Durumu: Medine No : 14876 Üyelik T.:
01 Aralık 2011 Arkadaşları:13 Cinsiyet:Anne Mesaj:
874 Konular:
134 Beğenildi:137 Beğendi:67 Takdirleri:484 Takdir Et:
| Cevap: Şiddetin Sonucu (Stockholm Sendromu) Alıntı: Mevlüt HÖNÜL Üyemizden Alıntı
Talibanın esir aldığı bir insan üzerinden değerlendirme yapmanız olağan ve sonucu güzel buna itirazımız yok. Lakin kendi katillerini baştacı eden Ülkemiz insanı bu sendroma kendini kaptırmış ve zalimlerin siyaseti söylemleri ile özdeşleşmişlerdir C.H.P Zihniyetini destekleyenler geçmişte C.H.P Zihniyetince katledilenler değilmiydi Bugün Atalarını yerlere göklere sığdıramayanlar Atalarının emri ile katledilmedilermi. Koruculuk sistemini benimseyenler yıllarca bu zulme uğrayanlar değilmiydi sonrası kendileri zalimleşmedilermi vs vs örnekler çoğaltılabilir. Sendromu anlamadığımı belirtmişsiniz doğrudur efendim biz anlamayanlardan olmayada razıyız! Doğu Güneydoğuda var olan siyasi yapılanmanın infazlarına alkış çalanlar bu sendroma yakalanlar değilmidir . | Müslümanların içinde bulunduğu fitne fesadı ve yangını çeşitli şekillerde yorumlayabiliriz. Lakin Atatürkçü ve CHP li olmak ile korucular ve doğunun siyasal yapılanmasının infazına alkış çalmak ayrı şeyler ....Birinde din karşıtı olmak var, diğerinde mazlumun zalime dönüşmesi...
Aslında uzun ve gereksiz bir cevap oluyor ama 2011 tarihinde İbrahim Karagül, Suriye ve Irak için yazmış bugün de hiç bir şey değişmediği için ,Ve sizin anlatmak istediğiniz şeyi iyi ifade ettiği için aşağıya alıyorum.. Utandıran örnekler: Mazlum da zalimleşir! İki gündür, Tunus'tan Suriye'ye uzanan kuşaktaki gelişmelerin utanç verici, aşağılayıcı örneklerini izliyorum. Siyasi değerlendirmeleri, bölge içi ve bölge dışı müdahale ve güç çatışmalarını, rejim sorunlarını ve hak taleplerini bir kenara bıraktım. Öyle örnekler var ki, insan neye inanacağını şaşırıyor. Propaganda amaçlı bilgi kirliliği ihtimallerini göz önünde bulundurmama rağmen Irak'ta gördüğümüz çirkinliklerin giderek bütün bu ülkelerde salgın haline dönüşebileceği ihtimalini düşünmeye başladım. Rejimler, kendine karşı ayaklananları aşağılıyor, öldürüyor, işkence ediyor. Bunu biliyoruz. Ama hak talepleriyle sokağa çıkanlar da rejim mensuplarına aynı şeyleri yapıyor. Irak'ta da öyle olmuştu. Saddam zulmüne direnip bedel ödeyenler, gücü ellerine geçirdiklerinde aynı uygulamalara imza atmışlardı. Mazlumlar bir anda zalimleşmişlerdi. Şu an bu ülkelerde de gücü eline geçirenlerin ya da belli bölgede güce ulaşanların karşıtlarına uyguladıkları muamele, rejimlerden farklı değil. Öldürüyorlar, işkence ediyorlar, aşağılıyorlar, korkunç bir intikam hırsıyla insan onurunu yerle bir edecek örneklere imza atıyorlar. Bir öfke derinleşiyor, kök salıyor. Bu öfkenin onlarca yıl sürecek bir intikama dönüşeceğini elbette biliyoruz. Bu yüzden ne tür örneklerle karşılaşacağımızı az çok tahmin ediyoruz. Korkumuz rejimlerin, liderlerin baskıları değil. Bunların üstesinden gelinebilir. Dış müdahaleler bir gün sona erebilir ya da bitmek zorunda kalabilir. Ama bu öfke, kin, kolay kolay silinmez. Bağdat'ta sokakların nasıl ayrıldığını, yüzlerce yıl birlikte yaşayanların birbirini nasıl boğazladığını gördük. Aynı örnekleri Suriye'de de mi göreceğiz? Libya'da, Yemen'de de görecek miyiz? Şiilerle Sünniler, Araplarla Arap olmayanlar ya da aşiretler birbirini mi boğazlamaya başlayacak? Bizi ürküten, endişeye sevkeden, umutlarımızı kuran bunlar. Libya'da Kaddafi karşıtlarının, ülkenin büyük bölümünü ellerinde tutan muhalif güçlerin, ellerine geçirdikleri Kaddafi yanlısı kişiye yaptıkları zulüm, aşağılama, o çirkin görüntüler hepimizin yüzünü kızartacak türden. Afganistan işgali sırasında Kuzey İttifakı askerlerinin Taliban milislerine yaptıkları gibi. Bunlar olurken Kaddafi yanlıları da ellerine geçirdiği muhaliflere aynısını yapıyor tabi. Libya'dan gelen o görüntüyü izlemenizi asla tavsiye etmem. Bahreyn'de farklı mı oluyor? Rejim karşıtı Şii muhalefetin eylemleriyle öne çıkan Ayet el Girmezi isimli 20 yaşındaki kadın, polis tarafından götürülüyor. Ailesi haber salamıyor. Bir şekilde askeri hastanede komada olduğu öğreniliyor. Daha sonra işkence ve tecavüz edilip öldürüldüğü ortaya çıkıyor. İddia böyle. Aklıma, Ebu Gureyb ve diğer esir kamplarındaki kadınların trajedisi, çığlıkları geldi yıllar sonra. Suriye'ye bakıyorsunuz, elleri bağlı muhalifler, özel birlikler tarafından kameralar önünde aşağılanıyor, işkenceye tabi tutuluyor, insanlar öldürülüyor. Ya bilmediklerimiz, duymadıklarımız, görmediklerimiz? Bağram esir kampındaki korkunç olayları ne zaman sonra duyduk? Irak'ı her köşesindeki işkence merkezlerini ne zaman duyduk? Bugün Libya'da, Yemen'de ve başka ülkelerde olan trajedilerin haberlerini, görüntülerini ne zaman duyacağız? Bir şiddet kültürü, acımasızlık tarihin her döneminde her coğrafyada yaşandı, yaşanıyor, biliyoruz. Biz, insan ırkı böyleyiz. Ama bu yaşananları kanıksamamızı gerektirmiyor. En haklı taleplerin, meşru arayışların arkasından gelen kötü şeylere de hep birlikte direnmek karşı koymak zorundayız. Daha çok şey göreceğiz. Tunus'ta Bin Ali'nin karısı Leyla'nın Mossad bağlantılarını, Mısır'da Hüsnü Mübarek ailesinin kirli işlerini, Ömer Süleyman'ın İsrail/ABD istihbaratına ülkesini nasıl sattığını, devrilen liderlerin isimlerinin sokaklardan hatta o ülkenin tarihinden bile silinmeye çalışıldığını gördük. İnanın Libya'daki iç savaş uzun sürerse korkunç şeylere tanık olacağız. Aynı şekilde, rejim karşıtı hareketlerin olduğu bütün ülkelerde içimizi sızlatacak, başımızı öne düşürecek, yüzümüzü kızartacak örnekler göreceğiz. Çünkü bu oyun, sokakta kanı akıtılanlar kadar değil. Daha büyük, daha karmaşık. İngiltere, Fransa ve İtalya komandoları Libya'da kara operasyonlarına başladı. Çek Cumhuriyeti bile asker göndermeye hazırlanıyor. Özel güvenlik şirketleri yani paralı askerler buralara gönderiliyor. Paylaşım masaları kuruluyor. Pazarlıklara göre dost-düşman belirleniyor. Ülkeler müthiş bir açgözlülükle iç çatışma ve gerilim yaşayan ülkelere müdahil oluyor. Hiç birinin, bu ülkelerde yaşayan, yıllardır ezilen kitlelerle ilgili özel bir kaygısı yok. Onlar sadece çatışmayı artırıp aradan neler kazanacaklarının hesabını yapıyor. Müthiş ihanetler görüyoruz. Hep gördük, görmeye de devam edeceğiz. Kişisel iktidar uğruna ülkesini, halkını satan liderlerden, siyasi gelecek vaadine kanıp devletini satan yöneticilerden, yine iktidar vaadiyle ülkesinin kaynaklarını kendi elleriyle medet umdukları ülkelere sunan özgürlük yanlılarına kadar. Bunların faturası çok ağır oldu, öyle de olmaya devam edecek. Dostlukların ve düşmanlıkların birbirine karıştığı bir dönemdeyiz. Eski dostlar öfkeli düşmanlara dönüşürken düşmanlar aynı masa etrafından toplanabiliyor. Taraflar sürekli değişiyor. Amman'da Suriye büyükelçisi ile İsrail heyeti arasında görüşmelerin yapıldığına dair son iddia gibi. Zihnimizi berrak tutmak için, bilgi kirliliğine ve hamasete yenik düşmeden her şeyi dikkatle izleme yükümlülüğümüz var. Ne düşüneceğimize, kime inanacağımıza karar verenlere izin vermek yerine kafamızın daha da karışmasını tercih etmeyi göze almamız lazım. İbrahim Karagül ,Yenişafak 22 04 2011
__________________ |