Durumu: Medine No : 20510 Üyelik T.:
01 Ekim 2012 Arkadaşları:24 Cinsiyet: Mesaj:
1.012 Konular:
166 Beğenildi:82 Beğendi:1 Takdirleri:187 Takdir Et:
| Cevap: osman nuri topbas hocaefendi... Namazı yüzüne çarpılanlar Yapılan her ibadet, adeta cennete giriş vizesi gibi görülmeli ve bu ulvi ruh heyecanı içinde itina ile ifa edilmelidir. İtina göstermeden kılınan namazlar, insan için pişmanlık vesilesi olacaktır. Hazret-i Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurur: “Kişi, rükû ve secdesini tam yaparak, namazı güzel bir şekilde eda ederse namaz o kişiye: ‘Beni muhafaza ettiğin gibi Allah da seni muhafaza etsin!’ der. (O) Namaz yükseltilir. Kişi rükû ve secdesini tam olarak yapmaz, namazını güzelce eda etmezse namaz ona: ‘Beni zayi ettiğin gibi Allah da seni zayi etsin!’ Der. Namaz, eski elbisenin dürüldüğü gibi dürülüp adamın yüzüne çarpılır.” (Camiu`s-Sagir) Ayet-i kerimede buyrulur: “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar. (Gafletle kılarlar.)” (Maun; 4-5) Hızlıca yatıp kalkanlar Ağırdan alarak, namazı son vaktine kadar geciktirmek ve kerhen kalkarak, vazife savar gibi hemen farzını kılıvermek, -Allah muhafaza buyursun- insanı, münafıklığa götüren kötü bir haslettir. Alâ bin Abdurrahman anlatıyor: “Bir öğleden sonra, Enes bin Malik’in yanına gitmiştik. Enes, biz varınca hemen kalkarak, ikindi namazını kıldı. Namazını bitirince kendisine namazı erken kıldığını söyledik. O da niçin böyle erken kıldığını anlatarak şöyle dedi: “Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemin şöyle buyurduğunu işittim: ‘O münafıkların namazıdır! O münafıkların namazıdır! O münafıkların namazıdır! Onlardan biri oturur, oturur, tam güneş sararıp batmaya yüz tutunca, şeytanın iki boynuzu arasına girince kalkar, kuşun yem toplaması gibi hızlıca dört defa yatıp kalkar, namazda Allah’ı da pek az zikreder.” (Muvatta, Kur’an-ı Kerim, 46; Müslim, Mesacid, 195) Namazı koruyan dinini korumuş olur Hazret-i Ömer radıyallahu anhu, valilerine şöyle nasihat etmiştir: “Benim katımda en mühim işiniz namazdır. Kim onu koruyup vakitlerine dikkat ederse dinini korumuş olur, kim de onu yerine getirmeyip yitirirse dinini de kısa zamanda yitirir.” (Muvatta, Vukutu’s-Salat, 6) Tabiinin önde gelen tefsir ve kıraat âlimlerinden Mücahid rahmetullahi aleyhi diyor ki: “Abdullah bin Zübeyr radıyallahu anhu, ibadette hiç kimsenin erişemediği bir noktaya erişmişti. Bir defasında, tavaf mahallini sel basmıştı, halk bir hafta tavaf yapamamıştı. Abdullah ise bir hafta boyunca Kâbe’yi yüzerek tavaf etti.” (Ali el-Muttaki, XIII, 471/37228; Zehebi, Siyer, III, 370) Her zaman ve mekânda ibadet hassasiyeti Müslümanlar, ibadetlerine gösterdikleri titizliği, savaş zamanlarında dahi muhafaza etmişler ve böylece Allah’ın yardımına mazhar olmuşlardır. Venedikli Travijani, Yıldırım Bayezid’in kahraman ve muzaffer ordusunu şöyle tasvir eder: “Osmanlı ordusunda bizde olduğu gibi şarap, kumar ve fuhuş gibi şeyler yoktur. Onlar, hiç aksatmadıkları askeri talimlerine ilaveten, Allah’ın büyük ve yüce ismini devamlı zikrederler, gece ve gündüz ibadetle meşgul olurlar. Bu sebeple de daima galip gelirler.” Bayezid Camii, bir cuma günü ibadete açılmış ve orada ilk namazı, Fatih’in oğlu II. Bayezid Han kıldırmıştır. Bu hadiseyi Evliya Çelebi şöyle anlatır: “Caminin inşası tamamlanınca, bir cuma günü, büyük bir merasimle ibadete açıldı. Bayezid-i Veli buyurdular ki: - Her kim, ömründe ikindi ve yatsı namazlarının ilk sünnetini hiç terk etmemiş ise şu mübarek vakitte o imam olsun! Derya misali cemaat içinden kimse çıkmayınca, Bayezid Han mecbur kalarak: - Elhamdülillah! Savaşta ve barışta, biz bu sünnetleri hiç terk etmedik! Dedi ve kendisi imam olup namazı kıldırdı.” Osmanlı sultanlarından VI. Mehmed Reşad, saraydaki hanedan çocuklarını yetiştirmek üzere “Muallime-i Selatin: Sultanların Hocası” tayin ettiği Safiye Hanım’a, ilk olarak şunu emretmiştir: “Namaz kılmayanlara, oruç tutmayanlara yedirdiğim tuz ve ekmeği haram ediyorum. Bu iradem, hoca hanım tarafından, talebe şehzade ve hanım sultanlara söylensin.” Dünyevi makam ve mevki, o insanlara ibadet hassasiyetini unutturmamış, her işlerinin başına namaz ve oruç gibi ahiret azığı olacak gayretleri yerleştirmekten geri bırakamamıştır. İbadetler hususundaki titizliğin en canlı misallerinden biri de Kafkasların şanlı mücahidi Şeyh Şamil’e aittir. O, 1829’daki Gimri savunmasında, birçok süngü, kılıç ve kurşun yarası almıştı. Göğsünden girip sırtından çıkan bir süngü ciğerini parçalamış, ayrıca kaburgaları ve sağ köprücük kemiği kırılmıştı. Cerrah olan kayınpederinin tedavileri neticesinde, altı aya yakın bir zamanda ancak kendine gelebildi. Yaralandığı günden itibaren, 25 gün boyunca komada yatan bu genç mücahid, yirmi beşinci günün sonunda kendine gelip gözlerini açınca, başucunda annesini buldu. Ona söylediği ilk sözü: “Anacığım! Namaz vakti geçti mi?” oldu. Namaz gayretinin bereketi Çanakkale Harbi’nin devam ettiği günlerde, bir Ramazan Bayramı arefesiydi. Cephe kumandanı Vehip Paşa, 9. Tümen’in genç imamını çağırarak mahzun bir şekilde, istemeye istemeye şöyle dedi: - Hafız! Yarın Ramazan Bayramı. Asker, toplu olarak bayram namazı kılmak istiyor. Ne dediysem, vazgeçiremedim. Zira böyle bir şey, pek tehlikeli, yani düşmanın arayıp bulamayacağı toplu bir imha fırsatı olur. Münasip bir dille bunu erata bir de sen anlatıver! İmam Efendi, Paşa’nın yanından henüz ayrılmıştı ki, karşısına nur yüzlü bir zat çıktı ve: - Oğlum! Sakın ola askerlere bir şey söyleme! Gün ola hayır ola; Allah ne derse öyle olur, dedi. Ertesi sabah, herkesi hayrete düşüren ilahi bir tecelli yaşandı. Gökten hevenk hevenk bulutlar indi ve gönlü Allah’a kulluk aşkıyla dolup taşan mü’min askerlerin üzerini kapladı. Onları dürbünle gözetleyen düşman kuvvetleri, artık bembeyaz bulutlardan başka bir şey göremiyordu. O sabah, bambaşka bir manevi heyecan içinde kılınan bayram namazında alınan gür tekbirler, dalga dalga semaya yükseliyordu… Nur yüzlü ihtiyar zat, Fetih Suresi’nden bir kısım ayetleri tilavet ederken, askerlerin gönüllerinden taşan kelime-i tevhid sesleri, birer iman sayhası halinde düşman saflarından bile duyulmaktaydı. İşte bu esnada, İngiliz kuvvetleri arasında büyük bir kargaşa baş gösterdi. Zira çeşitli İngiliz sömürgelerinden kandırılarak getirilmiş bulunan bir kısım Müslüman askerler, yine kendileri gibi Müslüman bir toplulukla savaştıklarını, işittikleri tekbir ve tevhid seslerinden anlamışlar ve bunun üzerine isyan etmişlerdi. Ne yapacağını şaşıran zalim İngilizler, onların bir kısmını kurşuna dizdi, diğerlerini de alelacele cephe gerisine çekmek zorunda kaldı. İslam askerlerinin sinesinde sarsılmaz bir kale olan iman, cephede dahi ibadetlerini ifa etmelerini sağlamış ve bunun neticesinde ilahi feyz ve yardım inerek, bütün orduyu kaplamıştı. Hazret-i Peygamber aleyhissalatu vesselam, insanların sırat köprüsünden, ibadetlere verdikleri ehemmiyet nispetinde hızlı geçeceklerini bildirerek şöyle buyurmuştur: “İnsanlar cehenneme gelirler, sonra amellerine göre oradan geçerler: Onların ilk grubu şimşek hızıyla geçer, ikinci grup rüzgâr gibi geçer. Sonraki bir atlı süratiyle, sonraki bir deve binicisi süratiyle, sonraki koşarak, en sonraki de yürüyerek geçer.” (Tirmizi, Tefsir, 19/3159) Hâsılı, ibadet ve kulluktaki gaye, kalben Allah ile beraber olabilmektir, yani marifetullah ve muhabbetullahtır. İbadetler, imanın kalpteki tezahürü kadar kişiye zarafet ve güzel ahlak kazandırır. Şevk ve iştiyak ile yapılan ibadetler, ruhu derinleştirir ve kulu Allah’a yakınlaştırır. Kalpte merhamet ve cömertlik duygularını inkişaf ettirir. Cenab-ı Hak, böyle kullarının gören gözü, işiten kulağı olur. Yani, onların görüşleri, duyuşları, düşünüşleri ve ifadeleri, artık hep ilahi nurun cereyanından ibaret hale gelir. Rabbimiz cümlemize nasib eylesin! Âmin! -OSMAN NûRî TOPBAŞ-
__________________
Derdi dünya olanin dünya kadar derdi olur...
|