Durumu: Medine No : 9 Üyelik T.:
14Haziran 2007 Arkadaşları:0 Cinsiyet: Mesaj:
761 Konular:
392 Beğenildi:20 Beğendi:0 Takdirleri:87 Takdir Et:
| Cvp: 'O Diyarın Sakinleri
İnsanları Allah'a ve Resûlüne Çağırırlardı "Ey Mü'minler, Peygamber, size hayat verecek olan şeriat emirlerine, sizi davet ettiği zaman,
Allah'a ve Rasûllüne icabet edin..."(Enfal Suresi: 24)
O DİYARIN SAKİNLERİ Allah'a, âhiret gününe gerçekten inandıkları için tam müslümanlardı, iki yüzlülük yoktu. Sadece inandıkları ve amel ettikleri şeylere insanları davet ederlerdi. Mum gibi etrafını ışıtıp, sonra da tükenmezlerdi. İman gibi yıkılmaz bir devlete sahiptiler. Onun için fanilere değil, bakî olan Hz. Allah'a ve O'nun sevgili Resûlünün ölümsüz sözlerine davet ederlerdi.
O DİYARIN SAKİNLERİ[/B] başlarında bulunan Peygamberleri bir beşer olarak, insan olarak görürlerdi. Fakat; Taşlar içindeki bir yakut gibi elmas gibi görürlerdi. Onun için taşkınlıkları olmazdı. Peygamberlerinden neyi görmüşlerse onu alırlardı. Çünkü Peygamber (s.a.v.) insanlık için kurtuluşlarına bir sebep idi. O'na müracaat yapılmadan âhiret ve dünya saadetine kavuşmak mümkün değildi.
O DİYARIN SAKİNLERİinsanlara maddi ve manevı hayat veren esaslara davet ederlerdi. Onların telkininde, sohbetinde bulunan bir insan pasif olamazdı, korkak olamazdı, batılı tasvip edemezdi, fanilere sırtını dayamazdı, tağutu hiçbir yönüyle sevemezdi. Çünkü gerçek davetçiler onlar idi. Eğitim ve öğretim düzenlerini Allah'm Resûlü kurmuş ve çobanından valisine kadar herkes bu eğitimden geçmişti.
O DİYARIN SAKİNLERİ bir insanın müslümanca yetiştirilmesi için önce akidesinden başlarlar, sonra akidelerinin gerekli kıldığı amele sevk ederler ve sonra da onları cihada hazırlarlar idi. Cihadı unutmuş ve terk etmiş bir kavmin helak olacağını biliyorlardı. Bile bile bu tehlikeye, cihadsızlığa düşmek akıllarına bile gelmezdi.
O DİYARIN SAKİNLERİ tüm insanlığı bitmez ve tükenmez bir sistem olan İslâm'a çağırırlar, kullara kul olma putçuluğunu temelden yıkarlardı. Davet ettikleri insanlar müslümanların safına geçince yerini hemen tespit ederler ve bir vazifede istihdam ederlerdi. Böylece cemaati teşkil eden fertler başıboşluktan kurtulurlardı. Şunu biliyorlardı ki, müslümanın ömür boyu fert olarak yaşaması mümkün değildi. Çünkü İslâm, cemaat dinidir. Fert bu cemaatin içinde kalırsa değer taşır; ayrılırsa kıymetten düşer ve şirke, küfre düşme ihtimali belirir. İşte O DİYARIN SAKİNLERİ canlı bir hayatın mimarları oluyorlardı.
O DİYARIN SAKİNLERİ tevhidi tebliğ ederlerken onun kalplerde mücerret olarak kalan, kalplerde mahkum olan bir duygu olamayacağını, uğruna mücadele verilmeyen bir inancın îmanı temsil edemeyeceğini haykırıyorlardı. Davetlerinde devamlılık vardı. Bir defa girip sonra da alakalarını kesmiyorlardı. Ücretini Hz. Allah'tan alacağına inanmış bir kimsenin zaten bundan başka da bir tavrı olamaz. "Kulların kalbi, Rahman olan Allah'ın kudret elinde olduğuna göre bize düşen tebliğdir" diyorlardı. Bu tebliğlerinin devamında her şeyi göze almayı ihmal etmiyorlardı. Sonu ölüm de olsa, bu ölüme seve seve gitmeyi arzu ediyorlardı:
BU DİYARIN SAKİNLERİ ise, davette tam tersinden başlıyorlar. İnsanları Allah'a ve Resûlüne değil de kendi cinslerinden olan insanlara davet ediyorlar. Böylece bazı fani varlıkları putlaştırmaya alet oluyorlardı. Halbuki dava olarak İslâm'ı kabullenip, insanları İslâm'a davet etmek temel prensibimiz olması gerekirken tam bunun aksi yapılmaktadır.
BU DİYARIN SAKİNLERİ, sanki ücretlerini Hz. Allah (c.c.)'tan almayacakmış gibi davranıyorlar. Hatalı da olsa müslümanlar arasında sık sık tekrarlanan küsme, darılma, kopma hep
bu sebeplere dayanmaktadır. İslâm'da iş Allah için yapılır. Okunan besmelenin gerçek yüzü de budur. Meşru olan her işin başlangıcında besmele okunması esastır. Davetçi, tebliğci, hizmetine başlarken besmele çekiyorsa, artık davetini Hakk için yapacak demektir. Hakk için ortaya çıkanlar ise çıtkırıldım olmazlar.
BU DİYARIN SAKINLERİfiilden ziyade failler ile meşgul oluyorlar.
BU DİYARIN SAKİNLERİ, piyasa haberlerine fazla iltifat ederler. Aslını araştırmadan fasık haberler ile iktifa ederler. Bir de yaşadığı yerin fıkhî görüntüsünü hala belirleyememişse, neyin iyi neyin kötü olduğu çığırdan çıkmış demektir. O zaman fıkhın da bir kıymeti kalmaz. Çünkü fıkhın tarifi: "Kişinin leh ve aleyhinde olanı bilmesidir" olarak yapılmıştır. Şimdi bir müslüman içinde yaşamış olduğu şu zamanda neyin iyi neyin kötü olduğuna dair elinde şer'i ölçüler yok ise nasıl yaşayacaktır? Netice de hak olanlar batıl, batıl olanlar hak safına geçecek ve ilahî ölçülerden mahrum olan bu kimse bir gün küfre, şirke, fıska "evet" diyecektir.
BU DİYARIN SAKİNLERİ[/B] İslâm'ı bir bütün olarak anlatmanın yerine, bütünden parçalar kopararak, parçayı da bütün yerine koyarak anlatmaya çalışıyorlar. Halbuki İslâm namazı ile, cihadı ile zikri ve ticareti ile, siyaseti ve hükmü ile bir bütündür parçalanamaz. Kim parçalamaya yeltenir, buna gücü yetmediği gibi, kendisi de helak olur. Onun için İslâm bir bütün olarak kabullenilmeli ve insanları bu bütüne davet etmeliyiz.
BU DİYARIN SAKİNLERİ, yapmadıklarını daha çok söylüyorlar. Ayeti kerimenin tam zıttı olan bir tavra bürünüyorlar. Lafı çok olanın ameli az olur. İş yapıp az konuşanlar mü'min, laf yapıp işi bırakanlar münafık sıfatında olanlardır. İnsanlara sık sık "yapınız, veriniz, okuyunuz..." diyenlerin biraz da kendilerine bu emirleri ayırmalarını tavsiye edeceğiz. Nefislerinde denesinler, sonra aileleri, çocukları ve mesul oldukları kişilere açılsınlar, bakalım durum nasıl olacak. Bir insanın işin başında kendisine faydası yoksa başkalarına nasıl faydası dokunabilir?
BU DİYARIN SAKİNLERi, her hususta o diyarın sakinlerini takip etmeleri gerekir. Konuşurken, dinlerken, yatarken, kalkarken... Çünkü misal alınması icap eden nesil ancak onlardı. Zamanımızda yaşayıp da İslâm'da yol katetmiş ve bu arada güzel yaşayışı ile örnek olmuş zevata da hürmetimizle beraber, yanıldıkları noktalarda ikazcı olmak şiarımızdır. Şefaatlarını ümit edeceğimiz öyle kimseler olabilir ki, bazı görüş ve tavırlarında hata yapmışlar ise hatalarını kabullenemeyiz. Fakat kendilerini de saf dışı etmeyiz. Bizler için duacı olmalarını talep ederken, vefat etmiş olanların da şefaatini ümit ederiz...Abdullah Büyük
|