Tekil Mesaj gösterimi
Alt 10 Temmuz 2012, 01:13   Mesaj No:9

enderhafızım

Medineweb Emekdarı
enderhafızım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:enderhafızım isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5879
Üyelik T.: 28 Aralık 2008
Arkadaşları:32
Cinsiyet:Bay
Memleket:İst
Yaş:39
Mesaj: 3.169
Konular: 1383
Beğenildi:176
Beğendi:17
Takdirleri:216
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
evtx Cevap: Hz. Peygamberden Anne ve Babaya 50 Nasihat

36. Nasihat

Çocuklarınızın yanlış alışkanlıklar edinmesine fırsat vermeyiniz.


Allah Rasûlü(sav) anne ve babanın çocuğun manevî gelişmesi üzerindeki tesirini şöyle vurgular: “Bir çocuk ancak selim İslâm fıtratı üzerine doğar. Onun Yahudî, Hıristiyan veya Mecûsî olmasına anne ve babası sebep olur.” [1]

Allah Rasûlü(sav) birçok kaynakta yer alan bu hadisin devamında bir de misal verir: “Develer yavrular. Siz bu yavrular arasında kulağının ucu kesik bir yavru buluyor musunuz? Onların kulak uçlarını daha sonra siz kesiyorsunuz.”[2]

Bu misalde ifade edilen gerçek, fazla izaha ihtiyaç duyurmayacak kadar açık ve nettir. Nasıl bir yavru, annesinden dünyaya gelişinde selim, azaları tam olarak dünyaya geliyorsa insanlar da, fikir ve düşünce olarak selim bir şekilde dünyaya gelirler. Dış tesirler onlara kötülük aşılamasa ve kötü yolları öğretmese, bu selim fıtratları devam etse hayr ve güzelliklerle iç içe olurlar. Nasıl selim doğan hayvanların kulakları tanınsınlar diye veya başka sebeplerle sonradan insanlar tarafından kesiliyor ve hayvanın selim yaratılışı bozuluyorsa insanın selim yaratılığı da dış tesirlerle bozulmaktadır.

Size dıştan tesir eden bütün duygulardan sıyrılarak selim fıtratla bir düşününüz. Neler doğrudur? Neler doğru değildir?.. Neler yapılmalı, neler yapılmamalı?

Başkasının malını zorla veya hileyle elinden almak, aklı baştan alan, insanı rezilce davranışlara sürükleyen, sıhhatini yok eden içkiler içmek, başkasının iffetine göz dikmek veya iffetsizlik örnekleri sergilemek, zayıf ve çaresizi ezmek, başkalarının acı ve sıkıntılarından zevk almak, alın terine, el emeğine dayanmayan, başkalarına hizmet sunmadan, karşılığını vermeden kazanç elde etmek, cana kıymak, başkalarının rahatsız olacağını hesaba katmadan sınırsız hürriyet kullanmak, çirkin kelimeler sarf etmek, büyükleri hiçe saymak, küçükleri korkutup ürkütmek, bencillik ve saldırganlık.

Güler yüzlü, tatlı sözlü olmak, insanlarla iyi geçinmek ve onlara güven duygusu vermek, alın teriyle, el emeğiyle kazanmak, helal yemek, helal giymek, Allah ın bahşettiği nimetlerden istifade etmek ve onu lütfedene şükretmek, yardıma muhtaç insanların yardımına koşmak, hayrı ve güzellikleri tavsiyeleşmek, iffetli ve güzel ahlâklı olmak, mazluma yardım etmek, zalimin zulmünü durdurmak, bunun için bir araya gelip yardımlaşmak, yeryüzünde hakkın hakim olması, iyiliğin yayılması, kötülüklerin, çirkinlik ve çirkeflerin silinmesi için mücadele vermek. Ve daha niceleri.

Bütün bunları tefekkür süzgecinden geçirin. Haklarında iyi veya kötü, doğru veya yanlış olarak hüküm verin. Bunu iyi niyetle yapın. Gönlünüz gerçekten ne diyorsa ona hükmedin. Verdiğiniz hükümlerin çoğunun İslâmın verdiği hükümlerle aynı yönde olduğunu göreceksiniz.

Şimdi tekrar düşününüz, hangi çirkin ve yanlış şey vardır ki İslâm ona güzel veya doğru demiştir. Hangi güzel ve doğru olanı da çirkin veya yanlış olarak adlandırmıştır.

Eğer az da olsa zihninizin takıldığı şeyler olursa geri dönünüz, bilgilerinizi ve duygularınızı yeniden gözden geçiriniz, sağlam bilgilere ulaştığınızda, duygularınızı dış tesirlerden kurtardığınızda nice doğruları yakalayacaksınız.

Sonra dış dünyadaki zorlamaları ve yanlış kanaatleri düşününüz. İblis in kendisine ne kadar köle ve uşak bulduğunu, akıllarla, kalplerle ne kadar oynandığını göreceksiniz.

İçki içmenin, bar ve pavyonları, plajları doldurmanın, kucak kucağa dans edip edeb, iffet, ar duygularını hiçe saymanın, eşini, annesini, kardeşini, yakının, sevdiğini kıskanma hissini gönüllerden silmenin çağdaşlık sayılması, methedilmesi nasıl mümkündür!?.

Allah için alnı secdeye koymak, kula kulluk etmemek, Allah ın emirlerini hayata aksettirerek iki cihan saadeti için gayret göstermek, samimi duygular beslemek, iffetli olmak, Allah ın emirlerini yerine getirmek için çırpınmak, helal, haram çizgilerini korumaya çalışmak ne zaman kötü oldu ve istenmeyen şeyler arasında yer aldı?.. Batıl ve yanlış zihniyetler birçok ülkede devlet güçlerini nasıl arkasına almayı ve onları hakka karşı kullanmayı başardı?!. Kötüye iyi, iyiye kötü denir oldu?!

Üzüm bağından kopardığınız bir salkımı düşününüz: Görünüşü ve tadıyla ne kadar güzeldir. Dünyada ne kadar çok çeşidi vardır. Biz ondan ne kadar çok istifade ederiz. Yaprağından, ışkınından, henüz olgunluğa ermemiş tanelerinden bile… Salkımından koparıp kendisini yeriz, kurutur kurusunu saklarız, meyvesiz mevsimlerde onu yeriz, kompostosunu yaparız, suyunu çıkarır içeriz, pekmezini yapar yeriz, şırasını içeriz.

Bütün bunlar lezzet ve gıda doludur. Onlarla yetinmeyip mayalandırıp şarap haline getirmek, haramlaştırmak ve bu kadar nimeti bize bahşeden Allah a isyan ederek onu içmek nankörlük değil de nedir?

Hayatın bütünü bunun bir benzeri değil midir? Sayısız nimetlere karşı ihanetler ve nankörlükler sergilenmiyor mu?.. Kimisi nimet sahibini unutup manasız bir hayatın girdaplarında dönüp durmuyor mu, kimi de iradesine hakim olamayıp nefis arzularının peşinde sürüklenmiyor mu?

Hayatın içinde ne kadar isyan ve nankörlük örnekleri var?!

Ancak biz bu satırlarda daha çok içki ve kumar çeşitleri, uyuşturucu, bar ve pavyonlara girip çıkma, sigara, hırsızlık, yan kesicilik, şehvet peşinde koşma, okuldan evden kaçma gibi kötü alışkanlıkları kastediyoruz.

Bu tehlikeleri sakın evinizden, çocuklarınızdan çok uzak tehlikeler sanmayın. Çoğu masumca sanılan küçük kaçamaklarla başlar ve gün gelir anne ve babayı şaşkınlık ve çaresizlikle kıvrandıracak bir noktaya ulaşır. Spor totoyu, lotoyu, iddiayı, piyango çekilişlerini, tavla oyunlarını, parasına veya hediyesine yapılan maçları, bayramlarda sigara paketlerine atılan küçük kasnakları ve sonrasını küçümsemeyiniz. Hatta ütmesine bilye oyunlarından başlayınız ve basamak basamak çıkınız.

Gizli gizli sigara çekişlerini, büyükleri içki içerken görüp yaşanan özentileri ve diğer içilen musibetleri. Yalnız iken, kendini dışlanmış hissederken, bir başarısızlığın burukluğu yaşanırken tesellinin böyle şeylerde aranışını. Kötü arkadaşların teşvikini. Ekranlardan yuvaların içine dökülen kirleri.

İçkili baloları, artık birçok evde yer alan bar köşelerini, elde kadeh tutmanın çağdaşlık sayılıp özendirilmeye, teşvik edilemeye çalışıldığını. Sabahlara kadar tepinip çığlıklar koparmanın marifet ve hayat zevki olarak zihinlere aktarılışını…

Yangın içinde yürüdüğümüz bir gerçektir. Her şeye rağmen yanmayanları görerek hamd ettiğimiz, sevinç duyduğumuz da bir başka gerçek. Selim fıtratların hala varlığın koruduğu da.

Ancak daima dikkatli, daima uyanık, daima yüksek dirençli bir iradeye sahip olmak zorunda olduğumuz asla unutulmamalı, ihmalin cansız ellerine bırakılmamalıdır. Rabbimizin ikazı ve buyruğu gözden ve gönülden ırak tutulmamalıdır:

"Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar, fal ve şans okları Şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan uzak durun ki felaha, kurtuluşa eresiniz. Kesin olarak bilmelisiniz ki Şeytan içki ve kumar yoluysa aranıza düşmanlık, kin ve nefret sokmak, sizi Allah ın zikrinden ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz, onlara son verdiniz değil mi?" (Mâide 5/ 90-91)

Şeytan işi pislikler bu gün modern, çağdaş(!) şekillere büründüler, güzel ambalajlara sarıldılar, süslendiler, pazarlandılar. İşi gücü onları teşvik etmek, süslemek ve pazarlamak olanlar türedi.

Bir gazetenin son sayfasını bütünüyle kaplayan bir ilan görmüştüm. Ortalarında uzaktan rahatlıkla okunabilecek şekilde büyük harflerle "Mangaldaki külü daldaki bülbüle çeviren Türk mucizesi" yazıyordu. Bu bir rakının reklâmıydı. Mucize ne mucize, bülbül de ne bülbüldü! Demek ki bazı insanların zevki böyle bülbülleri dallara kondurup dinlemekti. Şakıyan bu bülbüllerin söyledikleri, şahsiyetleri, âileleri, çocukları, yarınları… Onlar ne olursa olsundu.

Bu gün boş arsalar, yıkılmaya yüz tutmuş, içi boşaltılmış harabe evler, köprü altları, kuytu köşeler tinerci barınağı haline geldi. O çocuklar da bizim çocuklarımız Dün uğruna fedakârlıklar sergilediği imanı, ulvî hedefleri, gayesi olan, bütün dünyaya örnek olma şerefine eren, tarihe izzet ve şerefini nakşeden bir milletin çocukları.Dışardan ithal edilmediler, uzaydan da inmediler… Rahman ı unutarak yetiştirilmeye çalışılan bir gençliğin kenar mahalleleri. Çağdaş marşlar ve şarkılarla yetiştiler… Aydınlığı bazen barlarda, pavyonlarda, bazen plajlarda, bazen kuytu köşelerde aradılar. Onların kalplerindeki imanı silerek yok etmek için gayret edenler artık sevinebilir, iftihar edebilirler. Boşluk denizinde yüzen, bataklıklarda gezen, haktan yan çizen, heveslerinin, arzularının peşinden sürüklenen bir nesil elde etmeyi, âile yuvalarının temellerini sarsmayı başardılar.

Sevinçleri yine de kursaklarında kalmalı. Ellerindeki bu kadar imkana rağmen iman fidanlarını hepten yok edemediler. Yeniden filizlendi, zor şartlara rağmen dalların ucunda tomurcuklar kendisini yine gösterdi. Kuş sesleri yeni baharların müjdesini veriyor. Ellerindeki tırpan bu çimleri biçmekten aciz kalacak. Zaman zaman tutuşturdukları ateş, enginlere uzanan ve giderek saf tutan bu ormanı yok etmeye yetmeyecek.

Çocuklarınızı kötü alışkanlıklardan koruyunuz. Birçok kötü alışkanlığın çok defa kenarlarda, köşelerde sigara içmekle başladığını unutmayınız. Sigarayı küçük bir musibet olarak görmeyiniz. Nice büyük belaların temelini küçük musibetlerin hazırladığını da unutmayınız. Şu hadis-i şerifin işaretini de aklınızdan çıkartmayınız:

"Rasûlullah(sav) her sarhoşluk vereni ve her insan bedenini zayıflatıp direncini kıranı yasakladı." [3]

Hadisin "her sarhoşluk verenin nehyedildiğini" dile getiren ilk bölümü, bir çok kaynakta farklı rivâyet ve ifade şekilleriyle nakledilir. Bu genellikle bilinmektedir. Ümmü Seleme Vâlidemiz in bize ulaşan bu rivâyet ise, Sünen-i Ebu Davud da nakledilir.

Rivayette yer alan "müfettir" kelimesinin iyi değerlendirilmesinin, ifade ettiği mânânın daha iyi anlaşılmasının gerektiğine inanıyoruz. Kelimeyi yukarıda "bedeni zayıflatıp direncini kıran" olarak tercüme ettik. Kelime esasen "beden direncinin kırıklığı, eklem yerlerinin halsizleşmesi, sinir sisteminin gerilip bedenin zayıflaması" mânâsına gelen bir kelimedir. Bedendeki halsizlik hissi "fütur" olarak ifade edilir. Zayıflığın, dirayetsizliğin, dirençsizliğin yaşandığı devirler de, bu mânâda "fetret devri" diye adlandırılır.

"Müfettir" kelimesinin neyi vurguladığı üzerine zihin yoran ilim ehli, uyuşturucuların ortaya çıktığı ve tanınmaya başladığı andan itibaren kelimenin ona işaret ettiğini dile getirmişler, afyon, eroin, esrar gibi uyuşturucu maddelerin de bedeni zayıflattığına, mafsalları gevşettiğine, iradeyi zaafa uğrattığına dikkat çekmişlerdir. Kelimenin yapısı bu mânâya yakındır. Ancak uyuşturucuları, "müskir" kelimesinin çerçeve içine aldığı da bir gerçektir. Çünkü müskir, sarhoşluk veren, akıla dengesini kaybettiren, aklı perdeleyen, aklın düzenli kullanılmasını engelleyen demektir. Dolayısıyla biz "müfettir" kelimesinin daha açık ve canlı bir şekilde sigarayı ve onunla aynı mânâda çiğnenen otları, burna çekilen enfiyeyi çerçevesi içine aldığına inanıyoruz.

Akıl almaz boyutlarda yayılan ve salgın dünya musîbetleri arasında sayılması gereken sigara alışkanlığı ile ilgili söylenebilecek elbette ki çok söz var. Sağlığa ve şahsiyete tesiri, sebep olduğu israf, en yakınlardan başlayarak çevrede yer alan insanların haklarının çiğnenmesi, irade zayıflığı ve daha nice konuda… Bunların çoğu bilinen ve giderek daha sıkça dile getirilen sözler. Giderek canlanan gayretler.

Onları düşünce ufuklarınıza bırakıyor, çalışmalarını daha çok âile ve çocuklar üzerine yoğunlaştıran Prof. Dr. Zig Ziglar ın kötü alışkanlıklar ile ilgili kendi yaşadığı dünyadan aktardığı bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum:

"Amerikalılar dünyanın diğer ülkelerinde yaşayan 5 milyar insanın toplamından daha yüksek düzeyde uyuşturucu kullanıyorlar. 9 milyondan fazla Amerikalı kokaini denemiş ve 25 milyonu ise herhangi bir tipte bir yasa dışı uyuşturucu kullanmış.

Günümüzde, doğan bebeklerin yüzde onu daha henüz rahimde iken uyuşturucu ve yüksek seviyede alkol kullanımı ile yüz yüze gelmekte. Hamile bir kadının kokain kullanması –bir kere dahi olsa- bebeğin üzerinde harap edici etkiler bırakabiliyor ve çok yüksek tıbbî harcamalara sebebiyet verebiliyor.

Her 12 Amerikalıdan birisi düzenli olarak uyuşturucu tüttürürken, 52 milyon kişiden her biri günde ortalama 31 sigara içiyor. 100 milyondan fazla Amerikalı her gün içki içiyor ve bunların 18,5 milyonunun ciddî alkol problemleri var.

Ya mâliyetler? Bu konuda hiç kimsenin elinde kesin sonuçlar yok. Fakat bazı kaynaklardan, tahminlerden ve matematiksel formüllerden faydalanarak birkaç rakama ulaşılabiliyor. İsterseniz işe "uyuşturucuya başlangıç" olan tütünden başlayalım. Satın alış fiyatı, tıbbî harcamalar ve üretkenlik kaybı toplam 150 milyar doları geçmektedir. Bu rakam sigara içiminin sebep olduğu insan mutsuzluğunu, rahatsızlığını içermiyor.

Yıkılan âileler ve mahvolan hayatlar işin içine katılmadan, alış fiyatı, tıbbî harcamalar ve üretkenlik kaybı açısından alkolün sebep olduğu zarar 250 milyar doları geçiyor.

Yasa dışı uyuşturucuların alış fiyatları, tıbbî ve rehabilitasyon harcamaları, üretkenlik kaybı ve işlenen suç faturaları 200 milyar doları geçiyor. Tabi buna hesaplanması mümkün olmayan kişisel yıkımlar dahil değil.

Bu üç rakamı topladığınızda 600 milyar dolardan daha fazla kayıpla karşılaşıyorsunuz. Toplumumuzdaki bu üç kanseri ve beraberlerinde getirdikleri problemleri ortadan kaldırarak, on yıl içerisinde yoksulluğa bir nokta koyabilir ve dünyanın en büyük kredi açan ülkesi haline gelebiliriz.

Boşanmalarımızın %90 ı temelde alkole dayanmakta. Alkol, kadın ve çocuk tacizlerinin %70 inde etkin sebep olarak yer alıyor.

Otoban ölümlerinin %50 sinden fazlası alkol bağımlısı. İçki problemi olan kişilerin %97 si evlerimizde, okullarımızda, fabrikalarımızda ve iş yerlerimizde rastladığımız kişiler.

İşin en korkunç yanı ise alkol bağımlısı olan kişilerin %90 dan fazlası bu konuda problemleri olduğunu kabullenemiyorlar.

Yaklaşık 10 ila 11 yaşındaki 100.000 çocuk en azından haftada bir kere içki içiyor. Amerika da 28,6 milyon çocuğun ebeveyni alkolik."[4]

İşte size yönünü ve olunu şaşırmışların imrendiği dünyadan bir yaprak. Peşinde sürüklendiklerimizin durumu bu olsa da, insanlarımızı çılgın bir gayretle onların yuvarlandığı uçuruma doğru sürüklemeye çalışanlar bulunsa da diyarımız henüz bu bataklığın içine bütünüyle gömülmedi. Ancak alkolik olanlarımız öyle hızlılar ki onlarla aramızdaki alkol litresi açığını bir hayli kapatıyor, çağdaşlık yolunda hızla ilerliyorlar… Ecel duvarına toslayıncaya kadar.

Rabbimize hamd ediyoruz ki kalplerden sökülüp atılamayan iman hala cemiyetimizi ayakta tutuyor. Bizim ulvî gayemiz, uğruna fedakârlılar sergileyecek hedeflerimiz, hayallerimiz, ümitlerimiz, hesap gününe imanımız var. Yolumuzu aydınlatan hidayet rehberimiz var.Bunların nasıl bir nimet olduğu, bize nasıl güç verdiği, ayaklar sürçünce elimizden nasıl tuttuğu üzerinde tekrar düşününüz.

Bunların ardından bir gerçeği tekrar vurguluyoruz: Çocuklarınızı her türlü yanlış alışkanlıklardan koruyunuz. Onlardan önce kendinizi.

İslâmî hassasiyeti olan kardeşlerimizin sigara içmelerinin ayrı bir çirkinlik arz ettiğini unutmayınız. Tesettürlü bayanların sigara içmelerinin ise çok daha çirkin bir şekilde göze battığını, görüp şahit olan insanlar tarafından ciddî bir eksiklik ve kusur olarak kaydedildiğini vurgulamak zorunda olduğumuza inanıyoruz.

Ayrıca aşırı televizyon düşkülüğünün kötü alışkanlıklardan sayılabilecek bir duruma geldiğini unutmayınız. Saatlerce televizyon karşısında kalmak, böylece bilgi ve ahlâk kirliliğinin hedefi haline gelmek veya boş, faydasız, ciddiyetten uzak, hedefsiz ve gayesiz programlara kilitlenip kalmak basite alınamayacak derecede bir kötü alışkanlıktır.

Televizyon neticede bir alettir. Aletler iyiye de kullanılabilir, kötüye de… Ancak son derece faydalı olabilecek bu âletin çılgınlık derecesinde kötüye kullanıldığı, bir milleti, hatta bütün dünyayı ifsat etmek için silah haline getirildiği her akl-ı selim sahibinin kabul edeceği bir gerçektir.

Bu konu üzerinde ayrıca durulacak ve incelenecek bir konudur. Televizyonun tehlikesi ve zararları bilinmekte, nasıl ve ne şekilde tedbir alınacağı, irade hakimiyeti için neler yapılacağı ise bilinmemektedir.

Kendinizi ve çocuğunuzu ekranların esiri olmaktan kurtarma irade ve şuurunu gösteriniz.

Aynı tehlike farklı bir şekilde bilgisayar tiryakiliğinde vardır. Saatlerce süren bilgisayar oyunlarına dalıp gitmek, bıkıp usanmadan internette dolaşmak, kopuk cümlelerle bilgisayarları karşılıklı dedi-kodu aleti edinmek ve daha neler evlerde daima görülen manzaralardan biri oldu. Çocuklar dış dünyayı, arkadaşları ile oynamayı, anne ve babası, kardeşleri ile konuşmayı unutur hale geldiler.El kabiliyetleri kayboldu. Kasları gelişmez oldu, hatta eridi. Yüzlerinin rengi gitti. Arkadaş edinme duyguları söndü. Tek yönlü bilgiler, çok bilgi sayılır oldu. "Bu günün çocukları çok farklı" denilerek, çok şey bildirdikleri zannedilir hale geldi. Çok şeyleri bilmedikleri, sunî bir dünyada yaşamaya başladıkları gözden kaçtı. Her şeyin aşırısının zararlı olduğu da unutuldu.

Bu tiryakiliğin üzerinde daha ciddî durulmalı, aletlere esir olmak yerine onları kullanmak ve onlara efendilik edebilme iradesine sahip olmak için çalışılmalıdır.

Bu yönde üsluplar geliştirilmeli, araştırmalar yapılmalıdır.

_____________________________________

[1] Sahih -i Buhârî, Cenâiz (7/ 93), Sahih-i Müslim- Kader (4/ 2047-2048).
[2] Sahih -i Buhârî, Cenâiz (7/ 93), Sahih-i Müslim- Kader (4/ 2047-2048).
[3] Sünen-i Ebu Davud, Eşribe (4/ 90)
[4] Olumsuz Bir Dünyada Olumlu Çocuk Yetiştirmek, Zig Ziglar (252-254)









37. Nasihat

Çocuklarınızı kendi cinslerine uygun olarak yetiştiriniz.


"Rasûlullah (sav), erkeklerden kadınlara benzemeye, kadınlaşmaya çalışanlar ile, kadınlardan erkeklere benzemeye, erkekleşmeye çalışanlara la net ettti.[1]

İnsan nesli tarihler boyu varlığını ve devamlılığını iki cins ile, yani erkek ve kadınla sürdürür. Bu iki cinsten dünyaya gelmeyen sadece Adem (as), Havva Vâlidemiz ve İsa (as) vardır. Bunun dışındaki bütün insanlar bir anne ve babadan dünyaya gelmişlerdir. Hepsinin soyu neticede Adem (as) ile Havva Valide mize dayanır.

Zikr-i Hakîm de bu gerçek şöyle dile getirilir: “Ey İnsanlar! Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık. Birbirinizle tanışmanız, kaynaşmanız, farklı vasıflarınız, özelliklerinizle bilinmeniz için sizleri kavimlere, kabilelere ayırdık.

Şüphesiz Allah katında en değerli olanınız, en takvâlı olanınızdır.

Elbette ki Allah her şeyi bütün yönleri ve incelikleriyle bilir ve her şeyden haberdardır. (Hucurât 49/13)

Bu âyet-i kerîmede, hayatın iki cinsle başladığı ve devam ettiği, Allah katında gerçek değerin ve üstünlüğün takvâ ile olduğu vurgulandığı gibi, ırkçılık zihniyeti ve ona balı anlayışlar da reddedilir.

Evet, hayat iki cinsle devam eder. Bu iki cinsin kendi özelliklerini en iki şekilde koruması da hayatın en sağlıklı devam yoludur. Selim fıtrat da buna uygundur.

Nice gariplikleri yaşadığımız bu günlerde cins karmaşası ve eğitim düşüncesizlikleri de yaşıyoruz. Biz bu karmaşanın sadece eğitim ile ilgili kısmına dikkat çekiyor, anne ve babanın bu konuda dikkatli olmasını, bilgili ve şuurlu hareket etmesini arzu ediyoruz.

Şimdi “İnsan Denen Meçhul” isimli kitabıyla Nobel Tıp Ödülü alan Dr. Alexis Carrel in sözlerine kulak veriyoruz:

“Erkekle kadın arasındaki farklar… organlarının farklı şekillerinden, rahimin mevcudiyetinden, adet görmekten veya terbiye tarzından ileri gelmez. Bunlar çok derin bir sebepten ileri gelirler ki, bu da cinsî guddelerin imal ettiği kimyevî maddelerin bütün organizmaya dolması, organizmanın bununla dolu dolu olmasıdır.

İşte bu esasları bilmemek, feminizm öncülerini, her iki cinsin aynı terbiye, aynı işler aynı yetki ve sorumlulukları alabilecekleri inancına sevk etmiştir. Gerçekte kadın, erkekten önemli derecede farklıdır. Kadının vücudundaki hücrelerin her biri kendi cinsinin izlerini taşır. Organik ve bilhassa sinir sistemleri için de durum aynıdır. Fizyolojik konular da yıldızlar âleminin kanunları kadar sert ve merhametsizdir. Onların yerine insanî arzuları koymak imkansızdır. Onları oldukları gibi kabul etmek zorundayız. Kadınlar kabiliyetlerini kendi tabiatları (yaratılışları) istikametinde geliştirmeli, erkekleri taklit etmeye kalkmamalıdırlar.

Medeniyetin ilerlemesinde kadınların rolü, erkeklerinkinden daha yüksektir. Bu rolü terk etmemeleri gerekir.” [2]

Müellif, bir hayli tıbbî bilgiler verdikten sonra sözlerini şöyle tamamlıyor:

“Genç kızlara, erkeklere verilen fikri formasyonun, hayat tarzının ve idealin aynı verilmemelidir. Terbiyeciler, erkek ve dişilerin organik ve dimağî farklarını, bunların (yaratılıştaki) rolünü dikkate almalıdırlar. İki cins arasında değişmez ayrılıklar vardır. Medenî dünyanın kuruluşunda bunu hesaba katmak şarttır.”[3]

Bir çok fikirlerini, temel bilgilerini Avrupa dan almakla övünen zihniyet, bir Fransız bilim adamı olan Alexis Carrel’in bu sözlerini tutmuşa ve tutacağa benzemiyor. Sanki tam tersi yapılıyor, kadınlar erkekleştirilmeye, erkekler kadınsı yapılmaya çalışılıyor. Birbirini bütünleyici özellikler ve bağlayıcı bağlar koparılmaya, yok edilmeye uğraşılıyor.

Kız çocuklarının sadece bedenlerine değil davranışlarına bakınız, erkek çocuktan ne kadar farklıdır. Duygu yönü ne kadar canlıdır, kendisini sevdirmek, sevgi ve şefkat duygularını üzerine çekmek konusunda ne kadar başarılıdır. Oyuncaklarını nasıl farklı çeker. Ağlayan küçük kardeşinin sesi nasıl önce onun dikkatini çeker. Çocuk kucaklamaya ne kadar meraklıdır…

Aynı şekilde erkek çocuklarının davranış ve kabiliyetleri, atılganlıkları ne kadar farklıdır. Oyuncak tercihleri ne kadar dikkat çekicidir.

Doğru olan da bu yaratılışlarını uygun olarak yetiştirilmeleri, terbiye edilmeleri, eğitilmeleridir.

Bu alanda dış dünyada şahit olduğumuz dengesizlikler basite alınmamalı, yuvalar ihmal ve düşüncesizliklerden uzak tutulmalı, çocuklarımız fıtratlarına uygun yetiştirilmelidir.

Fıtrata ters insanların nasıl şahsiyetlerini kaybettiklerine, nasıl ulvî duygulardan sıyrılıp basitlikler sergilemeye başladıklarına dikkat ediniz.

Erkek çocuğu olmayan âilelerin kızlarından birini erkek gibi yetiştirmeye meraklı olduklarını, aynı şekilde kız çocuğu olmayanların erkek çocuklarından birini özellikle de küçüğünü evde dizlerinin dibinde kız gibi yetiştirmeye çalıştıklarını görüyoruz.

Ayrılan ailelerde, anne yanında kalan erkek çocukların hep anne ile veya annenin arkadaşları, yakınları olan kadınlarla bir arada buluna buluna onların tavırlarını ve davranışlarını taklit etmeye başladıkları, onların davranışlarını sergiledikleri görülüyor. Bu durumda olan çocukların erkek arkadaşları yoksa, erkek çocuklarla yeterli derecede vakit geçirip oynama imkânı bulamıyorlarsa tehlike oranı daha da büyümektir.

Çocuklarınızı bu tür tehlikelere karşı da koruyunuz ve onlara kendi cinslerine uygun terbiye veriniz. Hatalı davranışları basite alma, yanlış değerlendirme ve ihmal tuzaklarına düşmeyiniz.


__________________________________________________
[1] Sahih-i Buhârî, Libas ( 18/ 70)
[2] İnsan Denen Meçhul, (s. 114)
[3] İnsan Denen Meçhul, (s. 116)







38. Nasihat

Çocuklarınızı açık sözlü yetiştiriniz


Özü, sözü doğru olmak çok güzel bir haslettir. Doğruyu güzel bir ifadeyle dile getirmek ayrıca güzelliğe güzellik katar. Uyumluluk, sadakat ve vefa, iman ile bütünleştiğinde hayran olunacak bir yücelik kazanır.

Ubâde İbn Sâmit in (ra) Allah Rasûlü ne nasıl biat ettiğine dikkat ediniz:

"Biz Allah Rasûlü ne(sav), hoşumuza giden-gitmeyen, acı-tatlı, iyi ve kötü günde itaat etmek, kendisine mesuliyet verilenlere karşı gelmemek, nerede ve ne durumda olursak olalım, Allah uğrunda hiç kimsenin kınamasından, baskısından korkmadan çekinmeden, hakkı dile getirmek üzere biat ettik.”[1]

Bu kelimeler, Allah Rasûlü nün bir mü minin nasıl olması gerektiğinin, nasıl bir bağlılık istediğinin özetidir. Arzumuz, yavrularımızın bunu gerçekleştirecek bir anlayış ve yapıda yetiştirilmesi, bu duygularla filizlenip gelişmeleridir.

Açık sözlülük, edeb ölçüleri içinde olduğu sürece güzel ve asil bir haslettir. Duygular ve düşünceler iyi bir üslupla ve dürüstçe ifade edildiği zaman insanlarla paylaşılır ve tesiri gönülden gönüle sirayet eder. Kaynayarak dış dünyaya çıkan ve şırıldayarak akan sular, nasıl daha güzel, nasıl daha temiz ve daha berrak ise, insan gönlünde safiyet ve tazelik duygusu uyandırıyorsa, duygu ve düşünce kaynağından çıkan kelimeler ve cümleler de öyledir.

Kaynayan ve akan suların, nasıl diğer sularla buluşma, kaynaşma ve güçlenme ihtimali daha yüksek ise, zihinlerde şekillenip güzel kelimelerle dış dünyaya akseden düşüncelerin de paylaşılma, zenginleşme, güçlenme ve arzu edilen hedefe doğru yol alma ihtimali daha yüksektir.

Müslim in, Sehl İbn es-Sâ idî den naklettiği bir hatırada yer alan bir açık sözlülük örneğini paylaşıyoruz:

"Rasûlullah a(sav) bir içecek getirildi. Getirilen içecekten içti. Sağında bir çocuk duruyordu, solunda yaşlı insanlar vardı. Çocuğa; “–Bana izin verir misin, içeceği onlara vereyim? buyurdu.

Çocuk; “Hayır vallahi! Senden gelen nasibi başkasına kaptırmam, başkasını bu konuda kendime tercih etmem,” dedi.Bu sözler üzerine Rasûlullah(sav), kabı onun eline verdi." [2]

Rasûlullah(sav) Efendimiz de, orada bulunan sahâbeler de küçük delikanlının asıl hedefinin Allah Rasûlü nün arzusunu geri çevirmek, bencillik etmek veya küstahlık sergilemek olmadığını biliyorlardı. O, Allah Rasûlü nün içtiği kaptan içmek istiyordu. Belki bir daha ele geçiremeyeceği bir fırsatı kaçırmak istemiyordu. İstediği, dünyalık değeri olan bir şey değildi. O gönlünde doğan bir arzuyu açık bir ifadeyle dile getiriyor, istediğini de elde ediyordu.

Uhud Gazvesi öncesi saflar arasına karışan 13-15 yaşları arasındaki çocukları hatırlayınız: Kimi Efendimizin gözüne takılır da cihada katılmasına izin verilmez korkusuyla saflar arasında kendini saklamaya çalışıyor, kimi de boyunu büyük göstermek için ayak parmaklarının üzerine yükseliyordu.

Onların bu hali, yiğitçe ve pervasız duruşları, cesaretleri, iştiyakları Rasûlullah ı(sav) ne kadar duygulandırmıştı. Yine de yaşları küçük olduğu için onları saflardan ayırmıştı.

O günlerde 15 yaşlarında olan Râfi‘in(ra) babası oğlunun cihad saflarından ayrılmasını istememiş, Rasûlullah a(sav) gelerek; "Ya Rasûlallah! O, çok iyi ok kullanıyor, iyi bir atıcı!" demiş ve oğlunun cihad saflarında kalmasını sağlamıştı. Bunu gözden kaçırmayan ve iyi değerlendiren bir başka küçük delikanlı Semüra İbn Cündüb(ra) de Allah Rasûlü ne gelerek; "Ya Rasûlallah! Râfi ye izin verdiniz, beni savaşa kabul etmediniz. Ben onu güreşte yeniyorum!" diyor; yapılan güreşte gerçekten yenerek cihad meydanında büyüklerinin arasında yer almayı başarıyordu.[3]

Onun ve diğer küçük delikanlıların bu davranışlarının daha sonra yaşanan sıcak çatışmada payı ve tesiri olduğuna inanıyoruz. Gönüllerde bıraktığı izlerin de derin olduğuna. Taze gençlerin bu cesaret ve tavırlarının büyüklerini nasıl heyecanlandırdığını, ateşlediğini düşününüz.

Önceki yıllarda çocuklarımız çekingen yetişirdi. Duygu ve düşüncelerini söylemez, sorulan soruları çok defa cevapsız bırakırlardı. Günümüzdeki çocuklar ise biraz daha şımarıkça… Bir şey istediklerinde rahat istiyor, canlarının istediğini daha rahat ve ısrarla dile getiriyorlar. Eskisi kadar babadan korkmuyorlar. Elbette herkes için aynı şeyleri söylemenin mümkün olmadığı da ayrı bir gerçek. Eski ile yeni arasındaki ciddî farka rağmen günümüzün çocukları da duygu ve düşüncelerini açık ve güzel kelimelerle dile getirmiyor, "açık sözlülük" olarak ifade ettiğimiz o çocuk safiyeti ile bütünleşen güzelliği yakalayamıyor. Onların tatlı buluşları, evleri şen gülücüklere boğmuyor.

Misaller anlatmaya yardımcıdır. Hepinizin hayatında açık sözlülüğün, çocukça ve zekice buluşların güzel misalleri vardır. Onları göz önüne getirdiğinizde neyin murat edildiğini daha iyi anlayacaksınız. Onları hatıra dağarcığına kaydediniz Sonraki yıllarda da neşe kaynağınız olacaktır. Belki de torunlarınızla anne veya babalarının çocukluk hatıralarını paylaşacaksınız.

Böyle bir misali paylaşıyoruz: Biz evin bütün fertleri olarak dondurmayı severiz. Antalya da kaldığımız yıllarda, sıcak bir yaz gününde arabayla caddede ilerliyorduk. Çocuklar aralarında anlaşarak arabanın arka koltuğunda hep birden el çırpıp;

"Babam bize dondurma alacak!" demeye başlamışlardı. Aynı şeyi Mekke de yaparlardı. Gece serinliğinde Arafat a dostlarla oturmaya giderdik. Dönüşte dondurmacının yakınlarından geçtiğimizde bu el çırpışları ve neşeli isteği duyardık. Her zaman olmasa da zaman zaman alırdık. Burada da çok geçmeden dondurmacının yerini öğrenmişlerdi. Yakınlarından geçerken aynı arzuyu dile getiriyorlardı. Mekke yi hatırlattığı için güldük. Sonra; "Tamam, size bir kilo dondurma alayım!" dedim.

"-Olmaz!" dediler. "Yarım kilo dondurma kime yeter. O bizi daha da iştahlandırır. Hem kendimiz kanaat etsek bile gözümüz doymaz."

Yumşak anımızı bulduklarına inanarak cesaretlenmişlerdi. Altı kardeştiler ve iyi dondurma yerlerdi. Her birinden ayrı bir fikir geliyordu. Asıl derdin gözlerin doyması olduğunu ittifakla vurguluyorlardı.

"Mesele gözün doyması mı?" diye sordum. Hep birden; "-Evet!" dediler.

Bana göre tuzağa düşmüşlerdi. "Tamam!" dedim. "Dondurmayı alıyorum. Evde oturduğunuz masanın bir tarafına ayna koyuyorum. Dondurmayı da aynanın önüne koyuyorum. Dondurma iki katına çıkıyor. Aynı şekilde üç katına da çıkarabilirim. Böylece gözünüz doymuş olur."

Kendime göre meseleyi çözmüştüm. Şimdi ne diyeceklerdi?

Ancak henüz ilkokulun ilk basamaklarında olan kızımdan gelen itiraz bütün dengeyi bozuverdi:

"Hayır, doymaz baba!" dedi. "O zaman sadece dondurma çoğalmıyor, dondurmanın başına oturanlar da çoğalıyor."

Bunun nice değişik örneklerinin sizin âilenizde de yaşandığına inanıyorum. Onları koruyunuz ve çoğaltınız.

Ancak açık sözlülük küstahlığa, cesaret cür ete, dikbaşlılığa dönmemelidir. Olgun, cesur, zeki, atılgan, düşüncelerini yaşının samimiyeti içinde ve güzel bir üslupla ifade eden, kendisine değer verildiğinde şımarmayan, kendine güvenen, dürüst, imanlı, İslâmî değerleri bilen ve onlarla yoğrularak yetişen yeni bir nesle olan ihtiyacımız gerçekten büyüktür.

Yarınlarımız için bu nesli yetiştirmek zorundayız. Gayretlerimize Rabbimiz bereket verecek, ufkumuz açacaktır.

__________________________________________
[1] Bu biat, ikinci Akabe Buluşması sırasında yapılmıştır. Sahih-i Buhârî, Ahkam (20/ 162)
[2] Sahih-i Müslim, Eşribe ( 3/ 1604 ).
[3] Sîretü İbn Hişam (2/ 66), Es-Sîretü n-Nebeviyye (sh. 192), Hayatü’s-Sahabe (1/ 583)









39. Nasihat

Âile sırlarınızı dışarıya vermeyiniz

Allah Rasûlü(sav) mahrem sırların başkalarına aktarılmasının yasaklamıştır. Bunu oldukça ağır sayılacak kelimelerle ifade etmiş ve şöyle buyurmuştur:

"Kıyamet günü Allah katında en şerli insanlardan biri de, hanımıyla bir çok mahrem sırrı paylaştıktan, arada perde kalmadıktan sonra kadının mahrem sırlarını yayan insandır." [1]

Ebu Saîd el-Hudrî den gelen bu hadisin yine Sahih-i Müslim de yer alan bir başka rivâyetinde de karı koca arasındaki mahrem sırlar, kıyamet günü Allah katında emanetlerin en büyüklerinden biri sayılmış, sırrı yayış bir nevî ihanet kabul edilmiştir. [2]

Âile içinde yaşananların büyük bir kısmı, âile mahremiyetinden sayılır. Bunların dış dünyaya duyurulması veya bir şekilde sızdırılması doğru değildir.

Meşru bir nikah akdiyle bir araya gelerek yuva kuran karı-koca birbirine en yakın iki insan haline gelirler. Birçok sırrı ve geleceğe yönelik hayali paylaşır, yuvalarını yarınlara hazırlarlar. Şüphesiz yuvanın temeli karşılıklı sevgi, hürmet, merhamet ve şefkat üzerine kurulu olmalıdır. Ancak rüzgârlar her zaman istenilen yönlerden, istenilen hızlarda esmezler. Bazen hırçınlaşabilir, bazen ters yönden vurabilir, bazen yağmur, bazen de tozla karışık olabilirler… Âile içinde yaşananlar da böyledir. Beklenmeyen fırtınalar çıkabilir, soğuk rüzgârlar esebilir… Elbette baharlar da yaşanır, pırıldayan güneşler de görülür.

Bunların hangilerinin âile sırrı olduğu iyi değerlendirilmeli, nelerin başkalarıyla paylaşılabileceğine iyi karar verilmelidir. Âilede yaşanan her şey dış dünyaya aksetmemelidir. Dış dünyaya duyurulan sırlar, âilenin ve âile fertlerinin değer kaybına sebep olurlar. Yaraları büyütür, kötü emsal olurlar.

Anne ve babalara, âile büyüklerine nelerin anlatılabileceği de iyi seçilmeli, onların zihinlerinde bulanıklık, kalplerinde tedirginlik bırakacak, yanlış kanaat edinmelerine, hatalı adım atmalarına sebep olacak bilgiler verilmemelidir. Sözler yaylardan çıkan oklar gibidir, söylendikten sonra bir daha geri alınamazlar… Açtıkları yaralar, uzun zaman diliminde bile kapanmayabilirler.

Başkalarının duymadığı hatalar, enfeksiyon kapmamış yaralar gibidir. Çabuk iyileşirler. Onlara sürülen pişmanlık merhemleri tesirini çok çabuk gösterir.

Bir mü min, başka bir mü min kardeşinin şahid olduğu, öğrendiği kusurlarını bile örtmek, sırlarını saklamak için çırpınır. Kusurların tamiri ve tekrarlanmaması için üzerine düşeni yerine getirmeye çalışır.

Allah Rasûlü(sav); “Kim, bir Müslümanın kusurunu örter, ayıbını, sırrını saklarsa, Allah da dünya ve âhirette onun kusurunu örter, ayıbını saklar,” buyurur. [3]

Bir insan, başka insanların sırrını korumak zorunda ise kendi âile sırları konusunda daha da titiz olmalıdır. Âile sırrı sayılan şeyler, çok defa başkalarını ilgilendirmeyen, öğrenilmesi başkalarına fayda getirmeyen, âileye ciddî zararlar veren, belli bir mahremiyeti olan sırlardır. Bu tür sırların dertleşme manasında da başkalarına aktarılması doğru değildir.

Paylaşılan sırlar çok defa sır olmaktan çıkar. Hz. Ali; "Sırrın senin esirindir, onu başkasına söylersen sen onun esiri olursun,"[4]

Hele de eşlerin birbirlerinin kusurlarını başkalarının yanında dillendirmeleri, eşlerini çekiştirmeleri ciddî bir hatadır. Bu davranışları sadece eşlerinin değil, kendilerinin ve âilelerinin değerini de düşürür. Zihinlerde, kusur ve zayıflıkları ile yer etmelerine sebep olur.

Eşler birbirlerinin elbisesidirler. Haramdan korunmada, sadakat ve ahlâkî güzelliklerini korumada birbirlerine yardımcı, sırlarını saklamada emin, hataları ve kusurları örtmede perdedirler.

Çocuklarınızı da âile sırlarını saklamaya alıştırınız. Onlara bazı şeylerin sır olduğunu anlatınız, hissettiriniz. Küçük olsalar da bunu anlayacak ve hissedeceklerdir.

Yakın ve dostlarınızın çocuklarının ağzından âile sırlarını almaya çalışmayınız. Onları âile sırlarını korumaya teşvik ediniz.

Bununla ilgili bir hatırayı Enes ten(ra) dinliyoruz: "Ben çocuklarla oynarken Rasûlullah(sav) yanıma geldi. Bize selâm verdi. Peşinden beni bir iş için gönderdi. Bu yüzden annemin yanına varmakta geciktim.Yanına geldiğimde annem; “Seni geciktiren neydi?” diye sordu. “Rasûlullah(sav) beni bir iş için göndermişti,” dedim. “İşi neydi?” diye sordu. “–Bu sır!” diye cevap verdim. Ben öyle deyince annem; “Allah Rasûlü’nün sırrını hiç kimseye söyleme!” dedi."

Hadisin devamında Enes’in(ra) kendisinden bu hadisi duyan ve nakleden Sâbit’e; “Allah’a yemin olsun ki Sâbit, onu birisine söyleyecek olsaydım sana söylerdim,” dediği yer alır.[5]

Enes(ra) bir başka rivâyetinde; “Allah Rasûlü(sav) bana bir sır söyledi. Şu ana kadar onu hiç kimseye söylemedim. Ümmü Süleym bu sırrı sordu ona da söylemedim,” der.[6]

"Ümmü Süleym" Enes in(ra) annesidir. Fazîlet yüklü, hayr ve takvâ dolu bir kadındır. Son derece zekî ve olgun birisidir. Oğluna Allah Rasûlü nün sırrını saklama konusunda yaptığı tavsiye de çocuğun hayr ve salâhını isteyen mü mine bir kadının yapması gereken tavsiyedir. O, ne yaptığını bilen şuurlu bir annedir.

__________________________________________________ _________________________
[1] Sahih-i Müslim, Nikah (2/ 1060).
[2] Sahih-i Müslim, Nikah (2/ 1061).
[3] Sahih-i Müslim, Zikir (4/ 2074).
[4] Edebü d-Dünya ve d-Dîn, Mâverdî (s. 295)
[5] Sahih-i Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe (4/ 1929).
[6] Sahih-i Buhârî, İsti’zân (18/ 327), Sahih-i Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe (4/ 1930).




40. Nasihat

Eşinizin ve çocuklarınızın duygularını anlayınız, zaman zaman kendinizi onların yerine koyunuz ve olumlu yönde adımlar atınız.


Âişe Validemiz Allah Rasûlü nün(sav) şöyle buyurduğunu rivâyet ediyor:

“Mü’minlerin imanı en olgun olanı, ahlâkı güzel olan ve âilesine hoş muâmelede bulunan, onlara karşı sevgi ve şefkatle davranandır.”[1]

Âile içinde ve dışında yaşanan hadiselere sadece kendi bakış açınızda bakmayınız, sadece kendi fayda veya zararınız açısından değerlendirmeyiniz. Eşleriniz, çocuklarınız, hatta anne ve babanız, yakınlarınız ve dostlarınız açısından da bakıp değerlendiriniz. Rabbimizin bize bahşettiği akıl, zeka ve irade bütün bunları dakikalar, saniyeler içinde değerlendirecek güçtedir.

İnsanların aynı hadiseye bakış açıları farklı olabilir mi, farklı kanaatler ortaya çıkar mı? diye sorulacak olursa cevap elbette ki; "evet!" olacaktır.

Bir mağazanın vitrini önünde iki insan düşününüz. Birisi ihtiyacı olan elbiseyi arıyor, diğeri vitrinin tertip ve düzenini seyrediyor ve o anda bu vitrinin daha iyi nasıl tanzim edilebileceğini zihninde canlandırıyor. Bu iki insanın aynı vitrine bakış açılarının birbirinden ne kadar farklı olacağını tahmin edersiniz.

Kız çocuklarıyla, erkek çocukların oyuncak seçişlerindeki farklılıklara da dikkat ediniz. Hanımların renk ve koku konusunda erkeklere göre daha hassas oldukları biraz dikkat eden bir insanın gözünden kaçmayacaktır. Hassasiyet ve dikkatler yaşlara göre de değişir. Gençler, yaşlılar, çocuklar içinde bulundukları şartları birbirinden ne kadar da farklı değerlendirirler! Bunun daha nice misallerini bulabilirsiniz.

Onun için bir çatı altında yaşayan insanların birbirini daha iyi anlamaya, birbirinin bakış açılarını daha iyi değerlendirmeye ihtiyaçları vardır. Bunun en iyi yollarından biri de zaman zaman kendimizi onların yerine koyarak onlar gibi düşünmek, onları anlamak ve onlar anlayışlı davranmaktır. Bu, aradaki bağları güçlendirecek, yuvanın saadetini, fertlerin ecrini artıracaktır.

İbn Kesîr(rh.a.);"Onlara iyilikle, güzellikle muâmele edin!" [2] âyetini tefsir ederken şöyle der: "Hanımlarınıza güzel sözler söyleyin, davranışlarınız da, imkanınız derecesinde kılık kıyafetiniz de güzel olsun. Siz onların nasıl güzel sözlerinden, güzel davranışından, düzgün ve temiz kıyafetinden hoşlanıyorsanız siz de onlara karşı böyle olmalısınız. Rabbimiz;

"Erkeklerin kadınlar üzerinde nasıl temiz fıtratların kabul ettiği, şer-i şerifin tasdik ettiği haklarının olduğu gibi kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır,"[3] buyuruyor." [4]

İyi geçimin, hoş muamelenin temeli eşlerin, âile fertlerinin birbirlerini anlamaları, birbirlerine anlayış göstermeleri, değer vermeleri, âile içinde ve dışarıda güzel ahlâklı olmalarıdır.

Ve unutmayalım: “Birr (güzel ahlâk, hayırlı amel ve takva) sahibleri elbette ki Cennet tedir.

Fâcirler, kötü ve reziller de şüphesiz Cehennem’dedir. " (İnfitâr, 82/ 13-14)

Bu gün mü min gönüllerin kendi öz yurtlarında garip ve boynu bükük duruma düşürüldükleri, nice hak ve hukuklarının gasp edildiği, tekbir sesleriyle fethedilen bir diyarda horlanmaya ve yabancı duruma düşürülmeye çalışıldıkları acı bir gerçek olarak gözler önündedir. Böyle bir durumda kendi yuvasının sıcaklığını hissedemiyor, güven ve huzuruyla kalbi rahatlamıyor, dış dünyada yediği darbelere bir başka darbe de yuvasından, yuvasının fertlerinden geliyorsa bunun gönüllerde estireceği fırtınayı düşününüz. Elinizdeki imkân veya gücü kötüye, hak gasbına, başkasına acı veya huzursuzluk vererek nefsin azgınlıklarını tatmine kullanmayınız. Bu size büyük zarar olarak geri dönecektir.

Şu emr-i ilâhîye kulak veriniz ve mü min gönüllere eziyet verenlerin akıbeti üzerinde tefekkür ediniz:

“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlara, yapmadıkları bir şeyden dolayı, hak etmedikleri bir gerekçeyle eziyet veren, zulm edenler, şüphesiz büyük bir bühtan, apaçık bir günah üstlenmişlerdir.” (Ahzab, 33/ 58)

Bu âyeti tekrar tekrar okuyunuz ve cemiyet içinde yaşananları, Rabbinin emrettiği gibi yaşamak isteyenlerin uğradıkları mağduriyetleri ve İblis e uşaklıkta yarışanların gayretlerini, işgüzarlıklarını, hırslarını ve kinlerini iyi değerlendiriniz. Böyle bir denizde yol alırken âile geminizin ne kadar sağlam olması gerektiğine siz karar veriniz.

***

_____________________________________________
[1] Sünen-i Tirmizî, İman (1/ 9) Âişe Validemizin rivayet ettiği bu hadis için “sahih” demiştir.
[2] Nisâ Sûresi (4) Âyet: 19
[3] Bakara Sûresi (2) Âyet: 228.
[4] Muhtasaru Tefsîri İbn Kesîr (1/ 368-369).



Alıntı ile Cevapla