duygular yatışınca haksız olanın kendileri olduğunu hissedeceklerdir. Çoğu zaten baştan bilmekte, sizi istediğine zorlamaya çalışmaktadır.

"Çocuklarınıza adaletli davranınız" derken bunu; "her dediklerini yapın" mânâsına almayınız. Onların sizi yanlış yönlendirmelerine, duygularınızla oynamalarına, zayıf yanlarınızı keşfederek onlardan istifade etmeye çalışmalarına fırsat vermeyiniz.

Hem dirayetli olunuz, hem de adil davranınız. Adalet yuvaların da temelidir. Bunu unutmayınız. Allah Rasûlü nün şu müjdesini de unutmayınız: "Âdil insanlar Allah katında nurdan minberler üzerindedir"

Hadisin devamında Allah Rasûlü(sav) bu müjdesine daha da açıklık getirir; "Onlar verdikleri hükümde âdil olanlardır, âile ocaklarında âdil davrananlardır, idarî mesuliyetini üstlendikleri insanlara adaletle hükmedenlerdir." [3]

"Şehirler gerçek manada surlarla, hendeklerle değil adaletle korunur" hikmeti doğrudur. Yuvalar da adaletle korunur. Şu müjdeyi de unutmayınız:

"Şüphesiz Allah, adaletle davrananları sever ." (Maide 5/42)[4]

__________________________________________________ ___

[1] Sahih-i Buhârî, Hibe (11/ 47), Sahih-i Müslim, Hibe (3/ 1242-1243).

[2] Bak: Sahih-i Buhârî, Şehâdât (11/ 122), Sahih-i Müslim, Hibe (3/ 1243).

[3] Sahih-i Müslim, İmâra ( 3/ 1458).

[4] Ayrıca bak: Hucurât Sûresi (49) Âyet: 9, Mümtehine Sûresi (60) Âyet: 8.



Alıntı ile Cevapla