Durumu: Medine No : 7 Üyelik T.:
14Haziran 2007 Arkadaşları:1 Cinsiyet: Yaş:43 Mesaj:
1.277 Konular:
640 Beğenildi:18 Beğendi:0 Takdirleri:10 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Cvp: Vaaz: Gençlere haya dersleri..**
Allah Rasulü s.a.v. kudsî hadisleriyle bizlere nakletti:
“Allah Tealâ buyuruyor ki:
Ey Ademoğlu ! Başınıza düşen aklık benim nurumdan bir nurdur. Ben nurumu nârımla azaplandırmaktan hayâ ederim. Öyleyse sen de benden hayâ et! Mahlukatımın bana olan ihtiyacı ve yüceliğim hakkı için müslüman olarak yaşlanmış kullarıma azap etmekten hayâ ederim.”
Sonra Efendimiz s.a.v. ağladı, ağladı. Gözyaşları dinince sahabiler (Allah onlardan razı olsun) sordular:
Ey Allah'ın Rasulü! Seni ağlatan nedir?
Efendimiz s.a.v. buyurdu:
- O kişinin haline ağlıyorum ki, ondan Allah hayâ eder de, o Allah'tan hayâ etmeyip günah işler.
Kullardan utanırız. Ama gerektiği yerde, gerektiği şekilde değil. Haklarını hoyratça gasp ederiz, kendilerine verdiğimiz sözleri tutmayız. Olmadıkları yerde haklarını savunmaz, gıybetleri mi yapılıyor, bir cümle de biz ekleriz!
Sonra yüzlerine gülmekten hayâ etmeyiz de …
Evimize misafir geldiklerinde, Allah Tealâ'nın nimet olarak bahşettiklerini onlara ikram ederken utanır, sıkılırız:
“Kusura bakmayın, size layık değil ama ev de biraz dağınık!” deyiveririz
Bir güler yüz, bir güzel söz, bir bardak su ne güzel ikramdır oysa.
Rabbimiz bizden hayâ eder. Biz sıkılmayız. .
Gönüllerimiz bu dağınıklılığıyla onu kabul etmeye hazır mıdır?
O'na layık mıdır, secdelerimiz, rükûlarımız?
O'nu hakkıyla tesbih ve tenzih edebildik mi?
Allah ve Rasulü'nden utandıkları gibi …
Muhakkak ki sahabilerin hepsi birer hayâ timsali idi. Nitekim Allah Rasulü s.a.v
“Hayâsı olmayanın dini de yoktur.” buyurmuşlardır.
Bir gün Efendimiz s.a.v. bir arkadaşına rastladı ki, o Ensar'dan bir sahabiye şöyle diyordu:
- Sen çok hayâ ettin. Sana hayâ zarar verdi!
Bu sözleri duyan Efendimiz s.a.v .:
- Onu bırak, zira hayâ imandandır ve hayâ ancak hayır getirir, buyurdu.
Hz. Osman r.a. ise hayâ ile vasıflanmış, hayâ cihetiyle diğer sahabilerden daha fazla öne çıkmıştı.
Bir gün Rasulullah s.a.v.'in huzurunda bir melek duruyordu.O sırada oradan Hz. Osman r.a. geçti. Melek:
- Bu geçen kimdir, diye sordu. Rasulullah s.a.v .:
- Affan oğlu Osman'dır. buyurdular . Melek Hz. Osman'ın ismini işitince ayağa kalktı ve şöyle dedi :
- Ya Rasulallah ! Bu zattan bütün melekler utanır, ona muhabbet ve hürmet ederler. Onun Hak Tealâ katında mertebesi çok yüksektir.
. . .
Hz. Osman r.a. güzelliği ile Yusuf a.s.'a benzerdi. Anlatıldığına göre Allah Rasulü s.a.v. onun yüzünün tamamını pek çok kez görmek istemiş, fakat görmesi mümkün olmamıştı. Bu halini bir gün Cebrail a.s.'a anlattı. Cebrail a.s. şöyle dedi:
- Ben de onun yüzünü iyice göremedim. Osman'ın hürmeti, büyüklüğü, haşmeti biz meleklerin kalbinde o kadar yer etmiştir ki, cemalini seyretmekten bizi alıkoymuştur. Her gece yarısı evinden mescide gelirken onun haşmet ve hayâsı yerdeki ve göklerdeki melekleri utandırır, mahcup eyler.
. . .
Bir gün Peygamberimiz s.a.v. Hz. Aişe r.a. ile oturuyordu. Hz. Ebu Bekir r.a. izin isteyerek yanlarına geldi. Daha sonra müsaade isteyerek Saad bin Malik r.a. içeriye girdi. Her ikisi de geldiğinde Rasulullah s.a.v.' ın mübarek dizleri açıktı, onlarla o şekilde konuşuyordu. Sohbetleri devam ederken Hz. Osman r.a. geldi ve girmek için izin istedi. Allah Rasulü s.a.v. elbisesini dizlerinin üzerine çekti, Hz. Aişe Validemiz'e “Sen geri çekil” buyurdu. Bir süre sohbet ettiler ve izin isteyerek kalktılar.
Hz. Aişe r.a. Efendimiz'in tavrına bir mana verememişti, sordu:
- Ey Allah'ın Rasulü , babam ve arkadaşı içeri girdiğinde elbiseni dizlerine çekmedin, beni de yanından uzaklaştırmadın. Osman içeriye girdiğinde ise farklı bir tavrın oldu. Rasul -i Ekrem s.a.v. buyurdu ki:
- Ey Aişe , meleklerin utandığı bir adamdan ben utanmayayım mı? Varlığımı kudret elinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki, melekler Allah ve Rasulü'nden utandıkları gibi Osman'dan da utanıyorlar. Sen benim yanımda iken Osman içeri girseydi, yanımızda kaldığı müddetçe ne konuşur, ne de başını kaldırırdı.
Gönül incelir de kanatlanır
Hz. Osman r.a. hanımı Hz. Rukiye r.a. ile oturuyordu. Hanım yardımcılarından biri yemek getirdi. Hz. Osman r.a. yemek getiren hanıma baktı. Hanımı bu bakışı fark etti, üzüldü. Hz. Osman r.a. hanımının üzüldüğünü anladı. Durumu izah etti:
- Ey Rukiye! Onun yüzüne bir maksatla bakmadım. Hiçbir kastım olmadığını Allah Tealâ biliyor, dedi ve yemin de etti .
Hz. Rukiye r.a.' ın içi rahatladı, teselli buldu. O bakış muhakkak ki gayri iradî, manasız bir bakıştı. Hz. Osman r.a. durumu anlatmış, eşinin gönlünü de almıştı. Fakat buna rağmen Allah Rasulü'nün kızı mahzun olmuştur diye kefaret vermek istedi ve yüz köle azat etti.
Allah Rasulü s.a.v.'i çok severdi ve O'nun kızı sevgili eşini bir an için istemeyerek de olsa incitmekten haya ederek bu kefareti ödemişti.
Elbet, bu kadar incelmiş bir gönle açılırdı semanın kapıları.
. . .
Enes bin Malik r.a. bir gün yolda bir kadın gördü. Göz ucu ile baktı, güzelliğine hayran oldu. Sonra Hz. Osman r.a.' ın huzuruna girdi. Hz. Osman ona:
- Gözünde zina izi olduğu halde yanıma giriyorsun. Bilmiyor musun, gözün zinası bakmaktır. Ya tevbe edersin ya da seni kınar, azarlarım, buyurdu. Bunun üzerine Enes r.a .:
- Rasul -i Ekrem'den sonra sana vahiy mi geldi, diye sordu. Hz. Osman r.a. şu cevabı verdi:
- Hayır , vahiy değil. Basiret, delil ve sadık feraset sayesinde bildim.
bizler neyliyelim kaç bakışmalardan geçti belki bu gözler Rahmetinle körelmek ister artık
. . .
Böylelikle Allah Rasulü s.a.v. hayâ ile ilgili düsturları vermişlerdir.
Kişinin ahlâkı dilindedir. Sözü hayâsız kişi, kat kat örtüler altında olsa nafile!
Ve hayâ, ne sorular sorup dinimizi öğrenmekten alıkoyar bizi, ne -incitecek olsa da muhatabımızı- hakkı ve doğruyu söylemekten!
Hayâ ise zor zamanda zikirdir. Karşımıza çıkıveren bir günah karşısında Allah'ı hatırlayarak utanmak, günahtan el çekmektir.
Günahın cazibesine, albenisine rağmen durmaktır.
Hayâ, mütevazi bir iklimdir.
Ezelde ruhumuza nakşolunan aslî halimizdir.
Layık bir kul olamadık Rabbim, utanırız.
Taştan-topraktan, kullarından, kendimizden hayâ ederiz.
Kullarını utandırmaktan hayâ ederiz ki, bizi utandırma!
Müjde, bir kudsî hadisle gelir, yetişir: “Ey Kulum! Sen her ne kadar günahkâr isen de, bu günahlarından korkup hayâ ediyorsun . İzzetim ve celalim hakkı için senin günahlarını insanoğlunun gözünden, gönlünden gizlerim. Gözünün hıyanetlerini, gizli kabahatlerini meleklerin anlayışından saklarım. Hatalarını ve günahlarını Levh-i Mahfuz'da Kiramen Kâtibin'den gizlerim. Kıyamet günü muhasebe makamına geldiğinde hesabını kolay görürüm.”
Kur'an olan odada uyumaz, sabaha kadar uykusuz beklerdi,
Arapça yazılı bir kağıt parçasını Kur'an yazısıdır diye yerde bırakmazdı bu toprağın insanları.
“Burnunun ucunu göstermekten ar ederdi sütninem”
A benim bahtı yarim
Başımın tahtı yarim
Yüzünde göz izi var
Sana kim baktı yarim.”
Bizler Haya etmenin gönlümüze verecegi huzuru ilahiyi bile benimsemezken ve ettigimiz her amelde ALLAHtan haya ederek etmezken söylermisiniz bizi nasıl bir ölüm bekler
RABBİM katında haya edenlerden eylesin
__________________
Her insan hata eder. Hata işleyenlerin en hayırlıları tevbe edenlerdir.
Tirmizî, Kıyâme, 49; İbn Mâce, Zühd, 30. |