Konu Başlıkları: 'O Diyarın Sakinleri
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 05 Ağustos 2008, 23:19   Mesaj No:8

Huzurİslam

Medineweb Sadık Üyesi
Huzurİslam - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Huzurİslam isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 9
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 761
Konular: 392
Beğenildi:20
Beğendi:0
Takdirleri:87
Takdir Et:
Standart Cvp: 'O Diyarın Sakinleri

İslam'ı Bütünüyle Yaşıyorlardı
O DİYARIN SAKİNLERİAllah için, Allah adına ve Allah diyerek yaşıyorlardı. Kâbe'yi dolduran yüzlerce putları ellerinin tersiyle iteklemişler, putlarıyla geçirdikleri zaman kaybından dolayı Allah (c.c.)'a tövbe ederek dönmüşler ve yeni hayatlarına başlarım koyarak yaşamaya başlamışlardır.
O DİYARIN SAKİNLERİ[/B] severek ve sevilerek yaşıyorlardı. Onurluydular, sevimliydiler, cesaretliydiler... Bir taraftan Allah'ın (c.c.) rızasını almak için yaşarlarken, beri tarafta Allah'tan razı olduklarını yaşayışlarıyla gösteriyorlardı.
O DİYARIN SAKİNLERİ İslâm'ı gecesiyle ve gündüzüyle yaşıyorlardı. Gece hayatı, onların hayatında göz yaşı, zikir ve istiğfarla dopdoluydu. Gecenin kendileri için istirahat zamanı olarak verildiğini biliyorlar ve uzun bir geceyi yatarak geçirmeyi düşünmüyorlardı. Çocuklarını severken, evlerine yiyecek alırlarken, hanımlarıyla şakalaşırlarken, savaşa giderken, ganimet toplarken... Bütün bunları bir ibadet inancı içerisinde yapıyor ve kul olmalarının feyzini tadıyorlardı.
O DİYARIN SAKİNLERİyaşayışları sırat-ı müstakim üzerinde sürdürüyorlardı. Doğru ve temiz yol olan bu yoldan uzak kalmayı değil, bu yoldan insanı uzaklaştıran sebeplere çok dikkat ediyorlardı. Biliyorlardı ki, bir insan üç sebepten dolayı sırat-ı müstakimden çıkmış olur;
1- Allah'ın (kitabın) rehberliğine aldırmamak ve kendi arzularının kölesi olmak.
2- Aileyi, toplum, gelenek ve töreleri Allah'tan önde tutmak.
3- Allah ve Resûlünün bildirdiklerini önemsemeyerek sözde önemli kişilerin ardından gitmek...
Eski dinlerinden çıkıp, yeni ve geçerli dinlerine girenler, girdikleri hayata bir daha dönüp bakmıyorlar, sadece ibret alıyorlardı. Cahili hayatın tüm yaşayışlarım geldikleri hayatın sınırları içine bırakarak gelmişlerdi.
O DİYARIN SAKİNLERİ[/B]'nin hayatı, oraya buraya dağılmış, birbirleri ile aralarında irtibatı kalmamış, parçalara bölünmüş bir hayat değildi. Hem Allah'ın yolunda saf saf olmuşlardı, hem de namaz kılarken... Hem savaşlarda saf saf olmuşlardı, hem de ailevi yaşayışlarında... Hem Kâbe'de saf saf olmuşlardı hem de doğru sözde, adaletli muamelelerde, komşuluk haklarında, yolda, bahçede, mescitte saf saf olmuşlardı. Bir mahallenin müslüman yalan konuşup, diğer mahallenin müslüman gıybet yapmazdı. Allah'ın emirlerini, Allah'ın yolunda ve saflar halinde yaşıyorlardı.
O DİYARIN SAKİNLERİ'nin, doğruluklarının ömrü uzundu. Helal ticaretinin ömrü uzundu... Kelime-i tevhid okurken, bir inancın belli bir zamana ait olduğu fikirleri olmadığı gibi, îmanın gerekli kıldığı amellerin de muvakkatlik gibi vasıfları yoktu... Birbirleri arasında doğru sözlü olup, evlerinde yalan konuşan, mescitte ihlasla namaz kılıp, yalnız kalınca da laubali olup namaz kılan halleri mevcut değildi. Senenin belli aylarında iyi müslüman, belli aylarında da bozuk müslüman gibi ayırımları yoktu.
O DİYARIN SAKİNLERİ birbirlerinin yokluğuna dayanamazlardı. Bir boşluk hissederlerdi. İnsan beyninin, elle, kulakla, ayakla, mide ile bağlantısı olduğu gibi İslâm toplumu da, vücudun uzuvları gibi birbirine bağlı olmalıydı. İşte onlar bu bağlılıklarını yaşadıkları için, içlerinden birisi görülmese, hemen gözler arardı. Tâ ki o aranan insan bulununcaya kadar boşluk devam ederdi. Birbirlerinin yokluğuna tahammülü olmayan o insanlar, İslâm'ın bazı kısımlarını alıp, bazı kısımlarını atabilirler miydi? Namazı, orucu, haccı olan bir dinin, siyasetini, hukukunu, iktisadını gömemezlikten gelmek, müslüman bir insana yakışır mıydı?
Ama bu diyarın sakinleri birbirlerimizin yokluğuna alışmışızdır. Bir gün değil, haftalarca, aylarca göremesek, bile rahatsız olmayız. Ta ki ölünceye kadar. İçimizden birisi ölürse, sağlığında sorulup, aranmayan nice nice insanımız, vefat ettikten sonra aranır ve son vazife diye kabir başına kadar gidilir. Peki ilk vazifeleri nereye koyacağız. Son vazifemiz, ölen kardeşimizi, kabre defnetmekti. Ya ilk sırada bekleyen vazifeleri kime yaptıracağız?
Biz müslümanlar birbirlerimizin yokluğuna alıştığımız için, İslâm'ın temel hususlarına karşı alışkanlığımız normal hale gelmiştir. Üç günlüğüne camiler kapatılsa, minarelere müezzinler çıkartılmasa, sanki yer yerinden oynar. Niçin, farz olan namaza yasak konamaz diye,.. Öyle de, farz olan hukuk yapımıza, farz olan ekonomik yapımıza, farz olan âile siyasi yapımıza yaklaşık 70 senedir yasak konmuş da onlar için niye kılımız kıpırdamaz? Çünkü onların yokluğuna alışmışız veya alıştırılmışız... Türkiyeli müslümanın ömrünün tükeneceği üç temel saha ve alanı iyi seçmişler: Ev-Cami-İşyeri, 60-70 yıllık ömür umumiyetle bu üç yerde geçer. Bu üç yerin dışındaki alanlara ait olan vazifeler ve bu vazifelere lâzım olan malzeme ve ölçü pek dikkate alınmaz... Sırtını Kâbe'ye dönüp, önüne Roma'yı alanların horon tepmesi boşuna değil tabi...
O DİYARIN SAKİNLERİ arasında söz ve yaşayış vardı. Adeta söz müslümanlar arası, yaşayış ise milletler arası gövde gösterisi niteliğinde idi. Yaşayış, sözden etkili olduğu için, ağırlık uygulamaya verildi. Dış millet ve kabilelerin topluca İslâm'a girmelerinin sebebi, o diyarın sakinlerinin topluca İslâm'ı yaşamaları sebebiyleydi... Topluca yaşanan İslâm, devlet varlığını gösterir. İslâm'ın devletinin ekonomisi, üretimi, tüketimi, ahlakı devletin yapısı, ihracatı, ticareti... Bütün bunlar, diğer milletlere füli mesajlar veriyordu...
Bir ülke ki, müslümanın birisi zemzem içer, diğeri viski... Birisi içkiyi ağzına almaz, diğeri bayiliğini yapar. Birisi nikâh der, diğeri flört der... 70 senedir uygulanan ve yaşanan hayat acaba hangi Gayr-i müslimlerin İslâm'a gelmesine sebep olabilir? Üstelik, İslâm'a gelmesi şöyle dursun, İslâm'dan uzaklaşan bir nesil ortaya çıkar. Devletin Diyanet İşleri Başkanı konuşa dursun İslâm ve laikliği sentez yapmaya devam etsin... Bakalım fatura kime ödenecek?
O DİYARIN SAKİNLERİ[/B] kendilerine sunulan İslâm'ı, olduğu gibi kabul ediyor ve olduğu gibi yaşamaya çalışıyorlardı. Kendi kafalarınca herhangi bir yoruma baş vurmadan acaba, neden, nasıl, niçin gibi suallere ihtiyaç hissetmeden din olarak inandıkları İslâm'a harfiyyen uyuyorlardı.
Günümüzde çok acı bir hadise ile karşıkarşıyayız. Allah'ın gönderdiği İslâmiyet'e uymak gerekirken, çoğu insan kendi kafasınca yorumladığı bir İslâm'a inanmaya başlamıştı. Helak olan Yahudi ve Hıristiyanlar, kendi dinlerini, kendi fikir ve yaşayışlarına göre yorumladıkları için lanetlenmişlerdi.
Bu diyarın sakinleri[/B] olarak diyoruz ki, yaşayışımızın bütün bölümlerine İslâm'ın damgası, İslâm'ın imzası atılmalıdır. Tehlike hissedilen bir yazıyı devlet memuru bile imzalamaz. Hayatımızın bütün yönleri, bölümleri İslâm'ın yaşayışı ile ihya edilmelidir. Hayatımızda cahiliyyenin izlerini silmek ve sökmek, müslümana yakışan bir tavırdır. Mevcut hayatı İslâmlaştırma yönünü tercih etmeliyiz. Müslümanın üzerine düşen görevi, müslümanlardan başkası yapamaz. Allah'ın emirleri kim için ise, o şahıs, o cemaat, o ümmet mükelleftir. İslâm'ın emirleri başkalarına havale edilerek yapılamaz. Namaz kılan müslümanların, namaz kılmayan zihniyetten medet ummaları çok acı bir bekleyiştir. Tesettürlü müslümanların, tesettüre düşman olan zihniyetten bir şey ummaları afedersiniz aptallıktır...[Abdullah Büyük
Alıntı ile Cevapla