Medineweb Site Yöneticisi Durumu: Medine No : 1 Üyelik T.:
14Haziran 2007 Arkadaşları:8 Cinsiyet:Erkek Yaş:50 Mesaj:
3.036 Konular:
340 Beğenildi:1437 Beğendi:478 Takdirleri:10498 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Cevap: diyanet ilmihali özetleri 1.ve 2. cild Yirminci Bölüm İslâm Ahlâkı I. TANIMLAR ve GENEL BİLGİLER A) Ahlâkın Tarifi ve Mahiyeti Ahlâk terimi için İslâm ahlâkçılarınca yapılan tanımlar içinde en beğenileni ve en yaygın olanı İmam Gazzâlî’ye (ö. 505/1111) ait olanıdır. Gazzâlî’den önce, biraz daha eksik olarak İbn Sînâ (ö. 428/1037) ve İbn Miskeveyh (ö. 421/1030) gibi İslâm filozoflarında da görülen, fakat Gazzâlî tarafından geliştirilmiş ve ikmal edilmiş olan bu tanım şöyledir: “Ahlâk, insan nefsinde yerleşen öyle bir melekedir ki (heyet) fiiller, hiçbir fikrî zorlama olmaksızın, düşünüp taşınmadan bu meleke sayesinde kolaylıkla ve rahatlıkla ortaya çıkar.” Ahlâk, insanın işlediği fiil ve davranışlardan, yaygın ifadesiyle “amel”den ziyade, bu davranışların kaynağı ve âmili olan, onları meydana getiren mânevî kabiliyetler veya yatkınlıklar kompleksini (Gazzâlî’nin tabiri ile heyet) ifade eder. Buna göre ahlâkî fiiller, ahlâkın kendisi olmayıp onun bir sonucu ve dışa yansımasıdır. Bu nokta, özellikle ahlâk eğitimi bakımından önemlidir. Ahlâk, sadece iyi huylar ve kabiliyetler mânasına gelmez. Kelimenin asıl mânası ile iyi ve kötü huyların hepsine birden ahlâk denir. Buna göre ahlâksız insan yoktur, iyi veya kötü ahlâklı insan vardır. İslâmî kaynaklarda iyi huylara ahlâk-ı hamîde, ahlâk-ı hasene, kötü huylara ise ahlâk-ı zemîme, ahlâk-ı seyyie gibi adlar verilmiştir. Ahlâk insanı düşünüp taşınmaya, herhangi bir baskı ve zorlamaya gerek kalmaksızın, görevi olduğuna inandığı işleri rahatlıkla ve memnuniyetle yapmaya sevkeder. Böyle bir ahlâk formasyonuna sahip olmayan insanların nâdiren yaptıkları iyi işler, ahlâkî bir temele dayanmaktan ziyade, olsa olsa riya, korku, menfaat temini gibi ahlâkın onaylamadığı ve “rezîlet” (erdemsizlik) saydığı başka sebep ve maksatlarla alâkalıdır. Ahlâklı olabilmek için görevleri rahatlıkla ve memnuniyetle yerine getirme zorunluluğu, ahlâkın gelişip güçlenmesinde alışkanlıkların ihmal edilemez bir önem taşıdığını göstermektedir. Bundan dolayı İslâm ahlâkçıları ahlâkî eğitime büyük önem vermişlerdir. Çünkü alışkanlıklar ancak eğitimle kazanılır. Burada “eğitim”den maksat, ahlâkın nazarî bilgilerini tahsil etmek yanında, kişinin çocukluktan itibaren iyi örneklerle yaşaması, iyilik yapmaya alıştırılması, bencil ve gayri meşrû arzu ve ihtiraslarına karşı koymak suretiyle kendi kendini eğitmesi, nefsini ıslah etmesidir. Bu ise bir irade eğitimidir. __________________________________________________ _______________________________ Ahlâk-ı hamîde, Ahlâk-ı hasene : İyi huy, iyi Ahlâk. Ahlâk-ı zemîme, Ahlâk-ı seyyie : Kötü huy, kötü Ahlâk. Rezîlet : Erdemsizlik __________________________________________________ ________________________________ B) Ahlâk İlmi Ahlâk ilmi özellikle psikolojinin verilerinden yararlanır. Bu nedenle, ahlâk ilmini “ruhanî tıp ilmi” diye adlandıran Kindî, Ebû Bekir er-Râzî, Fârâbî, Gazzâlî gibi ahlâk bilgin ve düşünürleri, insanlar için ahlâk ilmini tıp ilminden daha yararlı ve değerli görmüşlerdir. Dünyada kendi duygu, düşünce ve davranışları hakkında iyi veya kötü şeklinde değer hükümleri veren yegâne varlık insandır. Bu sebeple ahlâk ilmi, ahlâkî fâil olarak insanı ve onun akıl, irade, vicdan gibi ahlâkî kabiliyetleri ile öfke, şehvet vb. duygularını ve bunlardan doğan fazilet ve reziletleri ele alır; bunlardan ahlâkî hayat adına yararlı olanları geliştirmenin, zararlı olanları da ıslah etmenin yollarını araştırır ve gösterir. Bu noktada ahlâk ilmi özellikle psikolojinin verilerinden yararlanır. Nitekim gerek Kur’ân-ı Kerîm’de ve Hz. Peygamber’in hadislerinde gerekse hemen bütün müslüman ahlâkçıların ve özellikle mutasavvıfların eserlerinde şayanı takdir psikolojik tahliller görülür. __________________________________________________ ________________________________ Nazarî : Teorik, kuramsal ahlâk Amelî : Pratik, uygulamalı ahlâk __________________________________________________ ________________________________ C) Ahlâk Felsefesi “Hikmet sevgisi” mânasına gelen felsefe tabiri, genel olarak “varlık ve olayların akıl ve düşünce yoluyla araştırılmasını gaye edinen disiplin”in adıdır. Özellikle Kindî’den (ö. 252/866) itibaren İslâm düşüncesine giren ve en az beş yüzyıl boyunca Ebû Bekir Zekeriyyâ er-Râzî, Fârâbî, İhvân-ı Safâ, Ebü’l-Hasan el-Âmirî, İbn Sînâ, İbn Rüşd, Şehâbeddin es-Sühreverdî, Nasîrüddîn-i Tûsî gibi şahsiyetler yetiştiren ve ürünler veren felsefenin önemli problemlerinden biri de ahlâk olmuştur. __________________________________________________ ________________________ Bilmek” ve “Yapmak : Felsefenin kabul ettiği insanın iki temel yeteneği. Hikmet-i nazariyye : “Neyi bilebiliriz? Bilgilerimizin değeri nedir?” soruları. Hikmet-i ameliyye : “Neyi yapmalıyız? Eylemlerimizin değeri nedir ve ne olmalıdır?” soruları. __________________________________________________ ________________________ D) İslâm Ahlâkı “İslâm ahlâkı” sözünden ne kastedildiğini ifade etmeden önce “İslâm” tabirindeki ahlâkî mesaja işaret etmekte yarar vardır. İslâm, “teslim olma, kurtuluşa erme ve müsâleme” mânalarına gelir ve bu üç mânası ile ifade ettiği dinin üç temel hususiyetini anlatır. Bunlar içinde doğrudan ahlâkı ilgilendireni ise “müsâleme” anlamıdır. İslâm ile aynı kökten olan müsâleme, “çatışma ve zıtlaşmayı ortadan kaldırarak uyuşmak, anlaşmak, birbirinden emin olmak, dostça münasebetler kurmak” demektir ve bu anlamıyla ileride ayrıntılı olarak incelenecek olan hilim kavramıyla aynı mânayı ifade eder. Buna göre İslâm’ı kabul eden kimse, cemiyetin diğer fertleri ile anlaşıp uyuşan, onlarla barış içinde yaşamak isteyen insandır. Nitekim, İslâm ile aynı kökten olan selâm kelimesi, Furkan sûresinin 63. âyetinde, İslâm’ın bir müsâleme (barış ve dostluk) dini olduğunu ifade edecek tarzda kullanılmıştır. Hz. Peygamber’in bazı hadislerinde de cehalet, öfke ve serkeşliği ifade için kullanılmıştır (Buhârî, “Îmân”, 22; Müslim, “Tevbe”, 56). İşte bu anlamdaki Câhiliyet ahlâkını kaldırarak yerine iyi huyluluğu, dostluk ve barışı getiren dine, bu tesiri sebebiyle de İslâm denilmiştir. __________________________________________________ _________________________ İslâm : “Teslim olma, kurtuluşa erme ve müsâleme” mânalarına gelir Müsâleme : İslâm kelimesi ile aynı kökten gelmektedir “çatışma ve zıtlaşmayı ortadan kaldırarak uyuşmak, anlaşmak, birbirinden emin olmak, dostça münasebetler kurmak” manalarına gelir. Cehalet : Amelî bilgisizlik, yani sefahat, serkeşlik. __________________________________________________ _________________________ II. TARİH ve LİTERATÜR A) Câhiliye Dönemi Ahlâkına Kısa Bir Bakış İslâm öncesi Araplarının ahlâk zihniyeti hakkındaki en önemli kaynaklar Câhiliye şiiri, atasözleri (emsal) ve hitâbet örnekleriyle Kur’an, hadisler ve ilk döneme ait diğer İslâmî belgeler; Roma, Bizans, İran gibi yabancı kaynaklardır. Özellikle Câhiliye şiiri, atasözleri ve hitâbet örneklerinden edinilen bilgilere göre Câhiliye edebiyatında ahlâk ve bu kelimenin tekili olan hulk nâdiren kullanılmıştır. Kabileci Arap toplum yapısında hayatta kalma mücadelesi, aşiret insanının herhalde en temel meşguliyetiydi; bu da büyük ölçüde kabilenin insan ve mal gücü yanında mânevî gücüne ve saygınlığına bağlı bulunduğu için özellikle şeref, cesaret ve cömertlik Câhiliye ahlâkında bütün erdemlerin en üstünde yer alıyordu; bu erdemler de genellikle mürüvvet (mürûe) kavramıyla ifade ediliyordu. Bununla bağlantılı başka bir kavram da asabiyettir. a) Mürüvvet, geniş anlamıyla yiğitlik ve mertliğin en ileri düzeyi olarak algılanıyordu. Kısaca “övülmeye değer her şey” demek olan bu kavramın Roma’daki “summum bonum” (hayırların hayırı) tabirinin dengi olduğu düşünülebilir. Câhiliye Arapları’nın anlayışında mürüvvet, başta hilim olmak üzere sabır, bağışlama, misafirperverlik, yoksullara yardım, iyi komşuluk, zayıfları koruma gibi erdemleri kapsamaktaydı. Ancak diğer birçok kavramda olduğu gibi mürüvvette de hayret verici bir anlam sapması olmuş; bu kavram, “kandan başka hiçbir şeyin gideremeyeceği azap verici bir susuzluk” ve “delilik diye anlatılabilecek bir şeref hastalığı” halini almıştı (bk. İzutsu, Kur’an’da Dînî ve Ahlâkî Kavramlar, s. 101). Câhiliye dönemi ahlâk zihniyetini içeren literatürde, mürüvvet gibi onunla az çok ilgisi bulunan hayır, mâruf, hak, şecaat, kerem, sehâ, cûd, vefâ vb. ahlâkî muhteva taşıyan kavramlar ve bunların zıtlarının kullanımı da oldukça yaygındı. Ancak bütün bu kavramlar ve terimler, yüksek ve evrensel bir ahlâk anlayışını ifade etmekten geniş ölçüde uzak olup dünyevî ve kabileci bir karakter taşımaktaydı. b) Asabiyet, kısaca kabile üyeleri arasında kayıtsız şartsız dayanışma yasasını ifade etmekte ve Arap’ın hayatına yön veren, ahlâkî zihniyet ve değerlerine hâkim olan Câhiliye ruhunu yansıtmaktaydı. Kişi ve kabile şerefi, dönemin ahlâk zihniyetini belirleyen etkenlerden biriydi. Bir kısmına yukarıda işaret edilen erdemlerin temel amacı da kişi ve kabile şerefini arttırmak, insanların hayranlık ve saygısını kazanmaktı. Bu dönemde iyilik için iyilik değil, onur kazanmak için iyilik anlayışı hâkimdi. Bu yüzden, çoğunlukla fahr ve tefâhur kelimeleriyle ifade edilen kibir, gurur, soyluluk ve üstünlük yarışı, -Kur’ân-ı Kerîm’de de eleştirici bir sûrede (Tekâsür sûresi) bildirildiği üzere- onlara zaman zaman kabirlere gidip mezar taşlarıyla övünmek gibi saçmalıklar bile yaptırırdı. Edebiyatın başlıca temalarından birinin “medih” ve “zem” olması da o dönem ahlâkının egoist karakterini yansıtması bakımından dikkat çekicidir. İşte asabiyet, Câhiliye ahlâkının, en geniş sınırı kabileyi aşmayan bu egoist karakterini ifade eder. __________________________________________________ ___________________________ Mürüvvet : Cahiliye döneminde geniş anlamıyla yiğitlik ve mertliğin en ileri düzeyi olarak algılanıyordu. Summum bonum : Hayırların hayırı manasıda Romalıların kulladıkları bir tabirdir. “övülmeye değer her şey” demek olan bu kavramın dengidir. Asabiyet : Kabile üyeleri arasında kayıtsız şartsız dayanışma yasasını ifade etmekte ve Arap’ın hayatına yön veren, ahlâkî zihniyet ve değerlerine hâkim olan Câhiliye ruhunu yansıtmaktdır.(ırkçılık) Fahr ve Tefâhur : Kibir, gurur, soyluluk ve üstünlük yarışı. __________________________________________________ __________________________ Hürriyet bilinci veya duygusu da Câhiliye Arapları’nın başlıca özelliklerindendir. Bazı araştırmacılar, Câhiliye döneminde kabileyi aşan siyasî birlikler kurulamayışını, onlardaki bu hürriyet ruhuna bağlamışlardır. Ancak onlardaki bu, bencil ve ilkel bir hürriyet idi. İlkel hürriyetin en temel niteliği ise otorite tanımamaktır. Nitekim Câhiliye Arapları böyle bir otorite düzenini her zaman reddetmişlerdir. Sonuç olarak Câhiliye döneminin bütün ahlâkî erdemlerinin arkasında kişinin veya kabilenin gururu (fahr), şeref (mecd) ve öfke (gazap, hamiyye) duygularını tatmin etme; asalet, cömertlik ve yiğitlikle şöhret kazanma, saygı görme, başka kabileler karşısında hem korku hem de hayranlık duygusu uyandırma arsuzu yatmaktaydı. Esasen bu dönemin, fert ve kabile gururu, kibir ve serkeşlik nitelikleri dolayısıyla câhiliye diye anıldığı, başka birçok delil yanında, Amr b. Külsûm’ün Muallaka’sından da açıkça anlaşılmaktadır: “Sakın biri bize karşı bir câhillik yapmaya kalkışmasın! Sonra biz câhillikte bütün câhillerden baskın çıkarız!” B) Kur’an ve Sünnet’te Ahlâk a) İslâm’ın Ahlâkta Meydana Getirdiği Zihniyet Değişikliği İnsanın mânevî hayatını, bireysel ve sosyal davranışlarını gözetip kollayan bir Allah inancı; insanın kendisiyle hesaplaşmasını hedefleyen bir irade eğitimi; bütün insanlığa açık bir ümmet birliği ve kardeşlik ruhu; hak, adalet ve eşitlik gibi evrensel değerlere yöneliş. __________________________________________________ _______________________ Hablullah : Allah’ın dini Vasat : Adalet Vasat Ümmet : Adaletli ümmet Ahrâr : Kendilerini (özgür, soylu) diye niteleyerek başka zümrelerden üstün gören mütegallibe(zorba). Mütegallibe : Zorba, zorba takımı. __________________________________________________ _______________________ b) Kur’an ve Sünnet’te Temel Ahlâk Kavramları Bu başlığın bazı güçlükler taşıdığını belirtmek gerekir. Güçlüklerden biri, Kur’an ve hadislerdeki hangi kavramların tam olarak ahlâk kavramı olduğunun tesbitidir. Meselâ amel-i sâlih tabiri böyledir. Çünkü “hayırlı, iyi, uygun veya yararlı iş, faaliyet” anlamına gelen bu deyim, bu nitelikleri taşıyan hukuk, ibadet, ahlâk ve siyasetle ilgili bütün olumlu faaliyetleri kapsar. Hatta Peygamberimiz, her şeyden önce “gönülden teslim olma” anlamına gelen İslâm’ı ve “kuşkusuz bir şekilde inanma” anlamına gelen imanı dahi amel diye isimlendirmiştir (Buhârî, “Tevhîd”, 47). __________________________________________________ _______________________ Temel : Çok önemli Tâli : Az önemli __________________________________________________ _______________________ 1. Takvâ Takvâ kelimesi sözlüklerde “İnsanın, ibadet ve güzel işler yaparak kendisine acı verecek durumlardan korunması” şeklinde tarif edilir. Seyyid Şerîf el-Cürcânî, et-Ta‘rîfât isimli terimler sözlüğünde (bk. “Takvâ” md.) takvânın “Allah’a itaat ederek O’nun vereceği cezalardan korunmak; insanın kendisini, yaptığı veya yapmadığı şeyler yüzünden müstahak olacağı ukubattan yine Allah’a itaat ederek koruması” anlamına geldiğini belirtir. Aynı âlimin kaydettiği diğer bazı tariflere göre takvâ, “Kulun mâsivâdan sakınmasıdır; dinin edep ve erkanına saygılı olmaktır; insanı Allah’tan uzaklaştıran her şeyden uzak durmaktır; nefsânî hazları terketmek, yasaklardan uzak durmaktır; gönlünde Allah’tan başka hiçbir şey görmemendir; kendini hiçbir kimseden daha iyi diye düşünmemendir; Allah’tan başka her şeyi terketmektir; sözde ve davranışta Hz. Peygamber’e uymaktır.” Takvânın anlamı konusundaki ilginç örneklerden biri de onun “hayâ” ile ilişkisini gösteren A‘râf sûresinin 26. âyetidir. Burada “takvâ elbisesi” deyimi kullanılarak dolaylı bir üslûpla takvâ, günah duygularını örtüp kapatan, bastıran ve böylece günah işlemeyi önleyen bir koruyucu, ruhu bezeyen bir erdem şeklinde takdim edilmektedir. Yani elbise bedeni kapattığı, koruduğu ve süslediği gibi takvâ da hem ruhumuzun kötü duygularını örter hem de ruhumuzu süsler. Böyle olunca takvâ sahibi kişinin kaba, haşin, haksız, isyankâr, şehvet düşkünü, aç gözlü, edepsiz, hayâsız olması düşünülemez. Takvânın aynı zamanda bir kibarlık erdemi olduğunu gösteren âyetler de vardır (meselâ bk. el-Bakara 2/189; el-Hucurât 49/1). a) Takvâ, itikadî konularda yanlış ve bâtıl inançlara kapılmaktan, amelî ve ahlâkî konularda eksik, kusurlu, kötü, zararlı ve haksız davranışlardan, İslâm dininde esasları belirlenmiş olan hayat tarzına uymayan bir yaşayıştan sakınmak, uzak durmaktır. b) Takvâ, bütün faaliyetlerde, ödevlerin yerine getirilmesinde, her türlü kötülüklerin terkedilmesinde öncelikle Allah’tan ittika etmektir; yani Allah korkusunu, O’na karşı saygılı olmayı ön plana çıkararak bu saygıyı bütün davranışların ve hayatın temeli yapmaktır. Buna göre takvâ bütün ahlâkî erdemlerin temelidir ve insan ona sahip olduğu oranda diğer erdemlere desahip olur. __________________________________________________ ______________________ Takvâ : İnsanın, ibadet ve güzel işler yaparak kendisine acı verecek durumlardan korunması. Allah’ın buyruklarına uyup yasakladığı şeylerden titizlikle kaçınmayı ifade eder. Fücûr : Bütün kötülükleri ifade eder. Takvâ’nın zıttıdır. __________________________________________________ ______________________ 2. Hilim Hilim terimi, “akıl ve kültürle kazanılan, insan ilişkilerinde sabırlı, hoşgörülü, bağışlayıcı, uzlaşmacı ve medenî davranışlar sergilemeyi sağlayan ahlâkî erdem” şeklinde tanımlanabilir. Bazı kaynaklarda hilim kavramı, sefeh ve cehl kavramlarının zıddı olarak gösterilmektedir. Bu iki kelime zulüm, serkeşlik, saldırganlık, barbarlık gibi Câhiliye dönemindeki hâkim ahlâkî zihniyetin karakteristik yapısını oluşturan duygu ve davranışları ifade etmektedir. Nitekim meşhur Câhiliye şairi Amr b. Külsûm’ün Muallaka’sında geçen, “Hele biri kalkıp da bize karşı câhillik etmeye görsün, o zaman biz câhillikte bütün câhillerden baskın çıkarız” anlamındaki beyit, câhiliye kelimesinin o kültürdeki anlamına işaret eden en çarpıcı örneklerdendir. Kur’ân-ı Kerîm’de hilim kelimesi bir âyette çoğul (ahlâm) olarak geçmekte, burada “Onlara bunu hilimleri (ahlâm) mi emrediyor, yoksa onlar azgın bir topluluk mudur?” (et-Tûr 52/32) denilmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de hilim kelimesi bir âyette çoğul (ahlâm) olarak geçmekte, burada “Onlara bunu hilimleri (ahlâm) mi emrediyor, yoksa onlar azgın bir topluluk mudur?” (et-Tûr 52/32) denilmektedir. Bütün tefsirlerde bu âyetteki ahlâm akıl kelimesiyle açıklanır. Bunun dışında, “hilim sahibi” anlamında “halîm” Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri olarak mağfiret (bağışlama), ilim gibi kavramlarla birlikte on bir âyette tekrar edilmiştir. Ünlü ahlâk bilgini İbnü’l-Mukaffa‘, hilmin bu gücüne şu sözlerle işaret eder: “Sakın sana iftira atana öfke ve intikam duygusuyla karşılık verme! Hilim ve vakar içinde mâkul karşılık ver. Hiç şüphen olmasın ki üstünlük ve kuvvet daima yumuşak (halîm) olanındır (el-Edebü’l-kebîr, s. 45-46). “Müslümanın başlıca alâmetleri şunlardır: Dininde güçlü, kararlı ve yumuşak, imanı sağlam, bilgili ve halîm, zeki ve merhametli, hem haklı hem bağışlayıcı, hem zengin hem tutumlu, hasta olduğunda tahammüllü, güçlü ve iyilik sever, arkadaşlık ve dostluğun sıkıntılarına katlanır, zorluklara sabreder, öfkesine mağlûp olmaz, gurur ve kibire kapılmaz, ihtiraslarına yenilmez; midesi yüzünden şerefsizlik yapmaz; hırsı yüzünden küçülmez; basit hedeflerle yetinmez; mazluma yardım eder, zayıfa acır, cimrilik yapmaz, israf etmez; kendisine kötülük edeni bağışlar; cahili hoşgörür; nefsi sıkıntıda olsa da herkes kendisinden yararlanır.” __________________________________________________ ________________________ Hilim : Akıl ve kültürle kazanılan, insan ilişkilerinde sabırlı, hoşgörülü, bağışlayıcı, uzlaşmacı ve medenî davranışlar sergilemeyi sağlayan ahlâkî erdem.(hilim kelimesinin zıttı Cahillik) Ahlâm : Hilim kelimesinin çoğulu Halîm : Hilim sahibi Teenni : Kararlılık, ağır başlılık. __________________________________________________ ________________________ C) İslâm Ahlâkının Bir Bilim Dalı Olarak Ortaya Çıkışı a) İlk Gelişmeler ve Örnek Eserler Daha çok hadisçi ve fakihler tarafından yapılan bu yöndeki ahlâk çalışmalarının ilk örnekleri arasında Abdullah b. Mübârek’in (ö. 181/707) Kitâbü’z-Zühd ve’r-rekåik’ı, Ahmed b. Hanbel’in (ö. 241/855) ez-Zühd’ü, Buhârî’nin (ö. 256/877) el-Edebü’l-müfred’i zikredilebilir. Ayrıca, başta Kütüb- i Sitte olmak üzere hemen bütün hadis mecmualarında “Kitâbü’l-Edeb”, “Kitâbü’l-Birr”, “Kitâbü Hüsni’l-hulk” gibi başlıklar altında özellikle ahlâk hadislerini ihtiva eden bölümler bulunur. İslâm kültür tarihi boyunca devam eden “kırk hadis” külliyatının başta gelen konuları da ahlâkla ilgili olanlardır. Furû-i fıkıh türünden eserlerde amelî ahlâk, tefsir ilmine ait “ahkâmü’l- Kur’ân” türündeki eserlerde de nazarî veya amelî ahlâkla ilgili konulara yer verildiğine işaret etmek gerekir. Râgıb elİsfahânî’nin ez-Zerî‘a ilâ mekârimi’ş-şerî‘a isimli ahlâk kitabının önemini ifade etmek için Gazzâlî’nin, tasavvufun dışında kalan ahlâk konularında bu eseri birinci kaynak olarak kullandığını belirtmek yeterli olacaktır. Aynı gelenek içinde seçkin bir yere sahip olan ve yazıldığı dönemden bu yüzyılın başına kadar Gazzâlî’nin (ö. 505/1111) İhyâ’ından sonra en çok okunan ahlâk kitabı olma özelliği taşıyan Mâverdî’nin (ö. 450/1058) Edebü’ddünyâ ve’d-dîn adlı kitabı, tarih boyunca müslümanların ahlâkî kimlik ve kişiliğinin oluşmasında en başta rol oynamış eserler arasında yer alır. b) Edep Kavramı ve Edebî-Ahlâkî Mahiyette Telifler İslâm ahlâk kültüründe ahlâka yakın anlamda en çok kullanılan kelimelerden biri olan edep kavramı genellikle “bir toplumda örf, âdet ve kural halini almış iyi tutum ve davranışlar veya bunları kazandıran bilgiler” şeklinde tarif edilir. Edep teriminin “sünnet” kavramıyla ilişkili olduğu da ileri sürülür (Nallino, La Litterature arabe, s. 12-14). Câhiliye dönemiyle İslâm’ın başlangıcında edep ve aynı kökten başka kelimelerin -seyrek olarak- “davet, incelik, kibarlık, beğenme, alışkanlık, âdet” gibi daha çok din dışı anlamlarda ve bir ölçüde ahlâkî bir kavram olarak kullanıldığı görülmektedir. __________________________________________________ ______________________ Te’dib : Birini bir konuda bilgilendirme. Edip : Bir şey hakkında bilgilendirilmiş kişi. __________________________________________________ _______________________ III. İSLÂM’IN BELLİ BAŞLI AHLÂK PROBLEMLERİNE BAKIŞI A) Ahlâkî Özgürlük Özgürlük ahlâk düşüncesinin en temel problemi sayılabilir. Çünkü ahlâk insana iyiliği yapma kötülüğü terketme yönünde ödevler yükler ve bunlardan sorumlu tutar. Bunun gerçekleşebilmesi için insanın hem iyiliği isteme (irade) veya seçme (ihtiyar) özgürlüğüne hem de yapma özgürlüğüne ya da imkânına (istitâat) sahip olması gerekir. Ne var ki, Asr-ı saâdet’ten sonra konu ile ilgili tartışmalar yeniden başladı. Bu tartışmalar zamanla Cebriyye, Mu‘tezile ve Ehl-i sünnet (Eş‘ariyye ve Mâtürîdiyye) diye anılan başlıca üç görüş ve mezhebin doğmasına yol açtı. Cebriyye :İnsanın, Allah’ın kudret ve iradesi karşısında tam bir cebir altında bulunduğunu ve asla özgür olmadığını savunuyor. Mu’tezile : Kulların, kendi fiillerinin meydana getiricisi, yapıcısı ve yaratıcısı olduklarını, çünkü insanın irade sahibi hür bir varlık olduğunu ileri sürüyor. Ehl-i sünnet ve’l-cemâat : Resûlullah ile sahâbe-i kirâmın akaid sahasında tuttukları yolu izleyenler mânasına ge len “Ehl-i sünnet ve’l-cemâat” önderleri ise hem Allah’ın kazâ-kaderi ile küllî iradesini, hem de kulun sınırlı iradesini (irâde-i cüz’iyye) ispat etmeye çalışmak suretiyle ihtiyatlı bir yol izliyordu. Netice itibariyle, Gazzâlî’nin de belirttiği gibi “Ehl-i sünnet mezhebi, Cebriyye ile Kaderiyye (kaderi inkâr edenler) arasında orta bir yol tuttu: Onlar, ne insanlarda (sonradan “cüz’î irade” denecek olan) ihtiyârı büsbütün yok saymışlar, ne de Allah’ın kazâ ve kaderini inkâr etmişlerdir. Aksine, kulların fiillerinin bir yönden kullardan, bir yönden de Allah’tan olduğunu, fiillerin ortaya çıkışında kulun seçme imkânının bulunduğunu ifade etmişlerdir.” B) Ahlâkın Kaynağı Din dışı ahlâk teorilerinde ahlâkın yahut ahlâkî ödevlerin kaynağının akıl, vicdan veya toplum olduğu yönünde çeşitli görüşler ileri sürülmüş, ciddi tartışmalar yapılmıştır. İslâm dini de gerek birey gerekse toplum olarak insana ve onun akıl, vicdan gibi mânevî kapasitelerine büyük değer vermiştir. C) Ahlâkın Gayesi Din dışı ahlâk görüşleri ahlâk için genellikle dünyevî gayelerden söz etmişler ve bedensel haz, ruhsal haz, kişisel veya toplumsal yarar yahut mutluluk gibi farklı gayeler göstermişler; ünlü Alman filozofu Kant ise bütün bu görüşleri reddederek, ahlâkın kendi dışında, diğer bir deyişle iyi veya ödevden başka bir amacının olamayacağını savunmuştur. Kur’an ve Sünnet’te ise güzel ahlâkı (ahlâk-ı hamîde) oluşturan erdemlerin bu dünyada fert ve toplum hayatına kazandırdığı maddî ve mânevî faydalar, kötü ahlâkı (ahlâk-ı zemîme) oluşturan erdemsizliklerin doğurduğu zararlar üzerinde durulmuştur. __________________________________________________ ________________________ Ahlâk-ı hamîde : Güzel ahlâk Ahlâk-ı zemîme : Kötü ahlâk Ennefsü’l-levvâme : Vicdan duygusu insanı kötülük yapması halinde kınayan bir güç __________________________________________________ _______________________ Hikmet “Bütün özel bilgi alanlarını kuşatan doğru, yararlı, kapsamlı ve derin bilgi; ilâhî gerçekleri, özellikle Kur’an’ın yüksek anlamını kavramaktan doğan bilgi; İslâm dininin ilkelerine inanmak ve bunlara uygun yaşamakla gerçekleşen üstün hayat tarzı, Hz. Peygamber’in müslümanlar için doğru bilgi ve erdemli yaşayış kaynağı olma değeri taşıyan sünneti” gibi anlamlarda kullanılan hikmet kavramı Kur’ân-ı Kerîm’de, “çok hayır” diye nitelenir; on bir âyette “kitap” ile birlikte kullanılarak hikmetin, “ilâhî kitaplar” veya “bu kitaplarda vahyedilen derin bilgiler” anlamı taşıdığına işaret edilir. Hikmet, insanı öteki canlılardan ayıran düşünme veya bilme gücünün meyvesidir. Bu sebeple İslâm kültüründe düşünür karşılığında “hakîm” kelimesi kullanılmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de ve diğer İslâmî kaynaklarda ilim, mârifet veya irfan, fikir (fikr), tefkir, tefekkür, tedebbür, taakkul, nazar, re’y, zikir, itibar gibi çok çeşitli kelimelerle insan için düşünme faaliyetinin önemi vurgulanmış; insanın ancak bu şekildeki düşünce zenginliği ile insanlık değerini koruyup geliştireceğine işaret edilmiştir. İffet “İnsanın arzularını, tutkularını aklının ve inancının kontrolünde tutarak, Allah ve insanlar nezdinde kendisini küçük düşürecek davranışlardan sakınmasını sağlayan bir erdem” anlamındaki iffet kavramının Kur’ân-ı Kerîm’de, “haya, vakar, kişinin kendi şahsiyet ve onurunu koruması” şeklinde yorumlanabilecek bir konumda kullanıldığı görülmektedir (el-Bakara 2/273). Diğer bazı âyetlerde ise “insanın, kendisine ait olmayan bir mala el uzatmaması” (en-Nisâ 4/6), “edepli ve hayalı olması” (en-Nûr 24/33, 60) anlamında kullanılmıştır. Hz. Peygamber de iffetli müslümanlardan övgüyle söz etmiştir (meselâ bk. Buhârî, “Tefsîr”, 9; “Ahkâm”, 16). __________________________________________________ _______________________ Hevâ : İnsanın iyi ve kötü konusunda doğru seçim yapmasını ve akla uygun davranmasını önleyen nefsânî arzular. __________________________________________________ _______________________ Doğruluk ve Dürüstlük İslâmî kaynaklarda doğruluk ve dürüstlük çok çeşitli kelimelerle ifade edilmekte olup bunların başında sıdk ve istikamet kavramları gelir. __________________________________________________ _______________________ Sıddîk : Doğruluk ve dürüstlük erdemine sahip olan kişi. İstikamet : Allah’ın buyruğuna uygun şekilde doğru, dürüst ve temiz kalpli olma. Ümmü’l-habâis : Bütün kötülüklerin anası. __________________________________________________ ______________________ Tevazu Tevazu, “insanlara karşı alçak gönüllü olma, kibirlenip böbürlenmekten sakınma” anlamına gelen bir ahlâk terimidir. Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın iyi kullarından söz eden bir âyette en başta tevazu erdemine işaret edilerek, “Onlar yeryüzünde tevazu içinde yürürler” (el-Furkan 25/63) buyurulmuştur. B) Ailede Ahlâkî Görevler Ailenin Önemi Diğer canlılardan farklı olarak insanlar tarih boyunca cinsel ihtiyaçlarını, bilinçli ve amaçlı olarak kurdukları aile düzeni ve disiplini içinde karşılayagelmişlerdir. Nisâ sûresinin ilk âyetinde de işaret buyurulduğu üzere bu kurumun başta gelen amacı, sağlıklı nesiller yetiştirmek suretiyle insan soyunun devamına katkıda bulunmaktır. Hz. Peygamber de bu hususa vurgu yapmıştır (İbn Mâce, “Nikâh”, 1). __________________________________________________ ________________________ Ensar : Kur’ân-ı Kerîm’de, (yardım severler) diye anılır. __________________________________________________ ______________________________ Toplumsal Barış ve Uzlaşma İslâmî kaynaklarda toplumsal barış, uzlaşma ve kaynaşmayı ifade eden kavramlar arasında en yaygın kullanılanı ülfet kelimesidir. Özellikle Câhiliye kabileciliği ve asabiyet duygusunun tahribatıyla büyük bir parçalanma ve nefret döneminden sonra İslâm toplumu için barış, uzlaşma ve kaynaşma özel bir önem kazanmış; âyet ve hadislerde gerek ülfet ve bundan türetilmiş kelimelerle, gerekse aynı veya yakın anlamlarda kullanılan sulh, ıslah gibi başka kelimelerle müslümanlar arasında barış ve kardeşliğe dayalı güçlü bağlar kurulması amaçlanmıştır. __________________________________________________ ________________________ Ülfet : Toplumsal barış, uzlaşma ve kaynaşma. __________________________________________________ ________________________ Tokalaşma : Kaynaklarda genellikle musâfaha kelimesiyle ifade edilen tokalaşma Hz. Peygamber’in sünnetinde de yer alan İslâmî bir muaşeret kuralıdır. Bu kelimenin kökü olan “safh” kelimesinin âyetlerde “hoşgörülü ve affedici olma” anlamlarında geçtiğini dikkate alarak (meselâ bk. el-Bakara 2/109; el-Hicr 15/85; ez-Zuhruf 43/79), tokalaşmanın da bir kimsenin, elini sıktığı insana karşı hoşgörüsünü, affediciliğini ve sevgisini simgeleyen bir davranış olarak değerlendirmek gerekmektedir. Müdârâ: “İlişkilerin kötüye gitmesini önlemek maksadıyla, huzursuzluk çıkarıp zarar verecek insanlar karşısında durumu idare edip vaziyeti kurtarma” anlamına gelen ahlâkî bir erdem olan müdârâ, Hz. Peygam ber’in toplumsal barışı gerçekleştirmek ve bazı zorbaların zararlarını önlemek üzere başvurduğu bir sünnetidir. Müdârânın çığırından çıkarılarak riyakârlık noktasına götürülmesine ise İslâm ahlâkında müdâhene denmiş ve bunun bir rezilet (erdemsizlik) olduğu bildirilmiştir. __________________________________________________ ________________________ Müdârâ: İlişkilerin kötüye gitmesini önlemek maksadıyla, huzursuzluk çıkarıp zarar verecek insanlar karşısında durumu idare edip vaziyeti kurtarma. Müdâhene : Gücü yettiği halde, haram işleyene mani olmamak, dalkavuklukyaparak, birinin gönlünü alırken, İslamiyet’in dışına çıkmak, günaha girmektir. Rezilet (erdemsizlik). İfsad : Kur’ân-ı Kerîm’de genellikle bir ülke veya beldedeki huzursuzluk ve kargaşa ortamı kelimelerle ifade edilerek ifsadın kötülüğü vurgulanır. Islah : Kur’ân-ı Kerîm’de genellikle barış ve güvenlik ortamı, faydası ve gerekliliği vurgulanır. Sulh, Sâlih, Sâlihât : Kur’ân-ı Kerîm’deBarış anlamında kullanılmıştır. Sâlihîn, Sâlihûn : Kur’ân-ı Kerîm’de iyilikle barış, iyi müslüman olmakla barışçı olmak anlamında kullanılmıştır. Hukukullah : Allah hakları Hukuku ibâd : Kul hakları Hukuku âdemiyyîn : İnsan hakları __________________________________________________ ________________________ D) İş ve Ticaretle İlgili Görev ve Sorumluluklar a) Çalışma, Üretim ve Kazanmanın Önemi Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın geceyi istirahat, gündüzü de geçim temini için yarattığı (el-Kasas 28/73), kural olarak insan için çalışıp çabalamaktan başka bir kazanç ve başarı yolu olmadığı (en-Necm 53/39) belirtilmiştir. A‘râf sûresinde (7/32) dünya nimetleri için “Allah’ın ziyneti” ve “güzel rızıklar” denilmiş; Cum‘a sûresinde de (62/9) müslümanlara, yeryüzüne dağılarak bu güzel rızıklardan kazanıp yararlanmaları öğütlenmiştir. “Hiçbir kimse elinin emeğiyle kazandığından daha hayırlı bir lokma yememiştir” (Buhârî, “Büyû‘”, 15) buyuran İslâm Peygamber’i, dağdan odun toplama olsa bile, bir iş tutmanın başkalarına el avuç açmaktan daha iyi olduğunu söylemiştir (Buhârî, “Zekât”, 50). __________________________________________________ ________________________ İhtikâr : Karaborsacılık. Malı stok ederek talebi artırmak suretiyle malın pahalanmasına sebep olmak ve fiyatlar yükselince malı satarak aşırı ve haksız kazanç elde etmek. Tevessül : Arapça vesile kelimesinden gelmektedir. Vesile; derece yakınlık, şefaat, başkasına yaklaşmak için vasıta kılınan şey manalarına gelir. __________________________________________________ ________________________ c) Harcama ve Tüketimle İlgili Görevler Her ekonomik sistem gibi İslâmiyet de mal sahibinin, kendi malını yönetmek ve kullanmak hususunda bazı hukukî ve ahlâkî kayıtlar getirmiş olup bunların başlıcaları şöylece sıralanabilir: 1. Toplumun zararına tüketim ve harcamalarda bulunmamak. 2. Lüks ve ihtişam için harcama yapmamak. İktisatçıların tüketim maddelerini bu şekilde üçlü ayırımı, İslâmî literatürde değer ve yararların zarûrî, hâcî ve tahsînî şeklinde üçe ayrılmasını hatırlatmaktadır. Zarûrî (Zarûriyyât) : Din, akıl, can, mal ve nesil (ırz) dinî hükümlerin ana gayesini, fert ve toplumların varlıklarını koruyabilmesi için kaçınılmaz olan değerleri temsil eder. Hâcî (Hâciyyât) : İnsanların yaşantılarını kolaylık içinde ve sıkıntıya düşmeden sürdürebilmek için muhtaç oldukları şeyler demektir. Tahsînî (Tahsîniyyât veya Kemâliyyât): Üstün ahlâka, güzel âdetlere ve olgun insan olmanın gereklerine uygun düşen her türlü durum ve davranışı içine alır. Yukarıda sözü edilen üçlü ayırımdaki, “rahatlık ve kolaylık sağlayıcı maddeler” İslâm bilginlerinin adlandırmasıyla hâciyyât ve tahsîniyyât gruplarında yer alan harcamalardır. Dinde lüks ve israf haram kılındığı için, bu tür harcamalar İslâm bilginlerinin bu gruplandırmasında yer almaz. 3. İsraf etmemek. 4. İnfak ve cömertlik yapmak. İnfak : İnfak kelimesi nafaka ile aynı köktendir ve en geniş mânası ile “muhtaç durumda olanların nafakalarını temin etmek” anlamına gelir. Sözlükte "bitirmek, yok etmek; yoksul düşmek; malı veya parayı elden çıkarmak" anlamlarına gelen infâk, dinî bir terim olarak, Allah'ın hoşnutluğunu kazanma amacıyla kişinin kendi servetinden harcamada bulunması, ihtiyaç sahiplerine aynî ve nakdî yardım etmesi demektir. Bu yönüyle infâk, hem farz olan zekatı hem de gönüllü olarak yapılan her çeşit hayrı içerir. __________________________________________________ ________________________ Zarûrî (Zarûriyyât) : Din, akıl, can, mal ve nesil (ırz) dinî hükümlerin ana gayesini, fert ve toplumların varlıklarını koruyabilmesi için kaçınılmaz olan değerleri temsil eder. Hâcî (Hâciyyât) : İnsanların yaşantılarını kolaylık içinde ve sıkıntıya düşmeden sürdürebilmek için muhtaç oldukları şeyler demektir. Tahsînî (Tahsîniyyât veya Kemâliyyât): Üstün ahlâka, güzel âdetlere ve olgun insan olmanın gereklerine uygun düşen her türlü durum ve davranışı içine alır. Muhteris: İhtiras sahibi, hırslı kişiler için kullanılır. Îtidâl : Bir şeyin ayakta durmasını sağlayan dengeyi en güzel şekliyle muhâfaza etmektir. İnfak : Allah'ın hoşnutluğunu kazanma amacıyla kişinin kendi servetinden harcamada bulunması, ihtiyaç sahiplerine aynî ve nakdî yardım etmesi __________________________________________________ ________________________ E) Siyasetle İlgili Görev ve Sorumluluklar a) İslâm Düşüncesinde Siyasetin Önemi İslâm dininin en belirgin ve temel niteliklerinden biri hem dünya hem âhiret dini oluşudur. Bundan dolayıdır ki Hz. Peygamber Medine’ye hicret eder etmez, yalnız dar anlamda bir din önderi değil, aynı zamanda siyasî bir lider olarak davranmış; din faaliyetleri yanında toplumsal ve siyasî işlerin düzenlenmesi ve yönlendirilmesi işini de üzerine almış; Medine’deki Müslüman olan ve olmayan bütün unsurların benimsediği bir anayasal belge hazırlayarak dinin öngördüğü ilke ve hedeflerle uyumlu bir siyasî yapı oluşturmaya başlamıştır. Siyaset mesleğinin zaman zaman bazı toplumlarda ahlâk ilkelerinin dışına saptırılarak değer aşınmasına uğratılmasını ârızî bir durum olarak değerlendirmek gerekir. Nitekim bizzat Hz. Peygamber ve ashabının önde gelenleri olan Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’nin de birer siyasî lider oldukları göz önüne alındığında İslâm’da siyasetin ne kadar yüce bir meslek ve uğraşı olduğu açıkça ortaya çıkar. Bu durumu dikkate alan İslâm bilgin ve düşünürleri, genellikle siyasete hem toplumsal faaliyet hem de bir bilim dalı olarak büyük bir önem vermişler ve onu mesleklerin en şereflisi saymışlardır. 1. Önce siyaset doğal ve toplumsal zorunluluğun bir sonucudur. 2. Siyaset, dinî hayatın sağlıklı yürütülmesi için de gereklidir. b) Yöneticinin Bazı Nitelikleri ve Görevleri 1. Ehliyet ve Liyakat Buhârî, “İlim”, 13; “İmâre”, 170) buyurmuştur. Bu hadiste “iş” anlamına gelen emr kelimesi, öncelikle devlet işi yani idarî ve siyasî görev olarak düşünülmüştür. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de devlet adamları için “ülü’l-emr” (iş başında olanlar) ifadesi kullanılmıştır (en-Nisâ 4/59). Yukarıdaki hadis, siyasette ehliyetin önemini açık bir şekilde göstermektedir. Bu sebeple İslâm bilginleri, eserlerinde siyasî ve idarî görevlere getirilecek kişilerde aranması gereken niteliklere geniş yer vermişlerdir. __________________________________________________ ________________________ Ülü’l-emr : Kur’ân-ı Kerîm’de devlet adamları için “ülü’l-emr” (iş başında olanlar) ifadesi kullanılmıştır (en-Nisâ 4/59). __________________________________________________ _______________________ 2. Adalet ve Dürüstlük Sa’d sûresinin 26-28. âyetlerinden çıkan sonuca göre müttaki (takvâ sahibi) bir yönetici, yönetimini adalet ve hakkaniyet ölçülerine göre sürdürür; hüküm ve kararlarında keyfî arzularına uyup Allah’ın tayin ettiği ölçülerden sapmaz. Takvâ sahibi yönetici inançlı kişidir ve kendisi için olduğu gibi halkı için de en iyi, en yararlı olan işleri yapar. Fâcir (kendisi günahlarla kirlenmiş) yönetici ise kötü arzularına uyup Allah yolundan sapmıştır; o, yönetimiyle ülkeyi bozup tahrip eder. Fârâbî’nin ifadesiyle, “Toplum sevgiyle kaynaşır, adaletle yaşar.” __________________________________________________ _______________________ Fâcir : Kendisi günahlarla kirlenmiş kişi. __________________________________________________ _______________________ c) Yönetilenlerin Görev ve Sorumlulukları 1. Siyasî Otoriteye Saygı İslâm dini, bütün toplumsal kurumlarda olduğu gibi en geniş toplumsal kurum olan devlette de nizam fikrine ve uyuma önem verir. Bu sebeple Kur’ân-ı Kerîm’de, “Allah’a, Peygamber’e ve içinizden çıkan yöneticilere itaat ediniz” (en-Nisâ 4/59) buyurulmuştur. Hz. Peygamber de, “Kendi işlerinizi yürütenlere (devlet adamlarına) itaat edin, rabbinizin cennetine girin” (Tirmizî, “Cum‘a”, 81) anlamındaki hadisiyle bu itaatin değerine işaret etmiştir. Ehl-i sünnet anlayışına göre devlet başkanı günahkâr da (fâsık) olsa ona itaat etmek gerekir. Bir Ehl-i sünnet bilgini olan Gazzâlî, “Zalim de olsalar devlet adamlarına hakaret etmek doğru değildir” der ve buna gerekçe olarak Amr b. Âs’ın, “Ehliyetsiz olsa bile bir hükümdarın varlığı, anarşinin sürüp gitmesinden daha hayırlıdır” sözünü hatırlatır (İhyâ, IV, 85). İmam Mâverdî : el-Ahkâmü’s-sultâniyye, Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn 2. Toplumun Haksız Yönetime Karşı Tavır Alması Hz. Peygamber’in yukarıda işaret edilen uyarılarını da dikkate alan İslâm bilginleri, devlet ve siyaset adamlarını adalet ve hakkaniyete çağırmayı, buna imkân bulanların önemli görevleri arasında göstermişler; bunu İslâm’da büyük yeri olan emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker (iyiliği emredip kötülüğe karşı çıkma) ilkesinin bir gereği olarak görmüşler ve bu görevi kendileri de yerine getirmişler; hatta bu konuda “Nasîhatü’l-mülûk, edebü’lmülûk, âdâbü’l-vüzerâ, pendnâme, nasîhatnâme” gibi isimler altında kitaplar yazmışlar, zaman zaman devlet adamlarına uyarı mektupları göndermişler dir. Bu aktif uyarı görevi öncelikle ilim adamlarına düşer. Bunun yanında İslâm bilginleri, eserlerinde halka da meşruiyet zemininde haksızlıklara karşı koymayı öğütlemişlerdir. İslâmî literatürde “emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’lmünker” konusu işlenirken devlet ve siyaset adamlarının haksız ve adaletsiz uygulamalarına engel olma konusuna da geniş yer verildiği görülür. Daha çok yapıcı ve barışçı bir karşı koyuş olarak nitelenebilecek bu faaliyetler, haksızlık yapan devlet ve siyaset adamlarını -yeni haksızlıklara ve karışıklıklara meydan vermeyecek biçimde- yazılı ve sözlü olarak uyarmak, protesto etmek, onlarla ilgi kurmamak, onları ziyaret etmemek, hediyelerini kabul etmemek, onlardan maaş almamak, iktidarlarının son bulması için dua etmek gibi yolların izlenmesi şeklinde açıklanmıştır. __________________________________________________ ________________________ Emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker : İyiliği emredip kötülüğe karşı çıkma. __________________________________________________ ________________________ V. Hz. PEYGAMBER’İN ÖRNEK AHLÂKI ve ŞAHSİYETİ Kuşkusuz hem ferdî hem de sosyal bakımdan İslâm’ın ideal ve örnek insanı Hz. Muhammed’dir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm Resûlullah’ın hayat ve şahsiyetini müslümanlar için örnek olarak göstermiş (el-Ahzâb 33/21); bu sebeple ashâb-ı kirâm onun hayatını titizlikle izlemişler; bu hayatı hem bizzat kendi yaşayışlarına örnek almışlar hem de sonraki nesillere büyük bir gayret ve itina ile nakletmişlerdir. Onun ahlâkı ve şahsiyeti hakkında en önemli kaynak Kur’ân-ı Kerîm’dir. Çünkü, Hz. Âişe’nin belirttiği gibi (Müslim, “Müsâfirîn”, 139) “Onun ahlâkı Kur’an’dır.” Hadis külliyatıyla siyer, şemâil ve hilye kitapları Hz. Peygamber’in hayatını, bedenî özelliklerini ve ahlâkî kişiliğini anlatan hadis ve haberleri ihtiva eder. Resûlullah bir defasında kendisini şöyle tanıtmıştı: “Rabbimin katında benim on ismim var: Ben Muhammed’im; Ahmed’im; Ben Mâhî’yim, yani Allah benim vasıtamla inkârcılığı mahvedecektir; Ben Hâşir’im, yani Allah kullarını benim izimde toplayacaktır; Ben Rahmet Peygamber’iyim, tövbe Peygamber’iyim, kahramanlık Peygamber’iyim. Ben Mukaffî’yim, yani bütün insanları Allah yoluna yöneltirim. Nihayet ben (insanlığı) kemale erdirenim” (Müslim, “Fezâil”, 126). Bazı sahâbîler, ebedî kurtuluşlarını kazanabilmek için geceleri hep namaz kılacaklarını, gündüzleri oruç tutacaklarını, evlenmeyeceklerini, evli olanlar eşlerine yaklaşmayacaklarını söylemişlerdi. Hz. Peygamber bu gelişmeyi duyunca onları şu sözlerle uyardı: “Sizin şöyle şöyle söylediğinizi duyuyorum. Bakın, yemin ederim ki ben, Allah’a hepinizden daha çok saygılıyım. Bununla birlikte oruç tuttuğum günler de olur, tutmadığım günler de. Namaz da kılarım, uyku da uyurum. Kadınlarla da evlenirim... Kim benim sünnetimden (yolumdan) yüz çevirirse benden yüz çevirmiş olur” (Buhârî, “Nikâh”, 1). “Dünyada zühd içinde olmak, helâli haram saymak değildir” (Tirmizî, “Zühd”, 29). En mükemmel insanın hayatında bile iyilik-kötülük mücadelesinin bittiği bir son nokta yoktur. O sebepledir ki, kendisine “Yaşlandınız, yâ Resûlellah!” denildiğinde o, “Beni Hûd ve Şûrâ sûreleri yaşlandırdı” (Tirmizî, “Tefsîr”, 56, 6) buyurmuşlardır. Çünkü her iki sûrede de, “Sana buyurulduğu gibi dosdoğru ol!” (Hûd 11/112; eşŞûrâ 42/15) denilmektedir. Hz. Muhammed, Allah tarafından ebedî risâletle görevlendirilmiş olmak bakımından en büyük şeref ve imtiyaza mazhar olmuştur. Bunun yanında o hem bir insan ve kul olarak hem de kendi deyimiyle “ahlâkî güzellikleri tamamlamak için gönderilmiş” bir rehber olarak bütün ömrünü erdemli yaşamaya adamış olmak bakımından da en seçkin insandır ve bu yüzden “üsve-i hasene” (güzel örnek)dir. Onun en yüksek ve örnek faziletlerinden biri de kendisini kanunlar üstü görmemesidir. Kur’ân-ı Kerîm’de defalarca ona, kendisine vahyedilene uyması emredilmiştir. Zümer sûresinin 12. âyetinde ona verilen bir tâlimat olan, “Ben müslümanların ilki olmakla emrolundum” şeklindeki ifade, onun ahlâk ve fazilette de öncü ve örnek olmasını gerektirir. Bu sebepledir ki, Kur’ân-ı Kerîm’deki pek çok emir ve yasak doğrudan ona hitap eder. Kur’ân-ı Kerîm’in birkaç âyetinde Hz. Peygamber, bazı küçük yanılgıları sebebiyle ikaz edilmiştir. Bu âyetler onun bir ilâh gibi kabul edilmemesi gerektiğini göstermesi bakımından önemlidir. Fakat, bundan daha önemlisi şudur ki, Resûlullah bu âyetleri, en küçük bir komplekse kapılmadan, açık yüreklilikle halka okumuş, duyurmuş; dahası namazlarda okunmasına izin vermiştir. Tarihte kendisini eleştiren sözleri okumayı ibadet sayacak kadar ahlâkta ve fazilette yücelmiş olan bir başka şahsiyet yoktur. İşte bundan dolayı o, insanlığa örnek, âlemlere rahmettir. Endülüslü ünlü âlim İbn Hazm (ö. 456/1064), her cümlesi bir hikmet değeri taşıyan el-Ahlâk ve’s-siyer adlı ahlâk kitabında şöyle der: “Âhiret iyiliğini, dünya bilgeliğini, düzgün yaşayışı, bütün ahlâk güzelliklerini, bütün faziletleri kazanmak isteyen kişi, Hz. Muhammed’i örnek alsın” (s. 19-20). Çünkü “Resûlullah bütün hayırlarda en ileridedir. Allah onun ahlâkını övmüş, faziletleri en mükemmel şekliyle onda toplamış ve onu her türlü kusurlardan arındırmıştır” (s. 50). __________________________________________________ ________________________ Üsve-i hasene: Güzel örnek. __________________________________________________ ________________________ YAZARLAR VE ESERLERİ Abdullah b. Mübârek: Kitâbü’z-Zühd ve’r-rekåik Ahmed b. Hanbel: ez-Zühd Buhârî: el-Edebü’l-müfred İbn Hibbân el-Büstî: Ravzatü’l-ukalâ’ ve nüzhetü’lfuzalâ İbn Hazm: el-Ahlâk ve’s-siyer fî müdâvâti’n-nüfûs Ebû Nasr et-Tabersî: Mekârimü’l-ahlâk Râgıb elİsfahânî: ez-Zerî‘a ilâ mekârimi’ş-şerî Mâverdî: Edebü’ddünyâ ve’d-dîn Gazzâlî: İhyâü ulûmi’d-dîn İslâm Ahlâkı Terimleri(sözlük) Ahlâk-ı hamîde, Ahlâk-ı hasene : İyi huy, iyi Ahlâk. Ahlâk-ı zemîme, Ahlâk-ı seyyie : Kötü huy, kötü Ahlâk. Rezîlet : Erdemsizlik Nazarî : Teorik, kuramsal ahlâk Amelî : Pratik, uygulamalı ahlâk Bilmek” ve “Yapmak : Felsefenin kabul ettiği insanın iki temel yeteneği. Hikmet-i nazariyye : “Neyi bilebiliriz? Bilgilerimizin değeri nedir?” soruları. Hikmet-i ameliyye : “Neyi yapmalıyız? Eylemlerimizin değeri nedir ve ne olmalıdır?” soruları. İslâm : “Teslim olma, kurtuluşa erme ve müsâleme” mânalarına gelir Müsâleme : İslâm kelimesi ile aynı kökten gelmektedir “çatışma ve zıtlaşmayı ortadan kaldırarak uyuşmak, anlaşmak, birbirinden emin olmak, dostça münasebetler kurmak” manalarına gelir. Cehalet : Amelî bilgisizlik, yani sefahat, serkeşlik. Mürüvvet : Cahiliye döneminde geniş anlamıyla yiğitlik ve mertliğin en ileri düzeyi olarak algılanıyordu. Summum bonum : Hayırların hayırı manasıda Romalıların kulladıkları bir tabirdir. “övülmeye değer her şey” demek olan bu kavramın dengidir. Asabiyet : Kabile üyeleri arasında kayıtsız şartsız dayanışma yasasını ifade etmekte ve Arap’ın hayatına yön veren, ahlâkî zihniyet ve değerlerine hâkim olan Câhiliye ruhunu yansıtmaktdır.(ırkçılık) Fahr ve Tefâhur : Kibir, gurur, soyluluk ve üstünlük yarışı. Hablullah : Allah’ın dini Vasat : Adalet Vasat Ümmet : Adaletli ümmet Ahrâr : Kendilerini (özgür, soylu) diye niteleyerek başka zümrelerden üstün gören mütegallibe(zorba). Mütegallibe : Zorba, zorba takımı. Temel : Çok önemli Tâli : Az önemli Takvâ : İnsanın, ibadet ve güzel işler yaparak kendisine acı verecek durumlardan korunması. Allah’ın buyruklarına uyup yasakladığı şeylerden titizlikle kaçınmayı ifade eder. Fücûr : Bütün kötülükleri ifade eder. Takvâ’nın zıttıdır. Hilim : Akıl ve kültürle kazanılan, insan ilişkilerinde sabırlı, hoşgörülü, bağışlayıcı, uzlaşmacı ve medenî davranışlar sergilemeyi sağlayan ahlâkî erdem.(hilim kelimesinin zıttı Cahillik) Ahlâm : Hilim kelimesinin çoğulu Halîm : Hilim sahibi Teenni : Kararlılık, ağır başlılık. Te’dib : Birini bir konuda bilgilendirme. Edip : Bir şey hakkında bilgilendirilmiş kişi. Ahlâk-ı hamîde : Güzel ahlâk Ahlâk-ı zemîme : Kötü ahlâk Ennefsü’l-levvâme : Vicdan duygusu insanı kötülük yapması halinde kınayan bir güç Hevâ : İnsanın iyi ve kötü konusunda doğru seçim yapmasını ve akla uygun davranmasını önleyen nefsânî arzular. Sıddîk : Doğruluk ve dürüstlük erdemine sahip olan kişi. İstikamet : Allah’ın buyruğuna uygun şekilde doğru, dürüst ve temiz kalpli olma. Ümmü’l-habâis : Bütün kötülüklerin anası. Ensar : Kur’ân-ı Kerîm’de, (yardım severler) diye anılır. Ülfet : Toplumsal barış, uzlaşma ve kaynaşma. Müdârâ: İlişkilerin kötüye gitmesini önlemek maksadıyla, huzursuzluk çıkarıp zarar verecek insanlar karşısında durumu idare edip vaziyeti kurtarma. Müdâhene : Gücü yettiği halde, haram işleyene mani olmamak, dalkavukluk yaparak, birinin gönlünü alırken, İslamiyet’in dışına çıkmak, günaha girmektir. Rezilet (erdemsizlik). İfsad : Kur’ân-ı Kerîm’de genellikle bir ülke veya beldedeki huzursuzluk ve kargaşa ortamı kelimelerle ifade edilerek ifsadın kötülüğü vurgulanır. Islah : Kur’ân-ı Kerîm’de genellikle barış ve güvenlik ortamı, faydası ve gerekliliği vurgulanır. Sulh, Sâlih, Sâlihât : Kur’ân-ı Kerîm’de Barış anlamında kullanılmıştır. Sâlihîn, Sâlihûn : Kur’ân-ı Kerîm’de iyilikle barış, iyi müslüman olmakla barışçı olmak anlamında kullanılmıştır. Hukukullah : Allah hakları Hukuku ibâd : Kul hakları Hukuku âdemiyyîn : İnsan hakları İhtikâr : Karaborsacılık. Malı stok ederek talebi artırmak suretiyle malın pahalanmasına sebep olmak ve fiyatlar yükselince malı satarak aşırı ve haksız kazanç elde etmek. Tevessül : Arapça vesile kelimesinden gelmektedir. Vesile; derece yakınlık, şefaat, başkasına yaklaşmak için vasıta kılınan şey manalarına gelir. Zarûrî (Zarûriyyât) : Din, akıl, can, mal ve nesil (ırz) dinî hükümlerin ana gayesini, fert ve toplumların varlıklarını koruyabilmesi için kaçınılmaz olan değerleri temsil eder. Hâcî (Hâciyyât) : İnsanların yaşantılarını kolaylık içinde ve sıkıntıya düşmeden sürdürebilmek için muhtaç oldukları şeyler demektir. Tahsînî (Tahsîniyyât veya Kemâliyyât): Üstün ahlâka, güzel âdetlere ve olgun insan olmanın gereklerine uygun düşen her türlü durum ve davranışı içine alır. Muhteris: İhtiras sahibi, hırslı kişiler için kullanılır. Îtidâl : Bir şeyin ayakta durmasını sağlayan dengeyi en güzel şekliyle muhâfaza etmektir. İnfak : Allah'ın hoşnutluğunu kazanma amacıyla kişinin kendi servetinden harcamada bulunması, ihtiyaç sahiplerine aynî ve nakdî yardım etmesi Ülü’l-emr : Kur’ân-ı Kerîm’de devlet adamları için “ülü’l-emr” (iş başında olanlar) ifadesi kullanılmıştır (en-Nisâ 4/59). Fâcir : Kendisi günahlarla kirlenmiş kişi. Emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker : İyiliği emredip kötülüğe karşı çıkma. Üsve-i hasene: Güzel örnek.
__________________ Büyükler fikirleri, Ortalar olayları, Küçükler kişileri tartışır.
|