Konu Başlıkları: Fırka-i Naciye
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 05 Ağustos 2008, 14:40   Mesaj No:2

Huzurİslam

Medineweb Sadık Üyesi
Huzurİslam - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Huzurİslam isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 9
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 761
Konular: 392
Beğenildi:20
Beğendi:0
Takdirleri:87
Takdir Et:
Standart Cvp: Fırka-i Naciye

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:"Ümmetim benden sonra yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bir fırka müstesna, diğerleri hep ateştedir. – Onlar kimlerdir Yâ Resulellah?Benim ve Ashâb'ımın yolunda olanlardır."(Ebu Dâvud)
Bu bir fırka Resulullah Aleyhisselâm tarafından Fırka-i Nâciye" yani "Kurtulmuş Fırka" lâkabıyla müşerref kılınmıştır. Bu kalpleri diri hakikat erleri, Resulullah Aleyhisselâm'ın, Ashab-ı kiram'ın, Selef-i salihîn'in yolundan yürümüşler, sırat-ı müstakimden bir an bile ayrılmamışlardır. Bugüne kadar da bu âlî himmetleriyle Hakk yolunun sâliklerini bid'atçıların, ehl-i dalâletin iğvâ ve saptırmalarından korumuşlardır.
Allah-u Teâlâ Kelâm-ı kadim'inde kendi dinini ilân etmiş, kurtuluşun sadece burada olduğunu ferman buyurmuştur.
Âyet-i kerime'de:
"Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı beğendim."buyuruluyor. (Mâide: 3)
Yani İslâm'dan başka bütün dinler, yollar batıldır.
Bu Allah'ın dinidir. O'nun râzı ve hoşnut olduğu yoldur. Sırat-ı müstakim olan bu dinden başka bir din yoktur. Onun katında kabul ve makbul olan başka din yoktur. Bu din Allah tarafından gönderilmiş bir dindir ve bütün heybetiyle, azametiyle ayaktadır. Bu din-i mübin'in hükümleri kıyamete kadar bâkidir. Ancak ayakta duran bu dine uyanlar saadete ererler.
Âyet-i kerime'de:
"Allah katında din İslâm'dır." buyuruyor. (Âl-i imrân: 19)
O'nun katında sadece kabul olunan din Allah'ın ve Resulullah'ın dini İslâm'dır. Binaenaleyh Allah katında hiçbir dinin ve ismin hükmü yoktur. Gerek yahudilerin, gerek hıristiyanların, gerekse bölücülerin kurdukları din hükümsüzdür. Allah katında kabul değildir. Bu hakikat Ayet-i kerime'lerde apaçık ve aşikârdır.
Hüküm vermek sadece ve sadece Allah'a aittir. Başkasına ait değildir. Onun hükmü esastır.
"Hüküm ancak Allah'ındır." (Yusuf: 40)
Âyet-i kerime'nin devamında yalnız kendisine kulluk yapmamızı emrediyor ve İslâm dini'nin dosdoğru bir din olduğunu haber veriyor:
"O, yalnız kendisine kulluk etmenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur." (Yusuf: 40)
Hazret-i Allah'ın emir ve hükmüne rağmen başkaca yollara sapmak, din kurucuların peşinden gitmek, şeytan tarafında olmak Allah'ın ve Resulullah Aleyhisselâm'ın hükmüne karşı gelmektir.
İnsanlar O'nun koyduğu hükümleri uygulamak zorundadırlar. O'nun hükmü esastır. Emir ve yasak koymak hakkı yalnız O'na mahsustur. Bu hakka sadece Allah-u Teâlâ sahiptir. O'nun tevil buyurmadığı bir şeyin hiçbir meşruiyeti yoktur.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'de:
"İyi bilin ki yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Âlemlerin Rabb'i olan Allah'ın şânı ne yücedir!" buyuruyor. (A'râf: 54)
Bu bir Allah kelâmıdır. Mülk O'nundur, hükmünü hiç kimse değiştiremez.
Tatbikini emir buyurduğu bütün hükümler kemâle ermiş, tamamlanmıştır. Hiçbirisinde noksanlık ve eksiklik tasavvur edilemez, hükmünde yanılması düşünülemez. O'nun haber verdiği her şey gerçeğin ta kendisidir. O'nun emrettiği her şey adaletlidir, O'nun dışında hiçbir şey adaletli değildir. O'nun yasakladığı her şey bâtıldır. Hiç kimse O'ndan daha doğru söz söyleyemez, hiç kimse O'ndan daha adil hüküm koyamaz. Hükmünde hikmet sahibidir, her şeyi hikmetle yapar.
Bunun böyle olduğunu, Allah ve Resul'ünün dininden başka bir din olmayacağı ve din kurucuların dini ve başka dinlerin kabul edilmeyeceğini diğer bir Âyet-i kerime'sinde şöyle ferman buyuruyor:
"Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, onunki katiyyen kabul edilmeyecek ve o âhirette kaybedenlerden olacaktır." (Âl-i imrân: 85)
Bu Âyet-i kerime Allah-u Teâlâ'nın İslâm'dan başka bir din arayanın dininin kabul edilmeyeceğine dair açık fermân-ı ilâhî'sidir. Artık kişilerin başka din seçmesi, din kurması ancak nefsini ilâh edinmelerinden ötürüdür. Bunlar Hazret-i Allah'a ve Resul'üne iman etmiş değillerdir. Yaptıkları iş Allah katında kabul ve makbul değildir. Allah katında makbul olan din İslâm'dır. Başka dinler, isimler bâtıldır ve hakk olan, katında makbul olan dini İslâm'dır. Cennet ve Cemâlullah ile müjde kıldığı budur.
O'nun sözlerini değiştirecek, temyiz edecek, tashih yapacak hiçbir kimse olamaz. Söz O'nun sözü, hüküm O'nun hükmü, Kitap O'nun Kitap'ıdır.
O'nun verdiği hükmü değiştirecek, engelleyip ortadan kaldıracak, hiçbir kuvvet, hiçbir devlet, hiçbir makam ve mevki yoktur. Mülk O'nundur. O'ndan başka hiç kimsenin hiçbir şeye müdahale etmesine hakkı ve salahiyeti yoktur. Yalnız emir, yasak, tedbir, irade, tam tasarruf O'na âittir. Hükmünü hiç kimse değiştiremez.
Zira:
"Hüküm, yücelerin yücesi Allah'ındır." buyuruluyor. (Mümin: 12)
Çünkü O, mülkünde yücedir, dilediğini yapar, dilediği hükmü verir. O'nun verdiği hükümler belirli bir asır ve zaman ile sınırlı değildir. Kıyamete kadar geçerlidir.
Hazret-i Allah Kelâm-ı kadim'inde cennetine koyacağını vaad ettiği, râzı ve hoşnut olduğu bu âli yolu şöyle tarif buyuruyor:
"Onlar o kimselerdir ki, Allah imanı kalplerine yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir." Mücâdele: 22)
Onlar dünyada Hazret-i Allah'a ve Resulullah'a iman etmişlerdir, bu onlara Allah-u Teâlâ'nın bir ihsanıdır.
Zira onları bu dünyada lütuf olarak kuds-i ruhu ile desteklemiştir. ahirette ise onları cennet ve cemâlullah ile müjdeliyor:
"Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan râzı olmuş, onlar da Allah'tan hoşnut olmuşlardır."
Binaenaleyh Allah-u Teâlâ'nın râzı olduğu, hoşnut olduğu onlardır. Onlar da Hazret-i Allah'tan hoşnutturlar. Bütün iyiliklerin O'ndan geldiğini, bütün kötülüklerin, nefis ve şeytandan geldiğini bilirler. Allah'a gönülden teslimdirler. Neyi taksim ve takdir buyurmuşsa râzı ve hoşnutturlar.
Allah-u Teâlâ Kur'an-ı kerim'inde kendi dinini, kendi dosdoğru yolunu ilân etmiş, kurtuluşun ancak ve ancak burada olduğunu Âyet-i kerime'sinde ferman buyurmuştur:
"İşte onlar Allah'ın hizbi (partisi)dir. İyi bilin ki kurtuluşa ulaşacak olanlar Allah'ın hizbi (partisi)dir." (Mücâdele: 22)
Allah yolunda olanların, sırat-ı müstakim üzere gidenlerin, ilâhi hükümlere göre hayatını düzenleyenlerin, Allah-u Teâlâ'nın ve Resulullah Aleyhisselâm'ın emir ve nehiylerine gönülden teslim olanların, fisebîlillâh malı ve canı ile cihad edenlerin, din-i İslâm'a yardım edenlerin yoludur.
"İman edip de imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte emniyet onlarındır ve doğru yolu bulanlar da onlardır." (En'âm: 82)
Allah-u Teâlâ'nın râzı ve hoşnut olduğu, hıfz-u himayesine ve tasarruf-u ilâhi'sine aldığı, inayetine ve desteğine mazhar ettiği, dünya saâdetine ve ahiret selâmetine lütfu ile dahil ettiği budur. Allah-u Teâlâ'nın vaad-i Sübhâni'sine nâil olanlar işte bunlardır.
İşte onlar Rabb'lerinin yolunda olanlardır. İşte onlar saâdete erenlerdir." (Bakara: 5)
Her türlü korkudan, ahiret sorumluluğundan emin olanlar onlardan başkası değildir.
"Kim Allah'a sımsıkı sarılırsa, muhakkak ki o doğru bir yola iletilmiştir." (Âl-i imrân: 101)
Hidayete ermiş, saâdet ve selâmete kavuşmuş, dalâletten kurtulmuş olur. Artık hangi aklı başında olan bir insan bu yolu aramak istemez?
"Ben sizin sadece Rabb'ine doğru bir yol tutmak isteyen kimseler olmanızı istiyorum." (Furkan: 57)
Yol ve gidiş olarak sizin bu şekilde hareket etmenizi istiyorum Hakk'ı bulasınız, hakikata eresiniz diye.
"Yolun doğrusunu göstermek Allah'a âittir. Yolun eğri olanı da vardır. Allah dileseydi hepinizi hidayete erdirirdi."(Nahl: 9)
Allah-u Teâlâ insanı yaratmış, ona cüz'i bir irade vererek bu imtihan sahnesine koymuştur. Kendisine varan yolu da peygamberler göndererek, kitaplar salarak göstermiştir.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
O, hanginizin daha güzel amel işleyeceğinizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratandır." (Mülk: 2)
İradesini doğruya ve iyiye kullananlar doğru yola erişirler, sırat-ı müstakim dâiresine girerler; iradesini kötüye kullananlar şeytanın yolunda kalırlar.
Diğer Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Biz ona hidayet yolunu gösterdik. İster şükredici olsun, isterse nankör olsun." (İnsan: 3)
"Biz ona iki göz, bir dil ve iki dudak vermedik mi? Biz ona (doğru ve eğri olmak üzere) iki de yol göstermedik mi?" (Beled: 8-9-10)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Kim Allah'ı, O'nun Peygamber'ini ve müminleri dost edinirse, bilsin ki galip gelecek olanlar Allah'ın hizbi (partisi)dir." (Mâide: 56)
Asıl velâyet, asıl dostluk Allah-u Teâlâ'nın dostluğudur, diğerlerinin üstünlüğü görünüşte veya geçicidir.
"Allah imân edenlere hem dünyada hem de ahirette o sabit söz üzerinde daima sebat ihsan eder. Allah zâlimleri saptırır. Allah dilediğini yapar." (İbrahim: 27)
O dilediğini yapar, yaptığından sorumlu olmaz. İnsanlar ise yaptıklarından sorumludurlar.
"Hidayet verici ve yardımcı olarak Rabb'in yeter!"(Furkan: 31)
Nitekim bu ilâhi vaad yerini bulmuş, tarih boyunca daima galip ve muzaffer olmuşlardır.
"İşte Rabb'lerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır, yalnızca onlar doğru yolu bulmuşlardır." (Bakara: 157)
Dinin esası işte budur. Allah-u Teâlâ bu kimselerin hidayete erdirildiklerine, doğru yolda olduklarına şehadet etmektedir.
"Hidayeti kabul edenlere gelince, Allah onların hidayetini artırmış ve onlara takvâ yollarını ilham etmiştir." (Muhammed: 17)
Dünya saâdetine, ahiret selâmetine erişenler bunlardır.
"İşte hidayet üzere bulunanlardan olmaları umulanlar bunlardır." (Tevbe: 18)
Onlar bunu ilâhî bir lütuf olarak kabul ederler. Her lütuf O'nun, her lütuf O'ndandır.
"Senin Rabb'in kendi yolundan sapanı en iyi bilendir. Hidayete ermiş olanları da en iyi bilen O'dur." (En'âm: 117)
Onları yolunda bulundurur, o yolda yürütür, her türlü tehlikelerden muhafaza eder.
"Şüphesiz ki bu bir öğüttür. Artık dileyen Rabb'ine varan bir yol tutar."(İnsan: 29)
Her kim Rabb'ine doğru varmak, O'nun rahmetine erip gayesine ulaşmak isterse, O'na götürecek bir dönüş yolu, sonunda o gayeye erdirecek bir başvuru makamı edinmelidir.
Herkes iradesini sarfettiği cihete muvaffak ve müyesser olur. Yani hidayet ve dalâlette haline uygun bir yol tutar. Böylece de hidayet yolunda yürüyenler mükâfatlarına nail oldukları gibi, dalâlet yollarına gidenler de lâyık oldukları cezalara kavuşurlar. Herkesin amelinin karşılığı verilecektir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"De ki: Herkes kendi yaratılışına göre iş yapar. Rabb'iniz kimin en doğru yolda olduğunu daha iyi bilir." (İsrâ: 84)
Burada herkesin takip ettiği yol ve işlediği amel neticesi, ceza ve mükâfatla karşılaşacağı hatırlatılarak insanların hidayet yoluna yönelmeleri için öğüt verilmektedir.
"Şüphesiz ki: 'Rabb'imiz Allah'tır.' deyip, sonra da dosdoğru olanlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır." (Ahkâf: 13)
Zira onlar içinde ebedî kalmak üzere girdikleri cennet halkıdırlar. Dünyada iken iman nuru ile münevver olmanın, istikametten ayrılmamanın mükâfatını yaşamaktadırlar.
"De ki: Herkes beklemektedir, siz de bekleyin. Doğrusu düz yolun sahipleri kimdir, doğru yolda olan kimdir, yakında bileceksiniz!" (Tâhâ: 135)
Sapıklığa düşmemiş, Hakk ve hakikate sarılmış, selâmete ermiş olanların kimler olduğu yakında meydana çıkacaktır.
Allah-u Teâlâ Hâtem-ül Enbiyâ olan rahmet peygamberine, insanlara şöyle ferman buyurmasını emretmektedir:
"Resul'üm! De ki: İşte benim yolum budur. Ben Allah'a davet ediyorum. Ben ve bana tâbi olanlar basiret üzerindeyiz. Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben müşriklerden değilim." (Yusuf: 108)
Alıntı ile Cevapla