Her şeyde olduğu gibi ibadetlerde de hissiyat çok önemlidir. Örneğin hastalığı nedeniyle iştahı olmayan bir insan açlığı hissetmediğinden yemek yeme arzusu, isteği kendisinde zuhur eder mi? Zorla da olsa ölmemek, güçten, kuvvetten düşmemek için yer. Ama yediğini zoraki yemiş olduğundan lezzet almaz. Bu yemek ona adeta işkence olur.
Bir insan da, Allah'a kul olduğunu, ona ibadet etme mecburiyetinde bulunduğunu hissetmesi ve yaşaması gerekir. O zaman ibadete büyük bir iştahla, hevesle, zevk alarak devam eder. Aksi takdirde ibadeti sırtında yük görür, tat ve lezzet almadan zoraki yapar.
Bedenin gıdası olan her lokma insanı tokluğa götürürken yemek yeme isteği ve arzusu aynı oranda azalır, artık doyduğunda bırakır yemeği insan.
Yaratılış gayemiz, huzur kaynağımız, ruhumuzun gıdası ibadetten, onun açlığından doymak ise mümkün değildir. Zevk aldığın, haz duyduğun ibadet, seni daha fazla ibadete sevk eder. Neticesi, seni Allah'ın muhabbet deryasında kulaç atarak -tek istek olarak-onun cemalini görmek arzusuyla adeta yakıp kavurur, gözün başka bir şeyi görmez, kulağın başka bir şey duymaz onun rızasıdan başka. Böyle bir hissiyat ibadetlerin adeta ruhu olan huşu ve huzuru da beraberinde getirir.
(Tanıtım Bülteninden)