Çile ve Umut
kader yükünün göçünde
derviş sabrıdır içimde
çok gece erir saçımda
sıksam bahtım renkli akar
çağır gelsin bengisuyu
yıkasın hû ile hûyu
açın gökteki kuyuyu
dua yüklü eller çıkar
bir uslanmaz mor denizim
suya vurdum ayak izim
ötelerde yakup gözüm
yusuf bana çile kokar
av kışında süreğimin
dibi gökte direğimin
gizeminde yüreğimin
özlem muştu şimşek çakar
1980
Şiir Pürşiir
dikenini can yerimden
ne olursun çekme gülüm
Yakub’unum gözet beni
ıraklardan kokma gülüm
kutsadıklarım senindir
beni varlığınla sindir
mevsim senin mevsimindir
yaprağını dökme gülüm
yeldirme beni peşine
erdir biyol gelişine
şimden geri ateşine
kerem et de yakma gülüm
İntizar
el açûben eşiğinde durduğum râh aşkına
perdeni çâk eyle de gel çektiğim âh aşkına
iftirakın rûz u şeb bendeni dilhûn eyliyor
bas kademin bağrım üzre şâdet Allah aşkına
1984
Şafağa Beş Kala
olay var
gök basınında sürmanşet
olay var
fillerde hayret, kuşlarda dehşet
gözler güneşin doğduğu yerde
gözler güneşin doğacağı yerde
olay var
bir kılıç kınından sıyrılmadan
bir damla kan düşmeden toprağa
bir ok yayından boşanmadan
nasıl kırılır koca bir ordu?
gözler güneşin doğduğu yerde
gözler güneşin doğacağı yerde
bir yarımada
ona daha yakın olmak için
denizler bile ona sokulmada
Yunus’un kardeşi
Adem’in hikmeti
İbrahim’in duası
İsa’nın müjdesini görmek için
gözler güneşin doğduğu yerde
gözler güneşin doğacağı yerde
1990
Meneb
gül bezenmiş diken üzre can üzre
gün gün en bakir yerim kanar
kıl ve kılıç cambazıyım
a dostlar
1984
Persona Non Grata
-Yaşar Kaplan için-
yara gür, kan, kabzada dost eli
yüreğime, hatırıma, hatırama
buyruğa pür-teslim bir bıçak gibi
dokunun bana
benim Nil’le gelen çocuk
çörden-çöpten ve umuttan
yuva kurdum yılanlara yakın, insanlara uzak
yılanların elinden ve dilinden emin oldum
şimdi yuvamı insanlarım yıkacak
Düzenler, düzenekler, mevhum dünyalar…
ömrüme zifiri kırk kapı açılmış
yetiş ya cehalet diye çağıranlar
yarasalar ülkesine bilge seçilmiş
emanetim ben size, zimmetiniz zimmetim
kanım, malım, ırzım ve izzetim
dişlerin ve tırnaklarından kanım damlar
tükür, yoksa öldürecek seni etim
bir Uhdud güzeli bana doğru geliyor
beni kucaklıyor bana alev veriyor
dokunmazlığım yanıyor önce
külleri layüs’el gözlere saruluyor
göller vardı dizi dizi
suyu afyon, dalgası narkoz, balıkları esrik
bir ada olmak istedim ayılacaklar için
üstüme kara bulutlarını gönderdiler
Atlantis’i oldum hercai coğrafyanın
köle olmamaktan yargılandım
köleler ülkesinde
boynumda ‘uyumsuz’ yaftası
itaatı putlaştırmadığım için
hür diye satıldım
zincirleriyle övünen birine
dokunun bana hadi dokunun
ki yara gür kabzada dost eli
mahfuziyetim, masumiyetim yok benim
insan olmak ayıp değil
dokunun da anlaşılsın hikmetim
1986
Güneşteki Lekeler
bugün ihanet günüdür
güller kendi dikenlerince kanatılsın
şairler öz elleriyle boğsunlar şiirlerini
söyleyin akrebe bugün ihanet günüdür
aşıklar çiçek sunarken sevdalılarına
siyanür damlatsınlar şebnem yerine
kahramanlar kurtardıkları vatanın
dönüp kendileri geçsinler ırzına
kıravatlar boyunlara, darağaçları cellatlarına
bir kerecek göstersinler öteki yüzlerini
duyurmak için geceleri ağlayan anaların sesini
ihanat etsin bugün de koyunlar çobanlarına
ey yüreğime giyindiğim insanlar
bir çeşni katın kronik ihanetinize
yürek üşürse titrer o titrerse gök sallanır
bir kerecik siz de ihanet edin ihanetinize
seni anınca köpekler ve atlar hatırlanacak
ardından korumaya alacaklar neslini
“sen de mi ey!..” demeyecek artık kimse
Sezar sevinecek Brütüs şapka çıkaracak
intihar ağacı mısın ki herkes kendini sende öldürüyor
kan çanağı gözlüm benim Karacaahmed’im
seni ağlatan o nesne alemi güldürüyor
kaç insan soyundun gönlüm kaç ihanet gördün bugün?
1991
Binbir Gece Acıları
söylerken ağlayan şair
doğururken ölen ana
ikisi de bir
aşk ve acı haberim olmadan
en ücra yanıma sığınabilir
I.
güneş ellerini çekti yakamdan
sızısı kasıklarıma vuran arz
kendini bana çalıyor
yaralı bir atın toynakları gibi
kirpiklerim
beni ele verecek diye korkuyorum
son soluğu
koynundan çıkardığım resmin ilişiğindedir
dudaklarında yarım kalmış bir sevda
acının silik bir kopyesi yüzünde
gözlerini görmedim
kaçırmışlar
Beşparmak’ta bir adam
yarasına bakarak
suzinak makamında susuyor
gelme çocukluğumun hasnâ perisi
düşlerimde yeşillen
yaban gülleri, zambaklar toplayayım adına
rüzgarın eline tutuşturayım
ismini yazıp yapraklarına
uçurtmalar yapıp
dudaklarına doğru
II.
caddelerde bir yığın insan
saçlarının rengini
bilmedikleri sevgililer için
öldürdüler birbirlerini
biliyorum, alımına karşı
hep eğreti bir yanım olacak
tedirginim, kuşkuluyum, çaresizim
şimdi her döndüğüm köşede
aradığımı bulurum diye korkuyorum
askerde, Kars’ta
umudumu bağladığım tek ağaca
ceza verdiler
derdi neydi, kim bilir
kendini astı diye bir er
o gün bu gündür
nerde bir ağaç görsem
yanıma ölüm gelir
bayım, buyurgan bayım
bahar gelmiş derler
kime sorayım
III.
perakende ölümler öleceğiz bu sezon
kıyam etmiş Kerbela’nın sakileri
bulutlar çölde bir çeşme arıyor
düğünlere salt ağlamak için katılan biri
çigan bir hayatın çetelesini tutuyor
bastırıp sağrısına elini
bu şırfıntı
binbirgeceden arta kalan bu acı
korkarım ki bana yar olacak
zamantı’nınserin sularında
bir türkü yakamozlanacak benden geriye
kerhen atılmış bir imza
hayatımın sağ alt ucunda sırıtacak
içini açtı bir zambak
bir şiir öksüz kaldı
perde kapandı, kalem kırıldı
ve işte son gemi de yandı
belgelere geçsin "top secret" kaydıyla
artık nihai sözümü söylüyorum:
-rahman, rahim olan Allah’ın adıyla
1985
Ağıt ve Raks
ben oyumu felakete veriyorum şeyda
sana dönük yanımda çengiler mat oluyor
saadet-zedelerin morga çevirdiği bir dünyada
bana alevden kostümlerle dans etmek düşüyor
ve şeyda ben oyumu felakete veriyorum
yolum uzadıkça kabaran direncimi
her düştüğüm yeri öperek bileyliyorum
kolay gele demek de nerden çıktı şeydam
gürbüz doğumlarda bir nice ananın harcandığını
imbatla gelenin kabayelle gittiğini biliyorum
senin aldanmak dediğin bana merhem oluyor
gördüm kışı zorlu geçmeyen yılın baharını da
saksıya dikme gülleri ilk güneşle soluyor
işte bu kısrak yokuşta çatladı demen için şeyda
dünyanın tüm düzlüklerine kin besliyorum.
geç bi yol, nazlı güleryüzlü şiirler yazamam ben
esenlik şölenleri bitti vakt-i cerağanda
vakt-i kahırda hüzün fasılları demidir bu dem
gör ki raksederek ağlamak da varmış hesapta
ama ne Raks'ı ne Ağıt'ı ben Endülüs'ü evetliyorum
artık bol kahkahalı çok şükürleri bıraktım
esenlik bildirilerini harcıalem mutlulukları
denizi uslu gösteren kartpostalları yaktım
fakat şeydam bir avuç külü yakamadığım için
ben oyumu felakete veriyorum.
Ya-sin
İnsanlık Güzeli’ne adanmıştır-
ey insan
ey yüz akı gönül aydınlığı
kabul olmuş sadaka kadar güzel
bir duygu sarıyor seni anan yüreğimi
bastığın toprakla yıkadığın gözüme
şimdi güneş bile siyah görünüyor
ey yüz akı gönül aydınlığı
ben kendime ağlarken Uhud’da ağlar mıymış
Hıra’yı mahzun gördüm soramadım sevgili
hasretinin dışında başka derdi var mıymış?
ey insan
içimde büyüttüğüm tüm çiçekleri
sana adıyorum
ıtırları, yaseminleri, menekşeleri
lale bana kalsın
kapına çiçeklerin karalısını sunmaktan
utanıyorum
dua çıkmayan göğe sevdalar çıkar mıymış?
bülbülünü kaybetmiş bu evrensel bahçede
dikenler bile bir hoş, gayrı gül kokar mıymış?
ey insan
göklerin öğrencisi, yerlerin öğretmeni ey
sen öğrettin taşa konuşmayı
ağaca selam vermeyi
aya yarılmayı, toprağa dürülmeyi
göklere kurulmayı, durmayı zamanı
yılana ve deveye sevmeyi
ölmeyi, öldürmeyi
yaşamayı sen öğrettin insana
o bengisu gözünden fışkıran pınar mıymış?
baharların kaynağı ve yolunu gözleyen
bir ben sevda şehidi, bir de şu çınar mıymış?
ey insan
ey tebessümünden cennetler yaratılan
gül bahar geliyor, ağla gök seviniyor
gözyaşını karanfil diye göğüslerine takan melekler
kapında divan durup ağlamanı bekliyor
hüzün kuruluyor ekmekten önce sofrana
bunun için bir bir uçuyor sevdiklerin
bu yüzden öksüz, bu yüzden yetim kalıyor
efendisi yetimlerin.
niçin döndü bu rüzgar yol vermez dağlar mıymış?
yine Ferhat kesildin bu ne canhıraş gönlüm
bağrını deldin diye dağlar da ağlar mıymış?
ey insan
sen olmasaydın
insanlar ölmeyi öğrenmeden öleceklerdi
yaşamanın özgül ağırlığını
keşfetmeden yaşayacaklardı
hayat fahişe erkeklerin elinde
bir yosma gibi hırpalanacak
hangi mevsime el atsak
elimizde yapış yapış bir şeyler kalacaktı
acımı tartamayan aşkımı tartar mıymış?
gönlüme yol vermeyen şu zifiri perdeyi
o cennet elleriyle lûtfedip yırtar mıymış?
ey insan
sen olmasaydın
Yusufçuk kuşunun ne dediğini
yılanların niçin toprak yediğini bilmeyecektim
herşey çift yaratılırken niçin birşey tek?
bilmeyecektim bir gövdede mücevhere dönüşen taşı
hem yol, hem yolcu, hem hedef olanın
içinde kopan amansız savaşı
olmasaydın sen
çekilen dizde derman gözümdeki fer miymiş?
kendimi bir kum diye atıversem çölüne
ona vurgun bulutlar üstümde gezer miymiş?
ey insan
senin sırrın
gözyaşının terkibinde saklıymış
bu gerçeği bir denizin dudağından öğrendim
gecenin bir vaktinde bir sevgili ağlarken
bir dişi varlığını varlığına adarken
bir erkeğin ellerinde
ölüm havlu atarken
haklıymış
söyle gönlüm bu sevda mahşere kalır mıymış?
alışılmış sözcükler yükleyip kanadına
ona doğru uçursam katına alır mıymış?
ey insan
ey güneş hamilesi
bir kere doğarmışsın
bin kez doğururmuşsun
parmakların sevdanın kesilmeyen çeşmesi
onun için ağlıyor yeni doğan bebekler
doğur, doğur ki dünya kaybetti gözlerini
doğur ey İsrafil’in nefesi
ey güneş hamilesi
sen olmazsan gemide bu tufan diner miymiş?
gemilerin de yandı sil aklından dönüşü
vakt indi yüreğim gidenler döner miymiş?
ey
ey ins
ey insan
hıncını hıncıma kat
sancını sancıma kat
pamuktan ellerini geçir yürek halkama
ister ayağın katına çek
istersen yerlere at.
1990-91 , Medine-Kahire
Sana Onları Adayacağım
ekmeğime katık, aşımın ateşi
acılarımla başbaşa kalmak istiyorum
yalnız onlar anlıyorlar beni
ve yalnız onları dinliyorum
hayatıma girdin madem
andacım ol hatıramı yaşat
ne beni anladığını söyleyen
ne de yüreğimin gedikli konuğu alsın
sen al acı
senin olayım
beni sen kuşat
.........
madem ki ayrılığa hüküm giymiş bu yürek
artık ölmek için yaşamak gerek
hayatımın gözelerinden
damıttığım bu şiiri bin kez ölerek
sana adamamı bekleme benden
gün gelir tütmez olursa ocağım
acılar var bende duvağı açılmamış
bekle
sana onları adayacağım.
Nerdesin
göğe baktım gözü yaşlı
yer baktım yer yaslı
sular bugün kan tadında
eski yeni, büyük küçük, kara kızıl
tüm dertlerim burdalar
sen neredesin?
sen ve kuşlar
gözyaşının gözyaşına
benzediği kadar benziyorsunuz
vurulan bir ceylanın yavrusuna söylediği
şarkıyı söylüyor onlar
bu sabah yine kondular telörgüye
beni acımla başbaşa bırakmadılar
sen nerdesin?
hava soğuk, dışarda kar yağıyor
her zaman ellerim üşürdü
bugün içim üşüyor
hasretin geldi, hayalin geldi
bak, kokun da geliyor
bugün Yakub oldum bre hey
ey acıların kadını
sen nerdesin?
Muştu
adına kıyamet diyecekler
yokluğunu farketmenin
güneşin gözleri kararacak
her gece sabırla seni aramaya çıkan
ay çatlayacak
dünya başını yıldızlara çalacak
adına kıyamet diyecekler
seni yitirmenin evrensel mateminin
Kızgın Yürek Şiiri
kurşunlar el altında bir yerde dursun
kütüklükte bir atımlık sevda daha kaldı
insanlar birbirlerini yüreklerinden vursun
silahımın namlusu gül kusmaktan usandı
uyandırın öfkeleri kudursun
söyleyin anama ölecek çocuklar doğursun
bugün yine kan verdim yeryüzünün damarlarına
bugün yine ben vuruldum
ağlama
gün doğacak toprağımın çocuklarına
umudu birkez daha çevirdim yolundan ama
söyleyin anama ölecek çocuklar doğursun
adını Bedir koysun
yakında dağlar kızacak, biliyorum
gökler kızacak, yerler kızacak
sürmelibey biraz daha diye dursun
artık ben de fırtınalar ülkesine gidiyorum
bu kış çetin olacak ocağa yüreğimi vursun
söyleyin anama ölecek çocuklar doğursun
1991
Bir Kırık Ezgi
sevinmem sevince benzemiyor
ne de üzülmem üzüntüye
gözden geçirilmiş sözler söylüyorum
ömrüme ilişkin
belki birazcık avutur beni diye
ağlamayasın için susuyorum
benden almayasın kara haberi
ağlama ki sakinleşirsin diye korkuyorum
fırtına hebercisi gözlerinde
yarasalar uçuşuyor yine
gözyaşların bir kurşun ta şurama saplanır
sen ağlama İbrahim Erciyes gazaplanır
..............
İfk Gazeli
I
ifk gazeli
eteğinde çamur anne, eteğinde ateş
sanki Kudüs oldun anne, yüzün bir güneş
o ne avuçladığın anne ellerin yanmış
ruhlar ağlaşıyor yine, melekler ayaklanmış
denizler kabardı sen dur, denizler kabardı
bu ırmaklar yokken anne gözlerin vardı
kundaklanmış saçlarından kıvılcım düştü
yaralanmış tüm aşıklar ona üşüştü
yıldızları mı küstürdük uçup giden ne?
belki yoruldu melekler göğü tut anne
eteğinde çamur anne, eteğinde ateş
sanki Kudüs oldun anne, yüzün bir güneş
II
sarı şiir
sen güneşin yıkandığı denizsin
hüzünlerin cennetisin ey sahra
vahaların olsun cümle ormanlar
sen de şiirlerin ormanısın ya
bir deve kervanı çöl sükutunda
velut bir anadır şiir doğurur
artık kelimeler bir bedevidir
her ayak sesinden şiir yoğurur
şairin ölümü bir fırtınadır
bu sarı denizde kopar vaveyla
kaybolan şiiri çağırmak için
şairler Mecnun’dur sahra bir Leyla
hasna bir devenin tek vuruşundan
kaş vezin doğurdun ve de kaç hüzün
sesini alırım hüma kuşundan
failatün failatün failün
zeyl-a
çöllerin benzi sarıdır
veremli bir gelin gibi
anne elin kınalıdır
yüreğin de elin gibi
III
gerdanlık
Beni Mustalık bir hüzün seferi
göklerin gelini kum denizinde
yüzüyor,yüzüyor ışıktan gemi
bir ay taşınıyor hevdec içinde
gün batımı vakti göğün perçemi
kumlara değerken bir iniltidir
-ey hevdec bir kere göster annemi
duaların tam icabet vaktidir
göklerin gelini bir hüma kuşu
aydan önce doğan bir ay gibidir
sarı şiir şimdi sermest bir halde
asılmakta göğün halkalarına
ve kader bıçağı ipe değince
sırça bir kalp çarpar hüzün dağına
güneş o var diye terkeder çölü
ay sessizce gelir durur yanına
ufuk bahtı gibi karaya çalar
artık erişilmez gam kervanına
göklerin gelini uykuya dalar
zeyl-b
hüznü hüzne vurdun anne
yüreğe dert kurdun anne
gözyaşını Yusuf diye
rüzgara savurdun anne
IV
zafir taşı
Kervan gelir Yemen’den yükü zafir taşıdır
tüm gelinlik kızların ilk gençlik rüyasıdır
bu taş bir parça siyah bir parça kan kırmızı
belki Salih Nebi’nin devesinin kanıdır
o siyah bir belayı gerdanlara taşıyan
gerdanlıklar belki de bir gazap nişanıdır
nice gafil davranıp geçirmişim boynuma
bu takı değil sanki bir bela tasmasıdır
kırılan ip ip değil pak yüreğimmiş benim
dökülen de taş değil gözlerimin yaşıdır
ve “fe sabrun cemilun v’Allah’l-müsteanu…”
ki O biliyor bir tek,bu iffet savaşıdır
V
ifk
nur ordusunun bir soylu neferi
çöl serinliğinde nur aramakta
Saffan ibni Muattal es-Sülemi
gecenin göğsünden huzur sağmakta
içinde bir deniz sakin mi sakin
birden kabarmakta,dalgalanmakta
-O’ndan geldik O’na döneceğiz biz
ey annemiz işte devem,buyur,bin
kutsal emaneti o taşımakta
kafile görünür tan ağarırken
emaneti ulaştırır şafakta
bazı gözler ihanete ayarlı
bazı gözler takılmıştır çapakta
göklerin gelini yalnız sorudur
düşman sınanmakta,dost sınanmakta
atılmıştır pak damene bir çamur
Allah yıkamağa hazırlanmakta
düşman atsın taşlarını gam değil
dostun attığı gül yaralamakta
göklerin gelini baba evinde
çektiği ah yeri göğü sarsmakta
VI
muştu
Ümmü Rûman sanki kurumuş çınar
Sıddîk dostluk için bedel ödüyor
gelin gözlerini dikmiş o nura
nur da her an göğe nazar ediyor
bir Yusufcuk konmuş hurma dalına
telaşlı telaşlı bir şeyler diyor
halden anlamayan zavallılara
aldığı haberi tefsir edeyor:
bakma insanlara göğün gelini
sen göğünsün,göğe aç ellerini
eğer kullanırsan kor yüreğini
v’Allahi sallarsın arş direğini
ve göğün gelini yüzünü döner
meleklerde sükut fırtına diner
bir yaralı gönle hassas kapılar
açılır,açılır ardına kadar
gözyaşından kanat dua kuşuna
ışık hızı erişmez uçuşuna
nur sevgili gelir:müjde Hümeyra
Rab akladı seni senâ et O’na
birden aydınlanır yüzü Sıddîk’ın
ve Ümmü Rûmân’a taze can gelir
yüreğin umudu emdiği bu an
Yakub’un gözünün gördüğü andır
Adem’in Havva’ya kavuştuğu dem
Nuh’un toprağa yüz sürdüğü andır
İbrahim’e ateş cennet kesildi
İsmail’in kurtulduğu zamandır
ebeveynin gözü güne can verir
ve derler,teşekkür etmelisin sen
tek cevap göklerin hür gelininden:
Rabb’ime teşekkür ediyorum ben
Meryem saflığında bir de itiraf:
vahiy benim için inmez sanmıştım
binler şükür olsun ben aldanmıştım
ey yerin annesi gökler gelini
Yusuf’u zamandan çekme elini
ey yerin annesi gökler gelini
Yusuf’u zamandan çekme elini
zeyl-c
örtüne çiçek düşürdüm
namluya duanı sürdüm
sen ağlamasaydın anne
gül mevsiminde üşürdüm
VII
güneşimi vurdular
dalgalar sırılsıklam, dökülmüş elleri kolları
yorgun argın, güneşi kıyıya sürüklüyorlar
kıran kırana vuruşuyor hüzün mavisi ışıkları
ıskalayan tüm kurşunlar onda karar kıldılar
çoktan gelmiş olmalıydı göğün ak kanatlıları
beni alıp götürmedi, neden bu sabah sular
sahi,
unutmuşum,
güneşimi vurdular
denize düşerken gördüm aldırmıyordu insanlar
bulutların arasından yuvarlandı koya
önce burna çarptı çığlık çığlığa kayalıklar
sonra can havliyle devrildi suya
ah…bayram etti cümle balıklar
ama bir gariplik var, hiç ağlamazdı kuşlar
sahi,
unutmuşum,
güneşimi vurdular
ışıktan öpücük konduruyor sahile sular
ellerim hatırassı, güneş bulaşıığı ellerim
abdest organlarımda hâlâ izi var
şafağın bitmesini boşuna beklemişim
gözlerime ne oldu, neden bir tuhaf oldular
sahi,
unutmuşum,
güneşimi vurdular
ne geceler atardım önüne,hepsini de yerdi
ayrılığı felaket, yanımdayken burnuma tüterdi
eyvah ki yalnız beni değil yıldızları da kırdılar
onlarsız yapamaz, bilirim, hep koynunda yatardı
geç oldu, hâlâ anlayamadım, saati niçin sordular?
Sahi,
unutmuşum,
güneşimi vurdular
tam alır yerinden yemiş kurşunu güneş
melekler her ahından bir cehennem yontarlar
güneş ki masum kadınların iffetine eş
göklerin maksadı ne ki kırılıyor gerdanlar
neden beni okşayan melekler uykudalar
sahi,
unutmuşum,
güneşimi vurdular.
1992-96
Göçmen Kuşlar
hangi dost dikmişti şu tomurcuğu
bağrımın içinde göğerip duran
ey kara günlerin dertli çocuğu
senin nabzın mıdır ranzamda vuran
söyle kim dikmişti şu tomurcuğu
......
gece yine kustu bütün kinini
her saniye can çek, kıvran, sabah et
efendi, demirbaş kabul et beni
mevcut listesinin başına kaydet
gece yine kustu bütün kinini
Haki Zamanlar
Bu zeytuni, bu mecbur edildiğim
Öylesine aşufte bir hayatı
Çıkarttım gözümden
Çektirdiğim resimleri, cop izlerini…
Koynuma iki yılan gibi sokulan o yıllar
Hayatımın hava parasıydı, ödedim
Konuş dediler konuştum, sustum sus dediler
Bana hainliğin yakıştığını söylediler
Gereği gibi oynadım verilen tüm rolleri
Yuhalandım ve alkışlandım, ama şimdi
Söndü sahne ışıkları
Ardımda kötü bir isim
Dostlar,
Sessizce terkediyorum burayı
Bir haki zamanın sır tutanağı
Bu belgeyi bırakıyorum geleceğe
Kafesler içinde kafesler
İniltiye dönüşen ninniler var şimdi içimde
Bir ihtilal gibi yayılıyor acı
Geçmişime
Geleceğime
Kalbimle aramdaki o girilmez vadiye
Ben bir yasak işledim, sorgum yapıldı
Suçsuzum dedim, ama değildim:
İmrenerek bakmıştım uçan bir kuşa
Katilini emziren bir ananın acısı bendeki
Bir seyyahın ki ölümümü sırtımda taşıyorum
Sanki yaşıyorum bu minval üzre
Bir gün bana darağacı olacak
Bu söğüdü sulamak zorunda kalışım
Çaresizliğim
Çaresizliğim
Kendimi vuracak bir kıyı bulursam
Biraz daha kahır yüklenirim
Sokaklara çıkmam ne de balkonlara
Çekilirim gönlümün sıkıyönetim olmayan diyarına
Hümeyra
Hümeyra
kına yakmasaydı annen
saçını yolarak taramasaydı
dağı kızdıran sen değilsin, biliyorum
şimdi kül olan saçların
dağınık kalsaydı
Koş Hümeyra koş
suyu seyret şöyle uzaktan
son bir kez daha bak şöyle uzaktan
minnacık ellerini aç, gerdir bileklerini
serçekuş yüreğini bir ansıkıca tut
sonra, savur göğe kocaman dileklerini
Ölürken gözlerini görmemeliydim Hümeyra
yalvaran, suçlayan vuran
ben her saniye öldüm
sense ateşin koynunda, yaşıyorsun hala
şu iki azap meleği gibiduran
gözlerini çek üstümden
Yaşayacaktın, hayatı görecektin
görecektin denizi görecektin gemiyi
binecektin hüzne el sallayacaktın
soluk soluğa
savuşturmağa gelen seni
Başkalarının işlediği günahın
cezasını çekiyorsun Hümeyra
madem sefihlerle aynı gemiyi paylaşıyorsun
dur, deli çocuk, çırpınma boşuna
yere geciyorsun
yalvarışın o yüzden çarpıp geri dönüyor
göğün duvarına
o yüzden gelmiyor
melekler yanına
Nuveyba
Öfkemin hançerine su ver sen
kalkalım bir seher vakti Nuveyba
işgaledilmiş topraklarımız üstüne
güneş doğmadan önce
her taşın dibine bir yıldız gömmüşler
şu denizden hala kırbaç sesi gelir
atlıları en son ne zaman görmüştün Nuveyba
nezaman öpmüştün ayağını Selahaddin’in
kol kırılır yen içinde kalır
ya baş koparsa Nuveyba
bu gövde bir düşerse yere ya
kan tutar dağları, atom santrallerini
yeryüzünü ve umutları sel alır
geriye andın, aşkın ve adın kaldı
andını çocuklar içti Nuveyba
aşkın yüreklere düştü
adın cellatların kirli elinde
Filistin askısına dönüştü
kan akacak bu topraklarda kan
kendileri benimkini
demirden atları seninkini içecek
bir can düşecek toprağa
Sabra
bir can kalkacak.
Ramallah’ta tarlalara çocuk ektik Nuveyba
taşlarıyla ebabiller dönüştü tomurcuğa
güz ekinidir bilirsin verirse Mevla
yüreklerin buz kestiği bir mevsimin ardından
her bir çiçek kesebilir çocuğa
sihirbazın çırağını hatırlarsın Nuveyba
o hendekte hala tüter annelerin şarkısı
o gün bu gün hala utanır güneş
adın ateş, andın ateş, aşkın ateş.
Bir Kını Toprağa Verdik Kılıç Şimdi Daha Keskin
sure sure işlemişler göğsünü tavusumun
adresime çıkartılmış baharagöz değmişler
gün vurdukça hatırana,daralıyor nefesim
öylesine bin acıya tahammül etse de
bu cevre tahammül etmez göğüs kafesim
aşk iğnesi, yürek oltası
sakalının tellerine değmiş olmak için rüzgar
bugün daha bir telaşlı
bugün ekmek yapmıyor annem
çün soframız hüzün kaplı
bu ne göç ediştir bre, bune acı uçuştur
kırılmıştır hala çırpar serçemin kanatları
can bir yana, ten bir yana
vurulduktan sonra baba gördüm koşan atları
Yasin yelesinde bin Hıra saklı
sağrısında kan damlıyor izlerinin üstüne
ardından yankılanıyor hasretin hoyratları
vurmasınlar
vurmasınlar söyle
vurmasınlar söyle baba şaha kalkan atları
( Haziran 1989 )