Tekil Mesaj gösterimi
Alt 09 Temmuz 2012, 17:47   Mesaj No:5

enderhafızım

Medineweb Emekdarı
enderhafızım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:enderhafızım isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5879
Üyelik T.: 28 Aralık 2008
Arkadaşları:32
Cinsiyet:Bay
Memleket:İst
Yaş:39
Mesaj: 3.169
Konular: 1383
Beğenildi:176
Beğendi:17
Takdirleri:216
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
evtx Cevap: Hz. Peygamberden Anne ve Babaya 50 Nasihat

16. Nasihat

Çocuklarınıza duâ ediniz, onlara bedduâ veya lânet etmeyiniz.


Allah Rasûlü(sav) çocuklara, mallara bedduâ edilmesini doğru bulmamış, devesine kızan ve bu sebeple arkasından lanet eden birisini ikaz ettikten sonra şöyle buyurmuştur:

"Kendi kendinize bedduâ etmeyin, çocuklarınıza da bedduâ etmeyin, mallarınıza da bedduâ etmeyin. Yapacağınız bedduâlar, Allah tan bir şey istenildiğinde duâların kabul edilip istenilenin verildiği bir saate rast gelmesin"[1]

Bedduâ, aleyhte duâ, menfî duâ etmek demektir. Cezalandırılmayı isteyen bir duâda bulunmaktır. İnsanlar, öfkelenince veya canı yanınca çok defa iradelerine hakimiyeti kaybederler, acı sözler söylerler ve bedduâlar yağdırmaya başlarlar.

Bu, yeterli İslâmî şuurda olmayan insanlarda daha çok görülen bir davranıştır. Duygu ağırlıklı oldukları, hislerine hakim olmakta daha fazla zorluk çektikleri için kadınlar arasında daha yaygındır. Biraz düşününce kendilerinin de razı olmayacağı nice acı sözleri, nice bedduâları çocuklarına bir anda sıralayıverirler. Bu son derece yanlış bir davranıştır. Çocuğu rencide eder, bedduâ edene karşı iyi niyetini, duygularını sarsar. Hele de bedduâ eden bunu sık sık ve yerli yersiz yapıyorsa.

Müslüman lanetçi olamaz. Kötü söz söylemeyi adet haline getiren, kaba davranışlı, itici, küfürbaz birisi de olamaz… Bunlar İslâm ahlâkıyla, Allah Rasûlü’nün irşad ettiği sîret ile de yan yana gelemez.

Müslüman, kendisini akıntıya terk etmeyen, iradesinin dizginlerini elden bırakmayan, ahlâk güzelliğini her şart altında korumaya muvaffak olan insandır… Hata etmiş olsa bile ilk fırsatta hatasından dönebilen, Rabbine sığınıp tevbe eden ve tevbesinde samimi olandır.

Evde ayağına çarpan veya aranınca bulunamayan eşyaya, tarlaya, bahçeye giren hayvana, tekeri patlayan, su kaynatan veya çalışmayan arabaya lanet eden, yaramazlık yapan veya gönderdiği yere gitmeyen, istediği işi yapmayan çocuğuna bedduâ edenlerin hiç de az olmadığı bir gerçek. Bu bedduâlar ve lânetlerin çok defa çocukların kötülüğünü istemekten ziyade dil alışkanlığı ile sıralanan bedduâlar veya dile yerleşen lanetler olduğunu biliyoruz.

Ancak böyle olsa bile doğru olmadığı ortadadır. Hoş görülmesi de doğru değildir. Bunu bir alışkanlık haline getirmek de ayrı bir kusurdur. Çirkin bir alışkanlıktır.

Küçük görülen şeyler, üzerinde ısrar edildiğinde, alışkanlığa dönüşür, büyür ve insanın ahlâkının, şahsiyetinin bir parçası haline gelir… Bundan sonra kolay kolay sökülüp atılamazlar.

Allah Rasûlü(sav) Abdullah İbn Mes ûd un(ra) rivâyet ettiği bir hadiste şöyle der: "Mü min başkalarının iffetine dil uzatan, insanlara lanet yağdıran, çirkin, saldırgan ve kaba sözler söyleyen biri olamaz." [2]

Her mü minin Allah Rasûlü nün bu ikazını tekrar tekrar düşünmesi ve kendi davranışlarını ciddî bir muhasebeden geçirmesi gerekir. Çünkü karşılaştığımız kaba ve çiğ davranışlar, sert ve çirkin sözler hiç de az değildir. Nice sîmalardan tebessüm kaybolmuş, yerini çatık kaşlar, hırçın davranışlar, acı sözler almıştır.

Diğer insanlar için diline hakim olması, ne söylediğini bilerek söylemesi, duygu ve düşüncelerini, sevinçlerini ve acılarını, hatta öfke ve tenkidlerini güzel kelimelerle ifade etmesi istenen mü minler, kendilerinden bir parça olan çocukları için daha da dikkatli olmak zorundadırlar… Onlar henüz mükellef de değildirler. Bizi yaratan Rabbimizin hoş karşılayıp fırsat verdiğine siz de sabrediniz ve fırsat veriniz. İyiliği için gayret sarf ediniz. Hatalarını iyi bir üslupla söyleyiniz ve onları hatalarından vazgeçirmeye çalışınız. Onlara doğruları ve doğruların güzelliklerini gösteriniz. Onlar için gerçek mânâda büyük olunuz.

Mü min daima şuurla hareket eden insan olmalı, iman, akıl ve iradesinin önüne hiçbir şeyin geçmesine izin vermemelidir.

Duâ ne kadar güzelse, bedduâ ve lanet de o derece çirkindir.

__________________________________________

[1] Sahih-i Müslim, Zühd (4/ 2304)

[2] Sünen-i Tirmizî, Birr ve Sıla (4/ 350), Müstedrek, Hâkim (1/ 12) Tirmizî, Hadisin "hasen garib" olduğunu söyler. Hakim, Buhârî ve Müslim in şartına göre sahihtir der, Zehebî sükut eder.







17. Nasihat

Çocukluktan kaynaklanan hatalarını hoş görünüz.

İşaret edildiği gibi çocuklar ergenlik çağına ulaşıncaya kadar mükellef değildir. Bizi yaratan, gizlimizi, açığımızı, her hal ve durumumuzu bizden iyi bilen Rabbimiz onlara akılları olgunlaşıncaya kadar fırsat vermiştir. Ergenlik çağı öncesinde, özellikle temyiz çağında güzel alışkanlıklar edinmeleri, doğruları ve yanlışları öğrenmeleri, büyüklerin onları yetiştirmesi için teşvikte bulunmuştur. Onların ongunlaşmaları için gayret sarf etmeli, çocukluktan kaynaklanan davranışlarını da hoş karşılamalı, tekrarlanmaması, alışkanlığa dönüşmemsi için tedbirler almalıyız.

Enes ten(ra), Üsve-i hasenemiz olan Allah Rasûlü yle yaşadığı bir hatırayı bize kendi duyguları ile yoğurarak anlatıyor:

“Rasûlullah(sav) insanların en güzel ahlâklısı idi. Bir gün beni bir ihtiyaç için göndermişti. “Vallahi gitmem!” dedim. İçimden geçen ise Rasûlullah’ın emrettiği yere gitmekti. Çıktım. Çarşıda oyun oynayan çocukların yanına uğradım.

Çok geçmeden ben de onlara kapılarak dalıp gitmiştim. Birden Rasûlullah(sav) başımı arkadan tuttu. Döndüm ona baktım; gülümsüyordu.“Enescik! Söylediğim yere gittin mi?” diye sordu.

Kendilerine; “Evet, hemen gidiyorum ya Rasûlallah!” dedim.[1]

Şimdi Enes’in anlattıkları üzerine düşünüyoruz: Allah Rasûlü(sav) bir büyük olarak onun; “— Gitmem!” dediği zamanki duygularını da biliyor, söz ve davranışlarını yaş ve durumuna göre değerlendiriyordu. Oyuna daldığı zamanki durumunu da, yanına geldiğinde; “— Şimdi gidiyorum!” dediği zamanki durumunu da biliyordu. Onu azarlamıyor, yaralamıyor, zihninde acı hatıra, gönlünde acı duygular bırakmıyordu. Yıllar sonra her hatırlayışta Enes’in gönlünde yer eden sevgisini artıracak, zihninde sonraki nesillere de örnek olacak tatlı bir hatıra bırakıyordu. Enes de, önüne duygularını dile getiren güzel kelimeler ekleyerek bu hatırâyı yâd ediyordu.

Enes(ra), hem Sahih-i Buhârî’de hem de Sahih-i Müslim’de yer alan bir hadiste de; “Allah Rasûlü’ne on sene hizmet ettim. Bir kere bile bana; “öff! demedi. ‘–Şunu niye şöyle yaptın?’ veya; ‘–Şunu niçin yapmadın?’ diye beni azarlamadı. Beni hiçbir zaman kınamadı, ayıplamadı,” der.[2]

Sahih-i Müslim’de yer alan bir rivâyet farklı bir vurguyla aynı güzel örnekliği dile getirir ve şöyle der:

“Ben Allah Rasûlü’ne(sav) ikâmet halinde de, seferde de hizmet ettim. Allah’a yemin ederim ki, yaptığım bir şey için bana; “Bunun niçin böyle yaptın!”, yapmadığım bir şey için de; “Neden bunu böyle yapmadın!” demedi.” [3]

Allah Rasûlü nün ahlâkı buydu… O, kırmadan, yaralamadan, acı söz söylemeden hatayı doğrultabiliyor, tatlı söz ve güzel üslup kullanarak doğruları zihinlere ve kalplere yerleştirebiliyordu… Yukarıdaki sözler, onun terbiyesi altında yetişen bir gencin, sonraki yıllarda bizlere hatıra ve duygularını aktaran sözleriydi. Bu sözlerin içinde yatan Rasûlullah(sav) sevgisine dikkat ediniz.

Arkanızdan böyle söylenildiğini, hayırla ve duâlarla anıldığınızı düşününüz. Gönle ne kadar hoş geliyor. Gönül bundan hoşlanıyorsa davranışlar da buna uygun olmalıdır.

Bir başka tatlı hatırayı Nu’mân İbn Beşîr(ra) anlatıyor: “Allah Rasûlü’ne(sav) Tâif üzümlerinden hediye edilmişti. Beni yanına çağırdı ve; “– Bu salkımı al ve onu annene ulaştır,” dedi. Ben o salkımı aldım ve anneme götürmeden yedim.

Birkaç gece geçmişti ki bana sordu: “– Salkımı ne yaptın? Annene götürdün mü?”

“–Hayır!” dedim.

Allah Rasûlü(sav) o gün beni “Ğuder” (Vefâsız), diye isimlendirdi.” [4]

Numan İbn Beşîr(ra) hicretten sonra Medîne’de dünyaya gelen ilk Ensar çocuğudur.[5] İbn Hacer, hicretten on dört ay sonra dünyaya geldiğini söyler.

Annesi Amrâ, özü, sözü güzel aziz şehidimiz Abdullah İbn Revâha’nın(ra) kız kardeşidir.[6]

Bir başka rivâyette Rasûlullah’ın ona iki salkım verdiği ve; “-Bunu sen ye, bunu da annene götür!” buyurduğu, Numan’ın her ikisini de yediği yer alır.[7]

Allah Rasûlü(sav) bu davranışı ile hem ona latife yollu hatasını hatırlatıyor, hem de onu kırmıyordu.

Bu noktada önceden birkaç kelime ile işaret ettiğimiz bir gerçeğe birkaç kelime daha eklemekte fayda görüyoruz: Anlayışlı, hoşgörülü, şefkatli, merhametli davranmak başka şeydir; gevşek davranmak, çocuğun her isteğine boyun bükmek, -iyi olsun kötü olsun- onun her yaptığına katlanmak, durmadan nazını çekmek ve onu buna alıştırmak ayrı şeydir.

Bir çocuğun doğruyu bilmeye olan ihtiyacı kadar yanlışı bilmeye de ihtiyacı vardır. Annesinin, babasının ve diğer büyüklerinin kendisinin iyiliğini, iyi bir insan olmasını istediğini bilmeye, yanlış yapınca veya yapmak isteyince kendisini durdurulacağını, kötülüklerden ve kötü davranışlardan korunacağını da bilmeye ihtiyacı vardır. Kendi haklarının var olduğunu bilmeye ihtiyacı olduğu gibi, başkalarının haklarının da var olduğunu, kendi canının bir şeyi çektiği kadar başkalarının da canının çektiğini, kendi merak ettiği kadar başkasının da merak edebileceğini, kendisinin rahatsız, tedirgin olduğu kadar başkasının da rahatsız ve tedirgin olabileceğini, kendi canının yandığı kadar başkasının da canının yanabileceğini bilmeye ihtiyacı vardır.

Bencilce duygular taşımamalı, bu nevî duyguların esiri olmamalı, ben merkezli biri haline gelmemelidir. Çevresindeki insanların, diğer çocukların da kendisi gibi memnun olunca, sevincin daha da artacağını anlamalıdır. Kardeşleriyle, arkadaşlarıyla paylaşmanın kıymetini bilmeli, şuuruna ermelidir. Kötü davranışların ve huyların sevilmediğini de idrak etmelidir.

Bütün bunların, her zaman hoşgörü göstermek, aldırmamakla olmadığını da bir gerçektir. Hataların tekrar edilmemesi, yanlışların düzeltilmesi, kötülüklerin iyiliklere dönüşmesi, kötü huyların yerini güzel huyların alması için çalışmak, gerektiğinde kesin ve kararlı tavır almak, “hayır!” demek, “yanlış!”, “bu böyle olmaz!”, “bunun sana yapılmasını ister misin?”, “ne kötü bir davranış!” demek ve güzel bir üslup ile çocuğu hatadan, yanlıştan kurtarıp iyiye, doğruya, güzele yöneltmek, onu gerçek manada sevmektir; ona şefkat duymak, onun iyiliğini istemektir.

Bunun içindir ki Allah Rasûlü(sav); “Çocuklarınıza değer verin, onlara ikramda bulunun, onların terbiyelerini güzel yapın!” buyurur.[8]

Her insan çocuğuna, kendi çocuğu olması hasebiyle değer verir. Ancak buradaki değer vermeden murat, daha çok onların duygularına, düşüncelerine, sözlerine, şahsiyetlerine değer vermek ve bunu kendilerine hissettirmektir. Onların terbiyelerine dikkat etmek, onları İslâm edeb ve terbiyesiyle yetiştirmek, onlara güzel hasletler aşılamak, onları hem kendilerine, hem âilelerine, hem ülkelerine, hem de inandıkları dâvâya faydalı olacak, takdire değer hizmetler sunacak şekilde yetiştirmektir. Bu onlara ayrı bir değer kazandıracaktır. Bir anne ve babanın çocuğuna yapacağı en büyük iyiliklerden biri de şüphesiz bu olsa gerektir.

Bir anne ve baba çocuğunu güzel ahlâk, edeb ve terbiye çerçevesinde yetiştirmek, ona güzel hasletler aşılamak istiyorsa kendisi de güzel ahlâka, bu güzel hasletlere sahip olmalı, iç dünyasında güzel duygular beslemeli, bunu dış dünyaya yansıtmalıdır.
__________________________________________________ ____________________

[1] Sahih-i Müslim, Fedâil (4/ 1805).
[2] Bak: Sahih-i Buhârî, Edeb (18/ 160), Sahih-i Müslim, Fedâil (4/ 1804-1805).
[3] Sahih-i Müslim, Fedâil (4/ 1804).
[4] Sünen-i İbn Mâce, Et’ime (2/ 1117) Zevâid’de(2/ 1118); “İsnâdı sahih, ricâli güvenilir,” denmiştir.
[5] El-İstî‘âb (3/ 551), el-İsâbe (3/ 559).
Hicret’in ilk çocuğu Abdullah İbn Zübeyr dir. O, hicret ederek Medîne ye gelen Zübeyr ile Esmâ nın oğluydu. Nu man ise hicretten sonra dünyaya gelen ilk Medine’li çocuktur.
[6] El-İstî‘âb (3/ 551).
[7] El-İstî‘âb (3/ 552).
[8] Sünen-i İbn Mâce, Edeb (2/ 1211).










18. Nasihat

Çocuklarla latifeleşiniz. Çocuklarınıza güzel örnek olunuz...


Çocuklar, canlı, şen şakrak tavırlardan, hareketlilikten, gülümseyerek kendisine yaklaşılmasından, neşeli sözlerden hoşlanırlar. Sevdikleri ve saydıkları insanların kendilerine değer verdiğini, yakınlık duyduğunu hissederlerse bundan mutluluk duyarlar. Latifeler de yakınlık, samimiyet ifade eden davranışlardandır.

Biz, Allah Rasûlü’nü(sav) güler yüzüyle, engin hoşgörüsü, tevâzûsu, tatlı ve içten sözleriyle tanıyoruz. Mizah yönü fazla olmamakla birlikte onun zaman zaman şakalaştığını ve şakalarının da birer güzellik taşıdığını biliyoruz.

Allah Rasûlü’nün(sav) çocuklarla latîfeleştiğine dair örneklerden biri de Efendimizin Enes’e(ra); “Ey iki kulaklı!” diye hitab ederek takıldığıdır.[1]

Evet, her sağlıklı insan iki kulaklıdır. Ancak bir çocuğa adıyla veya daha ciddî bir şekilde hitap yerine böyle şaşırtıcı ve şaşkınlığın arkasından gülümsetici bir şekilde hitap ederseniz, size karşı daha fazla sıcaklık duyar, birden neşelenir, aynı canlılık ve neşeyle size cevap verir.

Bu, aynı zamanda takılarak hitap eden insanın neşesinin yerinde olduğunun, sevincini, neşesini veya sevgisini, yakınlığını karşısındakiyle paylaşmak istediğinin de işaretini verir.

Enes’ten(ra) bir başka takılışı dinliyoruz:“Rasûlullah(sav) beni “Bakla” diye lakaplandırdı. Çünkü bakla topluyordum."[2]

Bu, devamlı bir lakaplandırma değildir. Daha ziyade Enes’e takılmak, onunla şakalaşmak için sesleniştir. Enes(ra) da zaten böyle anlamış ve böyle nakletmiştir.

Hz. Enes’in Allah Rasûlü’nün bu hitaplarına sevindiği, sonraki nesillere; “Rasûlullah(sav) bana bu derece yakınlık duyardı,” manasına anlattığı bir gerçektir.

Bu mânâda başka bir hatırayı Muhammed İbn Rebi‘(ra) anlatıyor: “Beş yaşlarındaydım. Allah Rasûlü’nün kovadan ağzına su alarak yüzüme doğru püskürttüğünü hatırlıyorum.”[3]

Bazı rivâyetlerde “kovadan” yerine “kuyularının suyundan” şeklinde geçer.[4] Bundan da Muhammed İbn Rebi’lerin bahçelerinde kuyularının olduğu, Allah Rasûlü’nün bu kuyudan dolan bir kovadan ağzına su alarak küçük Muhammed’e püskürttüğü anlaşılır.

Kaynakların verdiği bilgiye göre bu hadise, Allah Rasûlü’nün hayata gözlerini yummadan kısa bir süre önce, ömrünün son yılında cereyan etmiş bir hadisedir.[5] Dolayısıyla küçük Muhammed, sonraki yıllarda bu hatırayı Allah Rasûlü(sav) ile bir daha paylaşma imkanı bulamamıştır. Yaşadığını paha biçilmez bir hatıra olarak korumuştur.

Enes’ten(ra) bir başka hatıra dinliyoruz; Allah Rasûlü(sav) bizim aramıza karışır ve bizimle kaynaşırdı. Hatta benim küçük bir kardeşim vardı, ona; “-Ey Ebu Umeyr! Ne yapıyor Nuğayr!” diye takılırdı.[6]

Müslim in rivâyetinde ise Enes; "Rasûlullah(sav) insanların en güzel ahlâklısı idi. Benim bir kardeşim vardı. Kendisine Ebu Umeyr denilirdi. Yakında sütten kesilmişti," der ve Allah Rasûlü nün kardeşine takılışını anlatır.[7]

“Nuğayr”, küçük kuş, minik kuş, kuşcuk demektir. Enes’in kardeşinin kafeste küçük bir kuşu vardır. Küçük çocuk kuşunu çok sevmekte, onunla oynamaktadır. Allah Rasûlü(sav) onun bu sevgisini bildiği için, hem kendisine takılır, şakalaşır, hem de kuşunun hatırını sorar, onun gönlünü alırdı. Hatta bu kuş öldükten sonra da Allah Rasûlü(sav) Enes’in kardeşini gördükçe; “-Ey Ebu Umeyr! Ne yapıyor Nuğayr!” diyerek takılmaya, kuşuna olan düşkünlüğünü ve sevgisini onunla paylaşmaya, ona “Ebu Umeyr” diye künyesiyle hitab ederek, bu künyeyi nuğayr kelimesiyle kafiyeleştirerek onunla yakınlık kurmaya devam ettiği naklolunur.[8]

Ayrıca bir çocuğa; “Umeyr’in Babası” şeklinde künyeyle hitap etmenin, ona değer verme, onu büyük insan gibi kabul etme manası taşıdığı kendini hissettirmektedir.

Çocuklara büyük insan gibi davranmak, onlarla konuşurken büyük insanla konuşuyormuşçasına cümleler kurup ona göre söz söylemek, onlarda kendisine değer verildiği hissini uyandıracak, iç dünyalarında coşkuya sebep olacaktır.

Allah Rasûlü’nün(sav) çokça şaka yapmadığını söylemiştik. Yaptığı şakalarda da asla kimseyle alay etmediği, kimseyi incitmediği bilinir. Şakalarında bile bir güzellik, ibret, ciddiyet, doğruluk ve ölçü vardır.

Allah Rasûlü(sav) eğer şaka yapmışsa ve yaptığının şaka olduğu karşıdaki insan tarafından anlaşılmamışsa, şakayı fazla sürdürmez, bunun şaka olduğunu sevgisiyle de yoğurarak belli ederdi. Böylece gönüllerde tatlı rüzgârların daha güçlü esmesini sağlardı.

Bir gün Ebu Hureyre(ra), Efendimize; “Ya Rasûlallah! Sen bizimle şakalaşıyorsun!?” demiş, onun bu sözüne karşılık olarak Allah Rasûlü(sav); “Evet, ancak ben sadece doğru olanı söylerim” buyurmuştur.[9]

Allah Rasûlü’nün bu sözüyle ne demek istediğini, sahabelerle nasıl şakalaştığını anlamak için verilecek güzel misallerden biri herhalde şu olsa gerektir:

Enes(ra) anlatıyor: “Bir adam Rasûlullah’tan kendisini bir bineğe bindirmesini istedi. Rasûlullah(sav) Efendimiz ona; “-Seni hemen şimdi bir deve yavrusuna bindiririm,” buyurdu.

Adam şaşırmıştı; “-Ya Rasûlallah! Ne yapayım ben deve yavrusunu!?” dedi.

Onun bu sözleri üzerine Allah Rasûlü(sav); “Her deve, bir devenin yavrusu değil midir?” buyurdu.[10]

Şaşkınlığından anlaşıldığı gibi adam, Allah Rasûlü’nün kendisini küçük bir deve yavrusuna bindireceğini zannetmişti. Kendisinin isteği ona bir binek vermesi, gideceği yere hayvan sırtında taşınması idi. Allah Rasûlü(sav) onu iyi anlamış ve onunla şakalaşmak istemiş ve ifadeyi böyle anlaşılabilecek şekilde kullanmıştı. Allah Rasûlü’nün de tahmin ettiği gibi adam söylenilen sözlerden ilk akla geleni anlamış ve Allah Rasûlü’ne; “Ya Rasûlallah! Ne yapayım ben deve yavrusunu!?” demişti.

Şüphesiz her deve, bir devenin yavrusuydu; ancak o söylenilen sözün bu tarafını düşünmemiş ve Rasûlullah’ın şakalaşmak için söylediği cümleye yakalanmıştı.

Sonradan anlayınca da, bu sözler gideceği yere varıncaya kadar, belki ondan da öte zaman zaman gülümsemesine sebep olmuştu.

Şakalaşmak, insan hayatına çeşni ve tat katar. Arada yakınlık ve sıcaklık oluşmasına, çabuk kaynaşılmasına vesile olur. Ancak şakalaşmalarda ölçünün kaçırılmaması, şakaların yakınlık ve sıcaklığa sebep olması gerekirken alaya, aşağılamaya dönüşmemesi, mü’minin vakarını zedeleyecek, ciddiyetini sarsacak ebatlara varmaması gerekir. Şaka yaparken yalan söylenilmemeli, insanlar küçük düşürülmemeli, başkaları gülsün diye bir insan kurban verilmemeli, şaka lüzumundan uzun sürdürülmemelidir.

Yapılan şakaların, latîfelerin ince, kıvrak zekaya dayalı ve ufuk açıcı olması, sonradan hatırlanınca gönülden güzel duygular uyandırması, iyi niyet ve ibret verici özellikler taşıması doğru olandır. Uygun bir atmosferde yapılmalıdır. Şaka bittiğinde herkes gülen taraf olmalı, yıllar sonra hatırlanınca da gülümsenebilmeli, zihinde güzel duygular canlanmalıdır.

____________________________________________

[1] Sünen-i Ebu Davûd, Edeb (5/ 272), Sünen-i Tirmizî, Mizah (4/ 358), Menâkıb (5/ 681). Tirmizî hadisin sahih, ğarib olduğunu söyler.

[2] Sünen-i Tirmizî, Menâkıb (5/ 682).

[3] Sahih-i Buharî, İlim (2/ 17).

[4] Sahih-i Buharî, Vudû (2 / 382, 18/ 370).

[5] Umdetü’l-Kârî (2 / 19).

[6] Şemâilü’l-Muhammediyye, Tirmizî (s. 124).

[7] Sahih-i Mislim, Âdâb (3/ 1692-1693).

[8] Şemâilü’l-Muhammediyye, Tirmizî (s. 126).

[9] Sünen-i Tirmizî, Bir (4/ 357) ve Şemâilü’l-Muhammediyye (s. 126) Tirmizî hadis için; “hasen sahih” der.

[10] Sünen-i Ebu Davûd, Edeb (5/ 270-271), Sünen-i Tirmizî, Bir (4/ 357) ve Şemâilü’l-Muhammediyye (s. 126), Tirmizî hadis için; “-Hasen, sahih, ğarîb” der.







19. Nasihat

Çocuklarınıza güzel sözler ve iman esaslarını öğretiniz.


Abdullah İbn Abbas ın(ra) bir hatırasını anlatıyor: “Bir gün Allah Rasûlü’nün terkisindeydim. “Çocuk! Sana bazı sözler öğreteyim,” buyurdu ve devam etti:

“Allah’ın hukukunu koru ki o da seni korusun. Allah’ın buyruklarını yerine getir, onlara riâyet et, koru ki onu yanında bulasın. Bir şey isteyeceğin de onu Allah’tan iste. Birinden yardım talep edeceksen onu Allah’tan talep et.

Bilesin ki bütün insanlar sana bir konuda fayda sağlamak için bir araya gelse, ancak Allah’ın yazdığı bir faydayı temin edebilirler. Bunun dışında bir şey yapamazlar.

Bütün insanlar sana bir konuda zarar vermek için bir araya gelseler, Allah’ın yazdığının dışında sana hiçbir zarar veremezler.

Kalem kaldırılmış, sayfalar kurumuş, her şey yerli yerini bulmuş, yazılar değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir.”[1]

Allah Rasûlü(sav) bineğinin terkisine oturttuğu Abdullah’a Allah sevgisi ve Rahman a güven, hukukuna riâyet aşılıyor, gönlüne imanın temel esaslarını yerleştiriyor. Çünkü iman eden ve kalbine Allah sevgisi yerleştiren bir mü’min, bunu hayatına aksettirecek, hayatın bütününe artık bu pencereden bakacaktır. Her öğrendiği ve yaşadığı, samimiyetine samimiyet, ecrine ecir katacaktır.

Çocukların selim fıtratlarını korumak, küçük yavruların dillerinin ilk kelimeleri şekillendirmeye başladığı andan itibaren onlara İslâmî kelimeleri öğretmek, dillerine “Allah”, “Muhammed”, “Allahu Ekber”, “Kabe” gibi, onları inançlarına bağlayacak kelimeler yerleştirmek elbette her mü’min gönlün arzusu olmalıdır.

Bunları söyleyen bir çocuk anne ve babasının kendisine söyletmeye çalıştığı şeylerin güzel olduğunu hissedecek, kendisi de onlara sevgi duyacaktır. Çocuk bu kelimeleri teleffuz edince büyüklerini de sevindirecek, kendilerinin de büyükleri tarafından sevilmesine, dolayısıyla âile yuvasında sevginin artmasına vesile olacaktır. Çocuk diline yerleşen bu kelimeleri başkalarının yanında da söyleyecek onların gönlünde de sevgi canlanmasına katkıda bulunacaktır. Bu, anne ve babaya, çocuğun diline ve gönlüne bu kelimeleri kim yerleştirdi ise ona ayrıca ecir kazandıracaktır.

Ancak çocuğun yaşı, kelimeleri telaffuzdaki zorluğu göz önünde tutulmalı, bazen utangaçlığının tuttuğu, bazen de isteksiz olup inat edebileceği unutulmamalı, fazla ısrarcı olmamalı, çocuğu zorlamamalıdır. Çocuk söylediği zaman, duyulan sevinç belli edilmeli, çocuk bunun için mükâfatlandırılmalıdır.

Mükâfatlandırma, bilinen en iyi teşvik yollarından birisidir. Her zaman maddî olması da gerekli değildir. Sevinç belli ederek, kucaklayarak, sözle ifade ederek, duâ ederek de yapılır. Hatta bu şekildeki mükafatlandırmaların çocuk üzerindeki tesiri, maddî olanlardan daha verimli ve müsbettir. Mükafatlandırmanın çok daha değişik yollarının olduğu bir gerçektir. Farklılıklar hayata güzellik katar, bir hatıra olarak da zihinde kalır.

Çocuk biraz büyüyüp iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı ayırt edebileceği temyiz yaşına gelince sıkmadan, sevdirerek, bazen meraklandırarak, bazen eğlenceye veya neşeli bir atmosfere dökerek ona daha ciddî bilgiler verilmeli, İslâmın arzuladığı edeb ve terbiye de aşılanmaya başlanmalıdır.

Rabbimizin selim fıtrat üzerine yarattığı ve bize bahşettiği yavrularımız, çirkin sözlere, çirkin davranışlara alıştırmamalıdır. Yanlış ve rezil bilgiler ve düşüncelerle dünyalarını da, âhiretlerini de karartacak cahilliklerden, şuursuz davranışlardan onları uzak tutmalı, kötülüklerden, çirkinliklerden sakınmalı, zihinlerini bulandırmamalı, öğrenmeye açık zihin dağarcığını zehirli veya boş bilgilerle doldurmamalıyız.

Yaşı büyüdükçe öğrendikleri de ilerlemeli, güzel kelimeler ve duygular dilinde ve gönlünde yer etmelidir.

İman her güzel amelin temeli, çekirdeğidir. Ameller onunla değer kazanırlar.

İki Cihan Serveri hak dâvâyı tebliğ ediyor, yaşıyor, gönüllere yerleştiriyor, yeni filizlenen nesile değişik vesilelerle şefkatli bir muallim olarak öğretiyordu.

Bir başka hatıra Cündüb İbn Abdullah tan(ra). Bakınız o ne diyor: “Biz yeni filizlenip gelişen bir grup genç olarak Allah Rasûlü’nün(sav) yanındaydık. Kur‘ân öğrenmeden önce imanı öğrendik. Sonra Kur‘ân öğrendik ve o bizim imanımızı artırdı, imanımıza iman kattı.”[2]

Berâ İbn Âzib in(ra) rivâyet ettiği bir hadis ise hayat ile imanı nasıl iç içe yoğurup sunuyor : "Allah Rasûlü(sav) bana şöyle buyurdu:

"Yatağına yatmak istediğinde namaz için nasıl abdest alıyorsan öylece abdest al. Sonra sağ tarafına yat ve şöyle duâ et:

Allahım! Yüzümü sana döndüm, kendimi sana teslim ettim!

Her işimi sana havale ettim. Sırtımı sana dayadım!

Arzuladığım senin rızan, ümit bağladığım sen, korktuğum da sensin!

Senden başka sığınak, senin kapından başka kurtuluş kapısı yok!

İndirdiğin kitabına, gönderdiğin peygamberine iman ettim."

Allah Rasûlü(sav) sözüne şöyle devam ediyor:

"Bu duâ, uyumadan önce son sözlerin olsun.

O gece ölürsen, yaratıldığın gibi temiz fıtrat üzerine hayata göz kapamış olursun."

Bir başka rivâyette şu ek vardır: "Ölmez yaşar, yeni bir sabaha uyanırsan büyük ecir alarak sabahı etmiş olursun." [3]

Allah Rasûlü nün Berâ ya öğrettiği bu duâ, sadece duâ etmek için tekrar edilmesi gereken kelimeler, cümleler değildir. Bir inancı, bir teslimiyeti ve samimiyeti ifade eden kelimeler, cümlelerdir. Şuurla yapılan her tekrarda tazelenmeye, canlanmaya vesile olacak mânâ ile yüklüdür.

Anlayan için bunlar çok şeydir.

Abdullah İbn Abbâs’tan(ra) dinliyoruz: “Rasûlullah(sav), Kur’ân’dan bir sûre öğretir gibi bize teşehhüdü öğretirdi.”[4]

Teşehhüdün içinde imanın çekirdeği olan “Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına, sadece ve sadece Allah’a kulluk edileceğine, Muhammed’in onun kulu ve Rasûlü olduğuna” şehâdet vardır. “Teşehhüd” ismini de buradan almıştır.

Allah Rasûlü(sav) her şeyden önce Allah’ın varlığını ve birliğini, kısaca tevhid inancını tebliğ için gönderilmiştir. Filizlenen neslin de kire, pasa bulaşmadan, bulanıklıklaryaşamadan, yaratıldığı temiz fıtratı koruyarak, tevhid inancının berraklığında ve güzelliğinde yoluna devam etmesi en büyük arzularındandır. İslâm nûrunu söndürmeye çalışanlara karşı mücadele verirken, iç içe nice sıkıntılı anlar yaşanırken, yeni yetişen nesillerin şuurla yetişmesi yönünde sergilediği örnek gayret, gerçekten ibret vericidir.

O bizim hidâyet rehberimizdir.

__________________________________________________ _____________

[1] Sünen-i Tirmizî, Sıfetü’l-Kıyâme (4/ 667), Müsned-i Ahmed İbn Hanbel (1/ 293, 303)

[2] Sünen-i İbn Mâce, Mukaddime 9 (1/ 23) Zevâid’de hadisin sahih, râvîlerinin güvenilir olduğu zikredilir.

[3] Sahih-i Buhârî, Vudû ( 3/ 71-72), Deavât (18/ 343), Tevhîd ( 20/ 350), Sahih-i Müslim, Zikir (4/ 2081-2082).

[4] Sahih-i Müslim, Salât (1/ 303).








20. Nasihat

Çocuklarınıza Kur’ân öğretiniz.


Âişe Vâlidemizden nakledilen bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur:

"Kur ân okuyan ve okuyuşunda mâhir olan biri meleklerle beraberdir. Kur ânı harfi harfe tutturak okumaya çalışan, kesik kesik okuyan ve okurkan zorlanan bir insan bu azmi ve gayreti sebebiyle iki kat ecir alır,"[1] buyurulur. Bu bir müjde, bu bir teşviktir.

Rabbimizin kendisi uğruna sarf edilecek her dakikayı ve her emeği zayi etmeyeceği bilinen bir hakikattir.

Kur ân-ı Kerîm, Allah ın kitabı, Rabbimizin kullara hitabıdır. Allah ın vahy ettiği, Rasûlü nün bize tebliğ ettiği ilâhî nazmdır. Bu ümmete sunulan en büyük mucizesidir.

Biz çocuklarımıza Kitab ımızı Allah ın vahyettiği, Rasûlü nün tebliğ ettiği şekliyle öğretmek zorundayız. Bu bizim annelik, babalık görevlerimiz arasındadır. Bu görevin yapılmayışı ciddî bir kusurdur. Kur an tilâvetini öğretmek bizim yavrularımıza sunacağımız en güzel hediyelerden biridir. Yavrularımız böylece Rabbimizin kitabıyla bağ kuracak, onu okumanın onurunu yaşayacak, ayrıca dil ve telaffuz kabiliyeti gelişecektir. Peş peşe gelen farklı ses iniş ve çıkışlarına, kalınlaşma ve incelmelere, uzatma ve kısalmalara dilleri alışacak ve kendi dillerini de daha iyi ve net kullanır hale geleceklerdir. Bu onların kendine güvenlerini ve maneviyatlarını yükseltecektir.

Bir mü minin Rabbinin kitabını okumayı bilmemesi ciddî bir eksikliktir. Anne, baba tarafından bu imkân hazırlanmamış ise bu da anne, babanın ciddî bir kusuru, ciddî bir ihmalidir.

Abdullah İbn Abbas(ra), Allah Rasûlü vefât ettiğinde henüz çocuk denilecek yaşlardaydı.[2] Henüz on yaşına gelmeden muhkem olan Kur ân ı hıfzettiğini söyler.[3]

Bir Müslüman, ibadetlerini sıhhatli olarak yerine getirebilecek derecede Kur an ezberlememişse bu çok daha tehlikeli ve ciddî bir eksikliktir. Üzerinde her ferdin durup düşünmesi gereken, affedilmesi zor bir ihmaldir. Ömür varken bir an önce telafi edilmeli, hayatı bir çok açıdan mânâsız hale getiren bu kusur yok edilmelidir.

Allah Rasûlü’nün(sav) ikazına dikkat ediniz: "Hafızasında Kur ân bulunmayan bir insan, harâbe bir ev gibidir."[4]

Harâbe bir ev olmak ve harâbe bir ev gibi hayat sürmek hiç de övgüye layık olmayan bir hayat tarzıdır.

Çocuklarımızın, dolayısıyla gelecek neslimizin hayatını harabeye çevirmek isteyen zihniyet çirkin bir zihniyettir. Bu yönde atılan adımların da İblis i razı etmeye yönelik adımlar olduğu açıktır. İblis in kendisine uşak olanları, Allah ın gazabından kurtaramayacağı, kurtarmaya da çalışmayacağı kesindir. O gün, en yakın dostun bile dostu aramayacağı, sormayacağı, soramayacağı gündür.

Her yapılan şey, belli bir oranda emek ister. Sonu güzel olan şeyler, şüphesiz emek sarf etmeye değer şeylerdir. Kur an öğrenmeye çalışmak sonu en güzel olan şeylerdendir. Her türlü emeğe, her türlü sıkıntıya göğüs germeye, her türlü engeli aşmaya değer.

Ve hepimizin bildiği bir hadis-i şerif: "Sizin en hayırlılarınız, Kur ân ı öğrenen ve öğretenlerinizdir."[5]

Kur an ın fazîleti ve tilâvetiyle ilgili daha nice hadis-i şerif vardır. Hadis kitaplarının tefsir veya fedâilü l-Kur ân ile ilgili bölümlerine bakan kardeşlerimiz bu hadislerle karşılaşacaklar ve onlardan istifade edeceklerdir. Kur ân tilaveti ne kadar teşvik edilse yeridir.

O, zikirlerin efendisi, iki cihan saadetini elde etme düsturudur. Onun emirlerini öğrenmek ve onları hayata aksettirmek her mü minin görevidir. Onun buyruklarını anlama, onu müzâkere ise ayrı bir değer taşır. Onu müzâkere için bir araya gelindiği meclisler, sekînet ve rahmetin tecellî ettiği en hayırlı meclislerdendir. buyurur.

Allah Rasûlü(sav); "Eğer bir topluluk, Allah evlerinden birinde toplanır, Allah’ın Kitâbı’nı okur, onu anlamaya çalışır, aralarında müzakere eder ilim ve irfanlarını genişletirlerse, üzerlerine huzur, sükûnet ve vakar iner, onları rahmet kaplar, melekler kuşatır ve Allah onları katındaki melekler arasında anar,” [6]

Çocuklarımızın da ilâhî hitaptan feyz almasını arzuluyorsak, meleklerle kuşatılan meclislerde bulunmasını istiyorsak, şartlar ne olursa olsun ihmalkâr davranmamalı, üzerimize düşeni yerine getirmeliyiz.

__________________________________________________ _______________

[1] Sahih-i Buhârî, Tefsîr (16/ 140-141), Sahih-i Müslim, Salât (1/ 549-550)

[2] Allah Rasûlü(sav) vefat ettiğinde Abdullah ın kaç yaşlarında olduğu konusunda ihtilaf vardır. Daha güçlü olan kanaat 13 yaşını bitirip 14 yaşına girdiği yönündedir. (Umdetü l-Kârî 16/ 224-225)

[3] Bak: Sahih-i Buhârî, Fezâilü l-Kur ân (16/ 224) ve Umdetü l-Kârî 16/ 224-225)

[4] Sünen-i Tirmizî, Sevâbü l-Kur ân (5/ 177). "Hadis, hasen sahihtir," der.

[5] Sahih-i Buhârî, Fezâilü l-Kur ân (16/ 226), Sünen-i Ebî Dâvud, Salât (2/ 147), Sünen-i Tirmizî, Sevâbü l-Kur ân (5/ 174).

[6] Sahih-i Müslim, Zikir (4/ 2074)





Alıntı ile Cevapla