Başları Boş Yaşamazlardı "Ey Îman edenler. Allah'a itaat edin, Peygamber'e ve sizden olan ulü'l emre de itaat edin." (Nisa: 59) O DİYARIN SAKİNLERİ hayatları boyunca İslâm'ı cemaat olarak yaşamışlardır. Kendi kendilerine bir buyruk olmazlar, salih amellerin ifasında Hakk düsturlarına ve Hakk ölçülerine itibar ederlerdi. Namaz kılmalarından cihatlarına varıncaya kadar hep cemaat halinde ve imamların riyasetinde yaşarlardı. O DİYARIN SAKİNLERİ bir yolculuğa çıksalar derhal içlerinden birini başkan seçerlerdi. Çünkü bu hususta Peygamberleri onları başıboş bırakmamış ve "üç kişi bir yolculuğa çıktıkları vakit, aralarından birini kendilerine başkan yapsınlar" sözü ile yapılacak işi tarif etmiştir. Yolculuklarında bile başları boş değil, dolu idi. O DİYARIN SAKİNLERİ başlarına geçecek başkanlarda öncelikle ilim ararlardı. Genç veya ihtiyar olmaları değil, ilme olan bağlılıkları ve ilimde aldıkları mesafe onlara o başkanlığı kazandırırdı. Hatta bir ordu teşkilinde Peygamberimiz başkan tayin etmiş değildi. Askerlere Kur'an okuttu. Kim ne kadar biliyorsa onu okudu. İçlerinde yaş itibarı ile en genç olan bir sahabe Kur'an okudu ve diğerlerinden fazla miktarda sure ezberlemiş olduğu, ortaya çıkınca. Peygamberimiz (s.a.v.): "Git birliğin başı sensin" buyurdu. O DİYARIN SAKİNLERİ başkanlık hususunda ihtiraslı değildi. Hiç biri "ben başkan olayım" diye öne çıkmazdı. Verilirse alırlardı. Hatta Hz. Ebubekir (r.a.) Bedir savaşma iştirak edenlere başkanlık vermez ve kendisine niçin böyle yapıyorsun diyenlere: "Ben onları dünya ile kirletmek istemiyorum" cevabını verdi. O DİYARIN SAKİNLERİ başkanlarını seçerken çok titiz davranırlar, ehil olmayanlara bu kapıyı açtırmazlardı. Çünkü bilirlerdi ki ehil olmayanlara ümmetin işlerini havale etmek, ümmete hakaret ve haklarına tecavüzdür. İçlerinden biri bu hususta şöyle demiştir. "Ben vazife verecek öyle bir adam arıyorum ki, amir olduğu zaman cemiyetin bir ferdi imiş gibi ve amir olmadığı zamanda da amir imiş gibi davranır." O DİYARIN SAKİNLERİ üzerinde bulunduğu hizmetin manevi mesuliyetini düşünür ve: "Halifeliği benden alan yok mu?" diyenler olurdu. Bunu duyan biri ise: "Görevini başkasına devrettiğin takdirde eğer o başkası âdil ve hakkâniyetle hareket etmezse sen yine vebalden kurtulamazsın" derdi. O DİYARIN SAKİNLERİ hizmetlerin ve mü'minlerin başına geçmedeki bu hassasiyeti şu hadisin gereği olarak düşünürlerdi:
"Devlet hizmetinde olan kimse Allah'ın koruduğu kimseler hariç daima tehlikenin eşiğindedir.
Kıyamet günü sorgusu en uzun süren ve azabı çetin olanlar, âmirlik yapanlar olacaktır. Etrafında ne kadar çok insan varsa, o şahsın mesuliyet-i o nispette fazladır."
Hayatlarının her tarafı İslâmla şekillenmiş o diyarın sakinleri, başkanlık-emirlik hususuna âzâmî titizliği gösterirlerdi. Çünkü onlar âhiret gününe inanmışlardı. O günde zerre miktarı iyiliğin ve zerre miktar kötülüğün karşılığı bulunacak hakikatına teslim olmuşlardı. Bunun için, boynuzsuz koçun boynuzlu koçtan hakkını isteyeceği ilave edilse, o diyarın sakinlerini elbette ki hali bir haşyet, korku ihata edecekti. Ve öylede oldu. BU DİYARIN SAKİNLERİ'nin başlarının boş olduğu bir zaman geçmemiştir. Çünkü içlerinden birisi ölse ilk sözleri şu olur; Başımız sağolsun.. Şimdi soralım bu diyarın sakinlerine, başımızdan maksadınız nedir? Kimin ve kimlerin ömürlerinin uzun olması isteğinizin farkında mısınız? BU DİYARIN SAKİNLERİ başkanlığa karşı umursamazlığın içindedir. Çünkü beş vaktin beşinde imamların başkanlığında kılınan namazlar o boşluğu doldurmuştur sanki. Ayrıca kendilerini tatmin eden ve doğru ise meşru gösteren bir sözleri daha vardır bu diyarın sakinlerinin: "Başımız evvel Allah sonra hükümete bağlıdır..." İşte böyle inanır ve işte böyle konuşurlar. BU DİYARIN SAKİNLERİ' başkanlık hususunda çok hırslıdırlar. Öyle bir başkanlık ki o başkanlığın ifasında zemin ve şartlar çok önemlidir. Şayet cahilî bir hayat varsa ve o hayatın içinde bulunanlar, müslümanlardan birine başkanlık teklif ederek, kendi inisiyatifleri istikametinde başkanlık edeceğini ileri sürerler de bizim müslümanlar da bu başkanlığa soyunursa durum ne olacak? Mekke oligarşi zihniyetinin Peygamberimize yaptığı başkanlık teklifinin, Peygamberimiz tarafından şiddetle reddedilmesini nereye koyacağız? Fakat bir insanın gözünü başkanlık hırsı bürürse, İslâm'ın şeref levhalarını okusa bile görmez, görmek istemez olur. BU DİYARIN SAKİNLERİ çoğunluk esasına dayanan görüşler ile meseleye bakmakta inandıkları İslâm'ın meseleye bakış şekline iltifat etmemekteler. Bilmezler ki kendilerini tuvalette bile kendi hallerine terk etmeyen İslâmiyet başkanlık konusunda hiç mi hiç başıboş bırakmaz. Elbette ki bu esasını samimiyetle kendisine bağlanmış müslümanlardan ister ve bekler, heva ve arzularını kaynak kabul etmiş kimselere İslâm'ın vereceği bir şey yoktur, beklediği bir şey de yoktur. BU DİYARIN SAKİNLERİ çoğulculuk esasına dayanan hayata alıştıkları için, kayıtlı, ölçülü olarak yaşamayı istemezler. İstediği gazeteyi okumak, istediği programı takip etmek, istediği plajlarda güneş banyosu almak, istediği gibi alıp-satmak, evet bütün bunlar bu diyarın sakinleri için çok hem de çok normaldir.
İç güdüleriyle hareket ederek bir defacık yaratılışlarına ters düşecek bir şey yapmayan hayvanlar kadar bile olmayan bazı hayvanlaşmış insanların (Esad Bin Ali-Necibullah ve, ve, ve...) hakimiyet ve kontrolleri altında yaşamaya alışmış insanlar, başlarını hep boş bırakırlar.
Çoğulculuk esasını kabul edenlerin elbette böyle bir derdi olamaz. Çünkü onlardan biri ölürse, başlarının sağ olmasını dua ederek isteyen insanlar vardır. Onlâr hayatlarının sadece namaz, hac, zekat, kurban bölümlerinde Allah'a müdahale etme yetkisi verip, sosyal hayatta Allah'a yetki ve söz verdirme hasleti körelmiş kimselerdir. Rabbimiz cümlemizi böyle anlayıştan, böyle inançtan kurtarsın. Ve o diyarın sakinlerinin yoluna döndürsün. Amin.
|