Medineweb Site Yöneticisi Durumu: Medine No : 1 Üyelik T.:
14Haziran 2007 Arkadaşları:8 Cinsiyet:Erkek Yaş:50 Mesaj:
3.036 Konular:
340 Beğenildi:1437 Beğendi:478 Takdirleri:10498 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Cevap: Ankara ilitam fıkıh ders özetleri ÜNİTE: 2 FIKIH MEZHEPLERİNİN OLUŞUM SÜRECİ VE FAKÎHLER ARASINDAKİ FIKHÎ İHTİLÂFLARIN SEBEPLERİ Prof. Dr. İbrahim ÇALIŞKAN Mezhep İmâmlarının Yaşadıkları Dönemin Özellikleri Mezhep imâmlarının ortaya çıktığı dönem, hicrî ikinci asrın başlangıcından hicrî dördüncü asrın ortalarına kadar devam eder. Bu dönem, hakimiyetin Emevîlerden Abbâsîlere geçtiği (h.132) döneme rastlar. Bu dönemin karakteristik özellikleri şöyle özetlenebilir: • Fukahânın halifeler tarafından madden ve manen desteklenmesi: - Harun Reşid, Ebu Yusuf’tan devletin mali siyasetiyle ilgili bir eser yazmasını istemiş o da ‘Kitabu’l Harac’ isimli eserini yazmıştır. - Ebu Cafer el- Mensur hacca gittiğinde İmam Malik’ten mutedil tarzda bir eser telif etmesini istemiş, o da ‘Muvatta’yı yazmıştır. - Mehdi de hacca geldiğinde İmam Malik’ten Muvatta’yı dinlemiş, hem ona hem de öğrencilerine bahşiş vermiştir. - Harun Reşid de aynı şekilde Muvatta’yı dinlemiş ve (daha önce Ebu Cafer’in de istediği gibi) bu kitabın herkes tarafından uygulanmasının zorunlu hale getirilmesi teklifini İmam Malik kabul etmemiştir. Bu dönemde şartlanmışlık ve fikri taassup söz konusu değildir. Ancak siyasi konular da fikir hürriyeti olamamıştır. • İslâm devletinin sınırlarının genişlemesi: Bu dönemde İslam devletinin sınırları genişlemişti. İnsanlar günlük hayatlarındaki uygulamaların İslam hukukuna uygun olmasına özen gösteriyorlardı. Bu nedenle karşılaştıkları her konuyu fakîhlere soruyorlardı. Olaylarla karşılaşılmadan, bu olayların hukukî çözümleri ortaya konuyordu. Hukuk halkın ihtiyaçlarıyla beraber yürüyordu. • Takdirî fıkhın ortaya çıkışı: “Takdirî fıkıh” dediğimiz, henüz olmamış olaylar hakkındaki hükümler içeren bir fıkıh oluşmaya başladı. Bu durum re’y’i hakem kabul eden Iraklı fakihler arasında aşırıya varacak düzeyde yayılmıştı. Böyle bir durum sahabe ve tabiîn döneminde söz konusu değildi. Sahabe döneminde bir olay gerçekleşmeden o olayla ilgili hüküm verilmiyordu. • İslâm devletinin sınırlarının genişlemesi çeşitli yerlerde farklı meselelerin oluşması sonucunu doğurmuştur: Her beldede dini öğreten bir kültür merkezi kurulmuştu; Hicaz’da Mekke ve Medine; Irak’ta Kufe, Basra ve Bağdat ; Mısır’da Fustat; Şam’da Dımeşk. Bu merkezler daha sonra ‘medrese / ekol’ adıyla da anılmıştır. • İlmî amaçla yapılan seyahatler: Çeşitli ekollere mensup bu fakîhler, diğer ekollerin fakîhlerinin görüşlerini de öğrenmek için birbirlerini ilim amacıyla ziyaret ediyorlardı. - Ebu Hanife’nin öğrencisi Muhammed b. El- Hasen eş-Şeybani , Hicaz’a gidip İ. Malik’ten el-Muvatta’yı okumuş ve bu görüşme neticesinde re’y ve hadis ekolleri birbirini tanımıştır. - İmam Şafiî, Irak ve Hicaz’a sonra da Mısır’a gitmiş ve netice de görüşlerinin çoğu değişmiştir. - Hacca gelip gidenlerin Medine’de İmam Malik’i ziyaret etmeleri ve ülkelerine döndüklerinde ondan bahsetmeleri sonucu onun görüşleri Mısır, Sudan ve KuzeyAfrika’da yayılmıştır. • Fakîhler arasındaki ilmî tartışmalar: Bu dönemde, etrafında öğrencileri ve taraftarı olan mezhep imâmları ortaya çıkmıştır. Bunların her birinin kendisine özgü ictihâd / hüküm elde etme yöntemi vardı. Her imâmın görüşlerini ve çeşitli konulardaki fetvâlarını içeren eserleri oluşmaya başladı. İmamların etrafında toplananlar onların görüşlerini yaymaya ve savunmaya başladılar. Böylece çeşitli mezheplerin taraftarları arasında tartışmalar (münazara ve cedel) yaygınlaştı. Sahâbîlerin İhtilâf Sebepleri Hz. Ömer’in hilafetinde sahâbîlerin fakîhlerinin hilâfet merkezini sebepsiz bir şekilde terk etmelerine izin verilmiyordu. Fakîhler çoğalıp, fethedilen alanlar genişleyince bu izlenen politikadan vazgeçilmek zorunda kalındı. Artık ilmi fetih askeri fetihle yanyana yürüyordu. Beldelerdeki farklı özellikler, buraya yerleşmiş olan fıkıhçıların fetvâlarına dayansıyordu. Bu sebeple bazen aynı konularda bile farklı farklı fetvâlar ve hükümler, yerleştikleri bölgenin şartlarına bağlı olarak farklı bir şekilde ortaya çıkabiliyordu. Fakat hiçbir sahâbî kendi görüşünün başkasını bağlayacağını düşünmüyordu. Sahabiler kendisinden sonra gelecek olan fıkıhçılara önemli ‘hukukî miras’ bırakmışlardır: - Bunların başında, Kur’an ve sünnetin ahkam bildiren naslarını açıklayan ‘şerhler ve tefsirler’ gelmektedir. - Hakkında nas bulunmayan konulardaki sahabi ‘fetva ve ictihadları’ da diğer hukuki mirası oluşturur. Sahâbîlerin ictihâdlarında söz konusu olan ihtilâfların sebepleri: • Hz. Peygamber’in her zaman yanında bulunup bulunmamaya bağlı olarak hadislere muttali oluşlarının faklı oluşu. • Delâleti kesin olmayan şer’î nasslardaki farklı anlayışları. • İctihâd ve kıyâsta göz önünde tutulan maslahatlar ve yetiştikleri çevrelerin farklı oluşu. • Sahâbîlerin fakîh olanlarının yeni fethedilen bölgelere hicret etmesi. • Fethedilen bu yeni bölgelere yerleşen fakîhlerin medenî ve tabiî bir çok farklı durumlarla karşılaşmaları. • Bu bölgelere yerleşen sahabîlerin Hz. Peygamber’in hadislerini ezberleme noktasında hafıza olarak birbirlerinden farklı olmaları. Ancak belirttiğimiz bu ihtilâflar, sahâbe arasında çok büyük görüş ayrılıklarına sebep olacak boyutta değildir. Hatta sahâbe arasındaki ihtilâfların oldukça az olduğu bile söylenebilir. Sahâbe arasındaki bu ihtilâfların azlığının sebepleri şöyle açıklanabilir: • Sahâbîlerin hulefâ-i râşidîn döneminde hepsinin bir bölgede (Medine’de)bulunmaları, henüz dağılmamış olmaları, yeni olaylar hakkında hüküm verirken fikir birliği (icmâ) oluşmasını kolaylaştırmaktaydı. • “Şûra sistemi” nin uygulanması. Halife, sahâbenin ileri gelenlerini, bir olayla ilgili olarak görüşlerini almak ve onlarla istişare etmek için onları bir araya getirerek, onlara durumu izah edip görüşlerini alabiliyordu. • Daha sonraki asırlara oranla, sahâbe döneminde yeni karşılaşılan ve çözüm bekleyen olayların oldukça az olması. • Kendilerinden sonra önemli bir ihtilâf sebebi olan, hadis rivayetinin azlığı. • Karşılaştıkları yeni olaylar karşısında enine boyuna araştırma yapmadan hüküm vermemeleri. • Sahâbe döneminde şûra ilkesinin esas olarak alınması sonucu (müslümanlar idarede söz sahibi idi olduğu için) fıkıh siyasete değil, uygulanan siyaset fıkha tabi idi. Tabiînin İhtilaf Sebepleri Tabiîlere yetişenler onların ibadet, abdest, namaz, nikah, alım-satım gibi konulardaki tutumlarını ve problem çözme yöntemlerini öğrenmişlerdir. Tabiîlerin bu görüşleri, ictihadları ve çeşitli konulardaki ihtilafları da sonraki fıkıhçılar için bir kültür mirası olmuştur. Tabiîlerin ihtilaf sebepleri üç başlıkta toplanabilir: • Fıkhî tartışmalara dayalı ihtilâflar: - Tabiîn fıkıhçılarının bir kısmı nassları esas almış ve re’ye çok az başvurmuşken, bir kısmı da re’ye oldukça geniş yer vermiştir. - Siyasî ayrılıklar sonucu kıyas ve icmâ gibi ikincil kaynakların kabulü konusunda tabiîler arasında ihtilâflar vuku bulmuştur. • Sünnet’e dayalı ihtilâflar: Hadis rivayetlerinin yaygınlaşması ve hadis uyduranların ortaya çıkması sebebiyle ancak belli belli şartları taşıyan hadislerle amel edilmiştir. • Dil ve usûl konularına dayalı ihtilâflar: İslam’daki eşitlik anlayışı Arap olmayan müslümanları (eâcim/mevali) da Arap diliyle meşgul olmaya sevketmiş ve bu durum düşünceyi geliştirmiş, çeşitli meselelerde ve naslarda derinlemesine düşünmeyi ve anlamayı sağlamış, dil ile ilgili anlam farklılıklarının da tartışılmasını sağlamıştır. Fıkıh Mezheplerinin Doğuşu Tafsilî delillerden hüküm çıkarma konusunda sahâbe de ihtilaf etmişlerdir. Ancak onların bu ihtilafı, oldukça sınırlı ve belli konularda olmuştur. Müctehid imâmlar dönemi geldiğinde bu ihtilafların boyutu genişlemiş ve hatta o hale gelmiştir ki, çeşitli fıkıh mezhepleri ortaya çıkmıştır. Mezhep imâmlarının hüküm çıkarma konusundakiihtilaflarının, Sünnetten haberdar olma, Sünnete uyma ve Sünneti anlama konularındaoluştuğunu söyleyebiliriz. Çünkü birinin haberdar olduğu hadisten diğeri haberdar olmayabiliyordu. Yani bir olayla karşılaşınca da hadisten haberdar olan bildiği hadisin hükmünü o olaya uygularken, o konudaki hadisten haberdar olmayan fakîh kendi görüşüne göre hüküm veriyordu. Aynı şekilde bir fakîhe rivayet edildiğinde hadisin senedinin sağlam olması sebebiyle o fakîh bu hadisi kabul ederken, diğer bir fakîh aynı hadisi farklı rivayet sebebiyle senedini zayıf gördüğünden bu hadisi kabul etmiyordu. Bunun tabiî bir sonucu olarak da olayla ilgili fetvâları farklı oluyordu. Aynı şekilde zannî olan şer’î delillerden ne murad edildiği konusunda da ihtilaf söz konusu oluyordu. Delil bazen zannî oluyor ve birden çok anlama gelebiliyordu. Bu sebeple fakîhlerin/hukukçuların bu manalardan/anlamlardan hangisini esas olarak alacakları konusunda ihtilaf ediyorlardı. Sonuç da, buna bağlı olarak farklı oluyordu. Bu saydıklarımıza ilave olarak fakîhlerin, genel ilkeler (el-mebâdiü’l-âmme) konusundaki ihtilafları, hükümlerin çıkarılmasında da ihtilaf doğmasına sebep oluyordu. Meşhûr hadis, Kur’ân’daki âmm (umûm ifade eden) bir lafzı/sözü tahsis eder mi etmez mi? Ya da mutlak bir lafzı takyîd (sınırlandırma) eder mi etmez mi? Sika (sözüne rivayetine güvenilir) olan ravilerin ister fakîh olsun isterse olmasın rivayet ettiği hadis delil olarak kabul edilir mi edilmez mi? Sahâbîlerin ictihâdları sonucu verdikleri fetvâlar delil olur mu olmaz mı? Sahâbîlerin bu fetvâlarına aykırı fetvâ vermek caiz mi, değil mi? Kıyâs şer’î bir delil midir? Kıyas, illetlere ve münasip vasıflara mı dayandırılacak, yoksa maslahatlara ve amaçlanan gayelere/hedeflere mi dayandırılacak? Tahsîs edilmemiş olan âmm lafzın delâleti kat’î midir, zannî midir? Mutlakın mukayyede hamledilmesi, hüküm ve sebeplerin bir olması halinde mi olacak yoksa sadece hükümlerin bir olması halinde mi olacak? Mutlak olarak zikredilen bir emir vücûba mı delâlet edecek, mutlak talebe mi, yoksa bu durumu bir karîne mi belirleyecek? Nass, hem ibarede yer alan bir hükmün varlığına hem de hakkındaki hükmü belirtilmemiş (meskût anh) olan mefhûm-ı muhalifine de mi delâlet edecek yoksa sadece ibarede yer alan hükme mi delâlet edecek? Bu süreçte Irâk ve Hicâz ekolü adı verilen iki farklı eğilimin ortaya çıkış sebepleri: • Hicâz’da Hz. Peygamberden rivayet edilen hadisler ve sahâbîlerin fetvâları boldu. Irâk’ta ise durum farklıydı. Onların elindeki Hz. Peygamber’in hadisleri ve sahâbîlerin görüşleri Hicâzlılar gibi bol değil, aksine azdı. • Her iki ekole mensup olan fıkıhçıların, yaşadıkları çevrenin, onların karşılaştıkları olayları değerlendirmelerinde büyük etkisi vardır. Hicazda yeni karşılaşılan bir durum olmadığı için daha çok nasların zahiri anlamlarıyla yetinmişlerdir. Irak ise farklıydı. Farslılar ile aralarında yeni muameleler ortaya çıktığından bunlar hakkındaki ictihad yapılması gerekliliği onların araştırma yeteneklerini geliştirmişti. • Irâk çeşitli kültürlerin ve çatışmaların da beşiği durumundaydı. Bu durum, Irâklı fıkıhçıların hadis diye rivayet edilen her şeyin hadis olmayacağı şüphesine kapılmaları sonucunu doğurdu. Bu sebeple, hadis rivayet eden kimselerin sika (güvenilir) kimseler olması şartını koydular. Bu bağlamda akıl ile bağdaşmayan bir hadis gördüklerinde ya bu hadisle amel etmediler ya da bu hadisi te’vil etme yoluna gittiler. Hicaz ise, bu akımdan uzak, asûde bir hayat sürüyordu. Sika olan raviler Hicâz’da boldu. Onların rivayetlerine de kimse şüphe ile bakmıyordu. Hicazlı fakihler de hiç tereddütte kalmadan bu hadislerle amel ediyorlardı. Farklı görüşlere sahip mezhep mensuplarının arasındaki diyalog arttıkça farklılıklar da zamanla yok olmaya başlamıştır. Örneğin Irak ve Hicaz fıkıhçılarından ders almış İmam Şafiî’nin re’y ve hadis arası orta yol olan bir mezhebin kurucusu olmuştur. Irak’tan Mısır’a göç edince de eski görüşlerinin (er- re’yul kadim) çoğundan vazgeçerek yeni ictihadlarda (er-re’y’ul cedid) bulunmuştur. İslam Fıkıh Mezheplerinin Doğuş Sebepleri Bu sebeplerden önemli olanlarını şöyle özetleyebiliriz: • Hadislerin bazılarının, bazı fıkıhçılara ulaşırken bazılarına ulaşmaması. • Bir konuda birden çok hadisin bulunması ve bu hadisler arasında çatışma (teâruz) olması. • Hocalarına ulaşmadığı için onların görüşlerini bilemediklerinden fıkıhçıların bazı hadisleri tevil etmeleri ve hadislerin anlamlarını zâhirinden uzaklaştırmaları. • Haber-i vâhid niteliğindeki hadislerin, Kur’ân’da yer almayan yeni hükümler içermesi. • Haber-i vâhidin hadis-i meşhur ile çatışması. • Haber-i vâhidin umum belvâ/genel ihtiyaç/kaçınılmaz zorunluluklar konusunda hükümler içermesi. • Haber-i vâhidin şer’i naslardan çıkarılmış genel ilkeler ile çatışan bir hüküm içermesi. • Sahâbîler döneminde haber-i vâhidle amel edilmemesi. • Sahâbînin rivayet ettiği hadisle amel etmemesi • Deliller arasında çatışma (teâruz) olması. • Zayıf hadisle amel edilmesi • Mürsel hadisle amel edilmesi • Müşterek lafzın nasıl anlaşılacağı konusundaki ihtilaf. Müctehidlerin İhtilaf Sebepleri Fıkıhçıların ihtilâfları, ilmî sınırlar içinde ve ictihâd çerçevesinde kalan, birbirlerine saygı, takdir ve terbiyenin sınırlarını asla zorlamayan bir özelliğe sahiptir. Aralarındaki bu ihtilâflar kızgınlığa ve ilişkilerini kesmeye varmadığı gibi, kişilerin görüşlerinde taassuba da neden olmuyordu. Dört mezhep imâmının da “bir hadis sahîh ise o benim mezhebimdir”, “eğer benim görüşüm Hz. Peygamber’in hadisiyle çatışıyorsa, hadisi alınbenim sözümü atın” ilkelerini tekrarladıkları bilinmektedir. Müctehidlerin ihtilaf sebeplerini ise iki başlık altında toplayabiliriz: Nassların Sübûtu ile İlgili İhtilâflar: • Bir nassın bir müctehide ulaşırken diğer müctehide ulaşmaması. • Nassın sübûtu, sübût derecesi ya da nassın sabit olmaması. Nassın Anlaşılmasından Doğan İhtilâflar: • Arap dilinin yapısı ve Şâri’in elastiki genel kipler ya da bir çok nassta kesin olmayan ifadelere yer vermesi. • Usûl-i fıkıhçıların ve fakîhlerin bu nasslara dayanarak anlayış ve idrak boyutuna göre meseleleri çözmeye çalışmaları. Neticede bu nasslardan kendi güçleri ve imkanları ölçüsünde hüküm çıkarması. Bu noktada aşağıdaki durumlar ortaya çıkarmaktadır: - Bu nassların anlaşılmasında ve hikmetinin idrakinden kaynaklanan ihtilâf. - Usûl kurallarında ve bazı yardımcı istinbât kaynaklarından doğan ihtilâf. - Nassların zâhirinden kaynaklanan teâruz ve tercîhlerin te’lîfi. • Fakîhlerin kendi takdir ve anlayışları doğrultusunda, mevcut nasslar ve kurallar ile olaylara çözüm bulurken uyguladıkları yöntemlerle ilgili ihtilâflar. Fakîhlerin nassları yorumlaması ile ilgili olarak koydukları kurallar, nassı lafız yönüyle ve mana yönüyle ele almaktadır. Bu kurallar dört noktada toplanmaktadır: - Kendisinden kastedilen açısından lafızların delâletleri ve açıklık ya da gizlilikleri ve dereceleri. - Lafızların delâlet yolları. Delâlet, sarîhu’l-ibâre mi, sarîhun bi’l-işâre mi, yoksa lâzımu’l-ma’nâ mı, mentûk mu, mefhûm mu? - Lafızların içerikleri bakımından. Lafızların umûm, husûs, itlâk ve takyîde delâletinin sınırları (çerçevesi). - Teklîfin sîğası, talebin ve nehyin gerekliliği (gerektirdiği/muktezâsı) ve çeşitleri, teâruzdan çıkış ve bunlar arasında tercih. İhtilaf Sebepleri ile İlgili Literatür Bildiğimiz kadarıyla İslâm hukukçularının ihtilâf sebeplerini ilk defa ele alıp bu konuda bir eser yazan Betalyevsî (ö.521h), bu sebepleri sekiz maddede toplamış ve bu maddeleri ayrı ayrı ele alarak el-İnsâfadlı eserinde incelemiştir. İbn Rüşd(ö.595h.) de Bidâyetü’l-Müctehid ve Nihâyetü’l-Muktesidadlı eserinde İslâm hukukçularının ihtilâf sebeplerine değinmiş ve bunları altı başlıkta toplamıştır. Her iki İslâm hukukçusunun zikrettiği ihtilâf sebeplerini -Sünnet’te ihtilâf olarak tanımlayabileceğimiz delillerin çatışması dışındaki - dil ve usûl kurallarıyla ilgili ihtilâflar olarak özetleyebiliriz. Daha sonra İbn Teymiyye (ö. 728h.) Ref’u’l-Melâm ani’l-Eimmeti’l-A’lâmadlı eserinde bu ihtilâf sebeplerini üç başlık altında toplamıştır: • Müctehid’in delil olarak kullandığı hadisin Hz. Peygamber’e ait olmadığına inanması. • Hz. Peygamber’in bu hadisiyle böyle bir konuyu kastetmediğine inanması. • Müctehidin bu konudaki hükmün kalktığına (nesh edildiğine) inanması. İbn Teymiyye zikrettiği bu üç sebebe dayalı olarak on ihtilâf sebebinden bahsetmekte, bununla ilgili uygulamalardan örnekler vermektedir ki, bunların hepsi Sünnet’le ilgili ihtilâflardır. 790 h. da vefat eden Şâtıbî de el-Muvâfakâtadlı eserinde Betalyevsî’nin zikrettiği ihtilâf sebeplerini aynen zikretmiş, ancak bu sebepleri “hakikî ihtilâf” ve “zahirî ihtilâf” şeklinde sınıflandırmıştır. Şâh Veliyyullâh Dehlevî(ö. 1180h.) de, Huccetullâhi’l-Bâliğaadlı eserinde ihtilâf sebepleri ile ilgili ek bir bölüm ayırarak (bu bölüm daha sonra el-İnsâf fî Beyâni Esbâbi’l-İhtilâf adıyla ayrıca basılmıştır) İbn Teymiyye’nin zikrettiği ihtilâf sebeplerini aynen zikretmiş ve fıkıh ekollerinin Ehlu’r-Re’y ve Ehlu’l-Hadîs diye ayrılmalarından hareketle bu ihtilâf sebeplerine “re’yle ictihâd” ı da eklemiştir. Günümüzde bu konuyu, Alî el-Hafîf (Esbâbu İhtilâf’il-Fukahâ), Abdulmuhsin et-Turkî (Esbâbu İhtilâf’il-Fukahâ) ve Mustafa İbrahim ez-Zelemî (Esbâbu İhtilâf’il-Fukahâ fi’l- Ahkâmi’l-Şer’iyye) eserlerinde ele alıp incelemişlerdir.
__________________ Büyükler fikirleri, Ortalar olayları, Küçükler kişileri tartışır.
|