Tekil Mesaj gösterimi
Alt 24 Temmuz 2013, 23:15   Mesaj No:15

Medine-web

Medineweb Site Yöneticisi
Medine-web - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medine-web isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:8
Cinsiyet:Erkek
Yaş:50
Mesaj: 3.036
Konular: 340
Beğenildi:1437
Beğendi:478
Takdirleri:10498
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: diyanet ilmihali özetleri 1.ve 2. cild

Onbeşinci Bölüm
Aile Hayatı

Nişanlanma
Nişanın bozulması durumunda karşılıklı verilen hediyelerin ve mehire mahsuben yapılan ödemelerin âkıbeti İslâm hukuku bakımından önem kazanmaktadır. Mehir evlenme ile hak kazanılan bir mal olduğundan nişanın bozulması halinde mehire mahsuben verilen mal veya para mevcutsa aynen, harcanmış veya şekil değiştirmiş veyahut telef olmuşsa bedel olarak geri verilmelidir.

Hanefî mezhebine göre :Evlilik öncesinde verilen hediyeler hibe hükümlerine tâbidir; aynen duruyorsa geri verilir, harcanmış veya esaslı ölçüde şekil değiştirmişse iade mecburiyeti yoktur.

Mâlikîler’e göre :Eğer nişanı bozan erkek tarafı ise nişanlısına verdiği hediyeleri geri alamaz. Nişan kız tarafından bozulmuşsa erkek verdiği hediyeleri her durumda geri alma hakkına sahiptir. Hediyelerin harcanmış olması, bir şekilde elden çıkmış bulunması bedel olarak tazmin edilmesini engellemez. Çünkü Mâlikîler bu tür hediyeleri mutlak olarak yapılan bir bağış değil, evlenme şartıyla yapılmış şartlı bir hibe olarak kabul ederler. Evliliğin gerçekleşmemesi durumunda şart gerçekleşmediği için hibenin geri verilmesini benimserler.

4. Evliliğin Şartsız Olması
Burada evliliğin şartsız olmasından maksat evlilik akdinde geciktirici (ta‘likî) veya bozucu (infisâhî) bir şartın mevcut olmamasıdır. Dolayısıyla “Anne-babamın razı olması şartıyla seninle evleniyorum” gibi bir ta‘likî şartın, veya “Velim razı olmazsa bozulması şartıyla evliliği kabul ediyorum” gibi bir bozucu şartın evlilik akdine dahil edilmesi mümkün değildir. Bu şartlarla gerçekleşen evlilikler geçerli olarak yapılmış sayılmazlar.

Her iki mezhep hukukçuları arasında en fazla tartışma konusu olan nokta evlenen kadının kocasının tek eşli olmasını şart koşmasının mümkün olup olmadığıdır.

Hanefî hukukçuları :Bu şartın geçerli olmadığını, Allah’ın verdiği bir iznin bu şartla ortadan kaldırmış sayılamayacağını ileri sürmektedirler.

Hanbelî hukukçuları :Bu şartın mümkün ve kocayı bağlayıcı olduğunu, çünkü bu şartın geçerli olmadığını ortaya koyan bir nassın mevcut bulunmadığını ve bu şartın kadına yarar sağladığını söylemektedirler.

Osmanlı Hukuk-ı Âile Kararnâmesi bu konuda Hanbelî mezhebinin görüşünü kabul etmiş ve bu tür bir şartı geçerli kabul etmiştir (md. 38). Koca bu şarta rağmen ikinci defa evlenirse kadın kocasının tek evli kalma şartına riayet etmemesi sebebiyle kendi evliliğini feshettirme konusunda bir seçim hakkına sahiptir. Dilerse mahkemeye başvurur ve evliliğini feshettirir.
__________________________________________________ _______________________
İn‘ikad : Evlilik akdinin kuruluş şartları
Ta‘likî : Evlilik akdini geciktirici şart
İnfisâhî : Evlilik akdini bozucu şart
Takyîdî : Kayıtlandırıcı şart
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------




Şahitler
Sıhhat şartlarından en önemlisi evlenmenin şahitler huzurunda yapılmasıdır. Hz. Peygamber’in, “İki şahit olmadan nikâh câiz olmaz” (Buhârî, “Şehâdât”, 8) hadisi evlilikteki en önemli şekil şartını getirmektedir.

Üç mezhebe göre : Şahitlerin nikâh anında hazır olmasını şart koşarlar.

Mâlikîler :Şahitlerin mutlaka nikâh anında hazır olmasını gerekli görmezler; nikâhın aleniyete dökülmesi düğün yapılması ve böylece etrafa duyurulması suretiyle de olabilir.

Mâlikî, Şâfîi, Hambelî’ler :Şahitlerin ikisinin de erkek olmasını şart koşarlar.

Hanefîler :Bakara sûresinin 282. âyetini yorumlayarak nikâhta da bir erkek ve iki kadının şahitliğini yeterli kabul ederler.

Din İşleri Yüksek Kurulu 17/10/2002 tarihli kararı ile kadının şahitliğinin erkeğin şahitliğine denk olduğu yönünde görüş beyan etmiştir. Bu itibarla nikah akdinde sadece iki kadının şahitliği de geçerlidir. Öte yandan şahitlerin müslüman ve aile hukuku bakımından tam ehliyetli olması, yani temyiz gücüne sahip ve ergen (bâliğ) olması da ayrıca gerekmektedir.

İkrahın Olmaması
İkrâh
Zorlamak, bir kimseyi istemediği ve çirkin gördüğü bir işi yapmaya mecbur tutmak. Bir İslâm hukuku terimi olarak; bir kimsenin başkasına yaptığı, ondaki rızayı kaldıran veya ehliyetini yok etmediği halde, onun ihtiyarını (seçme hürriyeti) bozan, yahut da şer'î yükümlülüğü kaldıran korkutma hâlini ifade eder.

d) Yürürlük Şartları
Evlenmenin hükümlerinin işlerlik ve yürürlük (nefâz) kazanması için aranan şartlardır.

Hürmet-i musahere :Evlenmekle meydana gelen haramlıktır.Yani buradaki hürmet kelimesi, haramlık demektir. Musahere, evlenmekle meydana gelen hısımlık demektir. Buna sıhriyet de denir.

Karşı cinse, unutarak ve yanılarak da olsa, şehvetle dokunmakla veya şehvetle ön avret yerine çıplak olarak bakmakla hâsıl olan duruma, hürmet-i müsahere denir. Bir erkek, bir kadının herhangi bir yerine şehvetle dokununca, o kadının neseble veya sütle olan anası ve kızlarıyla, o erkeğin evlenmesi haram olur. Şehvetle dokunan kadınsa, o erkeğin neseble veya sütle olan babası ve oğullarıyla, o kadının evlenmesi haram olur. Kadın için, oğlu, damadı, babası ve kayınpederi; erkek için ise, kızı, gelini, annesi ve kayınvalidesi dışında, başka biriyle hürmet-i müsahere olmasının nikâha zararı olmaz.

Mesela, bir erkek, kayınvalidesinin elini öperken şehvetlense, hürmet-i müsahere vaki olur. Hanımı kendisine ebedi haram olur. Bir gelin de kayınpederinin elini öperken veya başka şekilde dokununca şehvet hasıl olursa yine hürmet-i müsahere hasıl olur. Yani bu kadına kocası ebedi haram olur. Bir baba ile kızı veya torunu yahut bir anne ile oğlu veya torunu arasında hürmet-i müsahere olursa, karı-koca birbirine ebedi haram olur. (Bezzâziyye)

Şafii mezhebinde hürmet-i müsahere yoktur. Evli hanefiler arasında hürmet-i müsahere olursa, sadece nikah ve talakta Şafii mezhebine göre nikahlarını tazelemeleri gerekir. Böyle bir ihtiyaç halinde başka bir mezhebi taklit caiz ve gerekir. (Hadika)



__________________________________________________ _______________________
Nefâz : Evlenmenin hükümlerinin işlerlik ve yürürlük kazanması için aranan şartlar.
Küfüv : Kocası kendisine denk
Hıyârü’l-bulûğ : Bulûğ muhayyerliği
Hürmet-i musâhere : Erkek veya Kadının birbirlerine şehvetle dokunmaları veya ön avret yerlerini çıplak görmeleri (mahremiyet)
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

E) Evlenme Ehliyeti
Hanefîler’e göre :Aile hukukunda tam ehliyetli olmak için akıllı ve bâliğ olmak yani temyiz gücüne sahip olarak ergenlik çağına ulaşmak yeterlidir.

Bu mezhebe göre kadın olsun erkek olsun bu iki şartı kendisinde toplamış bulunan her şahıs başka bir kimseden izin almaksızın evlenme sözleşmesi yapabilirler. Bu kimselere tam ehliyetli denir.

Hanefîler’e göre evlenme ehliyetine sahip olmak için rüşd şart değildir.

Mâlikîler’e, Şâfiîler’e ve Hanbelîler’e göre :Tam evlenme ehliyetine sahip olmak için rüşd de şarttır; buna göre sefih aile hukuku bakımından tam ehliyetli değildir.

Mâlikîler’e göre :Velisinin izin veya icâzetiyle evlenebilir
Diğer iki mezhep :Bunu da kabul etmez. Onlara göre sefihi ancak velisi evlendirebilir.

Hanefîler’e göre :Tam ehliyet için gerekli olan iki vasıftan birisi eksik olursa eksikliğin türüne göre kişi ya tam ehliyetsiz veya eksik ehliyetli olur.

Tam Ehliyetsizler:
Kişide temyiz gücü henüz gelişmemiş bulunur veya akıl hastalığı gibi bir sebeple hiç bulunmazsa bu kişiler tam ehliyetsizdirler. Bunlar da gayri mümeyyiz küçüklerle akıl hastalarıdır.

Eksik Ehliyetliler:
Temyiz gücü gelişmiş bulunan ancak ergenlik çağına gelmemiş olanlar yani mümeyyiz küçükler ile temyiz gücü tam olarak gelişmemiş bulunan akıl zayıfları ve bunaklar yani ma‘tûhlar eksik ehliyetli sayılır.

Eksik ehliyetlilerle ehliyetsizler arasında evlenme sözleşmesini yapma bakımından şu fark vardır ki ehliyetsizler hiçbir şekilde böyle bir sözleşmeyi bizzat yapamazlar ise de eksik ehliyetliler ya velilerinin önceden izin veya yapılmış bir evliliğe sonradan icâzet vermesi suretiyle evlenebilirler.

__________________________________________________ _______________________
Sefih :Aklı ermez, kapılgan, reşid olmayan, malını alabildiğine harcayan kimsedir.
Ma‘tûh : Bunak
Velâyet-i İcbâr : (Zorlayıcı Velâyet) Veliye velâyeti altında bulunan kimseyi rızâsını almaksızın evlendirme yetkisi veren velâyettir.
Velâyet-i İhtiyâr veya İstihbâb : (Zorlayıcı Olmayan Velâyet) Veliye velâyet altında bulunan kimseyi ancak onun rızâsıyla evlendirme yetkisi veren velâyettir.
Velâyet-i şirket : Bulûğa ermiş kızla velisi arasında mevcut olan müşterek velâyet
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------



b) Veliler
1. Hususi Veli.
Hususi velinin bu yetkiye sahip olabilmesi için temyiz gücüne sahip olması, ergenlik çağına gelmiş bulunması, ayrıca veli ile velâyeti altında bulunan kimse arasında din farkı gibi mirasçılığa mani bir durumun da olmaması gerekmektedir.

Hanefîler ve Mâlikîler’e göre :Velinin reşid olması gerekmemektedir
Şâfiîler ve Hanbelîler : Velinin reşid olmasını da ayrıca aramaktadırlar.

Hanefîler’e göre : Velinin erkek veya kadın olması fark etmez.
Mâlikîler’e, Şâfiîler’e ve Hanbelîler’e göre :Velinin erkek olması da gerekmektedir.

2. Umumi Veli.
Umumi veli devlet başkanı veya hâkimdir. Hususi velinin bulunmadığı veya yetkisini kötüye kullandığı durumlarda hususi velinin yerini umumi veli almaktadır. Umumi velide mirasa ehil olma, yani veli ile velâyet altında bulunan kimsenin aynı dine mensup olması aranmaz.
__________________________________________________ ________________________
Zevi’l-erhâm :Diğer akrabalar
Kefâet : Denklik
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

H) Evlenme Engelleri
1. Kan Hısımlığı.
2. Sıhrî Hısımlık.
3. Süt Hısımlığı.

1. Kan Hısımlığı. Kan hısımlığı sebebiyle evlenilmesi yasak olan akrabalar dört grupta toplanır.
1. Usul (üst soy hısımları)
2. Fürû (alt soy hısımları)
3. Ana babanın fürûu
4. Dede ve ninenin sadece çocukları.

Buna göre kişinin kendi annesi, ninesi, kızı, kız torunları, kız yeğenleri veya onların kızları, teyze ve halasıyla evlenmesi yasaktır.

2. Sıhrî Hısımlık. Evlenmeden doğan hısımlık sebebiyle kendileriyle evlenilmesi yasak olanlar da keza dört gruptur.

1. Usulün eşleri yani üvey anne ve üvey nine. Üvey ninenin baba veya anne tarafından olması farketmez.
2. Fürûun eşleri, yani gelinler. .
3. Eşin usulü, yani kayınvâlide ve eşin her iki taraftan nineleri.
4. Eşin fürûu, yani üvey kızlar veya bu durumda olan kız torunlar. Ancak bu son grupta evlenme engelinin doğması için sadece nikâh yetmemekte, evliliğin zifafla da fiilen başlaması gerekmektedir.

3. Süt Hısımlığı. Çocukla öz annesi dışında kendisine süt veren kadın ve onun belirli derecedeki yakınları arasında meydana gelen hısımlıktır. Süt hısımlığı miras hakkı doğurmazsa da bir evlenme engeli teşkil eder. Bu gruptaki hısımlar da kendileriyle sürekli olarak evlenilmesi yasak olan akrabalar grubunda yer alırlar. Bu yolla evlenilmesi yasak olan hısımlar şunlardır:

1. Süt usul, yani sütanne, baba, sütnine ve dede.
2. Sütfürû, yani süt çocuklar ve torunlar.
3. Sütanne ve babanın neseb ve sütten olan fürûu, yani sütkardeşler ve onların çocukları.
4. Sütdede ve ninenin sadece çocukları ki bunlar süthalalar ve sütteyzeler olmaktadır.
5. Eşin sütannesi ve ninesi.
6. Eşin sütten olan kız çocukları ve kız torunları. Burada söz konusu olan koca eşin süt çocuğu emzirirken evli bulunduğu koca değildir. O zaten süt usul olarak yukarıda zikredildi. Buradaki koca sütanne ile daha sonra evlenmiş bulunan kimsedir. Bu son durumda kız çocuk ve kız torunların ya sak olabilmesi için nikâh yetmeyip evliliğin zifafla fiilen başlaması da gerekmektedir.
7. Sütbaba ve dedenin sütanne ve nine olmayan eşleri. Sütanne ve nine süt usul olarak yukarıda zaten zikredildi.

Hukukçuların çoğunluğuna göre çocuğun ilk iki yaş içerisinde emdiği süt az olsun çok olsun süt hısımlığının meydana gelmesi için yeterlidir.

İmam Şâfiî :Süt hısımlığının oluşabilmesi için ilk iki yaş içinde beş fâsılalı ve doyurucu emişin şart olduğunu söylemektedir.

İki yaşından sonra emmiş olduğu süt müctehidlerin çoğuna göre bu tür bir hısımlık ve evlenme yasağı doğurmaz.

b) Geçici Evlenme Engelleri
1. Başkasının Eşi Olma. Evli olan veya boşanmış veya kocası ölmüş olup da henüz iddet beklemekte bulunan kadınlarla evlenmek yasaktır.

2. İki Akraba ile Birden Evlenme. İslâm hukukunda bir erkeğin belirli şartlarla birden fazla kadınla evlenmesi mümkündür. Ancak bir erkek iki yakın akraba ile aynı anda evli olamaz. Bu ilişkinin akrabalık ilişkisine zarar vereceği düşünülmüştür. Bu yakınlığın ölçüsü iki kadından her birini ayrı ayrı erkek kabul edildiğinde bunların birbirleriyle evlenemeyecek derecede yakın akraba olmalarıdır. Teyze ile yeğen buna örnek gösterilebilir. Çünkü hangisi erkek kabul edilirse edilsin diğeriyle evlenmesi hukuken mümkün değildir. Bu durumda bunların aynı kişinin nikâhında birleşmeleri de söz konusu olamaz.

3. Üç Kere Boşanma. Bir erkek üç boşama ile boşamış olduğu eşi ile tekrar evlenemez. Bakara sûresinin 227. âyetinde, “Boşanma iki keredir; sonra ya iyilikle tutmak veya güzel bir biçimde bırakmak (gerekir)” buyurulmuştur. İslâm hukukunda kolay boşanma usulü benimsendiğinden ve kocanın karısını tek taraflı bir irade beyanıyla boşaması mümkün olduğundan bunun kötüye kullanılmasını önlemek için üç boşama ile boşadığı eşiyle tekrar evlenememe gibi bir yasak getirilmiştir. Bu durum boşayan eş için geçici bir evlenme engeli teşkil eder. Bu engelin ortadan kalkması için kadının bir başkasıyla geçerli bir evlilik yapması, bu evliliğin hileli olmaması ve zifaf ile fiilen başlaması daha sonra da boşanma veya ölümle sona ermesi gerekmektedir. Bu durumda artık ilk koca dilerse boşamış olduğu eşiyle onun da rızâsını alarak tekrar evlenebilir.

4. Din Farkı. Müslüman bir erkeğin Ehl-i kitap yani yahudi ve Hıristiyan olmayan bir kadınla evlenmesi yasaktır. Kur’ân-ı Kerîm’de, “Müşrik kadınlarla iman edinceye kadar evlenmeyin...” (el-Bakara 2/221) buyurulmaktadır. Yahudi ve hıristiyan kadınlarla evlenilebilir (el-Mâide 5/5).

Müslüman bir kadının gayri müslim bir erkekle isterse bu erkek Ehl-i kitap olsun evlenmesi dinen mümkün değildir.



a) Kadının Hakları
1. Mehir
Erkeğin evlenirken karısına verdiği veya vermeyi taahhüt ettiği para veya sair bir mala mehir denmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de evlenen erkeğin karısına vermek zorunda olduğu mehirle ilgili olarak müteaddit âyetler vardır (en-Nisâ 4/4, 24).

Mehirin en az miktarı
Hanefîler’e göre : 10 (ilk asırda 10 dirhem yaklaşık iki koyun bedeli idi)
Mâlikîler’e göre : 3 dirhem gümüş
Şâfiî ve Hanbelîlere göre :Mehirin bir alt sınırı yoktur, tıpkı bir üst sınırı olmadığı gibi.

Mehirin üst sınırının olmadığı konusunda Hanefî ve Mâlikîler de diğer iki mezhep gibi düşünmektedir.
__________________________________________________ ________________________
Mehri müsemma: Akit (Nikah) esnasında konuşulan mehirdir aynen konuşulanı ödemek vaciptir.
Mehri misil: Akit esnasında mehir hiç konuşulmazsa veya konuşulur ama on dirhem( 7 miskal) yani
otuz gram altından az olursa bu kadının mehri babasının ailesinden olan kızların mehriyle aynı olur.

Mehr-i Muaccel: Evlilik anında peşin olarak ödenen mehir’e muaccel mehir denir
Mehr-i Müeccel: Ödenmesi sonraya bırakılan mehir’e müeccel mehir denir
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
2. Nafaka
Nafakanın normal yerine getirilme şekli kocanın evinin her türlü masraflarını üstlenmesidir.

__________________________________________________ ________________________
Nâşize : Kadının nâşize olması evlilik hukukuna riayet etmemesi ve kocasının rızâsını almadan evini terketmesi
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

b) Kocanın Hakları
Kocanın karısı üzerinde –mirası dışında- herhangi bir malî hakkı bulunmamaktadır.

III. EVLİLİK BİRLİĞİNİN SONA ERMESİ
Her şeyden önce sebepsiz boşanmalar dinen hoş görülmemiş fakat haklı bir sebebin varlığı durumunda helâl ve câiz kabul edilmiştir. Hz. Peygamber hadîs-i şeriflerinde, “Allah katında en sevilmeyen helâl boşanmadır” (Ebû Dâvûd, “Talâk”, 3; İbn Mâce, “Talâk”, 1) buyurmuştur.

a) Boşamanın Şartları
1. Kocaya Ait Şartlar
a) Tek taraflı irade beyanı ile boşama esas itibariyle kocanın hakkıdır.

b) Kocanın tam ehliyetli, yani âkıl bâliğ olması gerekir. Akıl hastası, mümeyyiz küçük gibi eksik ehliyetliler ve ehliyetsizlerin boşama ehliyetleri yoktur.

2. Kadına Ait Şartlar
Boşanan kadının boşayan kocanın eşi olması gerekmektedir. Burada söz konusu şartın önemi evlilik devam ederken yapılan boşanmalarda değildir.

b) Boşama Sözleri
İslâm hukukunun klasik doktrinine göre boşama için kullanılan sözler iki türlü olabilir. Bunlardan birisi boşanmadan başka bir anlama gelmesi mümkün olmayan, örfen özellikle boşanma için kullanılan sözlerdir. “Seni boşadım, boşsun” gibi. Bunlara sarih/açık sözler denir. Diğeri de boşanma anlamına gelebileceği gibi, başka anlamlara da gelebilen sözlerdir. Osmanlı uygulamasında sıkça karşımıza çıkan “İraden elinde olsun” gibi kinayeli ifadeler böyledir.

c) Boşama Çeşitleri
1. Ric‘î Talâk
Kocaya yeni bir nikâha ihtiyaç olmadan boşadığı karısına dönme imkânı veren boşama türüne dönülebilir boşama anlamında “ric‘î talâk” denir. Bir ric‘î talâktan bahsedebilmek için evliliğin zifafla fiilen başlamış bulunması gerekir.

Hanefîler’e göre :Boşamanın sarih sözlerle ve şiddet ve mübalağa ifade etmeyen bir tarzda yapılmış olması gerekmektedir. Ayrıca bu boşamanın üçüncü boşama olmaması da şarttır.

Bu durumda koca, iddet süresi içerisinde dilerse eşine geri dönebilir. Bunun için yeni bir nikâh yapmaya, yeni bir mehir ödemeye gerek yoktur. Esasen bu özelliğinden dolayı bu boşama türüne ric‘î talâk denmiştir. Dönme kocanın açık bir beyanla karısına geri döndüğünü söylemesiyle olabileceği gibi, evlilik yaşamına fiilen geri dönmesiyle de olabilir.

Bu özelliği dolayısıyla ric‘î talâkta eşler derhal birbirlerinden ayrılmak zorunda değildirler. Dönmenin şahitlerle tesbit edilmesi;

İmam Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel’in bir görüşüne, İbn Hazm’a ve bazı Şiî hukukçulara göre : Şarttır.

Diğer mezhepler :Bunu şart olarak kabul etmezler, müstehap sayarlar.

Ric‘i talâkta evlilik iddet süresince de devam ediyor kabul edilir. Bu sebeple dönüş hakkının da bu süre içinde kullanılması gerekir. Bu süre dönüş yapılmadan geçirilirse iddetin bitimiyle ric‘î talâk bâin talâka dönüşür. Dolayısıyla geri dönmek için artık bâin talâkta aranan şartlar geçerli olur.

2. Bâin Talâk
Kocaya boşadığı eşine ancak yeni bir nikâhla dönme imkânı veren boşanma şeklidir.

Bu boşama kocanın eşini üçüncü boşaması ise yeni bir nikâh da tarafların bir araya gelmesi için yeterli değildir; aralarında büyük ayrılık denilen beynûnet-i kübrâ meydana gelmiştir. Kadının daha önce belirtildiği üzere bir başkasıyla geçerli bir evlilik yapmadan ilk eşine dönmesi mümkün değildir.
__________________________________________________ ________________________
Ric‘î talâk : Dönülebilir boşama
Beynûnet-i kübrâ : Büyük ayrılık (karıkoca’nın boşanması)
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Hangi tür boşamalar bâin talâktır?
Nikâh yapılıp zifaf yapılmadan meydana gelen boşanmalar, tarafların anlaşarak boşanmaları (muhâlea) veya kocanın üçüncü boşama hakkını kullanarak yaptığı boşama bâin talâktır.

Hanefîler’e göre :Kocanın kinayeli sözlerle ve şiddet ve aşırılığı ifade eden kelimelerle yaptığı boşamalar da bâin talâk olarak kabul edilir.

Şâfiî ve Hanbelîler :Bu tür boşanmaların ric‘î talâk olduğu görüşündedirler.

3. Sünnî Talâk
İsminden de anlaşılacağı üzere Sünnî boşama Hz. Peygamber’in bu konuda getirdiği ölçü ve sınırlamalara riayet edilerek yapılan boşama şeklidir. Her şeyden önce Sünnî boşanmanın ric‘î talâk olması gerekmektedir. Burada evlilik birliğine geri dönüş kapısının kapatılmaması ve taraflara, daha doğrusu eşini tek taraflı irade beyanıyla boşayan kocaya yeni bir düşünme imkânı tanınmak istenmektedir. Ayrıca kadının temizlik süresi başladıktan sonra ancak onunla cinsî ilişkide bulunulmadan boşanması ve bu boşamanın bir boşama olması gerekmektedir. Bu da yine aynı hedefe, evlilik birliğini koruma hedefine yöneliktir.

Hanefîler :Her temizlik süresi içinde bir boşama ve ardarda üç temizlik süresi içinde üç boşama gerçekleştirip neticede büyük ayrılığın meydana gelmesini de Sünnî talâk kabul ederler.

4. Bid‘î Talâk
Bid‘at tabiri, Sünnet’in mukabili ve zıttı olarak da kullanılmakta olduğundan burada bid‘î talâk, Sünnet’e aykırı biçimde gerçekleştirilen boşamayı ifade etmektedir. Bu bakımdan genel olarak Sünnî olmayan her talâk bid‘î kabul edilir. Kişinin temizlik süresi dışında veya temizlik süresi içinde olmakla birlikte karısıyla cinsel ilişkide bulunduktan sonra veya aynı temizlik süresi içinde birden fazla boşama durumunda ortada Sünnet’e uygun olmayan yani bid‘î bir boşanma vardır.

Talâkın Sünnî-bid‘î ayırımın sonuçları hukukçuların büyük çoğunluğuna göre hukukî olmaktan ziyade dinîdir. Yani Sünnet’e uygun olmayan boşamalar da dinen hoş görülmemekle birlikte hukuken geçerlidir. Ancak Şiî İmâmiyye hukukçularına ve Zâhirîler’den İbn Hazm’a göre bid‘î talâk hiç geçerli değildir. İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye’ye göre aynı temizlik süresi içinde birden fazla olarak gerçekleştirilen bid‘î talâk bir talâk olarak geçerlidir.

d) Şartlı Boşama
Kocanın boşama iradesini ortaya koyan beyanı kayıtsız ve şartsız olabileceği gibi bir şarta (ta‘ilîkî şart) veya vadeye de bağlanabilir. Bu yönüyle boşama evlenmeden ayrılmaktadır.

Boşanmanın bir şarta bağlanması durumunda bu şart ne zaman gerçekleşirse boşanma da hükümlerini o zaman doğurur. Bu şart gerçekleşene kadar evlilik bütün sonuçlarıyla birlikte devam eder.

Boşanmanın bir vadeye bağlanması durumunda da vade geldiğinde boşanma gerçekleşmiş olur.

C) Karşılıklı Rızâ ile Boşanma
Eşlerin evlilik birliğini karşılıklı anlaşarak sona erdirmeleri de câizdir. Böyle bir boşanma teklifi genellikle kadından gelir.

Eşinden boşanan annenin çocuklarına bir müddet ücretsiz süt vermesi, bakıp büyütmesi buna örnek gösterilebilir. Bu tamamen karı kocanın karşılıklı anlaşmalarına bağlıdır. Evlilik birliğini bu şekilde sona erdirmeye muhâlea veya hul‘ denilir.

Muhâleaya yol açan geçimsizlik kadından kaynaklanıyorsa kocanın vermiş olduğu mehirden fazlasını, eğer erkekten kaynaklanıyorsa vermiş olduğu mehiri alması dinen hoş karşılanmamıştır.

Mâlikîler :Bu son durumda kocanın karısından herhangi bir mal almasını câiz görmezler, almışsa iade etmesi gerekir derler.

Muhâlea bâin talâk sayılır ve bununla bir bâin talâk hakkı kullanılmış kabul edilir.

D) Mahkeme Kararı ile Boşanma
Evlilik birliğinin sona ermesinin bir diğer şekli eşlerin mahkemeye başvurarak hâkim kararıyla boşanmalarıdır. Bu şekilde kazâî boşanmaya çağdaş İslâm hukuku literatüründe tefrîk denilir.

Din İşleri Yüksek Kurulu ise, hâkim kararıyla gerçekleştirilen boşanmaların “bir bâin talak” olduğu görüşündedir.
__________________________________________________ ________________________
Beynûnet-i kübrâ : Büyük ayrılık
Muhâlea : Tarafların anlaşarak boşanmaları
Maraz-ı mevt : Ölümcül hastalık
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

a) Kazâî Boşanma Sebepleri
Fıkıh mezheplerinin kabul ettiği boşanma sebepleri birbirinden farklıdır. Bu konuda
En dar kabul Hanefî mezhebininkidir.
En geniş yorum ise Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine aittir

1. Hastalık ve Kusur
Evlilik birliğinin devam ettirilmesini zorlaştırıcı nitelikteki hastalık ve kusurlar kazâî boşanma sebebi sayılmaktadır.

1. Erkekte bulunan hastalık ve kusurlar. Bundan maksat kocada iktidarsızlık vb. gibi cinsî münasebete engel bir hastalık ve kusurun bulunmasıdır.

Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf :Sadece bu gruba giren hastalık ve kusur sebebiyle kadının kocasından boşanmasını kabul eder.

2. Delilik, cüzzam vb. hastalıklar. Eşlerden iki taraf için de söz konusudur.

Bu tür bir hastalık ve kusur sebebiyle boşanma talebinde bulunabilmesi için eşin evlilik anında bu hastalık veya kusurdan haberdar olmaması, öğrendikten sonra da razı olmamış bulunması gerekir. Aksi halde eşin boşanmayı talep hakkı düşer.

Genellikle bu hastalıklar sebebiyle boşanma için başvurulduğunda hastalık iyi olabilecek gibi ise hâkim boşanmayı bir yıl tecil eder, iyi olma ümidi yoksa derhal boşanmaya hükmeder. Bu tefrik de bir bâin talâk kabul edilir.

Kadî Şüreyh, İbn Şihâb ez-Zührî ve Ebû Sevr gibi bazı hukukçular boşanma sebebi sayılan hastalık ve kusurları bunlarla sınırlı tutmazlar. Karşı tarafta nefret uyandıran veya beraber yaşamayı zarar verici kılan her türlü hastalık ve kusur diğer taraf için bir boşanma sebebidir derler.

2. Kocanın Nafakayı Temin Etmemesi
Kocanın eşinin nafakasını temin etmemesi belirli şartlarla bir boşanma sebebidir. Kocanın nafakayı temin etmemesi iki şekilde olur:
1-Ya koca gücü yettiği halde karısının masraflarını karşılamaz.
2- Gücü yetmediği için karşılayamaz.

Hanefî mezhebine göre :Kocanın eşinin masraflarını karşılamaması veya karşılayamaması bir boşanma sebebi değildir.

Bu mezhepte koca nafaka yükümlülüğünü yerine getirmiyorsa kadın mahkemeye başvurarak kendisi için nafaka takdir ettirir. Yukarıda geçtiği üzere bu nafakayı tahsil için hukukun kendisine tanıdığı imkânlardan yararlanır.

Diğer üç mezheb’e göre :Aralarında farklılıklar olmakla birlikte koca karısının nafakasını temin etmez ve bu nafakayı karşılamak üzere görünen, bilinen bir malı da olmazsa kadının hâkime müracaatla boşanma talebinde bulunmasını kabul ederler.

Karısının nafakasını karşılamadan onu evlilik birliği içinde tutmayı Kur’ân-ı Kerîm’de açıkça yasaklanan “zarar vererek kadınları tutmak” (el-Bakara 2/231) şeklinde yorumlarlar.

İmam Mâlik :Kocasının fakirliğine razı olan kadının sonradan tefrik talebinde bulunamayacağını söyler.

İbn Kayyim el-Cevziyye tarafından da ileri sürülmektedir. Ona göre kadın fakirliğini bilerek evlendiği veya sonradan fakir düşen kocasına karşı nafaka yükümlülüğünü yerine getirmemesi sebebiyle boşanma talebinde bulunamaz. Ancak koca fakirliğini gizlemiş ve kendini varlıklı göstermiş ise bu durumda kadın boşanma talebinde bulunabilir.

Bu tür ayrılık
İmam Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel’e göre :Bir fesih.
İmam Mâlik’e göre :Bir ric‘î talâktır.

Ancak bu son görüşte kocanın eşine geri dönüş hakkını kullanabilmesi için karısına karşı nafaka yükümlülüğünü yerine getirecek durumda olması gerekir.

3. Terk ve Gaiplik
Burada birbirinden farklı iki durum söz konusu olmaktadır; terk ve gaiplik. İslâm hukuku literatüründe terk gaip olma, gaiplik de mefkud olma terimleriyle anlatılmıştır.

Bugünkü hukukta gaiplik olarak ifade edilen mefkud olma hali nerede olduğu, ölü mü diri mi bulunduğu bilinmeyen kimsenin durumudur. Bu kimsenin ölümüne hükmedilebilmesi için;

Ebû Hanîfe ve Şâfiî’ye göre :Doksan yaşına kadar veya yaşıtları hayatta olduğu sürece beklenir; bilâhare ölümüne hükmedilir.

Bu iki mezhebe göre gaiplik bir boşanma sebebi değildir; kadın kocasının ölümüne hükmedilinceye kadar kocasını beklemek zorundadır.

İmam Mâlik ve Ahmed b. Hanbel’e göre :Gaibin ölümüne hükmedilme dışında, bunu bir boşanma sebebi olarak da kabul etmişlerdir.

İmam Mâlik’e göre : Kocadan son haber alınma tarihinden itibaren dört sene geçtiğinde kadın sırf bu sebeple kocasından boşanmayı talep edebilir.

Ahmed b. Hanbel’e göre : Kadın kocasının ölümü için kuvvetli bir karîne varsa dört yıl geçtikten sonra boşanma talebinde bulunabilir

Böyle kuvvetli bir karînenin bulunmadığı durumlarda ise kadın ölümüne hükmedilinceye kadar kocasını beklemek zorundadır.

Kocanın sağ olduğunun bilinmesi durumunda:Evine dönmemesi gaip olma şeklinde değerlendirilmiştir.

Hanefî ve Şâfiîler : Bu durumu da bir boşanma sebebi olarak kabul etmezler.

Mâlikî ve Hanbelîler :Tam tersine bu durumda daha kolay bir tarzda terkedilen kadına boşanma hakkı tanımışlardır.

Hanbelîler :Bu gaipliğin bir mazeret sebebiyle olmamasını şart koşarlar. Kocanın eve dönmemekte kabul edilebilir bir mazereti varsa kadın boşanma talebinde bulunamaz.

Gaipliğin Süresi
Mâlikîler’e göre :Gaiplik bir sene veya daha fazla sürerse hâkim belirli şartlarla boşanmaya hükmeder. Bu ayrılık Mâlikîler’e göre bir bâin talâktır.

Hanbelîler’e göre :Altı ay veya daha fazla sürerse hâkim belirli şartlarla boşanmaya hükmeder. Bu ayrılık Hanbelîler’e göre fesihtir.

Hukuk-ı Âile Kararnâmesi’nde Mâlikî mezhebinin görüşü tercih edilerek kadına tefrik hakkı verilmiş, kadın için gaip olan kocanın ölüm ihtimalinin kuvvet derecesine göre dört ve bir yıl bekleme süresi öngörülmüştür (md. 127).

4. Fena Muamele ve Geçimsizlik
Hanefîler ve Şâfiîler’e göre :Kocanın eşine fena muamele etmesi, eşler arasında şiddetli geçimsizlik bir boşanma sebebi değildir.

Böyle bir durumda gerek iki tarafın akrabalarından oluşan hakem heyeti gerekse mahkeme tarafların
arasını bulmaya çalışırlar. Ancak bu mümkün olmaz koca da karısını boşamaya veya muhâleaya yanaşmazsa bu iki mezhepte hukuken yapılacak fazla bir şey yoktur.

Mâlikî ve Hanbelî hukukçulara göre :Kocanın karısına fena muamele etmesi ve aralarında geçimsizlik olması durumunda belirli şartlarla bu durum bir boşanma sebebidir.

Eğer ailedeki geçimsizliğin sebebi koca ise hakemler bâin talâka, kadın ise muhâleaya hükmederler.

İkisi arasındaki fark
Bâin talâkta boşanmanın malî yüklerini koca üstlenir.
Muhâleada bu yüklerden tamamen veya büyük ölçüde kurtulmuş olur.

Hanefîler ve Şâfiîler’e göre : Eğer koca boşanma konusunda bir yetki vermemişse hakemlerin boşama yetkisi yoktur.

Mâlikî ve Hanbelîler’e göre : Koca boşanma konusunda bir yetki vermemiş olsa bile hakemlerin boşama yetkisi bulunmaktadır. Mâlikîler’e göre bu boşama bir bâin talâktır.

b) Liân
Karısının zina ettiğini veya çocuğunun zina mahsulü olduğunu iddia eden ve bu iddiasını gerektiği şekilde ispat edemeyen koca hâkim huzurunda hususi bir şekilde yeminleşir ve evlilik birliğine hâkim tarafından son verilir. Kur’an’da da ana hatlarıyla temas edilen bu prosedüre (en-Nûr 24/6-9) İslâm hukukunda liân denilir. Liân sonunda hâkim tarafların arasını tefrik eder.

Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed’e göre :Bu bir bâin talâk hükmündedir.

Hanefîler’den Ebû Yûsuf’a ve diğer mezhep imamlarına göre : Taraflar birbirlerine ebedî olarak haram olurlar.

c) Îlâ
Kocanın dört ay veya daha fazla karısına yaklaşmayacağına dair yemin etmesi veya bu içerikte bir nezirde bulunmasına îlâ denilir.

Hanefîler’e göre : Koca bu süre içinde karısıyla bir araya gelirse, yemin etmişse yemin kefâreti, nezirde bulunmuşsa adadığı o şey gerekli olur. Şayet koca bu süre içinde karısına dönmezse hâkimin kararına ihtiyaç kalmadan kadın bir bâin talâkla boşanmış sayılır.

Diğer üç mezhebe göre :Îlâ vukuunda sadece dört ayın geçmesiyle talâk meydana gelmez. Koca dönüş veya talâktan birini seçmek zorundadır, değilse kadının başvurusu üzerine hâkim evlilik birliğine son verir.

IV. EVLİLİĞİN SONA ERMESİNİN SONUÇLARI
Evliliğin sona ermesinin birtakım sonuçları, tıpkı evlilik gibi erkek ve kadına yüklediği birtakım hak ve borçlar vardır. Bunlardan en önemlileri iddet ile iddet nafakasıdır.

A) İddet
Boşanma, evliliğin feshi ve ölüm gibi bir sebeple evliliğin sona ermesi durumunda kadının yeni bir evlilik yapmadan önce beklemesi gereken süreye iddet denir.

Geçerli (sahih) evlenmeden sonra zifaf veya sahih halvet, fâsid evlenmeden sonra zifaf gerçekleşir, daha sonra eşler ayrılırlarsa kadının iddet beklemesi gerekir.

Geçerli bir evlenmeden sonra koca ölürse zifaf veya sahih halvet şartı aramaksızın kadın ölüm iddeti beklemek zorundadır.

İddet kadının önceki kocasından hamile olup olmadığının anlaşılması, buna ilâve olarak ölüm iddetinde ölen kocasına hürmet ve ric‘î talâkta kocaya yeniden düşünme imkânı vermesi düşünceleriyle emredilmiştir.

İddeti ona sebebiyet veren olaya göre ikiye ayırmak gerekir. Ölüm iddeti, boşanma veya fesih iddeti.

a) Ölüm İddeti: Kocası ölen kadınların bekledikleri iddettir. Bunlar eğer hamile iseler iddetleri doğumla biter; isterse bu doğum kocanın ölümünden çok kısa bir süre sonra gerçekleşsin. Eğer hamile değillerse bu durumdaki kadınların beklemeleri gereken süre dört ay on gündür.

Fâsid (geçersiz) bir nikâhla evli olanlar ölüm iddeti beklemezler.

Hamile olmayan eş:
Ric‘î talâk iddeti beklerken koca ölürse boşanma iddetini terkederek ölüm iddeti beklemeye başlar.
Bâin talâk iddeti bekleyen kadın ise ölüm iddeti beklemez; başlamış olduğu boşanma iddetini tamamlar.

b) Boşanma veya Fesih İddeti: Boşanmış veya bir eksiklik sebebiyle nikâhı feshedilmiş olan kadınların beklemeleri gereken iddettir. Fâsid nikâh sebebiyle nikâhı feshedilenlerin iddet beklemeleri ancak evliliklerinin zifafla fiilen başlaması durumunda söz konusudur.

Bu grupta yer alan kadınların bekleyecekleri iddet süresi hamile olup olmamalarına göre değişmektedir.

Hanefî ve Hanbelîler’e göre :Hamile iseler iddetleri doğumla biter, değillerse ve normal olarak hayız görüyorlarsa iddet süreleri üç hayız süresidir.

Kadın hayızlı iken boşanırsa bu hayız hesaba katılmaz.

Mâlikî ve Şâfiîler’e göre :Bu durumdaki kadınların beklemeleri gereken süre üç temizlik müddetidir Bu farklılığın sebebi “Boşanmış kadınlar kocalarıyla ilişkide bulunmaksızın üç kar’ süresi beklesinler” (el-Bakara 2/228) âyetindeki kar’ sözcüğünün çift anlamlı (hayız ve temizlik) olması ve Hanefî ve Hanbelîler’in bunu hayız, Mâlikî ve Şâfiîler’in de temizlik olarak anlamaları yüzündendir.

Küçüklüğünden veya yaşlılığından dolayı hayız görmeyen kadınların iddeti ise üç aydır.

Bu iki dönem (15-55 yaş) arasındadır.

Ebû Hanîfe’ye göre :Bu kadın hayızdan kesilme yaşı olan elli beş yaşına kadar bekler, daha sonra da tekrar üç ay beklemek zorundadır.

Böyle durumlarda Mâlikîler’in görüşü daha uygun görünmektedir.

Mâlikîler’e göre :Bu durumdaki kadınların iddeti sadece on iki aydır. İddet esas itibariyle önceki evlilikte oluşan çocuğun nesebini korumaya yönelik olduğuna göre on iki aylık bir süre bu gayeye fazlasıyla hizmet etmektedir.

B) İddet Nafakası
İddet beklerken kadınların nafakaları belirli şartlarla kocaları üzerinedir.

Hanefîler’e göre :Ric‘î ve bâin talâk ve istisnaları olmakla birlikte fesih iddeti bekleyen kadınların yiyecek, giyecek, mesken vb. ihtiyaçlarının giderilmesi boşayan kocasına aittir.

Mâlikî ve Şâfiîler :Ric‘î talâk ve kadının hamile olması halinde bâin talâk iddetinde kadının nafakasının kocaya ait olduğunu söylemekte iseler de kadının hamile olmadığı bâin talâk hallerinde böyle bir nafaka gerekliliğini kabul etmezler. Onlara göre bu durumda kadın için sadece mesken hakkı bulunmaktadır.

V. DOĞUM ve SONUÇLARI
A) Nesep
Geniş anlamda nesep bir kimsenin geldiği soy ile ilişkisini, kan ve hısımlık bağını ifade eder. Dar anlamda nesep ise çocuğun ana babasıyla hısımlık ilişkisidir.

a) Nesebin Sübûtu
Çocuğun kendisini doğuran kadınla nesep ilişkisi kendiliğinden sabittir. Buna karşılık babasıyla olan nesep bağının kurulması şu üç yoldan birisiyle mümkündür.

1. Geçerli (sahih) bir evlilik.
2. Fâsid bir evlilik veya evlilik şüphesiyle birleşme.
3. İkrar.

Bu üç yolu incelemeden önce nesebin tesbitinde önemli bir yeri olan hamileliğin süresi üzerinde bir nebzecik durmak gerekir.

1. Geçerli Evlilik. Sahih (geçerli) bir evlilikte doğan çocuğun nesebi kocaya bağlanır. Yalnız bunun için çocuğun evlilikten en az altı ay sonra doğmuş olması, erkeğin âdeten baba olacak yaşta bulunması ve karı kocanın birleşmelerinin imkân dahilinde olması gerekir.

Hanefîler :Nesebin sübûtu için ilk iki şartı yeterli görüp sonuncu şartı aramazlar.

Kocası vefat eden veya boşanma iddeti bekleyen ve iddetinin bittiğini bildirmeyen kadın, vefat veya talâktan itibaren âzami hamilelik müddeti içinde doğum yaparsa çocuğun nesebi kocaya bağlanır.

Hatta talâk ric‘î ise çocuk âzami hamilelik müddetinden sonra da doğsa nesep yine kocaya bağlanır.

Kadın iddetinin bittiğini bildirmiş, fakat bu bildirim tarihinden itibaren altı aydan daha kısa bir zaman içinde doğum yapmışsa her hâlükârda bu çocuğun nesebi kocaya bağlanır.

2. Fâsid evlilik. Böyle bir evlilikte nesebin sübûtu için akid yeterli değildir; fiilî birleşme de aranır. Çocuğun böyle bir birleşmeden en az altı ay veya daha fazla bir zaman geçtikten sonra doğmuş olması gerekir. Öte yandan fâsid nikâh üzerine meydana gelen ayrılıktan itibaren âzami hamilelik müddeti içinde doğan çocukların nesebi de kocaya bağlanır.

3. İkrar. Nesebin sabit olma yollarından birisi de ikrardır. İkrar yoluyla nesebin sabit olabilmesi için baba ile çocuk arasında bu ilişkiye uygun bir yaş farkının bulunması ve çocuk mümeyyizse onun da bu ikrarı kabul etmesi gerekmektedir.

Nesep bu üç yoldan hangisiyle sabit olursa olsun sonuçları itibariyle aynıdır.

B) Emzirme
Çocuğun bakım ve büyümesinde emzirmenin önemli bir yeri vardır. Bu bakımdan emzirme, İslâm hukukunda ana babaya terettüp eden bir vazife olarak ayrıca düzenlenmiştir.

Hanefî hukukçular :Annenin çocuğunu emzirmeye dinen mecbur olduğunu, ancak hukuken olmadığını söylerler.

Bu görüş çocuğun nafakasının her hâlükârda babaya ait olması ve o dönemlerde toplumda ücretli sütannenin kolayca bulunabilmesi sebebiyledir.

Diğer mezhep hukukçuları :Annenin dinen olduğu gibi hukuken de çocuğunu emzirmek zorunda olduğunu söylerler.

Çocuk yalnız annenin sütünü kabul ediyor veya sütanne bulunamıyor veyahut da babanın sütanne tutacak malî gücü bulunmuyorsa bu durumda;

Hanefîler’e göre de :Anne hukuken çocuğunu emzirmeye mecburdur.

Anne emzirme için evlilik devam ederken veya boşanma iddeti beklerken herhangi bir ücret isteyemez. Çünkü bu dönemlerde nafakası esasen kocaya yani çocuğun babasına aittir.

Fakat boşanma iddeti biten veya ölüm iddeti bekleyen kadın emzirme için çocuğun babasından veya bizzat çocuktan yahut çocuğun nafakasından sorumlu olanlardan ücret talep edebilir.

Emzirme süresi iki yıldır. Bu şu anlama gelir ki anne emzirme için bir ücret alıyorsa ilk iki yıl için ücret isteyebilir; ondan sonrası için ücret isteyemez. Süt yoluyla kurulan hısımlık da çocuğun ilk iki yaş içinde süt emmesi durumunda meydana gelir.

C) Çocuğun Bakım ve Terbiyesi
İslâm hukukunda çocukların bakım ve yetiştirilmesine hidâne adı verilir.

Hanefîler :Hidânenin hem çocuk hem de anne için bir hak olduğu görüşündedir.

Buna göre hidâne annenin hem hakkı hem de sorumluluğudur. Dolayısıyla anne bu görevi yerine getirmekten de kaçınamaz.

Anne sağ değilse bu hak ve sorumluluk annenin kadın akrabalarına aittir.

Çocuğun bakım ve gözetime muhtaç olduğu yaş sınırı:
Kızlarda dokuz-on bir (9 – 11)
Erkeklerde yedi-dokuz (7 – 9)

Bu yaşlara kadar çocuk annesinin veya annesi yerini tutan bir akrabasının yanında, bu yaştan sonra da kural olarak babasının yanında kalır.

Hâdine çocuğun annesi değilse bakım ve gözetim için ücrete hak kazanır. Bu ücret çocuğun bir mal varlığı varsa ondan ödenir, yoksa hukuken nafakası kime aitse onun tarafından karşılanır.
__________________________________________________ ______________________
Hidâne : Çocukların bakım ve yetiştirilmesi
Hâdine : Çocuğun bakım ve terbiyesini üstlenen kimse
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

D) Nafaka
Her şeyden önce nafaka konusunda aslolan kişinin masraflarının kendi malından karşılanmasıdır. Bunun mümkün olmaması durumunda yakından uzağa doğru bir dizi akrabalar belirli şartlarla birbirlerine karşı nafaka yükümlülüğü altına girerler.

a) Usul Nafakası. Fakir olan usulün nafakası çocuklarına aittir. Baba ve anne çalışabilecek durumda olsalar dahi muhtaçsalar nafakalarının zengin veya zengin değilse bile para kazanmaya gücü yeten çocukları üzerine gerektiği genellikle kabul edilir.

b) Fürû Nafakası. Fürû nafakası esas itibariyle baba, baba yoksa diğer usulün sorumluluğundadır. Fakat bunun için çocuk ve torunların malı olmamalı ve kazanmaya da güçleri yetmemelidir. Güç yetmeme küçüklük veya hastalık sebebiyle olabileceği gibi, fürûun okuması veya kız çocuğu olması sebebiyle de olabilir. Usulün nafaka yükümlülüğü altına girmesi için malının ve kazanma gücünün olması da ayrıca aranmaktadır. Bu şartlar gerçekleştiğinde erkek çocuğun emsali para kazanıncaya, kız çocuğunun evleninceye kadar nafakası usul üzerine gerekmektedir.

c) Hısımlık Nafakası. Aralarında birbirleriyle evlenmeleri yasak olacak derecede kan hısımlığı olan akrabalar birbirlerine karşı nafaka ile yükümlüdürler. Fakat bunun için nafakaya muhtaç olanın fakir ve kazanmaktan âciz, nafaka borcu altına girenin de zengin olması gerekir.

Usul ve fürû nafakasının aksine hısımlık nafakasında din birliği de aranmaktadır. Dolayısıyla farklı
dinden olan akrabaların birbirlerine hısımlık nafakası yükümlülüğü yoktur.

Ayrıca usul ve fürû nafakası hâkimin hükmüne gerek olmadan sabit olduğu halde, hısımlık nafakasının sabit olması için ya karşılıklı anlaşma veya hâkimin hükmü şarttır. Bu ikisinden biri tahakkuk etmeden böyle bir nafaka borcu doğmaz.

VI. MİRAS HUKUKU
Miras kelimesi hukukta, vefat eden kimsenin geride bıraktığı mal ve haklarda (terike) belli sıra, usul ve ölçü dahilinde belli şahıs ve grupların hak sahibi olmasını ifade eden bir terimdir. Bunu konu edinen ilim dalına da miras hukuku denilir. Miras hukukunun klasik İslâm hukuk literatüründeki adı ferâiz ilmidir. Miras hukuku, terikede kimlerin hangi ölçü ve miktarda pay sahibi olduğunu belirlemeye dayanması sebebiyle ferâiz ilmi adını almıştır.

Mûrisini öldürmesi halinde katilin mirastan mahrum olacağında İslâm hukukçuları ilke olarak birleşirlerse de ayrıntıda farklı yorumlara sahiptirler.

Gayri müslimin müslümana mirasçı olamayacağında görüş birliği içindedirler.

Müslümanın gayri müslim yakınına mirasçı olup olamayacağı ise tartışmalıdır.

Ölenin geride bıraktığı mal ve hakları (terike), techiz ve tekfin masrafları çıktıktan, borçları belli bir sıraya göre ödendikten ve vasiyeti de terikenin üçte birini aşmama kaydıyla yerine getirildikten sonra mirasçılarına intikal eder. Mirasçılar temelde üç gruptur:

1-Ashâb-ı ferâiz,
2-Asabe
3-Zevi’l-erhâm.

Hanefî ve Hanbelî’lere göre :Ashâb-ı ferâiz terikedeki hisseleri belirli olan on bir çeşit hısım olup bunlar paylarını aldıktan sonra, mirasın geri kalan kısmını asabeyi teşkil eden hısımlar aralarındaki öncelik sırasına göre alırlar. Bu iki gruptan kimse mevcut değilse o zaman zevi’l-erhâm grubunu teşkil eden hısımlar mirasçı olurlar.

Mâlikî ve Şâfiîler’e göre :ilk iki gruptan hısım olmadığında miras zevi’l-erhâma değil devlet hazinesine (beytülmâl) intikal eder.

Ashâb-ı ferâiz sistemiyle eş, ana, baba, dede, kız, kız kardeş gibi birinci derecede yakın hısımlara mirastan belirli paylar verilerek onların mirasçılıkları korunmuş, geri kalan da asabeyi teşkil eden hısımlara ölene yakınlıkları ölçüsünde verilerek ölenin hısımları arasında sorumluluklarına ve ölene yakınlıklarına denk bir dağılım sağlanmıştır. Zevi’l-erhâm grubunun üçüncü sırada yer alması da bu sebepledir.
__________________________________________________ ________________________
Terike : Vefat eden kimsenin geride bıraktığı mal ve haklar
Ferâiz ilmi : Miras hukuku
Mûris : Miras bırakan
Beytülmâl : Devlet hazinesi
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------






Aile Hayatı Terimleri(sözlük)
İn‘ikad : Evlilik akdinin kuruluş şartları

Ta‘likî : Evlilik akdini geciktirici şart

İnfisâhî : Evlilik akdini bozucu şart

Takyîdî :Evlilik akdini kayıtlandırıcı şart

Nefâz : Evlenmenin hükümlerinin işlerlik ve yürürlük kazanması için aranan şartlar.

Küfüv : Kocası kendisine denk

Hıyârü’l-bulûğ : Bulûğ muhayyerliği

Hürmet-i musâhere : Erkek veya Kadının birbirlerine şehvetle dokunmaları veya ön avret yerlerini çıplak görmeleri (mahremiyet)

Sefih :Aklı ermez, kapılgan, reşid olmayan, malını alabildiğine harcayan kimsedir.

Ma‘tûh : Bunak

Velâyet-i İcbâr : (Zorlayıcı Velâyet) Veliye velâyeti altında bulunan kimseyi rızâsını almaksızın evlendirme yetkisi veren velâyettir.

Velâyet-i İhtiyâr veya İstihbâb : (Zorlayıcı Olmayan Velâyet) Veliye velâyet altında bulunan kimseyi ancak onun rızâsıyla evlendirme yetkisi veren velâyettir.

Velâyet-i şirket : Bulûğa ermiş kızla velisi arasında mevcut olan müşterek velâyet

Zevi’l-erhâm :Diğer akrabalar

Kefâet : Denklik

Sıhrîyyet : Yakın derecede kısımlık

Mehri müsemma: Akit (Nikah) esnasında konuşulan mehirdir aynen konuşulanı ödemek vaciptir.

Mehri misil: Akit esnasında mehir hiç konuşulmazsa veya konuşulur ama on dirhem( 7 miskal) yani otuz gram altından az olursa bu kadının mehri babasının ailesinden olan kızların mehriyle aynı olur.

Mehr-i Muaccel: Evlilik anında peşin olarak ödenen mehir’e muaccel mehir denir

Mehr-i Müeccel: Ödenmesi sonraya bırakılan mehir’e müeccel mehir denir

Nâşize : Kadının nâşize olması evlilik hukukuna riayet etmemesi ve kocasının rızâsını almadan evini terk etmesi.

Ric‘î Talâk : Kocaya yeni bir nikâha ihtiyaç olmadan boşadığı karısına dönme imkânı veren boşama türüne dönülebilir boşama anlamında “ric‘î talâk” denir. Bir ric‘î talâktan bahsedebilmek için evliliğin zifafla fiilen başlamış bulunması gerekir.

Bâin Talâk : Kocaya boşadığı eşine ancak yeni bir nikâhla dönme imkânı veren boşanma şeklidir.
Bu boşama kocanın eşini üçüncü boşaması ise yeni bir nikâh da tarafların bir araya gelmesi için yeterli değildir; aralarında büyük ayrılık denilen beynûnet-i kübrâ meydana gelmiştir. Kadının daha önce belirtildiği üzere bir başkasıyla geçerli bir evlilik yapmadan ilk eşine dönmesi mümkün değildir.

Beynûnet-i kübrâ : Büyük ayrılık (karıkoca’nın boşanması).

Sünnî Talâk :İsminden de anlaşılacağı üzere Sünnî boşama Hz. Peygamber’in bu konuda getirdiği ölçü ve sınırlamalara riayet edilerek yapılan boşama şeklidir. Her şeyden önce Sünnî boşanmanın ric‘î talâk olması gerekmektedir. Burada evlilik birliğine geri dönüş kapısının kapatılmaması ve taraflara, daha doğrusu eşini tek taraflı irade beyanıyla boşayan kocaya yeni bir düşünme imkânı tanınmak istenmektedir. Ayrıca kadının temizlik süresi başladıktan sonra ancak onunla cinsî ilişkide bulunulmadan boşanması ve bu boşamanın bir boşama olması gerekmektedir. Bu da yine aynı hedefe, evlilik birliğini koruma hedefine yöneliktir.

Bid‘î Talâk : Bid‘at tabiri, Sünnet’in mukabili ve zıttı olarak da kullanılmakta olduğundan burada bid‘î talâk, Sünnet’e aykırı biçimde gerçekleştirilen boşamayı ifade etmektedir. Bu bakımdan genel olarak Sünnî olmayan her talâk bid‘î kabul edilir. Kişinin temizlik süresi dışında veya temizlik süresi içinde olmakla birlikte karısıyla cinsel ilişkide bulunduktan sonra veya aynı temizlik süresi içinde birden fazla boşama durumunda ortada Sünnet’e uygun olmayan yani bid‘î bir boşanma vardır.

Muhâlea : Tarafların anlaşarak boşanmaları

Maraz-ı mevt : Ölümcül hastalık

Liân : Karısının zina ettiğini veya çocuğunun zina mahsulü olduğunu iddia eden ve bu iddiasını gerektiği şekilde ispat edemeyen koca hâkim huzurunda hususi bir şekilde yeminleşir ve evlilik birliğine hâkim tarafından son verilir. Kur’an’da da ana hatlarıyla temas edilen bu prosedüre (en-Nûr 24/6-9) İslâm hukukunda liân denilir. Liân sonunda hâkim tarafların arasını tefrik eder.

Îlâ : Kocanın dört ay veya daha fazla karısına yaklaşmayacağına dair yemin etmesi veya bu içerikte bir nezirde bulunmasına îlâ denilir.

İddet : Boşanma, evliliğin feshi ve ölüm gibi bir sebeple evliliğin sona ermesi durumunda kadının yeni bir evlilik yapmadan önce beklemesi gereken süreye iddet denir.

Ölüm İddeti: Kocası ölen kadınların bekledikleri iddettir. Bunlar eğer hamile iseler iddetleri doğumla biter; isterse bu doğum kocanın ölümünden çok kısa bir süre sonra gerçekleşsin. Eğer hamile değillerse bu durumdaki kadınların beklemeleri gereken süre dört ay on gündür.

Hamile olmayan eş:
Ric‘î talâk iddeti beklerken koca ölürse boşanma iddetini terkederek ölüm iddeti beklemeye başlar.
Bâin talâk iddeti bekleyen kadın ise ölüm iddeti beklemez; başlamış olduğu boşanma iddetini tamamlar.




Nesebin Sübûtu
1. Geçerli Evlilik. Sahih (geçerli) bir evlilikte doğan çocuğun nesebi kocaya bağlanır. Yalnız bunun için çocuğun evlilikten en az altı ay sonra doğmuş olması, erkeğin âdeten baba olacak yaşta bulunması ve karı kocanın birleşmelerinin imkân dahilinde olması gerekir.

2. Fâsid evlilik. Böyle bir evlilikte nesebin sübûtu için akid yeterli değildir; fiilî birleşme de aranır. Çocuğun böyle bir birleşmeden en az altı ay veya daha fazla bir zaman geçtikten sonra doğmuş olması gerekir. Öte yandan fâsid nikâh üzerine meydana gelen ayrılıktan itibaren âzami hamilelik müddeti içinde doğan çocukların nesebi de kocaya bağlanır.

3. İkrar. Nesebin sabit olma yollarından birisi de ikrardır. İkrar yoluyla nesebin sabit olabilmesi için baba ile çocuk arasında bu ilişkiye uygun bir yaş farkının bulunması ve çocuk mümeyyizse onun da bu ikrarı kabul etmesi gerekmektedir.

Hidâne : Çocukların bakım ve yetiştirilmesi

Hâdine : Çocuğun bakım ve terbiyesini üstlenen kimse

Terike : Vefat eden kimsenin geride bıraktığı mal ve haklar

Ferâiz ilmi : Miras hukuku

Mûris : Miras bırakan

Beytülmâl : Devlet hazinesi

__________________

Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır.
Alıntı ile Cevapla