Durumu: Medine No : 90 Üyelik T.:
21 Ağustos 2007 Arkadaşları:0 Cinsiyet: Memleket:Ankara Mesaj:
513 Konular:
114 Beğenildi:31 Beğendi:0 Takdirleri:112 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Cevap: Tevekkül ve Kader 2. Kader Değerli kardeşlerim,
Tevekkül gibi kader de pek çoğumuzun yanlış anladığı konulardan birisidir.
Kader, Allah'ın ezelden ebede kadar meydana gelecek olayların zamanını, yerini ve niteliklerini önceden bilmesi ve takdir etmesidir. Yani Allah Teâlâ, olmuş ve olacak her ne varsa onları önceden biliyor, zamanı geldiğinde onlar da Allah'ın bilgi ve takdirine uygun olarak meydana geliyor. İşte buna kader diyoruz ve bu imanın altı esasının birini oluşturuyor.
Konuyu biraz daha açalım: Allah Teâlâ insanları yaratmış, onlara diğer yaratıklardan farklı olarak akıl, irade ve güç vermiştir. İnsan akıl ve iradesi ile iyi olanı seçecek, kötü olandan sakınacaktır. İnsanın bu iyiyi seçme ve kötüden sakınma gücüne "irade-i cüz'iyye'' diyoruz. Bu gücümüzü kullanarak, iyi, kötü, faydalı ve zararlı olandan hangisini seçersek Allah da onu isteğimize uygun olarak yaratır. Seçtiğimiz şey iyi ise sevap kazanırız, kötü ise günah işlemiş oluruz. Ancak irademizin dışında meydana gelen olaylarda sorumluluğumuz olmaz.
Kader bu olunca, günah olan bir şeyi kendi isteğimizle yaptıktan sonra onu kadere bağlayıp, "Bu bizim alın yazımızdır'' demek doğru olmaz. Çünkü biz irademizi kullanarak o günah olan şeyi yapmayabilirdik de. Kader, bir iş yapmaya bizi zorlamaz, o takdirde sorumluluğun anlamı kalmaz.
Kaderi daha iyi anlamamız için şu örneğe dikkat edelim: Bir astronomi uzmanı, yaptığı hesap sonucu, güneşin tutulacağını tespit eder, tutulacağı zamanı ve nerelerden görülebileceğini önceden haber verir. Günü gelince de güneş, uzmanın haberine uygun olarak tutulur.
Şimdi güneş, bu uzman haber verdiği için mi tutulmuş, yoksa güneş, yapılan hesap sonucu tutulacağı için mi uzman bunu önceden haber vermiş?
Başka bir ifade ile, uzmanın, güneşin tutulacağını bildirmesi mi güneşin tutulmasına sebep olmuş, yoksa güneşin tutulacağı mı uzmanın önceden bunu bildirmesine sebep olmuştur? Elbette güneşin tutulacağı uzmanın bunu tespit edip haber vermesine sebep olmuştur. Yoksa uzman, bunu haber verdiği için tutulmuş değildir.
İşte bizim yapacağımız iyi ve kötü işleri de Allah Teâlâ'nın önceden bilip takdir etmesi de bunun gibidir. Yani biz, kendi isteğimizle yaptığımız işleri Allah Teâlâ önceden ezeli ilmi ile bilip takdir ediyor. Yoksa O, bildiği ve takdir ettiği için biz onları yapmak zorunda kalmıyoruz.
Şimdi bunu ayeti kerime ile açıklayalım: Allah Teâlâ buyuruyor:
''Andolsun ki biz, cinlerden ve insanlardan bir çoğunu cehennem için yarattık."15
Bu cehennem için yaratıldıkları bildirilen kimseler, kendi iradeleri ile yapacakları fena işler ve kötü davranışlar sebebiyle cehennemi hak edecekler hesaba katılmadan ve dikkate alınmadan cehennemlik olmuş değillerdir. Onlar yaratılırken herkes gibi günahsız olarak dünyaya gelmişler, cehennem damgalı olarak doğmamışlardır. Allah Teâlâ ezeli ilmi ile bunların ilerde doğup büyüdüklerinde kendi hür iradeleri ile yükümlülüklerini yerine getirmeyeceklerini, görevlerini yapmayacaklarını, heva ve heveslerine uyacaklarını ve bu sebeple cehenneme gideceklerini biliyor ve bunu haber veriyor. Yoksa onları cehenneme girsinler diye yaratmış değildir. Zaten ayeti kerimenin devamında:
''Onların kalpleri vardır, fakat onunla gerçeği anlamazlar, anlamak istemezler. Gözleri vardır, fakat onunla görmezler. Kulakları vardır, fakat onlarla duymazlar." buyurulmuştur ki, böyle olan kimselerin gidecekleri yer, ancak cehennemdir.
Kaderi böyle anlamayacak olursak o takdirde kendi iradeleri ile adam öldüren, hırsızlık ve haksızlık yapan kimselerin, alın yazısı olan bu davranışları sebebiyle sorumlu olmamaları Iazım gelir ki, böyle değildir ve esasen kaderi böyle anlamak yanlıştır. Nitekim Hz.Ömer halife iken Şam'a gitmek üzere yola çıkmış. Serğ denilen yere geldiğinde onu Şam'da bulunan ordu komutanları karşılamışlar ve Şam'da veba hastalığı çıktığını kendisine haber vermişlerdi. Hz.Ömer, bir tedbir olmak üzere veba hastalığının çıktığı yere girmemeyi kararlaştırmış ve geri döneceğini söylemişti. Bunun üzerine komutanlardan Ebû Ubeyde (r.a.):
– Ey Halife, böyle Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsunuz? (Allah Teâlâ ölümünüzü bu hastalıktan takdir etmiş ise ölürsünüz, takdir etmemiş ise size bir şey olmaz) dedi. Hz. Ömer:
– Bunu senden başkası söylemeli idi ey Ebâ Ubeyde, dedi ve şöyle devam etti: Evet, Allah'ın kaderinden, Allah'ın kaderine kaçıyorum, (hakkımızdaki takdiri bilmediğim için tedbir alıyorum). Sonra da şu çarpıcı örneği verdi: Senin develerin olsa da iki taraflı bir vadiye inseler. Vâdilerden biri verimli, diğeri çorak olsa. Sen de verimli yerde develerini otlatsan, Allah'ın takdiri ile otlatmış, çorak yerde otlatsan da yine Allah'ın kaderi ile otlatmış olmaz mıydın? dedi. Ve kaderin nasıl anlaşılması Iazım geldiğini açıkladı.16
Kaldı ki Peygamberimiz:
"Bir yede veba olduğunu duyduğunuz vakit, o yere gitmeyin. Bu hastalık bir yerde çıkar siz de orada bulunursanız, ondan kaçmak için o yerden ayrılmayınız"17, buyurmuştur.
İşte kaderi, Hz. Ömer'in anladığı gibi anlamalıyız. Çünkü biz, akıl ve irade sahibiyiz. Aklımızı ve irademizi kullanarak yaptığımız işlerden sorumluyuz. Bunların önceden Allah tarafından bilinip takdir edilmesi, bizim irademizi etkilemez. Zira kader Allah'ın bize, "şu işi yapsınlar, yapmak zorundadırlar'' demek değil, "onlar şu işleri yapacaklardır'' demektir. Aksi takdirde iyilik yapanla kötülük yapan arasında bir fark kalmaz ki öyle değildir. İyilik yapanlar, görevlerini yerine getirenler ödüllendirilecek, kötülük yapanlar ve görevlerini ihmal edenler ise cezalandırılacaktır. İşte değerli kardeşlerim, tevekkül ve kader budur. Özetlemek gerekirse tevekkül, bize düşeni yaptıktan sonra sonucu Allah Teâlâ'ya havale etmektir. Kader ise, bizim yaptıklarımızı Cenab-ı Hakk'ın önceden bilip takdir buyurması ve zamanı gelince de Allah'ın takdirine uygun olarak meydana gelmesidir. Tevekkül ve Kaderi Yanlış Anlamanın Zararları Tevekkül ve kaderi yanlış anlamak, insanı tembelliğe, hareketsizliğe ve başkasına yük olmaya sevkeder. "Allah'a tevekkül ettim, alın yazım ne ise o başıma gelecektir" deyip çalışmaz, görevini ihmal eder ve tehlikelere karşı tedbir almaz, bu yüzden başına bir felaket gelirse veya bir zarara uğrarsa, bunu "alın yazısı” olarak ifade etmeye kalkar. Kendi ihmalini ve dikkatsizliğini hiç düşünmez. Mesela arabasının bakımını yapmadan veya sarhoş olarak direksiyona geçen veya trafik kurallarına uymayan kimse bir kaza yapacak olursa buna, "Allah'ın takdiri'' diyecektir. Elbette bu Allah'ın takdiridir ama bu, insanı sorumluluktan kurtarmaz. İnsan tedbir almadığı ve trafik kurallarına uymadığı için sorumlu olur. Bunu kadere havale edip sorumluluktan kurtulmak mümkün değildir.
Allah'a tevekkül edip O, benim rızkımı verecektir, diyerek çalışmayı bırakan kimse ya aç kalır veya başkasına yük olur. Bunu da tevekkül ile ifade etmesi yanlış olur. Çünkü az önce de ifade ettiğimiz gibi, insan için ancak çalışması vardır. İnsan çalışacak ve Allah'ın kendisine takdir ettiği rızkı arayıp bulacaktır.
Peygamberimizin bir duası ile konuşmamızı tamamlayalım. Ümmü Seleme (r.a) anlatıyor. Peygamberimiz evinden çıkarken şöyle dua ederdi.
"Allah'ın ismine sığınıyor ve Allah'a tevekkül ediyorum. Allah'ım, doğru yoldan sapmaktan ve saptırılmaktan kaymaktan ve kaydırılmış olmaktan haksızlık etmekten ve haksızlığa uğramaktan, saygısızlık etmekten ve saygısızlığa uğramaktan sana sığınırım."18
DİPNOTLAR
1 Enfal, 2.
2 Buhari, Tıp, 17; Müslim, İman, 94.
3 Al-i İmran, 159.
4 Mâide, 24.
5 Tirmizî, Zühd, 33.
6 Hûd, 6.
7 Tirmizî, Kıyame, 60.
8 Necm, 39.
9 Duhan, 23.
10 Enfal, 60.
11 İbn-i Kesîr, eI-Bidâye ve'n-Nihâye, c. III, s. 48, Beyrut, 1978.
12 Buhari, Menakıb-ı Ensar, 29.
13 Tevbe, 40.
14 Buhari, Meğâzi, 31; Müslim, Kitabu Salâti'I-Müsafirine ve Kasrihim, 57.
15 A'raf, 179.
16 Buhari, Hac, 34; Müslim, Hac, 23. 17 Müslim, Selâm, 32. 18 Tirmizî, Daavat, 35; Ebû Davud, Edep, 112.
__________________ Bismillah diyerek... |