Medineweb Site Yöneticisi Durumu: Medine No : 1 Üyelik T.:
14Haziran 2007 Arkadaşları:8 Cinsiyet:Erkek Yaş:50 Mesaj:
3.071 Konular:
340 Beğenildi:1382 Beğendi:464 Takdirleri:10171 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Cevap: ANKARA İLİTAM Din ve Ahlak Felsefesi Özetleri ÜNİTE 3 VAHİY KAVRAMI
Arapça da gizlice ve hızlıca bildirmek anlamına gelen vahyin en azından fikrinin bütün dinlerde var olduğu konusunda Dinler Tarihçileri arasında görüş birliği vardır. İngilizcede Revalation olan vahiy, bilgiyi insana ilahi ve tabiatüstü bir yolla bildirmek veya açıklamaktır. Baillie’e göre; dinleri birbirinden ayıran asıl özellik, onların bir kısmının vahye dayanması bir kısmının ise dayanmaması ve vahyin muhtevası ile ilgili inançlarıdır. Genel olarak VAHİY; “İnsanlara yönelik İlahi bir bildirim” olarak tanımlanabilir. VAHİY TERİMİNİN KULLANIŞ ŞEKİLLERİ A-Büyük ve Küçük Vahiy Küçük Vahiy; Kişiler doğrudan doğruya kendilerini ilgilendiren meseleler hakkında verilen özel mesajlardır. İlham İle aynı anlama gelir. Musa’nın annesine çocuğu emzir. V.b.(*) Büyük Vahiy; Dinin uygulanması açısından dünyayı sarsacak çapta önemi haiz olan büyük mesajları ifade eder. Vahiy ile ilgili yapılan teolojik ve felsefi tartışmaların neredeyse tamamı büyük vahiy adı verilen vahiy türü üzerinde cereyan eder. B-Tabii Vahiy Doğrudan doğruya bir aile, bir millet veya özel bir gruba verilmiş olan “ÖZEL” vahye karşıt olarak kullanılır. Tabii Vahiy evrenseldir. Tabii vahiy konusunda Deistlerle teistler arasındaki görüş farklılığı “zorunluluk” ve “yeterlilik” kavramları çerçevesinde değerlendirilir. Deistler; Tabii vahyin yeterli olduğunu özel vahye gerek olmadığını söylerken Teistler; Tabii vahyin zorunlu ama yeterli olmadığını savunurlar. C-Özel Vahiy İnsanların kendi yetileriyle keşfetme imkânları olmayan konularda Tanrının vahyetmiş olduğu önermeler bütünüdür. Önermeler bir kitapta toplanır ve kutsaldır. Hangi kitabın gerçekten kutsal olduğu dinler arasındaki ayrılık noktalarındandır. Dini felsefi tartışmalara konu olanda bu vahiydir. Kullanımı mecazidir. VAHYİN UNSURLARI Din Fenomenolojistleri beş unsura dikkat çekerler. Deninger unsurları; 1-Vahyin Kaynağı, 2-Vasıtası, 3-Muhtevası, 4-Alıcısı 5- Alıcısı üzerinde bıraktığı tesirler Şeklinde ifade eder. 1-Vahyin Kaynağı( veya Öznesi)Dini kullanımda dinin öznesi zat anlamındaki Tanrı’dır. Burada kişi ya da zat kelimesi tabiat ve tarihe müdahale eden, ahlaki sıfatları olan Tanrı anlayışını ifade etmek için kullanılır. Din dışı kullanımda ise vahyin öznesi her zaman tanrı değildir. Kuranı kerimde Hz. Zekeriya ve şeytan da vahyin öznesi olarak kullanılmıştır. Vahyin buralardaki anlamı “fısıltı” ve “İşaret” tir. 2-Vahyin vasıtası: Değişik dinlere göre melekler, tabiattaki kutsal işaretler (yıldızi, hayvan v.b.) İslamiyet’te vahyin Vasıtası Önermelerdir. Hristiyanlık’ta klasik dönemde İsa’nın açıklamalarının ve Kilise açıklamalarının ifade ettiği önermelerdir. Aydınlanma döneminde ise Önermeler değil olaylardır. 3-Vahyin alıcısı veya muhatapları: Vahyin alıcısının tecrübede bulunabilen bilgili bir birey olması gerekir. Dini anlamda bu peygamberlerdir. Kur’anı Kerimde peygamberler dışında meleklere, Musa’nın annesine, Hz. İsa’nın Havarilerine, bal arısına ve yeryüzüne vahyedildiği ifade edilir. Bu esas anlamı değil mecazi anlamıyla vahiydir. 4- Vahyin Muhtevası veya Vahyedilen şeyin Mahiyeti; Vahyin mahiyeti konusunda iki anlayış vardır. Geleneksel anlayışa göre hakikatlerdir. Buna “önerme merkezli vahiy anlayışı” denir. Bir diğer anlayışa göre ise Tanrının Zatı dır. İslamiyet’te önerme merkezli vahiy anlayışı vardır. Buna göre vahyedilen şey; Allah, insan ve âlem hakkında bir dizi hakikattir. Kur’an-ı Kerim bu hakikatlerin toplandığı kitaptır. İlk dönem Hıristiyanlar Tanrının bir dizi hakikat, önerme ve doktrin vahyettiğini savunurken, modern düşünürler Tanrı’nın bizzat kendisini “zatını” vahyetmiş olduğunu savunurlar. VAHYİN TEMELLENDİRİLMESİ Bu başlık altında “Vahyin vuku bulduğunu düşünebilmemiz için yeterli mantıki gerekçelerimiz var mıdır?” sorusunun cevabı aranır. Yani “vahiy mümkün müdür?” Teistik bir Tanrı’nın var olması ne kadar mümkün ise, bu tanrı’nın tarihe müdahale etmesi yani vahyetmesi de o kadar mümkündür.(*) Vahyi mümkün kılan, teistik bir tanrı anlayışıdır. Deist, panteist, panenteist Tanrı anlayışında bu olmaz. Vahyin temellendirilmesi için Tanrının varlığını kabul etmek gerekir ama yetmez. Vahyin mümkün olmasının şartı Teist anlayışta olduğu gibi onu Ma’bud kabul etmekten geçer. İslam kelam düşüncesinde insanın vahye olan ihtiyacı aklın sınırları ve imkânı ile temellendirilir. İmam Maturidi’ye göre iyi ve kötünün bilinmesinde akıl yeterli ise de insanın gerek ruhi ve gerekse fiziki şartları onun doğru karar vermesini etkileyebilir, aklı karıştırabilir. Onun için vahiy gereklidir. Allah’ın peygamberler gönderip vahyetmesi aklın işini kolaylaştırır. VAHYİN DOĞRULANMASI Bu Başlık altında “ vahiy olduğu iddia edilen şeyin gerçekten vahiy olduğunu gösterecek deliller var mıdır? Eğer varsa bunlar nelerdir?”sorusunun cevabı aranır. 18. asra kadar Hıristiyan teolojisinde vahyi doğrulamak için başvurulan deliller; mucize, gayb haberleri ve kitaba kısa sürede çok insanın inanması idi. Aydınlanma çağında bunlardan vazgeçilerek daha çok peygamberin şahsı ön plana çıkarılarak vahyin doğrulanması temellendirilmeye çalışılmıştır. Günümüz din felsefesinde Vahyi doğrulamak üzere müracaat edilen deliller “dâhili” ve “harici” olmak üzere iki kısma ayrılır. Dâhili deliller: Öncelikle vahyin muhtevasının insanın ihtiyaçları ile uyumlu olmasına vurgu vardır. Vahiy insanın mutluluğu için zorunlu olan bilgi vermelidir. Doğruların uygulanması ve karakterin oluşmasına yardım için ölüm sonrası hayat ile ilgili verilen etraflı bilgiler gibi.İkinci dahili delil ise ; vahyin muhtevasının doğruluğu ile ilgilidir. Harici deliller: Geleneksel olarak müracaat edilen delil Mucizedir. Tanrının tarihe özel olarak müdahalesi vahiy,tabiata müdahalesi ise Mucizedir. Mucize vahyin doğrulanmasında hem dâhili hem de harici delil olarak kullanılabilir. VAHİY VE KUTSAL KİTAP: Vahiy,dini hakikatlerin önerme formundaki bildirimi şeklinde anlaşıldığında, kutsal kitap, önerme formundaki bu hakikatlerin yazılı olduğu kelamullah olarak anlaşılır. Önermesel ve kişisel anlayışın kutsal kitap anlayışı farklıdır. Thomas Michel’e göre İslam'ın anlayışı önermesel, Hıristiyanlığın anlayışı ise kişiseldir. Önermesel anlayışta tam ve mükemmel olan kitapta gerçekleşir. Kişisel anlayışta ise İnsanda gerçekleşir. Önermesel anlayışta kitap “tarihsel” değil “evrensel” dir. VAHİY VE BİLGİ Burada cevabı aranan soru kısaca, “vahyin müstakil bir bilgi kaynağı olup olmadığıdır. Vahyedilen bilginin başka bilgi edinme yolu ile elde edilip edilemeyeceğidir”. Önerme merkezli anlayışta vahiy müstakil bir bilgi kaynağıdır. Vahiyle bildirilen bazı konulara diğer bilgi edinme yolları ile ulaşılabilir ama bazı konularda vardır ki onlara vahiyden başka yolla ulaşılamaz. Kişi merkezli anlayışa göre vahyin müstakil bir bilgi kaynağı olduğunu düşünebilmek zordur. İslam kelam düşüncesinde vahiy, müstakil bir bilgi kaynağıdır. İmam Maturidi’ye göre iyi ve kötüyü ayırt etmekte yeterli olan akıl sosyal hayattaki meşguliyetleri dolayısıyla Allah tarafından peygamber aracılığı ile “yardım ve irşada” tabi olur. Batıda Thomas Aguinas tarafından vahiy müstakil bilgi kaynağı sayılmış, J.locke bu anlayışı değişime uğratarak devam ettirmiştir. Kant ise aksi görüşler ileri sürmüştür. “Vahiyle bildirilen hakikatlerin, başka yollarla da bilinebilir hakikatler dizisinin sadece bir formu olduğu fikri ortaya çıkmıştır”. P.HELM bu görüşü “İki kaynaklı Görüş” diye isimlendirmiştir. İMAN KAVRAMI En Genel anlamıyla; değerde nihai olan ve gerçeklikte temel olan şey hakkında verdiğimiz hükümdür. Nihai olarak doğru kabul ettiğimiz ve davranışlarımızı kontrol eden şeyi tasdik meselesi olduğu için kayıtsız kalınacak bir şey değildir. İman aynı zamanda insanın kendisini içinde bulduğu dünyaya anlam verme teşebbüsüdür. İmanın Mahiyeti: İmanın mahiyeti ile ilgili olarak anlayış bakımından; “Önermesel iman” ve “Önermesel olmayan iman” olmak üzere ikili bir ayrım söz konusudur. Önermesel anlayışta iman Tanrı tarafından vahyedilmiş hakikatleritasdik tir. Önermesel anlayışta İmanın objesi, inanılması gereken tanrı tarafından bildirilen önerme forumundaki hakikat iken, kişisel anlayışta obje Tanrının “zat” kendisidir. Kişi merkezli(önermesel olmayan) anlayışta ise tanrıya duyulan güven dir. Hıristiyan teolojisinde ortaçağda Thomas Aquinas ve bugün Rama Katolik kilisesi önermesel iman anlayışını benimsemişlerdir. İslam kelam düşüncesinde de hakim olan anlayış Önermesel iman anlayışıdır. Güven anlamındaki önermesel olmayan iman anlayışı ile Fideizm arasında sıkı bir ilişki vardır. İman, İnanç ve Bilgi ilişkisi: İnanç felsefi terim olarak imandan farklıdır. İslam kelamında İtikad kelimesi ile ifade edilen inanç, imandan farklı olarak ele alınıp epistemolojik olarak kullanıldığı metinler vardır. Cevabı aranan soru “Dini iman, önermesel inancın mı yoksa önermesel olmayan inancın mı bir türüdür?” Burada iman- bilgi ilişkisi önem kazanır. İman, inanç kavramının aksine daha çok dini bir terim olarak karşımıza çıkar. Eş’ari ve Maturidi kelamcılara göre iman bir tür bilgidir. “Önermesel bilgi” ile “Tanıma ile elde edilen bilgi” ayrımı önem kazanır. Önermesel bilgi; şüphe, zan, salt inanç yada hatalı inancın zıddı olarak kullanılırken, Tanıma yoluyla bilgi; cahilliğin zıddı olarak kullanılır. Bu bakımdan önermesel anlamda biliyorum dediğimizde; Zannetmiyorum, şüphe etmiyorum kesin eminim demiş oluruz. Fakat tanışıklık anlamda biliyorum dediğimizde; Bu konuda bilgisiz değilim demiş oluruz. Tasdik inanç ve bilgi değildir. İlave bir şeydir ve inancı değil bilgiyi nitelendirir. Bir şeyi bilmek ve ona inanmak aynı şeyler değildir. İrade önemlidir. Hıristiyan inancı iradeye özel önem verir. İrade İslam inancında da önemli olmakla beraber Hıristiyanlıktaki kadar güçlü vurgu yoktur. Çünkü İslam inancında inanılması gereken şeyler zaten makul şeylerdir. İman-delil ilişkisi:İman-delil ilişkisinde öne çıkan iki yaklaşım vardır. Temellendirmecilik ve İmancılık Temellendirmeciliğe göre İnançlarımızdan çok az kısmı herkes tarafından kabul edilebilir. Temel olarak kabul edilen inanç türleri apaçıktır (bütünün parçalarından büyük olması gibi) ve ya psikolojik olarak inkârı imkânsız olan (başımız ağrırken ağrı olduğuna inanmamız gibi) inançlardır. Bu anlamda temel olmayan her inanç temel olan inançlar arasında kendisine temel bulmak zorundadır. Temel inançlara inanmak her zaman rasyoneldir. Bu anlayışı haklı görmeyenler ise delillendirmecidir ve delillendirilmeyen şeylere inanmayı uygun bulmazlar. Deskardes, leibniz ve Lockedelillendirmecidir. Alvin Palntinga, Nicholas Wolterstroff, William P.Alstondelillindirmeciliği reddedenlerdir. İslam kelamcıları da epistemolojik bir yaklaşım olarak Temellendirmeciliği benimsemiş delillendirmeci düşünürlerdendir.(*) İmancılık: Dini inancın rasyonel değerlendirmeye konu olmadığını savunan anlayış şeklinde tanımlanır. Bu görüşü savunanlarTertullianus, Kierkegaard, Wittgenstein Temellendirmecilik önermesel anlayışı, İmancılık ise önermesel olmayan iman anlayışını benimser. İslam düşüncesinin ana çizgisi önermesel bir iman anlayışına sahip olduğu için delillendirmeci bir epistemolojik yaklaşımı benimser. Fideizm’e kapalıdır. Fideizm Hıristiyan düşünce ortamında kabul görür. FİDEİZM: iman alanında akla yer vermeyen imancı anlayış demektir.(*) Savunucuları; Kierkegaart, Tertullianus, Wittgenstein dir. MUCİZE: Teist düşüncede, birtakım mucizevî olayların gerçekleştiğini belirlemek, iradesi her an faaliyet halinde olan diri bir ulûhiyet anlayışını belirlemek için gereklidir. Mucizenin tanımlanması: Genel anlamda “ sonuçları lehimize olan beklenmeyen bir olay”olarak tanımlanır. Bu dini kullanım değil mecazi kullanımıdır. Teolojik anlamda mucize, tasdiki zorlayan bir işaret değil, tasdike davet eden bir işarettir. Din felsefesinde mucize tartışmaları Swinburne’nin tanımı üzerinde yoğunlaşmaktadır. Swinburne’in mucize tanımı şöyledir: “tanrı tarafından meydana getirilmiş, dini önemi haiz, olağanüstü bir olay” dır. Hume ise buna itiraz eder ve “ Tabiat yasalarının bir ihlali” olarak tanımlar. Hume ve Mucize:Hume deney ve gözlemin verilerine itibar eder. Mucizeye inanmanın makul olmadığını söyler. Mucize fikrinin kaynağının dindar insandaki doğaüstüne olan eğilim olduğunu ileri sürer. Hume’nin itirazına esas kabul ettiği “sebeplilik” ilkesi konusundan Hume’den 8 asır önce yaşayan gazali, yine sebeplilik ilkesine öncülük etmiş ve mucizeyi tutarlı bir şekilde savunmuştur. Hume de tutarlılık yoktur. Mucize meselesi esasen bir “sebeplilik” meselesidir. Gazali “Tehafütül Felasife” adlı eserinde filozofların Aristo’dan etkilenerek ortaya koydukları zorunluluk fikrine karşı çıkmıştır. Gazali Tabiatta meydana gelen bütün olayları Allah’ın iradesine bağlamaktadır.Gazaliye göre mucize, mevcut tabii düzenin Tanrı tarafından kesintiye uğratılarak adeta muhalif olan ama imkansız olmayan başka bir mümkünün yaratılmasıdır. İslam felsefesinde özellikle Farabi ve İbni Sina Aristocu katı sebeplilik fikrinin etkisi ile Kur’andaki mucize kavramını bu fikirle uyumlu yorumlamak zorunda kalmışlardır. Mucizenin kanıtlanması: Esasen cevabı aranan soru: “Mucizenin meydana geldiğini ispat etmeye yetecek yeterli tarihi delil varımıdır? Sorusudur. Hume mucizeyi tarih felsefesinin konusu olarak ele almaktadır. Asıl itirazı tarihi delilleredir. Mucize Yalnız başına vahiy için bir delil kabul edilemez. Teolojik açıdan mucize meselesi, birinci derecede âleme müdahale eden bir Tanrı’nın varlığını kabul edip etmeme ile ilgilidir.
__________________ Büyükler fikirleri, Ortalar olayları, Küçükler kişileri tartışır.
|