Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 Arkadaşları:32 Cinsiyet:Bay Memleket:İst Yaş:39 Mesaj:
3.169 Konular:
1383 Beğenildi:176 Beğendi:17 Takdirleri:216 Takdir Et:
| Hat Sanatı ve Hat Örnekleri İslâm Hat Sanatının Doğuşu ve Gelişmesi
Hat san’atı, İslâm medeniyeti çerçevesinde Arap yazısına bağlı olarak doğmuş ve gelişmiş güzel san’atlardan biridir. Arap yazısı İslâm’ın zuhuru ile sür’atli bir inkişâf devresine girmiş ve hicreti ta’kîb eden iki asır içerisinde bir taraftan bağlı bulunduğu Arap dilini ifâde edebilen bir yazı sistemi, diğer taraftan hâlâ canlılığını muhafaza eden bir san’at şubesinin ana unsuru olmuştur.
Arap yazısı, Ârâmî halkasıyla Fenike yazısına bağlanmaktadır. Ârâmî yazısından Nabat yazısı inkişâf etmiş ve bundan da Arap alfabesi doğmuştur. Nabatî yazı Havran, Petra, el-Ulâ yoluyla Hicâz’a veya İslâm âlimlerinin naklettiklerine göre Enbâr’dan Hîre’ye, oradan Hicâz’a veya Havran, Enbâr ve Hire’ye, oradan da Dümetülcendel yoluyla Hicâz’a gelmiş ve yayılmıştır.
Hz. Peygamber’in (asm), ashabı arasında güzel yazı yazan Abdullah b. Said b. Âsî b.Ümeyye’ye Medine halkına yazı yazmayı öğretmesini emrettiği, yine ashâbdan Ubâde Sâmit’in Suffe ehlinden bazılarına Kur’ân ve yazı yazmayı öğrettiği bu konuda nakledilen haberlerdendir. Bedir Savaşında esir alınan, yazı bilen ve fidye ödeyemeyen müşriklerin on Müslüman çocuğa okuma-yazma öğrettikten sonra serbest bırakılmaları da yazı ve öğretim hususunda Hz. Peygamber’in (asm), gayret ve hassasiyetini gösteren hadiselerdir.
Hz. Ebûbekir (ra) döneminde vahiy kâtibi Zeyd b. Sâbit (ra) tarafından suhuf haline getirilmiş olan Kur’ân-ı Kerîm, daha sonra Hz. Osman (ra) tarafından bir nüsha istinsâh edildi ve bu nüsha çoğaltılarak muhtelif İslâm memleketlerine gönderildi.
VIII. asır sonlarından itibaren hat san’atkârlarının güzeli arama gayreti netîcesi, ölçülü olarak şekillenen yazılar Aslî ve Mevzun hat ismiyle de anılmaya başladı. Bu yazılan ileri bir merhaleye eriştirenler arasında ayrı bir mevkii olan İbn Mukle (?-328/949), hattın nizâm ve âhengini kâidelere bağladı. XI. Asrın başlarında Muhakkak, Reyhânî ve Nesih hatları doğdu. Bu devrin parlak ismi olan İbn Bevvâb (?- 413/1022), İbn Mukle yolunu değiştirdi ve XIII. asır sonlarına kadar bu üslûb sürdü. Aynı yolda çalışan İbn HâzinYâkûtü’l-Musta’sımî (? 698/1298) Bağdat’ta zuhur etti. O zamana kadar düz kesilen kamış kalemin ağzını eğri kesmek de onun buluşudur ve bu hâl, yazıya büyük letâfet kazandırmıştır.
Yakut’un ölümünden sonra, onun aklâm-ı sitte anlayışı, yetiştirdiği üstâdlar eliyle Bağdat’tan, Anadolu, Mısır, Suriye, İran ve Maverâünnehr’e kadar yayıldı. Yakût’un aklâm-ı sitte üslûbu, Osmanlı topraklan dışında yüzyıllarca devam etti; lâkin zaman Yâkût çağından uzaklaştığı nisbette bu yazı üslûbu da aslından uzaklaştı. Şeyh Hamdullah (1433-1520), II.Bâyezid’in teşvîkleriyle Yakût’un yazılarındaki en câzip şekil ve üslûbu ayırarak bundan sonrası için kendisine rehber edindi. XVI. asır başından itibaren, Osmanlı topraklarında artık Yâkût yerine Şeyh Hamdullah tavrıyla yazılmaya başlanmış, Şeyh’in yetiştirdikleri de onun üslûbunu yaymışlardır.
Kanunî devrinde Şemsü’1-Hat (Hat güneşi) olarak şöhret bulan Ahmed Karahisârî’nin (ö.1556) bilhassa Celî sülüs ve kendi tarzı olan Müselsel yazılarda ulaştığı kompozisyon güzelliği bütün hattatlar tarafından kabul edilmiştir. Şeyh Hamdullah ekolü, bilhassa aklâm-ı sitte’de bütün hızıyla devam etmiş, XVII. asırda Büyük Derviş Ali, Ağakapılı İsmail b. Ali, Suyolcuzâde ve Eyyûbî Mustafa b. Ömer’le devam eden Şeyh üslûbu, bu yolun en mühim üstâdlarından ve yenileyicilerinden olan Hâfız Osman’la yeniden canlanmıştır.
Hâfız Osman kemâle erdiği dönemlerde Şeyh Hamdullah’ın yazılarından beğendiği en güzel harfleri seçerek ve onları küçülterek, üzerinde yaptığı uzun çalışmalardan sonra, onların bünyelerinde daha güzel nisbetler yakalamış, harf ve kelime aralıklarını yeniden gözden geçirerek kendine mahsûs üslûbunu ortaya koymuştur. Onun yazıda açtığı bu çığır Şeyh Hamdullah’tan sonra bütün İslâm âleminde hâkim ve ideal bir üslûp olmuş ve bugüne kadar Şeyh gibi yazabilmek bir özellik iken, Hâfız Osman’dan sonra Onun gibi yazabilmek bir gâye olmuştur. Bu ekol 19. asırda yetişen Mehmed Şevki Efendi’de (1829-1887) kemâle erecek, ideal ölçü ve güzelliğine kavuşacaktır.
Aklâm-ı sitte’de, özellikle sülüs ve nesih yazıda sayısız murakka, levha, en’âm-ı şerif, delâilü’l-hayrât ve Kur’ân-ı Kerîm yazan Hâfız Osman, hat san’atında ilk defa Sülüs ve Nesih hattı ile hilye formunu ortaya koymuştur.
Celî sülüs nev’inde her asrın san’at seviyesine göre parça parça güzelliklere rastlanmakla beraber bir bütün olarak bu yazı nev’inde, Mustafa Râkım’a (1758-1826) kadar her asırdaki ekol sahibi hattatlar dahi tam olarak muvaffak olamamışlardır.
Mustafa Râkım Efendi, Hâfız
Osman’ın en a’la Murakka’ları üzerinde yaptığı araştırmalardan sonra bilhassa Sülüs ve Nesih ile Hâfız Osman gibi yazmayı başarmıştır. Celî sülüste, önceleri satranç (kareleme) usûlüyle büyütme yolunu muvaffakiyetle kullanarak, eline meleke geldikten sonra doğrudan yazmaya başlamıştır. Usta bir fıgürist ressam olması dolayısıyla mükemmel seviyedeki ilm-i menâzır (perspektif) bilgisini istifteki büyük kabiliyetiyle birleştirerek, Celî yazının konacağı yüksekliğe göre, bazı harfleri daha geniş yazmak gibi vs. değişiklikleri yapmak, ancak böyle bir hat dâhisince tatbik edilmiştir.
19. asrın sonlarına doğru Kastamonu’da dünyaya gelen Mehmed Şevki Efendi, bütün hattatların Sülüs ve Nesih yazıda feyiz aldığı, yazılarını onun yazısına benzetmeye çalıştığı, bir kâmil insan, tevâzu, incelik ve zarâfet örneği olan dâhi bir hattattır.
M. Şevki Efendi, Mustafa Râkım’dan sonra Sülüs ve Nesih yazılara en güzel nispet ve şekilleri vermiş, İslâm dünyasında çok benimsenen kendi üslûbunu ortaya koymuştur.
Şevki Efendi’nin muâsırı ve “Celî yazmadıkça hattın esrarına vâkıf olunamaz” diyen Sâmî Efendi (1838-1912), celî sülüs yazıda Mustafa Râkım ve celî ta’lik’te ise Yesârizâde Mustafa İzzet Efendi (1776?-1849) tavrını güzelleştirerek, devrinin hattatlarına ve sonrakilere bu yolda imam olmuştur.
Birbirinden güzel Sülüs-Nesih kıt’a, delâil, en’âm-ı şerîfleriyle temâyüz eden Hasan Rıza Efendi’nin (1849-1920), en muvaffak olduğu yazı nev’i Nesih’ti.
Sami Efendi’den sonra zamanın en büyük üstâdı kabul edilen Nazîf Efendi’nin (1846-1913) esas ustalığı, celî’de ve taklîden yazdığı yazılarında görülür. 19. Yüzyılın sonlarında yetişen ve 20. yüzyılın en kudretli hattatlarından olan Kâmil Efendiİsmail Hakkı Altunbezer (1873-1946), Sami Efendi’nin yazdığı yazılara kendi imzasını attığı Hulûsi Efendi (1869-1940), Ebru san’atını Özbek şeyhi Edhem Efendi (1829-1904)’den öğrenerek yeni nesillere öğreten ve unutulmaktan kurtaran Hezârfen Necmeddin Okyay (1883-1976), Macid Ayral (1891-1961), ve iki nesil arasında köprü olan Hamid Aytaç (1891-1982) ve Mustafa Halîm Özyazıcı (1898-1964) bu asrın unutulmaz isimleridir.
Yusuf BİLEN (?-518/1124), Tevkî’ ve Rika’ yazılarına yön verdi. Nihayet, İbn Bevvâb yolunu geliştirerek aklâm-ı sitte (altı yazı) denilen Sülüs, Nesih, Muhakkak, Reyhânî, Tevkî’ ve Rika’ hatlarını XIII. asırda en mütekâmil şekliyle tespit edip yazabilen bir üstâd, (1861-1941),
--- ----------- ----------- Hüsn-i Hat yazı çeşitleri başlıca altı kısımda toplanmış olup, buna Aklâm-ı sitte (altı kalem) denir. Aklam-ı sitte peyderpey icat olunarak, Bağdat’da Yakut-ı Musta’sami tarafından kesin şekli verilen altı çeşit yazının tamamına verilen isimdir.
Bu altı ana çeşit yazı ile, ondan türeyen başlıca yazı çeşitlerini şöylece sıralayabiliriz: Sülüs--2-3 mm. Kalınlığındaki kalemle yazılan Sülüs’te harfler yumuşak ve ahenkli olarak döner. Nesih’in biraz daha büyüğü olup, harflerin yuvarlaklığı Nesih'e nazaran daha azdır. Hattın esasını teşkil eder. Sülüs bu karekteriyle Mikyasül-hat ve Mizanü'l-hat diye şöhret bulmuştur.
Bütün hat çeşitleri ve kaideleri Sülüs'ten çıkmış>tır. Hüsn-i hatta da Sülüs öğrenmekle başlanır. Kur'an'ların ve el yazması kitapların başlık ve sure başları Sülüs'le yazılır. Kıvrak, yumuşak ve göz doldurucu bir yazı olduğundan hat levhaları Sülüsle yazılmıştır. Osmanlı - Türk zevkine çok uygun bir yazıdır. Nesih-- Kalınlığı Sülüs'ün üçte biri kadardır. Küfi yazının köşeleri'nin yuvarlanması ile meydana gelmiştir. Hicri IV. yüzyılda ilk örnekleri görülen Nesih, V. ve VII. yüzyıllarda klasik olgunluğa kavuşmuştur. Daha çok Kur'an'lar Nesih'le yazılmıştır. Türk hattatlarınca çok kullanılmış bir yazıdır. Muhakkak - Sülüs ve Nesih arasında bir yazıdır. Murakka kıt'alar yazılmış, ancak Besmelesi hariç rağbet görmediğinden fazla kullanılmamıştır. Reyhani - Nesih'in yatay kısımları bu yazıda daha yatkın bir hale getirilmiştir. Nesih'e nazaran daha sert ifadelidir. Tevki' - 2-3 mm. kalınlığında ve kelimelerin arası birleştirile*****rek yazılır. Tevki' , Osmanlı Divani yazısının esasını teşkil etmiş, be*****ratlarda ve menşurlarda (ferman) kullanılmıştır. Bazı eski tuğrala*****rın imzalarında da bu yazıya rastlanır. Tuğrakeşlere de önceleri Tevki-i denilmiştir. Tuğra, İmparatorluk devrinde padişahın imzası yerine kullanılmıştır.
" .. An'aneye göre tuğra Oğuz Han'ın yazılı nişanıymış. Bir kısım Türk tarihçileri bu tabirin efsanevi bir kuş ve aynı zamanda Oğuz Han'ın arması olan Tuğra'dan geldiğini ileri sürmektedirler. Kelimenin aslı Oğuz lehçesinde Tuğrağ olup, hükümdarın basılı nişanı, damgası anlamına gelmektedir. Bu husus Kaşgarlı Mahmud'un Divan ü Lügat-it-'Türk'ünde de belirtilmiştir. Batı Türkçesinde kelimenin sonundaki gayın harfi okunmadığından, kelime Tuğra şeklinde kullanılmıştır.
Kelimenin Farsçası Nişan, Arapçası Tevkii'dir ... Osmanlı tarih vesikalarında değişik tabirlerle kullanılan Tevki-i hümayun, Tevki-i refi, Şerif-i alişan-ı sultani, Tuğray-ı garray-ı sami mekan-ı hakani, Tevki-ı refi-i hiimayun, Nişan-ı hümayun, MisaJ.-i meymun, Nişan-ı şerif-i alişan, Alamet-i şerife ve Tuğrayı-ı garra gibi tabirlerin hepsi tuğra demektir.
Ahidname, ferman, berat ve name-i hüınayun gibi vesikaların baş tarafına yazılan tuğra; Nişancı, Tevki-ı, Tuğrai veya Muvakki denilen şahıslar tarafından çekilirdi... XVIII. yüzyılın sonlarına doğru Nişancıların 'Tıığrakeş adlı bir yardımcıları olmuş, tuğra çekmek vazifesini bunlar üzerlerine almışlardır. 1836'da Nişancılık ilga edilmiş ve bunların vazifesi Defter eminlerine devredilmiştir. Defter eminleri de tuğra çekmek için Tuğranü-vis adlı memurlar tayin etmişlerdir. Rıkaa' - Rık'a denilmişse de aslı Rıkaa'dır. Nesih yazının yuvarlak şekli olan ve hareketsiz yazılan Rıkaa', süratle yazılabilen, harfleri bitişik, kalem kalınlığı değişik bir yazıdır. Latin harflerinin kabulüne kadar, devlet yazışmalarında kullanılmıştır.
"Tevki' ve Rıkaa', XII. yüzyılda yetişen Bağdad'lı Ebü'I-Fazl Fazl İbn-i Hazin diye tanınan Ahmed İbn-i Muhammed İbnü'l-Fazl tarafından ortaya konmuştur." Kufi - Geometrik karakterli bir yazı olan Küfi'nin her çeşidinde göze çarpan özellik, parçaların dikey ve yatay olmasıdır. "Küfi yazı; yazma küfi (kalın-celi ve ince küfi) ve yapma küfi olmak üzere ikiye ayrılabilir. Yapma küfi'ye, örgülü, yapraklı, çiçekli, geçmeli küfi gibi adlar da verilmiştir. Yazma küfi kalemle yazılan, yapma küfi gönye, pergel gibi aletlerle çizilerek yapılan yazılardır. Bunlar abide yazılarıdır.
Kağıt üzerinde IX. yüzyıla kadar devam eden Küfi'nin celisi (büyüğü), dekoratif kıymetinden ötürü XII. yüzyıla kadar devamlı ve XV. yüzyıla kadar da seyrek olarak taş, alçı üzerinde mimari bir unsur olarak kullanılmıştır. Kur'an'lar ve el yazması kitaplar, başlıklar ve sure başları bazı hallerde Küfi ile tezhibli olarak yazılmıştır. Ta'lik - XII. yüzyılda İran'da ortaya çıkan bu yazı, Sülüs'le aynı kalınlıktaki kamış kalemle yazılır. Ta'lik, "Ma’kınli'nin karakter itibari ile tam aksi olup, harflerde düz hat yoktıır. Ta'lik kalemine Mcşk kalemi de denir. İranlılar Ta'Iik kalemine Çardank'da demişlerdir.
Bu yazı nev'ini ilk defa ortaya kayanın Hoca Ebü!l-Al olduğu söy lenir. Bu yazının esaslarını Pehlevi hattiyle Küfi'nin parçalarından çıkarmıştır. Ta'lik'in incesine Hafi veya İnce Ta'lik, yahut Hurda Ta'lik, kalınlarına da Celi Ta'lik veya Ta'lik Celisi denmiştir.
Ta'lik bir ahenk yazısı olup, yetişmiş en büyük üstadı bizden çıkmış olan Yesarı Esad Efendi (ölümü 1766) 'dir. Ta'lik'i İranlılar ortaya koymuş olmakla beraber, bu yazının en güzel örneklerini vermek yine Türk hattatlarına nasip olmuştur. Celi - Sülüs'ün istenilen büyüklükte kalın kalemle yazılan çeşidi olup, her tezyini şekil ve istife müsaittir. Büyük levhalarda, taş üzerine yazılan kitabelerde kullanılmıştır. Yerine göre 3·5 cm. kalınlığa kadar olanları vardır. Ayasofya'daki çıhar-ı yar levhaları 55 cm. kalınlıkta yazılmış olup, dünyanın en büyük yazı örneklerinden*****dir. Müsenna - Levha ve kitabelerde kullanılan bu yazı, Sülüs ilc Celi'nin karşılıklı olarak çift yazılan şeklidir. Divani -- Türk'ün kendine öz, hareketli ve girift bir yazıdır. Hem Tevki'i, hem de Ta'Iik'i andırır. Bu yazıda harf ve kelimeler birbirine kaynaşmıştır. Bu harf ve kelimeler birbirlerine ulaşa ulaşa uzanıp giderler, sona yaklaşınca yükselmeğe başlarlar. Bu yükseliş, Divani yazısındaki değerlere ayrıca bir yükselme değeri katar. Yalnız berat, menşur yazmak için tercih edilmiş bir yazıdır. Siyakat - Küfi'ye benzeyen bu yazı ile; arazi, emlak, mali ve Defter·i Hakanı kayıtları yazılmıştır. |