Genel af kürt sorunu ve pkk
Rahman’ın adıyla. O öyle Rahman ki, izzet verip yükselttiğinde o kişiyi kimse alçaltamaz.
Hani bir fıkra varya, Haso ile Memo ilk defa deve görmüşler. "Ula Hasso bu nedir?" demiş Memo. Hasso şaşkın şaşkın deveye bakmış "Bilmem ilk defa gördüm" demiş.
Memo merak edip, deveye binmiş. Deve aniden kalkınca Memo kendisini gökyüzüne doğru çıkıyor sanmış. Bu arada bir de deve koşmaya başlayınca, Memo Hasso’ya seslenmiş:
- Ula Hassooo! Anama babama selam söyle. Bindim bi alamete gidiyom gıyamete, ya dönerim ya dönmem.
Yıllardan beri, halledilmeyen üç meselenin benim penceremden nasıl göründüğünü yazacağım. Dostlara benden selam söyleyin, bu yazıdan sonra cumhuriyet savcılığı beni davet ederse, ya dönerim ya dönemem, herkes hakkını bana helâl etsin.
Üç mesele, malum; genel af, Kürt sorunu ve PKK.
Önce Ne Yaptığımı
Yazıyorum
Üç meselenin üçü hakkında da akademik seviyede bilgili değilim, ama son derece ilgiliyim.
Yanlışlar yapıldı can ülkemizde. Herkesin yanlışları oldu. Başta bozuk düzen çok canlar yaktı, çok kıyımlar yaptı. Ve PKK’yı doğurdu bozuk düzen. Milletin evladını milletin evladına kıydırdı. Bunu görmemek, yanlıştan öte, canilik, körlük olur. Bu doğru...
• PKK’nın akıttığı kanı da görmemek mümkün değil, bu da doğru.
• PKK’yı düzenin yanlışları doğurdu, bu da çok doğru söyledik. O halde düzenin doğruları da, çözüm olacaktır. Bu zaten dünden beri doğruydu.
• Şehitlerimizin sayısı 50 bine ulaştı, bu zaten görünmeyen doğru.
• Her şeye rağmen çözüm bulunmalı, bu hepsi kadar doğru bir gerçek
Peki ne yapmalı?
Konunun uzmanları yazdı, yazıyorlar. Fakat, bir vatandaş olarak, barışın gelmesi için ne yapmak gerektiğini düşünmek, araştırmak bizim de vazifemiz sayılır bir yerde.
İşe PKK’nın çıkış sebebini araştırmakla başladım. (İleride detaylara gireceğiz) Yıllardan beri gözlemlerim de devam ediyordu.
PKK, zaten yaptıklarını savaşının bir parçası görüyor bu kesin. PKK’nın, suçluların yüzünden masuma da aynı bakması ve can yakması tabii ki onaylanamaz, ama nasıl oldu diye sorulur. Ama devlet 2000’li yıllara gelinceye kadar, bu savaşın bitmesi için hiçbir şey yapmadı. Biri ne zaman olumlu bir adım atsa hemen sözde kahramanlar çıktı ortaya.
Siyasileri takip ettim. Kimi, PKK’yı güya hiç önemsemiyordu, “biz üstesinden geliriz,” ahkamları kesiyor, ama 1980’lerden beri de hiçbir şey yapılmıyor, sadece evlatlarımız şehit oluyordu. Neymiş, terör örgütüyle masaya oturmazmış. Aynı millet meclisinde oturur musun?
Kimi siyasiler, hepten pusulayı şaşırmış, “çözüm bulun” derken, adeta devleti tehdit eder bir üslup kullanmıştır..
Olayı çözücü mahiyette görüşleri olan bazı siyasilerimiz de, halk tepkisinden korkuyor, çözümü zamana yaymak istiyor fakat onlar da herkes tarafından anlaşılamıyor.
Halktan korkulur mu?
Evet, korkulur, bazen iktidarda olanlar yapılması gerekeni hemen yapamazlar. Peygamber Efendimiz (sav) bile tedirgin olmuş, Beytullah’ın bitişiğinde duran makamı, Mescid-i Haram’ın dışına koymak istemiş, halkı ikna etmenin zor olacağını anladığı için yapmamış.
Bence halk saplantısı diye bir oluşum var. Bu saplantı öyle kolay kolay düzelecek cinsten değil.
Size bir örnek.
Yıllar önce, bir belediye başkanı, ölen teröristin anne babasına başsağlığına gitti. Vay! Nasıl gidermiş. Ölen teröristmiş. Onun anne-babasına başsağlığına gidilir miymiş? Allah sana vicdan versin ey vicdanı dumura uğramış kişi. Teröristin anne babası acı çekemez mi? Senin evladın senin çizgine aykırı hareket etti, diyelim sen dindarsın, oğlun kızın dinsiz oldu, ya da kötü yola düştü ya da PKK’lı oldu ve öldü. Sana başsağlığına gelinmez mi?
Ah bu insanoğlu, şartlanmaya görsün, insani duyarlılığı bir anda sıfıra inebiliyor.
Konu olan belediye başkanını aradım. Yolu yolum değil, fikri fikrim değildi, ama yüreğini beğenmiştim. "Çok iyi yaptınız, sistemin yanlışları o evladımızı eli kanlı yaptı" der demez, telefonlar dinlendiği için panikleyip sözümü ağzıma tıkayıverdi. Ben de hazır yürekli birini bulmuşken, problemin çözümü üzerinde konuşuruz, demiştim, ama olmadı.Yürek değilmiş gördüğüm. Bir insan, hem askerde ölen şehidlere, hem de öldürülen PKK’lıya üzülemez mi?
Televizyondan, kendimi harcamayı göze alarak (hem de en kritik dönemde) "Dağdaki teröristi öldürmekten başka çare yok mu? Hani demokrasilerde çareler tükenmezdi?" dedim. Beni zavallı uyutulan gençler ve bazı dernekler anında vatan haini yapıverdiler. Çünkü onların ileriyi görecek ufukları çoktan gasp edilmiş. İşte şartlanmışlık, körü körüne birilerini dinlemek, onun, sev dediğini sevmek, nefret et dediğinden nefret etmek... Öyle bir yoldur ki teröristin yolu, dindarsa Allah için, dinsizse dine düşmanlık için adam öldürmek hiçleşiverir gözünde.
Askerde yat, yat, kalk, kalk ne ise şartlanmış ve gençliğimizi öldürmeye yönlendiren kanun da odur. Geçtim o yollardan bilirim harcanmışlığın ne kadar yakıcı bir şey olduğunu. Harcandık romanımın son bölümlerini o yüzden, haftalarca bitirememiştim.
Gençler!
Gençken ideolojilerin nasıl aldattığını görmüş, aldanmış, o yollardan geçmiş biriyim. Beni dikkatlice dinleyin, yazdıklarımı iyi anlayın lütfen. Şartsız, önyargısız, yazıyı sonuna kadar okuyun.
Genel af konusuna girmemi kimse istemedi fakat, PKK’ya nasıl baktığımı anlatmamı isteyen enkırmenler oldu. Onlara dedim ki, "Ben kürt ve PKK konusuna girersem bir saat beni hiç araya girmeden dinlemeniz lazım. Onu da siz yapmazsınız. İki kelimeyle PKK konusunda konuşmamı isterseniz olmaz. Hep çözümler aradım. Güney Doğuya, Doğuya gittim. Ne yapmak lazım diye halka sordum, soruşturdum. Bazı kişilere rica edip Kürt sorunu ve çözümleri hakkında program yaptırdım. Gücüm ne ise onu yapmalıydım.
Bir ara (Ak Parti’den önce) Deniz Baykal’ın meşhur adımını gördük. Hani Şeyh Edebâli’nin Osman Gazi’ye yazdığı nasihatları almış da, "Bundan sonra bu nasihattan biz de yararlanacağız." demişti ya. Ordan bile ülkenin problemlerine ışık aradım. "Hah" dedim, "Şimdi Baykal bir çözüm bulabilir" çünkü o nasihatları uygulayanda zamanla firaset de gelişir. Durur muyum, hemen sayın Baykal’ı aradım. Not bıraktım. Gayet centilmence, beni aradı. Kendisiyle özel olarak (ama basından gizli) görüşmek istediğimi söyledim. "Tabi olur Emine Hanım" dedi. İstanbul’a geldiği zaman arayacak ve görüşecektik.
Kısa süre sonra ben İstanbul’dan iki, üç aylığına ayrılmak zorunda kaldım. Bu zaman zarfında, gördüm ki, Şeyh Edabâli’nin vasiyeti çoktaaan unutulmuş. Bir daha Deniz Bey’i aramadım.
Kısacası,
Gücüm neye yeterse çareler aradım, onu kullandım. Akla hayale gelemeyecek hakaretleri de aldım almaya da devam ediyorum. Hatta ölüm tehditleri bile alıyorum. Zavallı tehditçiler bilmiyorlar ki, ben ölsem de Allah’ın izniyle inancımla ölürüm. Ölüm korkusu Allah’a kulluğumdan daha güçlü değil. Ben ölemem demiyorum zaten, ölüm korkusuyla hiç kimse, ama hiç kimse bana inanmadığım bir şeyi yaptıramaz, diyorum sadece. Bu izzet ve şerefi Er-Râfiğ olan yüce Rabbime borçluyum.
Derken yakın geçmişte DTP genel başkanı Ahmet Türk, "Kürt sorunu ne Kürtlerindir ne de Türklerin. Hem Kürtlerindir, hem de Türklerin. Hep beraber bir şeyler yapmamız gerek" dedi. Hemen aradım kendisini, not bıraktım, o da çok kibarca döndü ve "buyurun" dedi. Yaşar Kaplan’ın sözünü hatırladım, "Ey insanlar, tek tek hepiniz iyisiniz de, toplu halde neden kötüsünüz?"
Tek tek konuşulunca bu PKK’lılar ne kadar candan insanlar da, toplu halde olunca, nasıl oluyor da masum insanların, öldürülmesini hak görüyorlar akıl erdiremedim.
Ahmet Bey’in ruh halini, (Yeni Şafak gazetesindeki röportajını okuduktan sonra) şöyle sanıyordum.
Ahmet Türk, PKK’nın yanlışını gördü. Düzenin yanlışını zaten biliyordu. Fakat PKK’dan çekindiği için bir şey diyemiyor, ama olgunlaşmış, çözüm arıyor.
Kendisine, önce düzenin hatasını gördüğümü kendisinin Yeni Şafak’taki sözlerine iki yer hariç, hepsine imzamı atabileceğimi söyledim ve sordum sizce ne yapılabilir, dedim.
Sanıyorum Ahmet Türk de benim sorumu ağır buldu, "Siz Ankara’ya gelince gelin görüşelim." dedi.
Sonra düşündüm, neden telefonda konuşamıyoruz, benim telefonda konuşamayacağım hiçbir şey yoktur ki, (bir siyaset adamıyla) onu telefon harici konuşayım. Gitmedim, ama üzüldüm. Çözümlerin gizli bir yanı yok ki, haa belki Ahmet Türk çok meşgul olduğundan o an konuşamadı, onu da bilmiyorum.
Barış isteyenler çözümü sunarlar. Her iki taraf, çözüme yönelik şartlarını ortaya koyar. Eğer her iki taraf da gerçekten akan kandan, gözyaşlarından rahatsızsa, çözüme koşar ve her iki taraf da biraz eğilmeyi göze alır. Hem güreşçi olacağım, hem mindere çıkmayacağım, diyemez hiç kimse.
Ölen canlar da bizim, öldüren de bizim. (En azından yarısı bizim.) Bizim olan evlatlarımız ne oldu da düşman oldu? Ne oldu da el oldu? Öldürenin en az yarısı bizimdi. Ancak temiz vicdanlar bunu düşünür. Ahmet Türk de bunları düşünür. Kürtlerin eskiden gasp edilen hakları bir bir veriliyor. Herhalde sağduyulu olgun kişi bunun farkında olur. Hadi şartlanmış gençler uzun süre gerçeği göremez, iyileştirme olduğunu görse bile sinir olur. Fakat, aklıbaşındakiler farklı olur, dedim. Ama yanılmışım. Yaş ne olursa olsun, iman uyanmayınca akıl uyanmıyor, Ahmet Türk’ün o röportajıdan sonraki demecinde hayal kırıklığına uğradım.
Devlet Bahçeli’yi aradım, herhalde notum ulaşmadı, beni aramadılar.
Yazılar, kitaplar yazdım. Yer yer canımı ortaya koydum, daha ne olsun?
Kürt Problemİ
Nerden
Doğdu?
Tek Kelimeyle Irkçılıktan.
Yıllar yılı Mustafa Kemal’in de onayladığı en üstün ırk Türk ırkıdır anlayışı maksadını aştı belki. Sonuçta, karşımızda ırkçılık belası, iki kardeşin arasına girdi. Sanıyorum yirmi, yirmi beş yıl önceydi, doğuda Kürt kardeşlerime verdiğim konferansta şu dağlara yazılmış olan "Ne mutlu Türküm diyene" yazısı yanlış ötesi yanlıştır. Burada, ne mutlu Kürdüm diyene, başka bölgede ne mutlu Türküm, diyene yazılsa onu bile yanlış bulurum. Yazılacaksa; ırkçılık kokmayan slogan olmalı, dedim. "Ne mutlu gerçekten insan olana" veya "Ne mutlu vatanı için ölebilene" gibi sloganlar en güzeli, en insancası, en zarifi en vatansevercesi olurdu, dedim. Gözümü emniyet amirinin yanında açtım.
Beni sevdiğini ve saydığını, ama şimdi zırvaladığımı ima etti. Emniyet Amirine bir olayı anlattım. Rize’deydim. (PKK’nın yeni yeni örgütlendiği dönem) Bir genç "Hocam, ya PKK ne istiyor." dedi. Ben de yanlışı anlattım. Yanlışı: Irkçı devlet politikasının kürt onurunu zedeleyici davrandığını, İslam’da her ırk bir ayettir. Kimse kimsenin ırkını aşağılayamazken, yıllarca Kürtlere hakaret edildiği yetmedi, Kürtlere zulüm edildi. Onların da bir kısmı, kendilerine zulüm eden Türklerin yanlışına rahmet okutacak konuma çevirdiler, eylemlerini, dedim. O günden sonra yıllar geçti.
Yanlışı yanlışla çarptı PKK, kanı kanla yıkamaya kalktı. Haklı itirazını haksızlıkla dillendirmeye başladı. Batılıların verdiği gaza gelerek, günahsız evlatlarımızın genç yaşta canlarına kıydı, kimin eliyle? Çoğu, yine bizim evlatlarımızın eliyle. Öte yandan diğer evlatlarımızı, acımasız, katil ruhlu, önüne düşman ilan ettiği düzenden veya ırktan kim çıkarsa çıksın acımadan öldürecek hale geldiyse, bunlar birdenbire olmadı.
Yazık oldu her iki tarafın gençliğine. O zamanlar bu kadar ölüm görünmüyordu. Emniyet amirine, Rizeli gencin sözünü söyledim. Rejim Rize’li gence, “Kürtlerin Kürtçe konuşması yasak. Kürt ırkı diye bir şey yok,” dedi. Rejim yanlış yaptı. Senin kınadığın kardeşlerimiz, yıllarca kendi dillerini konuşamadılar. Osmanlı’da da yasaktı diye aldattılar kardeşlerimizi, ama asla doğru değil. Osmanlı’da yasak edilseydi, şimdi Kürtçe bilen kalır mıydı? Ama bu sistemde onlar kart-kurt hikayeleri ile aşağılandılar. Düşünsene, sen askersin ve annen ziyarete gelmiş ve sana deniyor ki, "Hop hop. Annen de olsa Lazca konuşmak yasak" ne yapardın?
Laz gencin gözleri kocaman kocaman açılmış, şok halinde sormuştu.
- Essah mı disun?
- Tabi.
- Vallahi Billahi Laz uşağına Lazca yasak edilseydi, yakarduk da dünyayı.
- Yaa, işte böyle. Seninki de yanlış. İnsanların yaptıkları hatalar sadece insani yönle çözülür, dedim. Size soruyorum amirim, siz söyleyin, devlet vatandaşına inat eder mi? O yazının orada ne işi var?
• Kürtlere Kürtçe neden yasak?
• Onların bulunduğu bölgeler neden harabe? (şimdi, doğunun birçok ili değişmiş ve gelişmiş)
• Kürt bölgelerinde (çoğunda) okul yok (o zamanlar öyleydi)
• Düzen Kürtleri aşağıladı. Sizce yapılanlar doğru mu?
Emniyet amiri, (sanıyorum şimdi emekli olmuştur) "Evet hocam haklısınız, ama söylemeyecektiniz. Mecburen ben sizi savcılığa havale edeceğim. Aksi halde ekmeğimden olurum" dedi.
Haklı olduğumu söyleye söyleye beni savcılığa sevk etti.
Geçmişteki yüreksizlerin yüreksizliği birleşti birleşti her taraftan ölüm saçıldı. Şimdi hem asker, hem polis, hem de sıradan vatandaş ölüyor. Kandil dağlarında ölenlerin zaten sayısını bilmiyoruz.
İşte, geçmişte yapılan hatalar, PKK’yı doğurdu. Dağda yaşayan, ölümden başka hiçbir çıkış yolu bırakılmayan gençler bir zamanlar çocuktu ve anne babaları onları devlete teslim etmişti.
Biliyorum, Kandil ve öteki dağdakiler hepsi Kürt değil. Benim cezaevi arkadaşlarımın yarısından çoğu PKK’lıydı onların da en az yarısı Türktü Türk. Öyle hale gelmişlerdi ki Kürt devleti kurulsun, diyorlardı.
Adaletin olmadığı yerde, devlet ismi değil ırk, peygamber ismi olsa, zulüm devam eder. Adalet var deniyorsa, neden masumlar öldürülüyor?
Ok yaydan çıktı artık. Çözüm lazım.
Evet çözüm lazım. Kalın kafalılığı, saçma sapan onurları bırakıp çözüm üretmek lazım.
Özet
• Düzen hata yaptı, ırkçı politika ile böyle bir örgütün doğmasına sebep oldu.
• PKK, haklı dava için yola çıktı fakat yolunu sapıtıp kendisi de kınadıkları gibi adaletsiz ve ırkçı politikalarla yürüdü.
• Abdullah Öcalan yanlış yaptı, Mustafa Kemal’in yaptığını yanlış bulurken üstelik... Batılıların kendisini nasıl desteklediğini bildiği halde, "Bu batılılar, bizi neden destekliyor? Biz Türkiye’yi bölen bir devlet kurarsak, bunların burada çıkarı ne? Çıkarı olmasa batı bize destek vermezdi, diyemedi.
Kanı kanla temizlemeye kalktı. Aslında, stratejik bir planla, kansız eylemlerle, Kürtlerin bugün aldıkları hakları, güçlü ama kansız olarak, Kürdüyle Türkü ve diğer ırklarıyla, birleşip alabilirdik.
Şehitlerden
Nemalananlar Var
Hala şehitler üzerinden prim yapmak isteyenler yıllar önce ölmüş şehidin annesini de bulup, mezarı başında ağlatıyor. Tabi ağlar analar. Canı, yavrusu gitmiş. O ana ağlamaz mı? O baba o kardeş ağlamaz mı? Ağlar. Ama bu ağlamanın şehit anasına, şehit yakınına yakışan tarzı vardır. Devamlı ağlamaz şehit anası. Oğlu şehit olmuş, onun kalbinde üzüntüyle beraber bir de mutluluk yayılır Allah tarafından. Fakat şehitleri öylesine ablukaya aldı ki birileri, mezarlara bile çıkar ilişkileri yaydılar. Anaların biri Cuma, biri Cumartesi günü eylem yaptı. Oyun kokusu aldığım eylemlerin hiçbirine gitmedim, beni nerdeyse PKK’lı ilan edeceklerdi, ama tahriklere gelmedim. Ne rejimden yanayım ne PKK’dan. Hakk’tan yanayım ve o da İslam dinini düzgün öğrenmekle olur.
Yüksek akıl nedir biliyorsunuz. Yüksek akıl, zor zamanda da hakkın yanında yer almak, istismarcıların oyununa gelmemektir. Şehit ana ve babalarının, eş ve çocuklarının, en azından, PKK’lı oğlu ölen, PKK’lı anne kadar dik durması gerekiyor.
Şahsen ben, bazen şehit haberlerini izleyemeyecek kadar acı çekiyorum. Şehitlerimiz için döktüğüm bazen de içime akıttığım gözyaşının haddi hesabı yok. Bir vatan evladı, biri mezara diğeri öldürmeye gidenler için üzülmüyorsa, onun kanından değil, ama kesinlikle imanından Allah’ın mesajını bilip bilmediğinden ve firasetinden şüphe etmek lazım.
Yavrusunu, sevdiğini askere gönderen ve onun kendi yerine naaşıyla karşılaşan bütün şehit yakınlarına can-ı gönülden sabrı celil diliyorum. Onları Rabbimin lütfuna sunuyorum. Allah kalplerindeki acıyı ferahlığa çevirsin, onlara dünya ve âhiret huzuru versin. (Amin)
Ya PKK’lı Analar?
Siz eğer PKK’lı değilseniz ve de oğlunuz PKK’lı olmuşsa, bir de onun insan öldürdüğüne ve öldüreceğine inanıyorsanız çekeceğiniz acıyı kestirebiliyor musunuz? Ya bir de oğlunuz dağdaysa ve de o dağ bombalanıyorsa, o ana babanın, o kardeşin, ninenin dedenin acısını hissedebiliyor musunuz? Hangisi ağır ve acı, oğlu şehit olanın mı, oğlu terörist yapılan ana-babanın mı?
Bu ana-baba devleti nasıl suçlamaz? Ey devlet, ben sana okut diye yavrumu verdim, yavrum bir daha geri dönmedi. Yavrumu hangi arada elimden aldın? Hangi arada yavrum başkasının oldu? Hangi arada geleceği mahvoldu? Neden? Nasıl? demez mi?
Bu soruların cevabı devlet tarafından yıllarca verilmedi? Büyük adımlar atılıyor fakat bu konuda son adımlar atılmadı veya atılamadı. Biraz, Beytullah’ın yanındaki makamı misali gibi bir şeyler olsa da, yine de insan çok acele radikal, süper radikal çözümler bekliyor.
Şİmdİ Ne
Olacak?
Görüşümü söylüyorum: Eğer köklü bir çözüm bulunmazsa, içten ve gönülden devlet hatalarını düzeltip halka ispat ederek geçmişteki hataları kabul etmezse, PKK’lılarda; “Bizde hata yaptık” demezse, candan ve gönülden bir barış talebi olmazsa, işte olacakları size söylüyorum. 20 yılda en az (Dikkat, en az diyorum) on bin kişi daha ölür.
Şimdi şehit analarına şehit babalarına ve yakınlarına soralım. On bin kişi daha ölsün buna mı razısın, yoksa senin şehit olan yavruna rağmen PKK’ya af çıkarıp barışılmasına mı? Eminim şehit yakınlarının en az yüzde 70’i aman barış olsun, yavrum genç yaşta gitti, başka yavrular gitmesin, diyeceklerdir. Zaten barışı, vicdan sahipleri ister. Onun içindir ki, barış isteyenler akıllı değerli insanlardır.
Barış Pahalıdır
Dünyanın en zor işi, bir insanın birinden nefret ettiği halde, nefret ettiğiyle barışmasıdır. Çünkü barışın insana ağır gelen, vereceği ödünleri vardır. Ödün vermektir barışı dünyanın en ağır, en onur kırıcı durumla baş başa bırakan.
Barışta verilen her ödün, aslında binlerce can olarak geri döner, ama bunu halk bilmez. Ama halkımızın çok güzel bir yanı var, güzelce izah edilirse anlar. Ve (eğer barışa da burnunu sokmazsa Ergenekon ruhu) halk tahrik olmazsa yapıcı yönde atar adımını.
Evet barış pahalıdır ve pahalıya mâl olur. Ama savaş çok daha pahalıya mâl olur binlerce canı da alınır. Hesaplar ince ince yapılmalıdır. Yukarıda da dediğim gibi, barışta her iki taraf da köprünün üstünden rahat rahat geçemez, her iki taraf da karşıya köprünün altından geçmek zorunda. Ve her iki taraf da biraz eğilmek zorundadır.
Yeri Geldİğİnde
EĞİLMEK...
Yeri geldiğinde devlet, onurunun çiğnendiğini düşünmeyecek... Biraz eğilmek, yani ödün vermekle güçlü bir devlet zarar görmez. Tam aksine gereğinde biraz eğilmek, gücü gösterir aslında. Devlet, daha dik olabilmek için, zaman zaman rüzgar başakları götürmesin diye bir eğilme gösterir. Resulullah Efendimiz’in Hudeybiye’de, Mekke, laik ama sosyal devletiyle yaptığı sözleşmeyi hatırlayalım. "Allah Rasulu" ibaresini sildirdi, karşı taraf istiyor diye. Daha ötesi var mı?
Barış İçİn
Genel Af Gerek
Bazılarının bu yazıyı okurken bana nasıl hakaret ettiklerini duyar gibiyim. Şartlanmışın biri bir alçak, bir vatan haini olduğumdan başlayacak, belki ölmüş babacığımın kemiklerine kadar gidecek.
İçimdeki evlat kendi kendine konuşuyor.
Affet beni babacığım. Bugün konuşmazsam, ileride barış yapılmadığı için şehitler mezara giderken kendimi çok aşağılarım ve kendimi, kağıttan kaplan görürüm. O zaman Türkiye bana dar gelir.
Affet beni babacığım.
Beşeri zaaflar araya giriyor, babacığıma psikolojik seslenişimi hoşgörün.
Evet, barış için genel af lazım, mutlaka ve mutlaka lazım.
Bazıları diyecekler ki, "Tabii senin canın ölmedi, o yüzden ahkam kesiyorsun" vallahi billahi PKK benim soyumu kazısaydı, hem lanet okur, hem de vatanım ve milletim için, insanlık için, hataların sona
erdirilmesi için lanet etmeyi bırakır, barışırdım. Olaya duygusal yönden bakarsam, değil PKK, otuz, kırk bin masum insanı öldüren, bir masum bile öldürse bir kişi, hemen öldürülmesinden yanayım. Devlet öldürecek ama. Fertlerin kısas yapma hakkı yoktur. Kim fert bazında kısas yaparsa, o kişi aynen katil hükmündedir, bunu da parantez olarak bildirelim. Fakat PKK konusu farklıdır. Lütfen gözümüzü İslâmca açalım.
Barış nasıl mı olabilir?
İki taraf da, ırkçılıktan vazgeçmeli, sistem ve PKK hataları kabul etmeli ve devlet, istemedikleriyle de masaya oturmalı. Halka saçma sapan, mesnetsiz gururlar telkin etmenin bir manası yok. "Terör örgütüyle bir masaya oturmam" demek, akıllıca yapılan bir stratejik planın parçası olamaz! Aklımızı başımıza alalım.
Hem ırkçılık yapıp başımıza bela açtınız yavrularımızı öldürttünüz, o bilgisiz sivri sivri zekalarınızla, hem de şimdi hatanızı onarmıyor musunuz? Siz ne biçim belasınız be? Çirkef ırkçılığınızın başımızı belaya soktuğu yetmiyor, hala ilimsiz, bilimsiz, vahiysiz, hukuksuz konuşuyorsunuz. Sadece ırkçı zihniyetinizin telkiniyle bakıyorsunuz dünyaya. Ama baktığınız yer gerçek dünya değil, sizin kafanızdaki ütopik dünya. Öyle bir dünya, bu alemde yok. Allah izin verirse, "Genel Af Ama Şartlı" başlıklı yazıyla konuya devam edeceğiz. O zamana kadar olacaklara bakın, neler olacak.
• Ergenekoncu sağcılar ve solcular (bildiğiniz gibi Ergenekon’da her kesimden insanlar var) yine benim bir vatan haini olduğumu söyleyecekler. Çünkü onlar genel af istemezler. Neden? Tek beslendikleri yer ülkede çıkan anarşidir. Hem de kaos haline gelmemiş anarşi. Af çıkarsa terör durur. Terör durursa başarısız olduğunu neyle anlatırlar?
• Kimileri sitelerine, üstelik bazı kelimelerine ahlaksız görüşlerini de ekleyerek sadece "Barış için genel af gerek" şeklinde değil "Şenlikoğlu çocuk katili Apo’ya af istiyor" diyecekler. Gelecekteki ölümlerin engellenmesi için elimizi taşın altına koyduğumuzu bilecek firasetleri yok. Tabi, masum olduğuna inandığım hapishpanelerdeki Ergenekoncu zihniyetin mahkum ettirdiği kardeşlerim için de istiyorum, amma bunu anlamazdan gelecekler.
Evet, Şenlikoğlu Apo’yu kurtarmaya çalışıyor, diyecekler şerefsiz şerefsiz duruşlarıyla. İyi niyetli olanlar, "Şenlikoğlu barış için genel af diyor" diyecekler. Genel af için sadece barış yetmiyor. Detaylara gireceğiz inşallah. Konu çok uzun olduğundan mecburen gelecek sayıya kaldı.
* * *
Gelecek sayı şu sorulara cevap aranacak Allah izin verirse:
• Öcalan’la ilgili ne yapılmalı?
• Dağdaki teröristler için ne yapılmalı?
• Şehit yakınlarının psikolojisi nasıl düzeltilmeli? (Onların biran önce barış isteyeceklerinden eminim. Unutmayın, barışı sadece vatan hainleri istemez. Çünkü onlar kanla beslenir. Çünkü onlar ideolojik vampirlerdir.)
• Konuştuğum şehit anaları ne diyor.
Hepsi Allah izin verirse gelecek sayıda.
Bu arada Not; PKK, Kürt sorunu ve genel af konusuyla ilgili beni hiç kimse televizyonlara davet etmesin. Çünkü bu konuları kalabalık kitlelerle ve beş on dakikada anlatacak kadar usta konuşmacı değilim.
Bir de şunu söyleyeyim, herkes için genel af istediğim halde şu da bilinsin ki, masumları öldüren her türlü terörü lanetliyorum. Ama bu sözümü vatan hainleri asla söylemezler. Canları isterse söylesin, yalvaracak değilim. Düzeleceklerini bilseydim yalvarırdım. Bazen ödün vermek, karizmadan geçmek başka bir gücün başlangıcı olur! Ama Ergenekoncular asla düzelmez. Onlar “Allah onlarla konuşmayacak” ayetinin kapsamına boşuna girmiyorlar...
Bu yazıyı faydalı buluyorsanız, evinize gelen her misafire okumasını teklif ediniz.
Ha, bu arada, Savcı beyin davetine gerek kalmadı. Çünkü yazımı son derece dikkatli, hem T.C.K hem de İslam hukukuna uygun yazdım.
* * *
• Evet, öldürmek çare mi? dedim. Öldürülüyor öldürülüyor, yerine başka evlatlarımız, ya da komşu düşmanların evlatları geliyor.
• Siz bilir misiniz ki, teröre, teröristin ana-babası da karşıdır.
• Bu işe kökten çözüm bulunmalı. Gençlerin neden terörist oldukları araştırılmalı, gerekenler yapılmalı.
• Konuşuyoruz, ama vatan için ölmeyi bir kenara bırakın, vatan için bir ağaç dikmemiş, ihtiyaç olduğunu bile fark etmemişler bizim ne dediğimizi anlayamıyor. Ne olur, siz iyi anlayın ve iyi anlatın. Konumuz çok önemli.
GENEL AF İSTİYORUM AMA ŞARTLI
Kâbiz ve Mukaddim olan Allah’ın adıyla.
O dilerse imkanları daraltır, dilerse imkanları genişletir, istediğini geri bırakır, istediğini öne alır.
* * *
Mektup Yeni Şablon 2’de, Elimi Taşın Altına Ben de Koydum, Genel Af, Kürt Sorunu ve PKK başlıklı yazıda aşağıdaki ara başlıklı yazıların içini doldurmaya çalıştım:
• Önce Ne Yaptığımı Yazıyorum
• Kürt Problemi Neden Doğdu?
• Şehitlerden Nemalananlar Var
• Ya PKK’lı Analar?
• Şimdi Ne Olacak?
• Barış Pahalıdır
• Yeri Geldiğinde Eğilmek Karizmayı Güçlendirir
• Barış İçin Genel Af Gerek
Sayfa spotları olarak şu cümleleri koydum:
• Barış akılla yapılır
• Barış bedel ister
• Ödün vermeden barış olmaz
• Cahiller barış istemez
• Barış pahalıdır, fakat savaş daha pahalıdır.
Hemen şunu da ifade edeyim, barış pahalıdır fakat insana kalite kazandırır, savaş da pahalıdır, fakat insanın kalitesini düşürür.
* * *
Genel Af
Türkiye topraklarına sonradan gelmiş olduklarının kompleksiyle, kendinden öncekileri aşağılama eğiliminden doğan, PKK ve uzantısı bir savaş meydana getirdi. Tıpkı Amerika’yı keşfeden İngilizler, Amerikan yerlilerinin deyimiyle beyaz adamın asıl toprak sahiplerini aşağıladığı gibi bir tutum oluşturdu Türklerin ırkçı olanları...
Sadece Türklerin ırkçıları mı Kürtleri aşağıladı, hayır! Lazların da ırkçıları var, Gürcülerin, Arapların da... Bu ırkların (ki Gürcü benim ırkım) hepsinde birbirlerine olan nefreti gördüm.
Yani hiçbir ırk akkaşık değil. Irkçılık yapanlar maalesef zalimleşebiliyorlar. Hiç suçu olmadığı halde sırf Kürt, Türk veya başka bir ırktan olduğu için nefret edilen insanlar var. Kürtlerden de, masum Türklerden nefret edenler var. Dikkat! Irkçı Kürtlerden bahsediyorum ha, ırkçı olmayan Kürtler melek gibi insanlardır.
Sadede gelirsek.
Öyle veya böyle iki ırk arasında savaş oldu. Savaşın tabiatında bir kural vardır, ya savaş devam eder, ya da barış olur.
Ben, kendi çapımda çalışan ve bin yıl sonrasını bile düşünen Müslüman olarak barış istiyorum. Bu ortamda barış da genel af olmadan olmaz. O halde genel af da istiyorum, ama şartlı. Genel af olmalı. Mutlaka olmalı. Genel afsız barış olmayacağını herkes bilir. Şu ana kadar (16. 11. 2009) Başbakanımızın dolaylı mesajı genel af olmayacak şeklinde olsa da, derin zeka sahibi Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan genel af ilanını Allah izin verirse yapacaktır. Zaten yapmalıdır.
Eğer bir başbakan milli stratejiyi biliyorsa (ki, gördük, hem de çok harika biliyor) o halde milli gücü de harika yöntemiyle yönlendirecektir, zaten yönlendirmektedir de.
Genel Af İstiyorum Ama Şartlı
Genel af şartlı olmalı. Psikolojisi bozuk insanlar, tamamen tedavi edilinceye kadar serbest bırakılmamalı.
Aşama aşama salıverilmeli psikopat veya şizofren mahkum.
İlk Aşama: Açık cezaevine sevkedilmeli. Tedavisi düzgün olarak takip edilmeli. İyice iyileştiğine inanıldıktan sonra, ayda bir dışarı izni verilmeli. Önce iki gün. Sonraları üç, derken ayda bir, bir hafta izin verilmeli. Müebbet hapsi alan mahkum da, beş on yıl alan mahkum da ayda bir, bir hafta ev izninde gözlenmeli. İyice düzeldiği anlaşılınca (Tabi doktor kararıyla) tamamen (Tekrarı halinde, bir daha asla çıkamazsın şartını imzalatarak) serbest bırakılmalı.
Fakaat!
Hasta olmadığı halde, tecavüz etmiş, çocuk öldürmüş, para ve tecavüz uğruna yetişkin insan öldürmüş mahkumlar, asla halk içine bırakılmamalı. O tip insanlar için küçük bir şehir inşa edilmeli, onlar orada kontrol altında, caddeye çıksa kontrollü olduğu halde, her adımda kamera olması kaydıyla orada yaşamalılar. Yıllar sonra, epey olgunlaştıktan sonra yeniden o kişilerin tavırları değerlendirilmeli. Olgunlaşmış ve gelişme görülmüşse, (Bu arada dini ve fenni eğitimlerle gelişmeleri sağlanmalıdır. Dini metodlar, karakter değişiminde en etkili yöntemdir.)
Gelelim, ideolojik saplantıyla kin ve nefret kusan örgüt militanlarına. Onların, cezevi sonrası durumları da çok önemlidir.
Cezaevinde beni bir PKK’lı genç kızla, hastanede aynı koğuşta yatırmışlardı. Genç kız, bir seksen boylarında, ruhsal yönden dengesi bozulmuş bir genç kızdı.
Bana güzel güzel anlattı vahşet hikayesini. Ağabeyi PKK’lı imiş. Evleri aranmış, önce babasını almışlar. O kadar çok işkence etmişler ki, oğluna karşı olan baba, bu işkenceden sonra, “Oğlum haklıymış, bunlar çıyanmış” deyip PKK’lı olmuş. Tabii ki durumu şimdi anlıyoruz. Derin devletçi caniler, demek ki kasıtlı yapmışlardı ki, onlar da PKK’lı olsun, devlete karşı ayaklansınlar ki, darbe yapma sebebini elimizde görelim, demişler.
Neyse,
Genç kızı da işkenceye almışlar. Genç kız, anlatırken kendini kaybetti. Su dolu hücrede saatlerce bırakmışlar. (Belki günlerceydi unuttum) Sonra sıcak yere almışlar. Tabi genç kız bu arada çırılçıplakmış. Sonra buz gibi suyu tepesinden dökmüşler. Araba sürmüşler üzerine, duvara sıkıştırılmış, Ergenekoncu olduğu şimdi ortaya çıkan bu aşağılık işkenceciler, bu masum kızın hem dinden kopmasına hem de eli kanlı bir terörist olmasına sebep olmuşlar.
Genç kız bana ikidebir şöyle diyordu. “Biliyorum, sen onlardan değilsin, ama Türksün ya, seni bazen boğmak istiyorum.” diyordu. Benim durumumu düşünebiliyor musunuz? Eminim “Evet” diyorsunuz. Peki ya o genç kızın durumunu anlayabiliyor musunuz? O genç kıza, suçsuz Türklerin de olduğu, o işkenceleri zalim, sadist ve aşağılık bir zümrenin eseri olduğu anlatılamazsa, barış nasıl olacak? O genç kızı ancak, o örgütün lideri ikna edebilir. Veya devlet, bu radikal iyileştirme çizgisinde koşmaya devam edecek ki, bunlar düzelsin.
Peki, o gençlerin psikolojisinden anlayan ekip var mı?
Sorular çok.
Şimdi, 2. sayıda vaad ettiğim soruların cevabını verelim.
Soru 1: Öcalan’la ilgili olarak ne yapılmalı?
Cevap: Öcalan, vicdanlarda af edilemese de, cezaevinden genel afla çıkarılmalı. Eğer köklü bir barış mümkün olursa, Öcalan, “Devletin politikası yanlıştı, bizimki de” derse ve nefret kusan militanlarını iyileştirmeye çalışırsa vicdanlarda da affına çalışılmalı. Öcalan’dan, Batıdaki ülke bozan dış güçlerin kimler olduğu ve telkin planları öğrenilmeli. Peki, bunca yıldır lider olan Öcalan, barıştan sonra makamını bırakır mı, ya da asla barış istemeyen, Kürtlerin oyununa gelen bölümü rahat durur mu? Öcalan’ı yeni bir telkinle kullanmaya kalkarlar mı? Yoksa BDP’nin başına mı getirilir? Eğer öyle olursa, takip edilen siyaset ne olur? Bunları tahmin etsek de henüz bilmiyoruz.
Soru 2: Dağlardaki teröristler ne olacak?
Cevap: Dağlarda ne kadar terörist var? Bunların hepsinin mi psikolojisi düzgün, bir kısmının mı? Ya da çoğunun psikolojisi bozuk mu? Bozuksa ne olacak?
Barışsever Kürt Psikologları devlet (ırkçı politikalardan vazgeçtiğine inandırarak) yoğun mesaiye tabi tutmalı. Dindar olan terörist varsa, onlarla din adamlarını görüştürmeli. Müftüsü, yazarı, çizeri, ruhun inceliklerinden anlayan barışsever herkese görev verilmeli. Dağdaki teröristin depolanan kininin hesabı çok ince ince yapılmalı. Bu nokta çok önemlidir.
Soru 3: Şehit yakılarının, genel af konusunda psikolojisi nasıl düzelecek?
Cevap: Bir insan şehid vermişse, şehid yakını nasıl olunur, bu konu sık işlenecek. Şehid yakınları barışa ikna edilecek. Bu konuda İslâm tarihinden örnekler sunulacak. Çünkü, vatanı için evlat veren hiç kimse, “Benimki öldü, o halde başkasınınki de ölsün” demez. Şehit anneleriyle yaklaşık on beş yıldır görüşüyorum. Eğer Ergenekoncu zihniyetin zehirlemediği bir anneyse; “Oğlumdan başkası ölmesin, çözüm bulunsun.” diyen annelerden, “Devlet ne duruyor, neden hâlâ barış adımları atmıyor?” diyen annelere kadar birçok anne babaya rastladım.
Özellikle, birkaç annenin sözü unutulur cinsten değil. Bir anne, Öcalan’ın hapiste yatmasıyla oğlum geri mi gelecek? Barış olacaksa, biran önce olsun da başka canlar yanmasın.” Bir başka anne, “Bu katliamların duracağını bilsem, Öcalan’ın eline tahliye belgesini ben veririm.” diyordu. Daha ne anneler var yürekleri dağ kadar olan. Fakat, ne hikmetse şehit sırtından nemalanan derin devletçiler, şehit anne ve babalarının yakasından düşmediler. Televizyonları da zaman zaman kullanmayı başaran bu nemacı zihniyet, anaların bir kısmını maalesef aldattı, yönlendirdi.
Evet, genel af istiyor bu milletin çoğu. Ben de devlet pollitikasının düzelmesi halinde istiyorum, ama şartlı...
Bu arada bir şeyi çok merak ediyorum, MHP iktidarda olsa ne yapardı?
Ergenekoncular iktidarda olsaydı kaç milyon Müslüman öldürecekti? Bir merakım daha var, CHP İstanbul’dan nasıl o kadar çok oy aldı? Ya da oylar sonra mı kondu torbalara!
EMİNE ŞENLİKOĞLU