Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 Arkadaşları:2 Cinsiyet: Yaş:48 Mesaj:
4.081 Konular:
315 Beğenildi:49 Beğendi:0 Takdirleri:149 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Cvp: Misyonerlik
Kamuoyunun gündemini sıkça meşgul eden ve çoğu kez aslından çok gölgesinden korkulan misyonerlik faaliyetleriyle ilgili incelemelerimi paylaşmak istiyorum. Kamuoyumuzca misyonerlik kurumuna yüklenecek her yeni özel misyon gereksiz gerginlikler yaratacağı gibi, bu kurumu “bırakınız yapsınlar”cı anlayışla ele almak kültürümüzün kanı ile oynamak anlamına gelecektir.
Hz. Ali’nin belirttiği gibi ‘insan bilmediği şeyin düşmanıdır’. Kamuoyumuzdaki komplo teorileri ve dinler arası düşmanlığı körükleyici birçok fikrin pek azında “belirli bir araştırma sonucu elde edilmiş husumet” vardır. Her bilinmeyen gibi bu konu da ancak incelendikten sonra açığa kavuşturulmalı; düşman olunacak ise o zaman düşman olunmalı, haklı bir mücadele edilecek ise ona göre mücadele verilmelidir.
Misyonerliğin hristiyanlık dininde büyük bir önemi vardır. Misyoner deyimi özellikle 1660’lardan itibaren özel bir görev alan hristiyan din adamı anlamında kullanılmıştır. Misyonerler Hristiyanlığın ilerleyen süreçlerinde sadece yabancı bir dinden olanı değil, kendi mezheplerinden olmayan insanları dahi kendi mezheplerine çekmek amacını gütmüşlerdir.
Kiliseye göre misyonerlik görevinin İsa tarafından ilk olarak havarilere verildiği ileri sürülmektedir. Buna dayanak olarak da Matta İncil’i gösterilmektedir:
18. İsa yanlarına gelip kendilerine şunları söyledi; gökte ve yeryüzünde bütün yetki bana verildi.
19. Bu nedenle gidin, bütün ulusları öğrencim olarak yetiştirin. Onları baba, oğul ve kutsal ruhun adıyla vaftiz edin.
20. Size buyurduğum her şeye uymayı onlara öğretin. İşte ben, dünyanın sonuna dek her an sizinle birlikteyim.
Bu sözler misyonerlik kavramının teorik temelini teşkil etmektedir. İlk misyoner kabul edilen havari St. Paulus’un hristiyanlıktaki önemi onun daha ilk yıllarında yaptığı önemli uğraşlardan kaynaklanmaktadır. Bunların en önemlisi hristiyanlık adına yaptığı batı Anadolu, Makedonya ve Yunanistan’a yaptığı yolculuklardır. Onun yaptığı yolculukları önemli kılan faktörler ise özellikle sünnet olmayı reddeden ve Tevrat’ın kurallarına boyun eğmek istemeyen Romalı putperest toplulukları sünnetsiz ve kuralsız olarak hristiyanlığa alması olmuştur. Bu nedenle çeşitli baskılara maruz kalmıştır. Diğer bir önemli faktör için Paulus’un gittiği yerde kiliseler kurması ve bunları örgütlemiş olmasıdır. Yani bir bakıma organize yapılan ilk misyonerlik hareketidir.
Roma başlangıçta Paulus’un bu hareketlenmelerini Yahudiliğin yeni bir yorumu veya mezhebi olarak kabul ediyor ve bir sakınca görmüyordu. Ama zamanla hristiyanlar roma ve imparatorun hakimiyetini reddedip İsa’nın hakimiyetini kabul etmeye başlayınca kiliseler ile roma karşı karşıya gelmeye başladı. Tüm bunların sonucu olarak Paulus esaret altında Roma’ya götürüldü ve orada öldü.
Misyon kelimesi Latincede göndermek anlamında “mittere” kelimesinden türemiştir. Nitekim 17. yüzyıldan itibaren ticari ya da siyasi amaçlarla yabancı diyarlara özel görevliler gönderilmesine de “misyon” denmiştir. Zamanla misyon kelimesinin amacı hristiyanlığı yayma kavramı ile özdeşleşmiş ve kurumsallaşmıştır. Dolayısıyla misyonerlik kurumu hristiyanlıkla yaşıt bir kurum yani takriben 2000 yıldır var olan bir kurum.
Dini yaymayı dini bir görev kabul eden misyonerlik kurumunun (ya da kavramının) 2000 yıllık geçmişi bu kurumun sisteminin tam olarak oturmasına neden olmuştur. Ancak bu kurumun tarih boyunca geçirdiği evrim ve diğer kamusal unsurlarla ilişkisi, misyonerlik kavramını daha muğlak hale getirmiş; en azından diğer dinlerle ilişkilerini daha çok sorgular duruma düşmüştür.
Misyonerler çalıştıkları coğrafyalarda görevlerini profesyonel bir biçimde sosyal sistemler dâhilinde icra ederler. Okullar, hastaneler ve vakıflar bu kurumlardandır. Matbaa faaliyetleri ve günümüzde ise internet ve diğer görsel araçlar da büyük bir araç olarak kullanılır.
Elbette bu hummalı çalışmaların ABD ile bağlantılı olan kısmında büyük finansal kaynaklar vardır ve legal olarak kullanılmaktadır.
1886 yılında tüm dünyada 80’in üzerinde Protestan misyoner örgütü bulunmaktaydı ve bunların 32si ABD, 24ü İngiliz, 24ü ise Kıta Avrupası kaynaklıydı. Daha o zaman bu örgütlerde 3226 misyoner çalıştırılıyor ve yılda 10 milyon dolara yakın para harcanıyordu. 19. yy’ın sonuna gelindiğinde ise dünyadaki tüm Protestan misyoner örgütlerinin sayısı 150yi bulmaktaydı ve bu örgütlerde 11.574 misyoner faaliyet göstermekteydi. Yılda 15 milyon dolar harcama yapılan bu Protestan misyoner örgütlenmesi içinde Amerika’nın üçte birlik bir payı bulunuyordu.
OSMANLI’DA MİSYONELİK FAALİYETLERİ
Osmanlı Devleti’nin çok milletli ve etnik köken yapısı bu yönteme çok müsaittir. Çünkü Osmanlı yönetimi altında Rum, Ermeni, Yahudi, Maruni, Dürzi etnik kimliklerine mensup gruplar bir arada yaşamaktaydı.
Osmanlı imparatorluğu sınırlarında yürütülen misyonerlik faaliyetleri ile Türk-Amerikan ekonomik ilişkilerinin tarihinde bir paralellik vardır. 1780 yılında başlayan ve 1811 yılına kadar İngiliz Levant Company’in kanatları altında devam eden Osmanlı-Amerika ticari ilişkileri bu tarihten sonra bizzat Amerikalılarca sürdürüldü. Daha sonra 1811’de İzmir’de Amerikan İş Adamları tarafından ilk Amerikan Ticaret Odası açıldı.
Osmanlı ile Amerika ile “Seyri sefain ve İcrayı Ticarete Dair” bir “Muahede-i Hümayun” imzalanmıştır. 7 Mayıs 1830 Anlaşmasıyla “the most favored nation” (en ziyade müsaadeye mazhar memleket) statüsü ile Amerika, Türkiye’de kapitülasyon haklarından en çok yarrlanan ülkelerden daha az haklara sahip olmayacaklar demekti ki, 1830 Anlaşması bundan böyle en gelişmiş ölçüde Türkiye piyasasını Amerikan tüccarına açtı. 1830 Anlaşmasını 1862 yılında imzalanan bir başka “ticaret ve seyr-ü sefain” anlaşması ile bunu da doğal olarak, iki ülke arasındaki ticareti güçlendirdi.
Örneğin 1843 yılında Çanakkale boğazından geçen 6286 ticaret gemisinden yalnızca iki tanesi Amerika gemisi iken, Kırım savaşını izleyen yıllarda İstanbul limanına her hafta bir Amerikan gemisi yanaşıyordu. Amerikan ticareti, İngiltere, Almanya, Fransa, Avusturya-Macaristan ve Rusya ile karşılaştırıldığında belki yinede çok fazla değildi ama, kendi içinde çok fazla gelişme göstermişti. Aynı dönemde, American Tobacco Co., Standart Oil Co. (Socony), Singer Sewing Machine Co. ve Western Electric Co. gibi tanınmış Amerikan firmaları artık Osmanlı İmparatorluğu içinde yaygın bir şekilde icra-i faaliyet ediyorlardı. Yukarda sözü edilen şirketlerden yalnızca Singer dikiş makineleri şirketin Birinci Dünya Savaşı arifesinde imparatorlukta 200 kadar bayi, ya da satış mağazası bulunuyordu. Amerikalılar, misyonerler eliyle, gemici feneri de denilen gaz lambası, fotoğraf makinesi, org, dikiş makinesi gibi şeyleri Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk kendilerinin tanıttığını ileri sürerler. Ticari-ekonomik ilişkilerin bu gelişmesinde misyonerlerin önemli rolleri olduğu açıktır. Amerikalı misyonerler zaman zaman bunu açıkça dile getirmekten de geri kalmamışlardır. Örneğin, uzun yıllar BOARD’un (American Board of Commissioners For Foreign Missions) dış ilişkiler sekreterliğini yapan ve Daybreak In Turkey adlı kitabı yazan James L. Barton bu ilişkiyi şöyle dile getirmektedir. Türkiye’deki bu modern eğitim kurumları bu ülkenin insanlarının yaşam, düşünce, adet ve alışkanlıklarını yeniden biçimlendirmede önemli bir güçtür. Bu okullardan çıkan erkek ve kadınlar, bilgi isteyen mesleklerde olduğu gibi iş hayatı ve ticarette de ön sralarda yer almaktadılar. Misyoner okullaının eski öğrencilerinin büyük bir, kısmı şimdi Avrupa ve Amerika’nın varlıklı tüccar ve iş adamlarıdırlar. Modern düşünceli bu adamlar aracılığıyla fabrikalarımızın ürünleri ve Batı’nın makineleri Doğu’nun bu bölümüne artan oranlarda girebiliyor, bunun karşılığında Türkiye’nin ürünleri de bize bize ulaşıyor. Sık sık ifade edilmiş olduğu gibi, Türkiye’deki kolejlerini kurmak ve desteklemek için Amerika’dan gönderilen paranın, bu ülkeyle artan ticaret sayesinde, yüklü faiziyle birlikte fazlasıyla geri ödendiğini söylemek doğru olacaktır.” Bu gözlemin 1908 yılında yapılmış olduğunu tekrar hatırlatalım.
Başlangıçta kendilerine hedef bulamayan misyonerler daha sonra Ermenilere odaklanıp çalışmalarında başarılı olmuştur. Açtıkları bu okullardan mezun olanların başarılı olmaları bu okulların etkilerini arttırmıştır.
Misyonerlerin genel hedef kitleleri İslamiyetin yaygın olduğu bölgeler olmuştur. Bu çalışma Osmanlı Devleti ile sınırlı kalmayıp Afrika kıtası, Arap yarımadası, İran, Orta Asya halklarına yönelik bir çalışmadır.
Nesibe Altundere<!-- / message -->
|