Durumu: Medine No : 38 Üyelik T.:
30Haziran 2007 Arkadaşları:0 Cinsiyet: Yaş:44 Mesaj:
984 Konular:
245 Beğenildi:29 Beğendi:0 Takdirleri:146 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Cvp: TARİH BABA İLE SOHBET...1 Tarih Baba ve genç, buradan idrak berraklığına medâr olacak büyük bir nasib almış olarak ayrılıp o büyük sultanın arkasındaki mânevî güç, müftiü's-sekaleyn Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi'yi ziyaret Ettiler. Büyük âlim bir hâtıra nakletti: Birgün Kânûnî Sultan Süleyman, sarayın bahçesinde armut ağaçlarını kurutan karıncaların öldürülebilmesi için benden aşağıdaki beyitle fetvâ istemişti: Dırahta ger ziyân etse karınca
Zararı var mıdır ânı kırınca? Pâdişâh'ın bu fetvâ talebi üzerine, ben de, bir beyitle şöyle cevap vermiştim: Yarın Hakk'ın dîvânına varınca;
Süleyman'dan hakkın alır karınca!. Böylece o cihan pâdişahının bir karıncayı bile incitmekten kaçınacak derecede bir adâlet ve merhamet duyguları içinde yaşamasına yardımcı ve muvaffak oldum. Oğlum! Devrinizin kendi öz bünyesinde kaybettiği ahlâk, zerafet, incelik, diğergâmlık, sebat ve doğruluk gibi ölçüleri yeniden kazanmanız zarûrîdir. Yoksa maddî ve zâhirî mânâda tâlip olduğunuz yükselişlere ulaşmış bulunsanız bile bu, öz itibariyle ham ve sakat kalmaya mahkûmdur. Hayat ve hâdiseleri böyle ince ve derin bir perspektiften telâkkî etmedikçe üzerinizdeki îmân nimetinin icab ettirdiği olgunluğa kavuşabildiğinizi sanmamalısınız..." Tarih Baba'nın, elinden tutarak dolaştırdığı genç, şahid olduğu manzaralar ve îmâlı ders, tavsiye, îkâz ve irşadlarla o hâle gelmişti ki, aldığı nasibleri hazmederek kendi kendisini yeniden inşa etmek ihtiyacını hissediyordu. Bu oluşun heyecan ve ağırlığı ile başı dönüyor, kalbi sıkışıyordu. Tarih Baba, kendisine dönerek: "-Evlâdım, dedi. Ecdâddan bu ziyaretlerimizde aldığımız îkaz ve irşad derslerini iyi hazmetmelisin! Bunların çoğu büyük kalabalıklar için gayb-i izâfîdir. Bunlar sana fâş edildi. Bir insan için en ağır yük, sır ve hikmettir. Görüyorum ki, bunaldın. Evlâdım! Daha sonra bir başka âlem-i mânâda duraklama ve çöküş devirlerine uğrayacağız, Çanakkale'ye gideceğiz, Istiklâl Harbinin kahramanları olan kuvvâyı milliyye ile görüşeceğiz... Ancak bugün, son olarak I. Ahmed Han ile Hüdâyî Hazretleri'ni ziyaretle iktifâ edeceğiz."Huzuruna girdiklerinde I. Ahmed Han, yine Peygamber aşkının coşkunluğu içindeydi. Sanki kendi yazdığı: N'ola tâcım gibi başımda götürsem dâim
Kadem-i pâkini ol Hazret-i Şâh-ı Rusülün
Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sâhibidir
Ahmedâ durma yüzün sür kademine ol gülün mısrâlarını duygulu bir şekilde yaşıyordu. Hemen yanıbaşında heybetli bir zât vardı. Gözleri dünyâya kapalı, âhirete açıktı. Ufuklara sığmayan bakışları derin, mehtaplı bir gece gibi başka âlemlerden akisler dağıtıyordu. Bu zât, velîler pîri Azîz Mahmud Hüdâyî Hazretleri'ydi. Çehresi, tebessüm ve huzur doluydu. Sanki etrafındaki melekler ona pervâne olmuştu. Civârında bulunan dervişânın ise, gözlerinden bahar dallarında biriken şebnemler misâli yaşlar sızıyordu. Cihan sultanı I. Ahmed Han ise derin bir sükûtun içindeydi. Ancak bu sükût, kelimelerin hudutlarını aşan ifadeler hâlindeydi. Bu sebeple sultan konuşmadı. Fakat hikmet ve sırrı ancak kelimeler çerçevesinde idrâk edebilen genci düşünen Hüdâyî Hazretleri, delikanlıya döndü. Mütebessim bir çehre ile şu öğütlerde bulundu: "-Evlâdım! Benim garip gurebâ, fakir fukarâ, dul, yetim, muhtaç, kimsesiz ve zavallı insanlar ile talebe hizmetleri için kurmuş olduğum vakfımda yine sadakalar, infaklar ve Hak için hizmetler her dâim devam eyleye! Garipler bir tas olsun sıcak çorba içeler! Hüdâyî yuvasından uçan kuşlar, ufuklara kanat çırpalar! Bileler ki, bir kuş, yuvasında yumurtalar yapar. Bu yumurtalardan da yavrular çıkar. Sonra bu yavrular palazlanırlar. Sonra da bir başka yuva daha inşâ etmek sevdasında olurlar. Onun için bizim öz iklîmimizde yetişenler de, her gittiği mekâna bu sıcak yuvanın güzel iklîmini taşıya, böyle şefkat, merhamet ve hizmet yuvalarını artıralar!.. Evlâdım! Vakfın ehemmiyeti çok mühimdir. Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz'in, sahip olduğu arazîleri vakfetmesi, bizler için ne mükemmel bir nümûnedir. Hak için menkul veya gayr-i menkul vakfedenlerin "ecirlerini vefatlarından sonra da devam edeceğine" dikkat çeken hadîs-i şerîfler, tarihte merhamet ve şefkat akışının bir çığır hâline gelmesine vesîle olmuştur. Bu sebeple asr-ı saâdetten günümüze kadar nice mü'minler bu nûrlu yola tâbî olarak vakıf ve hayır müesseseleri kurmuşlar, hizmet yolunda gayret ederek âhiret kazançlarının devamını hedeflemişlerdir. Böylece o merhametli müşfik gönüller, âdeta bütün varlıkları içine alan bir dergâh, bir anne kucağı olmuştur... Oğlum! Her zaman Hüdâyîler yetişir. Bunu iyi belle. Bil ki, sizin zamanınız da yeni Hüdâyîler bekliyor. Lâkin bu sevdâda olmak lâzım.
Bir zamanlar ecdâdınız öyle bir sevdâya nâil olmuştu ki, bu sevdâ onlara Hint okyanusunda yelken açtırmıştı. Bu sevdânın bahşettiği heyecan, aşk ve vecd rüzgârları, üç kıt'ada birden esmişti; Kafkas yamaçlarını dolaşmıştı. Balkanlar'ı kucaklamıştı... İstanbul'u fethettiren rûh da bu sevdâ idi. Bu sevdâ ile ecdâd altı yüz küsur sene cihâna adâlet tevzî etti. Bu sevdâ ile mübârek beldelerin hâdimliğini yaptı. Neydi bu sevdâ? Bu sevdâ, Allâh aşkıyla yoğrulmuş zinde gönüllerin iksîriydi. Bu sevdâ Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in muhabbetini kazanmış âşık gönüller arasına girebilmekti. Bu sevdâ milletçe şahlanıp ufukları doldurmak ve bütün âleme adâlet bahşedebilmekti. Bu sevdâ insan sevdâsıydı. Bu sevdâ ebedî saâdet sevdâsıydı... Onun içindir ki, şanlı ecdâd, bu sevdânın iksîriyle her sahâda îmân zindeliğinde bir faâliyet, sayısız zafer, maddî ve mânevî muvaffakıyet ile bir cihan devleti hâline geldi. Düşmanlarının hayâl bile edemeyeceği fikir, ilim, sanat, ahlâk ve fazîlet faâli-yetlerini gerçekleştirdi... Bak oğlum! Kur'ân-ı Kerîm'de beyan buyurulduğu üzere kulunu Allâh sevdiriyor. Buna mazhar olduğum için bak şimdi ne kadar ziyaretçilerim var; dolu dolu, grup grup, fevc fevc...
[COLOR=#0070c0]Bu bereketle, şükürler olsun ki nâil olduğumuz rûhâniyetin füyûzâtı, aradan 400 küsûr sene geçmiş olmasına rağmen devam etmektedir. Sizlerin gayretleri ile kıyâmete kadar da devam etmelidir. Çünkü insanların asıl yaradılış gâyelerine ulaşmaları, ancak yüce bir olgunluğun elde edilmesi ile mümkündür. Aksi halde nesil ham kalmaya mahkûm olur. Nitekim bugün bu gerçekten uzak kalan, yâni rûhânî ve millî gücünü kaybeden nice genç, âdeta yirmi yaşında ölü-yor, yetmiş yaşında gömülüyor[HIGHLIGHT=#ffff00]...(YİRMİSİNDE ÖLÜP DE YETMİŞİNDE GÖMÜLENLERDEN OLMA!.. )
[/HIGHLIGHT] Şunu unutma ki evlâdım; yüreksiz cübbelerden hiçbir fayda beklenmez! İnsanı pişiren çile, ızdırap ve dertlerdir. Toprak, kışın çilesini çekmeden bahara kavuşamaz. Anne, yavrusunun dokuz aylık çilesine katlanmadan ona sahip olamaz.
Evlâdım, nasıl ki toprak, daima yağmur dolu bahar bulutlarının hasretini çekiyorsa, sizler de istikbâli bahara döndürecek bereket bulutlarının iştiyâkı içinde olmalısınız!.. Evlâdım! Ben burada daha yakînen gördüm ki, ancak millî ve mânevî kahramanlar hiçbir zaman ölmez; onların yüce eseri olan mukaddes hâtıraları ve müesseseleri de aslâ çürümez ve pörsümez. Dayandıkları kökün altındaki pınardan dâimâ beslenir ve yeşerir. Etrafını inbât ederek gülistâna çevirir. Yâni millete ve memlekete yapılan yüce hizmet ve gayretlerin şeref ve izzeti, tarif edilemeyecek derecede büyüktür.
Sen de bu istikamette yürü! |