Tekil Mesaj gösterimi
Alt 29 Ekim 2012, 11:38   Mesaj No:12

Truly

Medineweb Acemi Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:Truly isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 21133
Üyelik T.: 25 Ekim 2012
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 37
Konular: 2
Beğenildi:11
Beğendi:29
Takdirleri:201
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah

Tasavvuftan dönen (tevbe eden) şeyhlerden Ferit Aydın var bildiğim. Diğer tarikatleri bilmiyorum ama yakın akrabalarımdan İsmailağa cemaati mensupları var ve Mahmut Ustaosmanoğlu ile Cübbeli Ahmet'in Yitik Sevda kardeşin anlattığı bilgilere ulaştığı ve reddettiğini, internetteki reddiyelerinden bilmekteyim.

Diğerlerinin de bu Tevhid akidesini bildiğini ve ısrarla yaptıklarının şirk olmağını savunduklarından eminim. (Tasavvufun içinde olduğunu söyleyip de, Gavslardan imdat istemediklerini söyleyen bir-iki kişi tanıdım ama ya bunlar apayrı bir tasavvuf içindeler, ya da içinde bulundukları tasavvufu bilmiyorlar)

Yitik Sevda ve Telmiha kardeşim Allah razı olsun. Ben de dün değindiğim rüya ile hadis sahihleme mevzusuna dair tasavvuf ehlinden birinin yazısını aktarıp yorumlarınıza arz edeyim inşallah. "Kabir ehlinden yardım isteyin" sözünü nasıl kaynak haline getirmişler, bir örnek işte:

"
Demem o ki, bir Allah dostu, ölümünden sonra Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’i rüyâda veya uyanıkken görse, ondan bir söz işitse ve Resûlüllah sallal-lâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki, yahud, Allah celle celâluhû’yu rü'yâda görse ve ondan bir söz işitse ve Allah celle celâlühû buyurdu ki,dese bu sözler onlara i'timâdı olanlarca dilden dile nakledilse, bir hadîs veya hadîs-i kudsî gibi aktarılsa, bundan bir yalan ve iftirâ lâzım gelmez. Hadîs ve akâid ilmi açısından bu böyledir. Hüccet olup olmaması mes'elesi ise ayrı bir husûstur. Selef’den bu husûslarda birçok rivâyetler vardır.
Sûfiyye’nin, gerek Mevlâ Teâlâ’dan bir çeşit kudsî hadîs ve gerekse Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’den hadîsi bu yollarla alabileceğini, bunca âlimin ifâdelerine dayanarak kabûl edecek olursak, geriye, bu rivâyetlerin sıhhat dereceleri mes'elesi kalıyor.
Keşif hatâsı ihtimâli yüzünden, bu rivâyetler, elbette zann ifâde ederler.
Haber-i Vâhid’in, yani Mütevâ-tir (ve -Henefîlerin çoğuna göre de- Meşhûr) olmayan sahîh rivâyetlerin bile Cumhûr’a göre az da olsa zann ifâde ettiğini ilim erbâbı bilir.
Bu, Haber-i Vâhid türünden olan rivâyetlerin zayıf isnâdlı olanlarının dahî her hâl ü kârda atılmadığını, hele, tercîh bahis mevzûu olmadığında, yahud nasslarla çelişmediğinde veya zayıflık çeşitli sebeblerle şiddetli olmadığı ve telâfisi olduğu hâllerde, veya başka nass bulunmadığı ve hiç değilse mücerred reyden daha iyidir denilerek bunlarla müstehablığın bile sâbit olabileceğini ilim sâhibleri bilirler. Nitekim büyük İmâm Muhakkik İbn-i Hümâm, Fethul-Kadîr’inde bunu açıkça ifâde eder.[30]
Öyleyse, Allah dostlarından gelen, isnâdsız ve vâsıtasız rivâyetler, koysunlar Sûfiler’in ve onlara i’timâdı olanların olsun. Kur'ân’a ve Sünnet’e paralel oldukları zaman zâten asıl hüccet ve delîl bunlar değil paralel oldukları nasslar olmuş olur ki, ortada hüccet olup olmamaları müşkili de kalmaz. Nasslara şâhid olmaları ve onları te’yîd etmeleri de az şey değildir.
Geriye, bunlardan nasslara hangilerinin uygun olduğu hangilerinin de uygun olmadığı mes'elesi kalıyor ki, bu da ilim erbâbının işidir. Zamâne cazgırları ve ham Haricîler’in işi değildir...
Bir daha tekrâr etmiş olalım ki, keşfe ilhâma ve sâlih rü'yâya istinâden,Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki.. demek, isnâdsız olduğundan O’na sallallâhu aleyhi ve sellem’e yalan iftirâ etmek değildir.
Hem, Kim kasden bana yalan iftirâ ederse cehennemdeki yerini hazırlasınhadîsini bu noktada câhilce diline dolayan, İbn-i Kemâl gibi büyük âlimlere Cehennemden arsa ayıran, cehennemin topraklarını parselleyip önüne gelene hibe eden cömert emlakçılığa soyunanlar unutmasınlar ki, bu hadîsin palasının her iki tarafı da keskindir; hasımlarına salladıkları bu palanın arka kısımlarıyla kendilerini de doğrayabilirler. Resûlullah sallal-lâhu aleyhi ve sellem’in demediğini dedi demek ona yalan iftirâ oluyor da, dediğini demedi deyip inkâr etmek ne oluyor? İftira olmuyor mu? Elbette olur. Çünki,
Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle de buyurdu:
“Kime benden bir söz ulaşır da onu yalanlarsa, O, üç kişiyi yalanlamış olur; Allah celle celâluhû’yu, Resûlüllâh sallallâhu aleyhi ve sellem’i ve onu haber vereni.”[31]
Öyleyse sâbit bir rivâyet için uydurmadır diyenler de cehennemden arsa ve köşk veyâ villâ beğen sinler.

--------------------------------------------
Beşinci Nokta
Hadîs Âlimlerinin, Bazı Hadîslerin Uydurma Olup Olmadığında İhtilâf Etmeleri Neyi Gösterir?
--------------------------------------------
Burada, mü'minlerin, insan şeytânları tarafından şaşırtılmalarına mâni' olmak için bir suâlin cevablandırılarak mühim bir noktanın iyice açıklık kazanması lâzımdır.
Süâl:Hadîs âlimlerinin, bazı hadîslerin uydurma hadîs olup olmadığında ihtilaf etmişlerdir. Öyleyse ikisinden, yani uydurmadır diyen ile uydurma değildirdiyenden biri Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’e iftirâ etmiş oluyor; öyle mi?
Cevâb: Hayır, iftirâ etmiş olmaz. Çünki, şu husûs yukarıda dediğimizden ayrı bir şeydir. İctihâdla alâkalı bir mes'eledir. Ortada kasıdlı bir isnâd yoktur. Ancak, ictihâd ehliyetine sâhib olmayanlarca, ilmî bir mesned olmadan, mücerred kanaatleuydurmadır demek ise, iyi niyetle de olsa kasıd makamında olabilir.
Doktorlukla ve cerrâhlıkla alâkasız bir kimsenin doktorluğa soyunup kalb ameliyyâtı yapmaya kalkışması ve adam öldürmesi, kasden adam öldürmek ma'nâsına gelmese bile, diyet tazmîn etmeyi/ödemeyi de mi îcâb ettirmez? Elbette diyet ödeyecektir.
Zîrâ, Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu: "Kim önceden doktorluğu bilinmediği halde, doktorluk yapar (da can veya uzuv/organ telef eder) ise, (telef ettiğini) tazmîn eder/öder."[32]
İmâm Hattâbî şöyle demiştir: "Tedâvî eden kimsenin haddi aşıp da hastayı öldürdüğü zaman tazmîn edeceğinde/diyet ödeyeceğinde (âlimler arasında) hiçbir anlaşmazlık bilmiyorum. Bilmediği bir ilmi ve işi kullanan kişi de haddi aşan biridir. Bu yüzden O'nun işinden telef doğarsa, diyeti öder ve kısâs O'ndan düşer. Çünki O, bu işi, hastanın izni olmadan tek başına yapmamıştır…."[33]
Muhammed Hayât es-Senbelî de İmâm Hattâbî'nin yukarıdaki sözünü O'ndan aktardıktan sonra, Fetâvâ’da böyle denilmiştir; onu Hâşiyelerden birinden[34]naklettik" dedi.[35]
Yine Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu: "Hangi doktor, önceden doktorluğu bilinmediği bir topluluğa doktorluk eder, hastaya zarar verir ve O'nu ifsâd ederse, O, (diyeti) tazmîn eder/öder."[36]
Abdü'l-Ğenî el-Müceddidî,bu hadîsin şerhindeşöyle söyledi: “Ed-Dürr’de şunu dedi:
Hacamat yapan birisi, mütehassis olmamasına rağmen (bir kimsenin) gözünden (bir şey) keser de gözü kör olursa, üzerine diyetin yarısı vâcibdir. Eşbâh."[37](Müceddidî’den nakil bitti.)
Demek ki, ehil olmayanların telef ve zararları, bir ilimden yeterince haberi olmayanların açtıkları zararlar yanlarında kalmıyor ve iş zâyiâtı kabûl edilip affedilmiyor. Kaldı ki, müctehidler, -çok azı müstesnâ-, dediklerini, kesin söylemezler. Söyleyenler de bir çok defa hatâ ederler. Bu işin müctehidi olduklarından dolayı da yanılsalar bile sevab alırlar. Zîrâ, “Hâkim ictihâd eder de isâbet ederse iki, hatâ ederse bir sevâb alır.”[38]Câhiller ise kendilerini onlara kıyâs edemezler. Çünki, “Allah, şübhesiz ki, emânetleri ehline vermenizi size emretmektedir.”[39] “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”[40]

--------------------------------------------
Asıl Süâl ve Netîce-i Kelâm
“İşlerinizde Ne Yapacağınızı Şaşırdığınızda Kabir Ehlinden Yardım İsteyiniz,”Sözü Bir Hadîs midir?
--------------------------------------------
Cevâb: Sûfîlerin dilinde, Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki… diye başlayarak çokça söylenen bu sözün, hadîs mecmûalarında bulunamadığı bir hakîkattir. Allah celle celâlühû en iyisini bilir. Böylesi bir sözünBüyük Fakîh ve Usûlcüİbn-i Kemal’in Erba'în'inde isnâdsız olarak bulunması ve Allâme MuhaddisAclûnî’ninKeşfu’l-Hafâ’sında, onu zikredilen kitâbdan nakletmesi hadîs ilimlerinden nasîbi olanları elbette tatmîn etmez. Lâkin İslâm’da yüksek mertebelere ulaşmış kimselere hüsn-i zann etmek ve onları bir kalemde yalanlamamak, elden geldiğince mes'elenin sahîh bir te’vîline gitmek de ilmin ve İslâm ahlâkının îcâblarından olduğundan olmalı ki, Aclûnî zamâne kendini bilmezleri gibi bu söz için birden uydurmadır diye kestirip atmamış, hüsn-i zannın îcâbını yerine getirmiştir.[41]
Burada, bahis mevzû’u sözü nakledenlerinin hâfıza kirliliğinden uzak olmaları, adâlet ve diyânetlerine olan i’timâd îcâbı üç cihetle, hatta bunlardan biriyle bile sâbit olabileceği kanâatindeyiz:

--------------------------------------------
Birinci Cihet
Rivâyet bi’l-Ma’nâ
--------------------------------------------
Şurası da bir hakîkattir ki, hadîs ilimlerinde ma'nâ ile rivâyet -belli şartlarla- Cumhûra göre câiz ve herkese göre vâki'dir. Evet, şu sözün belli lafızlarının kimi hadîs âlimlerince bilinen Hadîs Usûlü ilmi ölçülerine göre sâbit olmadığı söylenmiştir. Lâkin büyük muhaddis ve fakîh Abdü’l-Hayy el-Leknevî rahimehullah bu sözün ma'nâsının, aslında, geçmiş sâlihlerin fetvâsına mürâcaat etmek,demek olduğunu söylemiştir. Bu arada,ma'nâsının birçok bakımdan doğru olduğunu da ifâde ettikten sonra, bu doğru dediği tevcîhlerin bir kaçını zikretmiştir.[42] Büyük Muhaddis, koca fakîh, asrının İmâmı Leknevî’nin, bu sözü, zamane hâricîleri gibişirksaymayıp sahîh ma'nâlara hamletmesi, yorması ilim, akıl ve idrâk sâhibleri için ibret alınacak bir husûstur. Kendini bilmez câhillere ise her yol asfalt...
Leknevî’nin bu mes'eleyi değişik yanlarıyla değerlendirip îzâh edişleri bize, aşağıdaki rivâyetleri hatırlattı:
Dârimî Hazreti Ömer radıyallâhu anhu’dan rivâyet etti: “Ömer radıllahu anh Şüreyh’e şöyle yazdı: Sana (hükmü) Allah’ın Kitâbında bulunan bir mes’ele gelirse onunla (Allah’ın kitâbı ile) hükmet… Eğer sana Allah’ın Kitâbında (açık bir şekilde) bulunmayan bir mes’ele gelirse Resûlüllah’ın Sünnet’ine bak ve onunla hükmet. Eğer sana Allah’ın ve Resûlüllah’ın Sünnetinde bulunmayan bir mes’ele gelirse, İnsânların üzerinde toplandıklarına bak ve onu al….” [43]
Dârimi ve Nesâî,Abdullah ibn-i Mes’ûd radıllahu anhu'dan rivâyet etti: Bu günden sonra kime bir hüküm mes’elesi gelirse, Allah azze ve celle’nin Kitâbındaki ile hükmetsin. Eğer ona Allahın Kitâb’ında (açıkça) bulunmayan mes’ele gelirse Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’in hükmettiğiyle hükmetsin. Kime de Allah’ın Kitâb’ında bulunmayan ve Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’in hüküm vermediği bir mes’ele gelirse sâlihlerin hükmettikleriyle hükmetsin….[44]
Yine Dârimî Abdullâh b. Mes’ûd radıyallâhu anhu’nun kendinin şu sözünü rivâyet etti: …Eskiye sarılın.[45]
Kabirdekilerden yardım isteyin sözünün aslının, Hz. Ömer radıllahu anhu'nun ve Abdullah b. Mes’ûd’un yukarıdaki sözleri olabileceğini düşünüyorum. Râşid halîfelerin sözlerinin, geniş ma'nâsı ile Sünnet’e dâhil olduğu ilim erbâbınca bilinen bir şeydir. Üstelik bu sözün Merfû'/Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’e âid olma ihtimâli de vardır. Olmadığı farzedilse bile, Sünnetime ve hidâyet üzere olan, Râşid Halîfelerimin Sünnet'ine uyun,[46] hadîsi bu sözün bir cihetle Hükmen Merfû' olduğunun açıkdelîlidir.
Hasılı, bu cihetten bakarsak diyebiliriz ki, kabirdekilerden yardım isteyiniz, sözü, muhtemelen Hz. Ömer ve İbn-i Mes’ûd radıyallahu anhumâ'nın yukarıdaki sözlerinin ma'nâ ile yapılan rivâyetleri netîcesinde bu şekli almıştır. Allahu a’lem...
Ancak, Sûfiyye'nin bu sözden (sadece) bu ma'nâyı anlamadıkları da bir hakîkattir. Öyleyse devâm edelim:

--------------------------------------------
İkinci Cihet
İş’ârî Olan Ma’nâ
--------------------------------------------
Bu noktada dahi deriz ki, Sûfiyye'nin kullana geldikleri bu söz, muhtemelen, Dârimî ve Nesâî'nin yukarıdaki rivâyetlerinin işârî mâ'nâsıdır.[47] İşârî ma'nâlara Ehl-i Sünnet’in tefsîrlerinde[48] sıkça rastlanır.
Asrımızın yaşayan Müfessirlerinden Muhammed Ali es-Sâbûnî, Et-Tibyân isimli, tefsîr Usûlüne dâir yazdığı eserinde bu bahse genişçe yer verir. O, sözü edilen eserinde, Zerkeşî’nin el-Burhân'ından, Taftazânî'nin Şerh-i Akâid’inden ve Süyûtî’nin el-İtkân’ından nakiller yaparak zâhir ma'nâya zıt olmayan işârî ma'nâların makbûl olduğunu isbât eder. [49]

--------------------------------------------
Üçüncü Cihet
Keşif veyâ Sâlih Rü’yâ[50]
--------------------------------------------
Şâyet bu söz, hadîs mecmualarında isnâd ile gelen rivâyetlerde lafzan veyama'nen veya işâreten yoksa, deriz ki, muhtemeldir ve mümkindir ki, velîlerin keşfi ve ilhâmı ile sâbittir. Süyûtî’nin ve risâlesinde ismi geçen bir nice âlim yanında Hâfız Muhaddis Zebîdî, Müfessir Âlûsî, Allâme Ebyârî ve nice âlimler tarafından bu kabûl görmektedir. Bu takdîrde elbette muhâlifi bağlamaz. Münkire şifâ yerine maraz olur; ancak Onlara i’timâdı olanlar için bir kıymet ifâde eder. Fakat şunu da burada söyleyelim ki, sadece keşif ve ilhâm kaynaklı hadîs(olduğu söylenen söz)ler, Şer’î bir hüküm isbâtında değil, bazı fazîletler, teberrükler, veya sırlar yâhud irşâd noktalarında gelirler. Sadedinde olduğumuz bu sözü de Sûfiyye-i Aliyye Şer’î bir hüküm isbâtında değil de, bir takım fazîlet ve sırlar isbâtı veya kolaylığa sebeb olması maksadıyla telaffuz etmektedirler. Öyleyse ortada hiçbir yanıyla mahzûr yoktur."

Kaynak:
Hüseyin AVNİ

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Not:

Alimlerin senedi bile olmayan bu söze (güya hadise) uydurma demesine rağmen, "rüyada keşif yoluyla gelmiştir, senetsiz de olsa itibar edilmelidir." diye reddiye vermesi şeklinde kısaca özetleyebileceğim bu yazı, bana ancak şu ayeti hatırlattı:


Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla

"Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan uyduruyorlar."Enam 116


Hani takva sahiplerine Allah, hak ile batılı ayıracak anlayış verir ya: Takva şirkten hakkıyla korkmaktır. Allah'ın Tek olduğunu, benzeri olmadığını, katından kimseyi yardımcı edinmediğini, Kur'an'da belirtildiği üzere kabul etmektir.

Takva evde oturup binlerce tesbih çekmek, gözleri namahremden sakınmak değildir sadece. Günümüzde takva, bunca ihtilafın olduğu şeylerde sağlam delillere itibar etmektir. İlk mesajımda sorduğum gibi, rüyada görülenin Peygamber olup olmadığı, yardıma gelenlerin şeytan olmadığından nasıl emin olunuyor? Şeytanın da vahyettiği Kuranda geçmekte.. Evet İslam teslim olmaktır, ama Allah'a.. Ya Allah'tan deyip, Şeytanın vahiylerine teslim olunuyorsa.. bunu nasıl ayırt ediyorlar. Bana bunu anlatın. Tasavvufu açıklayan onlarca sayfa değil, tasavvufun delil elde etme yolu ile ilgili bilgi lazım bana.. Yoksa ömrüm yetmez onca bilgiyi okumaya..

(Not: Tasavvufun içindeki edebe, ibadete verilen öneme hiç bir zaman kimsenin birşey dediği olmadı bildiğim kadarıyla. Peygamberimizin (sav) sabit hadislerinden bu üstün ahlak delilleriyle durmakta. Sorun şirk olduğu iddia edilen kabir ehlinden, gavslardan yardım isteme kısmında ve diğerlerinin uydurma dediği hadislere, onların sahihtir demesinde.. Üstelik "O'ndan başka yalvardıklarınız, O'ndan başka dua ettikleriniz" şeklinde Kuran'da onca reddedilen sahte ilahlara rağmen, "gavslardan yardım istemek caizdir" demekte ısrar etmekte..)

Notlar bitmiyor: Hidayet çok kitap okumak değil, Rabbimizin dilemesiyledir. Hani "neden şeyhler bunları reddediyor" diyecek olunursa, cevabımdır. Bu oldukça belli ki islam aleminin imtihanı. Allah'ın emrettiği gibi anlaşmazlıklarda Kuran ve Sünnete gideceğiz. Ama işte tasavvufun sünnet/hadis kaynağı anlayışına bakar mısınız? Bunlar nasıl delil oluyor? Şeytanın vesvesesinden nasıl emin olunuyor? Vallahi gördüklerime, duyduklarıma şaşırıyorum.
Alıntı ile Cevapla