Durumu: Medine No : 4458 Üyelik T.:
19 Ekim 2008 Arkadaşları:0 Cinsiyet:kadın Memleket:sivas/istanbul/ Mesaj:
5.619 Konular:
583 Beğenildi:4898 Beğendi:6572 Takdirleri:26238 Takdir Et:
| Cevap: Kur’an’da insanın terbiye süreci
KUR’AN İNSANI NASIL TERBİYE EDER?
Kuran-ı Kerim’in inzal (iniş) sırası, aslında Allah (c.c)’ın insanlığı terbiye sürecidir. Kitabullah, terbiye süreci dikkate alınarak aşama aşama tedrici olarak indirilmiştir. Yine Kur’an, birçok âyette bir konuya dikkat çeker, izah eder, sonra emreder ve yasaklar. Bu insanlığın Kur’an’a göre terbiye süreci dikkate alınarak bir uygulama yapılacak ise, aynı yolun izlenmesi gerektiğinin de ayrı bir delilidir.
Kur’an insanı terbiye ederken ‘üç aşmalı’ bir yol izler.
Birinci aşama; zihnin terbiyesi.
İkinci aşama; kalbin terbiyesi.
Üçüncü aşama; amellerin (hayatın) terbiyesidir.
Kur’an bu aşamaları uygularken asla aceleci bir tavır sergilemez, her zaman tedrici bir üslup benimser. Unutulmamalıdır ki, Kur’an başında, kâinatın en güzel insanı (s.a.v.) olduğu halde terbiye süreci 23 senede tamamlanmıştır. Değişim, terbiye ve olgunlaşma kolay değildir. Çünkü insan doğası, bu tür değişime direnç gösterir. Ön kabuller ve alışkanlıklar insanı olumsuz yönde etkiler. Zihnin ikna süreciyle ancak zamanla yumuşama gösterir, bu yumuşama ile birlikte zihinde değişim olur. İşte bu nokta terbiye sürecinin varmak istediği yerdir. Çünkü tüm değişimler ancak zihinde başlar. Zihin ikna olmuş ise kalbi ve ameli terbiye sürecini başlamış olur.
1. ZİHİN TERBİYESİ
Zihin; insan neslinin, beyni ve aklı ile gerçekleştirdiği tüm tefekkür, tasavvur anlama ve kavrama faaliyetlerinin hepsine birden verilen isimdir. İnsanı sevk ve idare iki mekanızma vardır. Bunlardan birincisi zihin, ikincisi kalptir. Zihin duru ve düzgün olursa, kişinin kalbi de hayatı da duru ve düzgün olacaktır. Eğer zihinde kirlenmeler ve şüpheler (marazlar) baş göstermişse artık ikinci idare mekanizma olan kalpte de kirlenmeler ve marazlar oluşmaya başlayacaktır.
İşte bu yüzden Rahman, insanın terbiye sürecine, zihin tasavvurlarındaki sorunların ve yanlışların düzeltilmesiyle başlar. Bir insanın zihnindeki doğru bilgiler eksikse, ya hevasından ya da hayalinden konuşmaya başlar. Bu da insanın helakini getirir. Rahman bu yönünü terbiye etmek ve işe doğru zihin inşasından başlamak istediği için;
“Oku, yaratan Rabbi’nin adı ile.” (Alak- 1)
“Kur’an’ı tertil üzere (ağır ağır/düşünerek) oku.” (Müzemmil- 4) diyerek, Kur’ani terbiyenin nereden başlaması gerektiğini açıkça ortaya koymuştur.
Kişinin zihinde aydınlık ve hakikat yoksa orayı karanlık ve cahillik doldurur. O yüzden insan okumalı, anlamalı ve terbiye olmalıdır. Ama neyi okumalı ve nasıl okumalı? İşte bu iki soru, insanı çok düşündürmüştür. Ancak ayete tekrar dönecek olursak, birinci soru olan neyi okumalıyız sorusun, insanı Allah’a ve hakikate götürecek bilgi ve hikmet olduğunu anlayabiliriz. Çünkü Allah, bizim okuyarak kendisinden (cc) uzaklaşmamızı değil, aksine yaklaşmamızı ve yola girmemizi arzu eder. Yine Peygamber Efendimizin (sav),
“Faydasız ilimden Allah’ a sığınırım” sözünden okumaktan kastın, fayda sağlamak olduğu da anlaşılmaktadır.
İlk inen ayetteki ikinci dikkat çekici nokta ise ‘Rabbi’nin adı ile’ ifadesidir. Bu ifade ikinci soru olan, nasıl okumalıyız sorusunun cevabının oluşturmaktadır. Eğer Allah (c.c) bir Rab ise ki öyle, o zaman O’nun bizi terbiye etmesine müsaade edici olarak, ama mutlaka O’nun adıyla, O’na ulaşmak için okumalıyız. O’nun adı anılmadan başlanan her iş, Hz.Peygamberin (sav) de belirttiği gibi noksandır, güdüktür.
O yüzden insan Allah adıyla, Allah için ve Allah’ın kendisini terbiye etmesine müheyya olarak okumalıdır. Zihni, Rahman’ın öngördüğü doğru bilgilerle terbiye edilmiş insanın, artık kalbi de ve hayatı da doğru üzere kurulacaktır. İşte Rahman’ın bizden istediği de budur.
Terbiye Olmamada Israr ve Müstağnilik:
Yine Rahman, terbiyenin başı olan ‘Alâk’ suresinde, “Hayır, gerçekten insan, azar. Kendini müstağni gördüğü için” (Alak- 6-7) âyet-i kerimesi ile kişinin kendisini müstağni; yani zengin ihtiyaçsız, kimseye muhtaç olmayan olarak görmesini azma sebebi olduğunu ortaya koyuluyor. İnsanda yeterlilik duygusu önce zihinde başlar, oradan kalbe iner, kalbte ‘kibir’ halini alır ve sonuçta kişinin bütün hayatını olumsuz etkileyen bir virüs gibi insanı sarar ve mahveder. Terbiye olmamak müstağniliğe, müstağnilikte azgınlığa götürür. İnsanın müstağnilikten kurtulabilmesi için, yine aynı suresinin 12. ayetinde belirtildiği gibi takvalı olması gerekir.
Takva; İnsanda Allah’a karşı korkup sakınma, titiz ve duyarlı yaşama, özünü ve kendini her türlü manevi kirlerden korumadır. Bundan maksat ise Allah (cc)’ın rızasızlığından korkup sakınmadır. Eğer kişi bakış açısına ve hayatına dikkat etmeden yaşarsa sürekli kirlenecek, Allah’ın ona üflemiş olduğu ruhu kirletecektir. Sonuçta Allah’tan ve O’nun rızasından uzaklaşacaktır.
Rahman takvayı insanı örten bir elbiseye benzetir:
“Ey Âdemoğlulları, biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size süs kazandıracak bir giyim indirdik. Takva ile kuşanıp-donanmak ise, bu daha hayırlıdır. Bu Allah’ın ayetlerindendir. Umulur ki düşünüp öğüt alırlar” (Araf - 26)
Elbise, insanı dıştan gelecek olumsuz etkilere karşı nasıl korursa, takvada insanı manevi anlamda dıştan ve içten gelebilecek olumsuz durumlara karşı korur. O yüzden, Kur’ani terbiye mutlak anlamda ancak takva ile olgunlaşır.
“Şüphesiz, dönüş yalnızca Rabbinedir” (Alak- 8)
İçinde bulunduğumuz hayatın, çoğu kez bizi sarıp kuşattığını ve bir yerlere doğru sürükleyip götürdüğünü fark etmeyiz. Ancak insan bu dünyada misafirhanededir ve döneceği yer Rabbi’nin yanıdır. Eğer hayatın bu acımasız dişlileri arasına kul kendisini kaptırır ve önce varacağı yeri sonra da Allah’ı unutursa, Allah ta onu unutur ve bu kişinin mutlak felaketi anlamına gelir. İşte Allah bu büyük tehlikeyi bize hatırlatarak bizim çok dikkatli olmamızı ve ‘Ahiret terbiyesi’ içinde olmamızı ister. Ahireti unutmadan yaşayan insan, dünyayı olması gereken yere oturtur. Gözünde ve gönlünde büyütmez, dünyanın onup alıp götürmesine fırsat vermez.
Sonuçta insan, nerede ne kadar kalacaksa oraya o kadar önem vermesi gerekir!
İşte bu, bir ahiret terbiyesidir.
Zihin Terbiyesinde Hak-Batıl ayrışması :
“Ve şüphesiz sen pek büyük bir ahlak üzeresin. Artık yakında göreceksin ve onlarda görecekler. Sizden hanginizin fitneye tutulup çıldırdığını. Elbette senin Rabbin, kimin kendi yolundan şaşırıp-saptığını daha iyi bilendir.” (Kalem- 4-5-6-7)
“Şu halde yalanlayanlara itaat etme. Onlar senin kendilerine yaranmanı (uzlaşmanı) arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp-uzlaşacaklardı. Şunlardan hiçbirine itaat etme: Yemin edip duran, aşağılık. Alabildiğine ayıplayıp kötüleyen, söz getirip götüren. Hayrı engelleyip duran, saldırgan, olabildiğince günahkâr. Zorba, saygısız, sonra da kulağı kesik. Mal ve çocuklar sahibi oldu diye. Kendisine ayetlerimiz okunduğu zaman, (Bunlar) Eskilerin uydurma masallarıdır diyen” (Kalem -8-15)
Rahman, daha ikinci inen sure olan, Kalem suresinde iyilerle kötülerin, beyazlarla siyahların, aydınlıkla karanlığın arasını açmak ister. Çünkü siyah boya, beyaz boyaya ‘bir kaşık’ karıştığında, artık beyaz hiç bir zaman saf beyaz olamayacaktır. Artık ‘o’ kirlenmiş ve grileşmeye başlamıştır. Rahman bunu bildiği için kirlilerle temizlerin arasını açarak terbiye etmiştir. Ancak aslolan beyaz boyaların kendisini ‘takva’ ile muhafaza ederek, yavaş yavaş kendi boyasından siyah boyalara aktarma yapmalı ve onlarında zaman içinde kendisi gibi beyazlaşmasını sağlamalıdır. İmani terbiye de bunu gerektirir...
Terbiyeden ve Eğitimden Vazgeçmemek :
“Şimdi sen Rabbinin hükmüne sabret ve balık sahibi (Yunus) gibi olma. Hani O içi kahır dolu olarak (Rabbine) çağrıda bulunmuştu. Eğer Rabbinden bir nimet ona ulaşmamış olsaydı, mutlaka yerilmiş ve çıplak bir durumda atılmış olacaktı” (Kalem- 48-49)
Terbiye süreci zor ve zahmetlidir. Bazen, kendimizi terbiye sürecinde yol almış olsak bile, etrafınızı terbiye etmeniz zor hatta bazen imkânsız gibidir. İnsan böylesi bir durumda umutsuzluğa ve karamsarlığa düşmeden yolunu sabırla ve istikrarla, Hz. Nuh (a.s)’un kararlılığıyla sürdürmelidir. Rahman’ın bizden beklediği de budur.
“Allah’a söz vermişlerdi; Allah’a verilen söz ise (ağır bir) sorumluluktur” (Ahzâb- 15)
“Müminlerden öyle adamlar vardır ki Allah ile yaptıkları ahide sadakat gösterdiler; böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirdi, kimide beklemektedirler. Onlar hiçbir değiştirme ile (sözlerini-özlerini) değiştirmediler” (Ahzâb- 23)
İman ettiğini söylemek, Rahman’a bir çeşit ağır bir söz vermektir. Söz vermek zihin ve kalb işidir. İnsan haklılığına ve gerekliliğine inandığı bir sözü verir. Ancak insan çoğu kere söz verdiği zamanki hali üzere kalmaz. Çünkü insan yaşarken hayatına birçok yabancı tasavvurlar akar. Önce bunlara dönüp bakmaz. Ancak onlar hayatına akmaya tüm hızıyla devam eder. Önceleri pek itibar etmediği bu düşüncelere, sonraları acaba diyerek yaklaşır. İşte değişimin ilk başlangıç yeri burasıdır. İnsan bunu zihninde pek önemsemez ancak burası önemli kırılma noktasıdır. Çükü zihin batılın haklı olabileceğine bir inanmaya başladığında artık kendisi olmaktan uzaklaşmaya başlamıştır. Geri dönülmesi kolay olmayan bir yola yavaş yavaş girilmiş demektir.
Rahman, insanın inancının gelişmeye açık, ancak olumsuz değişmeye kapalı olmasını ister.
Rahman, kendisine verilen sözlere sadakat göstermemizi ister.
Rahman bizim kendimizi başıboş bırakmamamızı ister. İnsan tüm bunları ancak İlahi hedeflerde ısrar, şartlara göre şekil değiştirmeme anlayışı ile ve koplekslerinden kurtulduğunda başarabilir. Çünkü kompleksler bozulmaların ana kaynağıdır.
Kompleksler ve kişisel zaaflarımız, şahsi çukurlar ya da fazlalıklarımızdır. İnsan bunları, kendisine dikkatli bir şekilde bakınca görebilir. Ancak gördüğü ve fark ettiği hastalıklarını örtmemeli, aksine üzerine gitmelidir. Üzerine gidilmemiş her sorun daha çok büyür, adeta bizi bir sarmaşık gibi sarar. İşte şeytanın en çok sevdiği hal de budur: Kendisini bırakmış, nefsine hayır demeyen insan.
Rahman bizi Kitab’ına sımsıkı sarılarak yaşayanlardan eylesin.
Ayakları ve kalbleri O’nun (cc) yolunda sabit olanlardan eylesin. Âmin!
Temizlenip arınmak, terbiye sürecinin başlangıcıdır. Bir insanı önce ailesi, sonra çevresi, daha sonra da (eğer yapabilirse) kendisi terbiye eder.
İdeal olan, insanı yaratanının terbiye etmesidir. Bu da, O’nun bize indirdiği Kur’an’a yönelmekle olur.
Kur’an’ın her âyetinin mutlaka insanı onaran ve terbiye eden bir yönü vardır. Çünkü bu kitap mutlak mürebbi tarafından insanın terbiye edilmesi için indirilmiştir.
Bizi yaratan ve bizi her şeyimizle en iyi tanıyan ‘O’ olduğuna göre O’nun Kitabı ve O’nun güzel Rasulü’nün sünnetleri bizi terbiye etmelidir.
Terbiye süreci dikkate alınarak aşama aşama indirilen Kur’an, önce bir konuya dikkat çeker, sonra izah eder, sonra emreder veya yasaklar.
Bozulmaların ana kaynağı olan kompleks ve zaaflarımız, şahsi çukurlarımız ya da fazlalıklarımızdır. İnsan bunları, kendisine dikkatli bir şekilde bakınca görebilir.
Abdülhamit KAHRAMAN
__________________ Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım...
Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE.... |