Medineweb Site Yöneticisi Durumu: Medine No : 1 Üyelik T.:
14Haziran 2007 Arkadaşları:8 Cinsiyet:Erkek Yaş:50 Mesaj:
3.071 Konular:
340 Beğenildi:1382 Beğendi:464 Takdirleri:10171 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Cevap: ANKARA İLİTAM Din ve Ahlak Felsefesi Özetleri ÜNİTE 7:AHLAKIN TEMELLENDİRİLMESİ PROBLEMİ Felsefede temellendirme kavramı birden çok anlamı ifade etmek için kullanılır Bazı Filozoflar onu “Motivasyon” ile ilgili kavramları ifade etmek için onu “psikolojik temellendirme” anlamında kullanırlar ve bu başlık altında “akıllı bir insan, ahlaken doğru olan şeyi niçin yapmalıdır? Doğru olan şeyi yapma konusunda sağlam gerekçelere sahip miyiz?” gibi soruların cevabını ararlar. Burada ahlaken doğru ve yanlışın ne olduğunu bildiğimiz farz edilerek, doğru olanı yapmak konusunda insanları nasıl ikna edeceğimiz meselesi üzerinde durulur. Üç Türlü Temellendirmeden söz edilebilir. Bunlar ve cevap aradıkları sorular şunlardır: Psikolojik temellendirme şu sorulara cevap arar. - Niçin Ahlaklı olmayalım, Ahlakın doğru olan şey niçin yapılmalıdır, gibi insanı ahlaki olanı yapmaya sevk eden psikolojik etkenin mahiyetini araştıran soruların arandığı Psikolojik temellendirmedir. - Akıllı bir insan Ahlaken doğru olan bir şeyi niçin yapmalıdır?
— Doğru olan bir şeyi yapma konusunda sağlam gerekçelere sahip miyiz?
— Ahlaki ilkeler kendi kendine motive edici güce sahip midirler?
— Bütün Akıllı insanları belirli Ahlak prensiplerini doğru olarak kabul etmeye ikna edebilecek gerekçeler var mıdır? Buradaki esas mesele doğru olarak bildiğimiz şeyi yapmaya kendimizi ya da başkalarını nasıl ikna edeceğimiz meselesidir. Bazı filozoflar Temellendirmeye psikolojik açıdan değil doğrulama açısından bakarlar(Epistemolojik) Epistemolojik Temellendirme ise şu sorulara cevap arar. -- Hangi davranışların ahlaken doğru olduğunu nasıl anlarız?” sorusunun cevabını ararlar
— Ahlak alanında hangi ilkelerin doğru olduğunu nasıl anlarız?
— Ahlaki problemleri çözme konusunda üzerinde ittifak edilen bir karar verme yöntemi var mıdır?
— Cesaretin bir fazilet olduğunu ispat edebilir miyiz?
— Ahlaki akıl yürütme de başlangıç noktaları nelerdir? Bu soruların cevabının aranmasına Epistemolojik temellendirme denir. Ontolojik bir temellendirmeyi tercih etmişlerdir. Cevap aradıkları sorular şunlardır? -- Temellendirme kavramı ile değerlerin, fiziki nesneler gibi dış dünyanın parçası olup olmadığını araştırırlar
— Ahlaki ifadeler hakikat değeri taşırlar mı?
— Değerler fiziki nesnelerin olduğu tarzda, dış dünyanın parçası mıdırlar?
— Biz değerleri keşif mi ederiz yoksa onları icat mı ederiz?
— Ahlaki önermeleri Ahlak dışı önermelere indirgeyebilir miyiz? Psikolojik Temellendirme : Niçin ahlaklı olmalıyım? Ahlaken doğru olan şey niçin yapılmalıdır? Gibi Ahlaki olanı yapmaya sevk eden temel psikolojik etkenin mahiyetini araştıran soruların Psikolojik Temellendirme Korku, Ümit, sevgi, İhtiras, haz ve benlik gibi birçok temel üzerine inşa edilmek istenmiştir. “Aşk Ahlakı” ve “Ahlak” eserlerinde Hilmi Ziya Ülken Ahlakın yalnızca Sevgi ve İhtiras üzerine bina edilebileceği sonucuna ulaşır. Korku üzerine Temellendirme: Ayıplanma korkusu, Ölüm korkusu, kanun korkusu, cehennem korkusu gibi korkulardır. Sadece korku üzerine bina edilen Ahlak sağlıklı kişisel gelişime engel olur ve şahsiyet kaybına yol açar. Dışımızdan gelen bir zorlamaya boyun eğerek yaptığımız davranışın pek bir değeri olmaz. Çünkü Ahlakta bilerek ve isteyerek yapmak esastır. Bir davranışın Ahlaki olabilmesi için o kişi tarafından özümsenmesi, benimsenmesi ve adeta şahsiyetinin bir parçası olması gerekir. Zorlama ile yapılan davranışın Hukuki değeri olabilir ancak Ahlaki değeri olmaz. Allah korkusu diğer korkulardan farklı olarak insanı iyi davranışlara sevk etmesi açısından Ahlak eğitiminde önemli bir başlangıç noktasıdır. ÜLKEN Dinleri korku ahlakı açısından değerlendirir. Yahudilikte Ahlak tamamen korku üzerine bina edilirken İslam ahlakında korkunun üzerinde daha ulvi değerler vardır. Biyolojik korkuda veya “****fizik” ürküntüde ortak cihet şudur: “ Korku şuurun uğradığı birden saldırış önünde kendi başına kalmasının verdiği ürküntüdür.” Korkunun Ahlaka temel olmayışının bir diğer nedeni de ortaya çıkardığı ürküntünün insanın duyumlarını felce uğratması ve Hürriyetini ortadan kaldırmasıdır. Kısaca; ahlak korku üzerine temellendirilemez. Çünkü bireysel ve toplumsal korku;
— İnsan hürriyeti ile bağdaşmaz
— İnsanın ilişkilerini koparıp içe kapanmasına yol açar
— İnsan iradesini atıl hale getirir.
— İnsanı kudretsiz bıraktığı için iş yapma kudretini felce uğratır. Ümit Üzerine Temellendirme. Korku ile mukayese edildiğinde ümit ahlaka temel olmaya daha uygun görünür. Ancak bir beklenti söz konusudur ve bir beklentiye göre hareket etmek ahlakı evrensel olmaktan çıkarıp göreceli hale getirir. Ümit bütün alanlarda bir “bekleme” halini bünyesinde barındırır. Bütün idealler, ideolojiler ve inanışlarda ümit ederek bekleme vardır. Büyük ahlaki dinlerde ve büyük ahlaki çığırlarda önemli bir amil olmuştur. Dinler geliştikçe ümidin payı korkudan daha fazla olur. Hıristiyanlık Yahudiliğe reaksiyon olarak doğduğu için korkudan çok ümit üzerine dayanmaktadır. İslam ahlakı korku ile ümit arasındadır. Ülken’e göre ahlakın ümit üzerine kurulması her zaman mümkün olmaz. Ülkenin ahlakın ümide bağlanmasına itiraz ettiği esas husus şudur; bir insan gelecek ümidiyle bir davranışta bulunursa, gelecekteki ümidi kaybolduğunda ya da gelecekle ilgilenmediğinde artık o ümide bağlı olarak yerine getirdiği davranış anlamsız hale gelecektir. Bu ise ahlakı relatif bir hale getirir ve relatif ahlakın yaptırıcılığı oldukça zayıftır.(Relatif: tek başına bir işleve sahip olmayıp [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]in [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]ketiyle [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]ya çıkan) Ülkenin böyle demesine karşın hiçbir maddi karşılık beklemeksizin Allah rızası gibi ulvi bir saikle hareket etmek relatiflikten kurtulup mutlak bir karakter kazandır. Benlik, Gurur, haz ve Akıl Üzerine Temellendirme Ahlakın benlik ve gurur üzerine bina edilmesi mümkün değildir. Ülkenin dediği gibi her şey bendedir diyen, hakikaten her şey gerçek sahibine verildiği zaman bomboş kalır. Gurur ile yapılan bir hareket ahlaka hizmet etmek şöyle dursun, Belki de ahlaka tecavüzdür. Bireyin ahlak eğitiminin tamamlanmasında korku ve ümit kadar gurur be benliğinde önemli bir rolü vardır. İnsan kendine güvenme ile olgunlaşmaya başlar. Onun için birçok ahlak doktrininde gururun önemli bir rolü vardır. Bunun için övünmekten kuvvet alan ahlaka kısaca “desinler ahlakı” denir. Desinler ahlakına sahip olan insan davranışı ahlaki olduğu için yapmaz. Davranışlar sabır bir davranışın ürünü olmaz. Böyle bir insan oturmuş bir ahlaka sahip olmaz çünkü her yeni karşılaştığı kişi ne derse ona göre davranacaktır. Ahlakın Haz üzerine de kurulması mümkün değildir. Hazzı feda etmek gerektiğinde anlamını kaybeder. Ahlaki değerleri uğruna kendini feda etmek için önce zevki çiğnemesi ve hazzı feda etmesi gerekir. Haz ve arzuların yok edilmesi üzerine kurulacak ahlak kişiyi güçsüz bırakacak, yıpranacaktır. Aynı şekilde fayda üzerine kurulan ahlak ta fayda ve çıkar çatıştığında yıkılacaktır. Fayda ahlakı ister bencillik üzerine kurulsun ister sosyal çıkar üzerine dayansın, zaman zaman değişmek zorundadır. Cemiyet ahlakı hiçbir halde bize hiçbir düstur teklif edemez. Dün doğru olan bugün yanlış olabilir. Torosların yukarısında hak olan aşağılarda hatadır. “cemiyetlerden doğan şey ahlak değil, ancak örf ve adettir.” Sonuç olarak duygu üzerine kurulan ahlak duygular gibi sübjektiftir. Duygular bize özeldir. Ne kadar insan varsa o kadar his vardır. “his ahlakı ancak anarşi ahlakı olabilir” Akıl üzerine kurulan ahlak elbette ahlakların en küllisi en sağlamıdır. Ama o da insanı doyuramaz. Ahlakı akıl üzerine kurmak isteyenlerin bir kısmı, aklı bilinmez bir âlemden içimize gelen külli emri ifade gücü gibi görmüşlerdir. Bu aşırı bir entelektüalizmdir. “ Teklif ettiğiniz esaslar çok elverişli ve akla yatkın olabilir ama ben onları kabul etmeyebilirim” Ahlakı akılla temellendirmenin imkânsızlığı şuradadır; Akıl insana hiçbir şeyi, yaşamayı bile emredemez. Mükellefiyetin akıldan geldiğini söylemek yanlıştır. “ mükellef olmak” vakıası BERGSON’UN “Mükellefiyetin bütünü” dediği şey, tamamıyla başka bir kaynaktan gelir. Ahlaklılık KANT ın sandığı gibi insanların yalnız akıllı olmalarından değil, aynı zamanda cemiyet hayatı yaşamalarının neticesidir. Ahlakın psikolojik olarak temellendirilmesinde ÜLKEN, haz ve arzunun tatminiyle sona ermeyen, kesintili olmayan, değişikliğe uğramayan, diller, modalar, fikirler ve ihtiyaçlar ile değişmeyen her zaman aynı kalan bir güç üzerine bina edilmesini savunur. Bu yüce değere aşk adını verir. Aşk iledir ki ruh hürriyetini kazanmıştır. Sevgi ve aşk üzerine temellendirme. Ahlakın buyrukları kesin ve evrenseldir. Niçin Ahlaklı olmalıyım? Sorusunun cevabı Çünkü insanım şeklinde olmalıdır. Ahlakın evrensel olmasını ÜLKEN Aşk, sevgi ve ihtiras kelimeleri ile ifade eder. Hıristiyanlık, İslamiyet ve Hint dini sevgiyi değerlendirmede birleşirler. Augustinus Yunan ve Hıristiyanlığın Ahlak anlayışını İnsanların Allah’ta birbirlerini sevmeleri anlayışında birleştirdi. Ahlak insan içindir. İnsanda başlayıp yine insanda tamamlanır. Bundan dolayı Ahlakı Psikolojik olarak sadece sevgide temellendirmek eksik olabilir. Ahlak için korku, ümit, sevgi, haz ve faydanın hepsini içinde barındıran bir temel aramak Ahlakın doğasına daha uygundur. Bu da din dir. ÜLKEN bu durumu “ manevi, aşkın, âlemi kuşatıcı varlık” kavramıyla ifade eder. VOLTAİRE ise Felsefe sözlüğünün Ahlak maddesinde “Ahlak ne boş inanç ne de töredir, O dogmalardan uzaktır. Ahlak ışık gibi Tanrı’dan geliyor. Bizim boş inançlarımız karanlıktan başka bir şey değildir” der. Soy ve sosyal çevre üzerine temellendirme. Soru şudur: İnsan davranışlarında soya çekimin bir rolü var mıdır? Varsa önemi ve büyüklüğü nedir? Burada “şahsiyet” kavramı önem kazanır çünkü şahsiyetle insanın yapıp etmeleri arasında çok yakın bir ilişki söz konusudur. Ahlaki kişiliğimiz ne sadece irsi özelliklerden nede toplumsal kaidelerden ibarettir. Her ikisinin de rolü olmakla beraber soya çekimin rolü topluma göre daha azdır ve bu rol doğrudan değil dolaylıdır. Ancak şu var ki soya çekim konusunda bir belirsizlik vardır. Şahsiyet vasıflarının ebeveynden çocuğa geçip geçmediği, geçiyorsa nasıl bir geçiş olduğu tam olarak bilinmemektedir. Ahlaki kişiliğin oluşmasında bahsedilen çevre fiziki çevre değil sosyal çevredir. Çünkü fiziki ve coğrafi çevrenin insan üzerindeki etkisi doğrudan değil dolaylıdır. Buna karşılık sosyal çevrenin Ahlaki kişiliğin oluşmasında rolü büyüktür. Ahlak eğitimi açısından toplumun bütününü bir okul, her insanı bu okulun hem öğrencisi hem öğretmeni saymak mümkündür. Epistemolojık Temellendirme Ahlâk ilkelerinin neye dayanılarak tespit edildiğinin araştırılması ve ahlâkî iyi ile kötü hakkındaki bilgimizin temelinin sorgulanması demek olan ‘epistemolojik’ temellendirme konusunda “din-dışı” ve “din” ile yapılan temellendirmeler olmak üzere, iki temel görüş vardır. Kant ahlakı; aklı üzerine temellendirir Hume ahlakı; duygu üzerine temellendirir Moore ahlakı; sevgi üzerine temellendirir Ülken ahlakı; aşk ve sevgi üzerine temellendir Din-dışı temellendirmeler; akıl (kant), sezgi (moore), ve duygu (hume) ile olur. Akıl ile yapılan temellendirme konusunda en uygun örnek Kant’tır. Ahlak filozofunun görevi; ahlaki bilgimizdeki a priori unsurları ayırmak ve onların kaynağını göstermektir. ** Kant ahlak prensiplerinin nihai kaynağının sadece akılda bulunmasını ister. kant a göre insan; kendi başına gayedir. kant problemin çözümünde pratik aklın 2. postülası olan ruhun ölümsüzlüğü fikrine müracaat eder. ** İnsanın istemesi veya iradesi; evrensel tarzda bağlayıcı olarak kabul ettiği ahlak kanununun kaynağıdır.bunun kendi terminolojisindeki adı istemenin otonomluğu prensibidir. Bu ise itaat edeceği kanunu istemenin bizzat kendisinin koyması demektir. İstemenin atonomluğu ahlakın en yüksek ilkesi olmaktadır. Summum bonum; Herhangi bir şekilde kayıtlanmamış en yüksek iyidir. ** Fazilet ne bu hayatta ne de başka bir hayatta elde edilebilir. Bu durumda ahlak kanunu imkansızı emreder gibi gözükür. Bu problemi de kant tanrının varlığını pratik aklın postülası olarak koymak suretiyle çözmeyi dener. ** En yüksek iyiyi gerçekleştirmenin şartı olarak ruhun ölümsüzlüğünü postüla olarak koyan ahlak kanunu; fazilet ile mutluluk arasındaki zorunlu sentetik bir bağın şartı olarak da tabrının varlığını postüla olarak koyar. Çünkü tanrının varlığını varsaymaksızın en yüksek iyinin gerçekleşme imkanı yoktur.ahlak kanunu mutlu olmaktan ziyade kendimizi mutluluğa layık hale getirmemizi emreder. ** mutluluk ümidi ilk din le başlar ** Kant ın felsefi sisteminde ahlak pratik akıl üzerine temellendirilir. pratik akıl; ahlak alanında hem bilen, hem harekete geçiren, hem nasıl hareket etmemiz gerektiğini belirleyen kuralları koyan, hem de bu kurallara göre bizi. Hareket etmeye sevk eden bir yetidir. ** En yüksek iyinin gerçekleşmesi tanrının varlığı ile ruhun ölümsüzlüğüne inanmayı zorunlu kılar. ** Kant ın ahlak felsefesinin merkezinde pratik aklın kumanda ettiği insan bulunur. **Pratik akılla temellendirmeye teşebbüs ettiği ahlak teorisini kant, dinin en merkezi kavramı olan tanrı ile tamamlamak zorunda kalmıştır. Pratik akıl seviyesinde kalındığı sürece kantın ahlakı insanı ümitsizliğe düşürür. Kantın teorisinde tanrıya inanmayan bir insan en yüksek iyinin gerçekleşeceğine olan ümidini yitirmektedir. ** kant ın tanrısı ülken in dediği gibi sadece pratik aklın bir ihtiyacını tatminden pragmatik bir inanıştan ibaret kalmakta, varlığı veya yokluğu hiçbir ontolojik esasa dayanmamaktadır. ** Ahlaki epistemolojik açıdan duygu üzerine temellendiren hume dir. Ahlak felsefesi terimini hume, insan tabiatının ilmi manasında kullanır. hume davranışlara tesiri konusunda, tutkuya değil de akla öncelik veren görüşü reddeder. Şu iki örmenin doğruluğunu ispatlamaya girişir. Bunların birincisi yalnız başına akıl, istemenin herhangi bir eylemi için asla aşk olmaz; ikinciside akıl asla tutkuya muhalefet edemez. ** Humeye göre fazilet; seyreden kişiye hoş bir beğenme duygusu veren zihni bir niteliktir. rezilet ise rahatsız edici bir izlenim uyandırır. ** Hume ahlaki beğenmenin kısmi sebebini faydalı olmada bulur. Duygu ile temellendirilen ahlak teorisinde değerler, reel dünyaya ontolojik manada objektif bir varoluşa sahip olamayıp, insan düşüncesinin ürünleri olmaktadır. Değerleri belirleyen, bizzat değerler şuurudur. ** Bazı düşünürler sempati kavramı için felsefi kurgu ifadesi kullanmışlardır. **Hume kişinin ahlak alanında verdiği hükmün fayda prensibi tarafından belirlendiği kanaatindedir. ** Ahlaki sezgiciliğe göre ahlaki değerleri sezgi yoluyla kavrarız. Ahlaki düşünce tarihinde 2 tip sezgicilik vardır 1. ahlak prensiplerini mantık prensiplerine benzeten st tomas ın sezgiciliği, 2. hissi kavrayış ile ahlaki kavrayış arasında benzerlik kuran shaftesbur, hutcheson, ile more nin sezgiciliği. ** Moreye göre iyi ki kendinden başka bir kavrama icra ederek tarif etmek imkansızdır. More nin anlayışında sezgi bir ahlak prensibinin doğruluk veya yanlışlığını anlatmakta yegane ölçüdür. Ve ahlakın temelidir. Kişi sezgi vasıtasıyla yeni ahlak değerleri koymaz kendi dışında var olan değerleri keşfeder. ** More beşeri davranışlarla ilgili doğrudan doğruya sezdiğimiz ahlaki değerleri, bize kendilerini tecrübede veren renk ve tat gibi hissi niteliklere benzetir. Ve ahlaki değerlerin dolayısıyla ahlak hükümlerinin objektif ve doğrudan doğruya kavranılır olduğunu savunur. ** Ahlaki konuda hakim olan görüş revalitizm ve şüphecilik tir. **Ahlaki relativizmve şüphecilikten kurtulmak için kantın işaret ettiği anlamında evrensel ahlak ilkelerine ihtiyaç duyulur. **Değerler; mutlak bir varlıkla temellendirilmediği takdirde, ahlaki relativizmi aşmak mümkün değildir. Din ile temellendirme ahlakın din ile temellendirilmesi teşebbüsünün ayırt edici özelliği, tanrının varlığı ve vahiy gerçeğinden hareket etmiş olmasıdır. Davranışlara ahlaki iyilik veya kötülük vasıflarını kazandıran, bizzat Tanrı buyrukları mıdır, yoksa Tanrının buyruklarından bağımsız olarak, davranışların ahlaken iyilik veya kötülük gibi özellikleri varmıdır sualine verilen cevap, değişik din ile temellendirilen ahlak teorilerinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. **Ahlak felsefesinin en eski suallerinden birisi olan sual ilk eflatun tarafından tartışılmıştır.Eflatunun bu suali daha sonra x, tanrı istediği için mi iyidir, yoksa iyi olduğu için mi tanrı onu istemektedir.şeklinde formule edilmiş ve ahlak felsefesinde buna euthyphro tartışması adı verilmiştir. Hristiyan dünyasında euthyphro tartışması adı verilen problem ile, İslam dünyasında fakih ve kelamcıların husun ve kubuh meselesi adını verdikleri problem temelde aynıdır. ** Hristiyan aleminde x, tanrı istediği için iyidir görüşünü savunanlar William of ockham ve preteston teologların büyük bir kısmı savunur. Onlara göre iyi ve kötü hakkındaki bilgimizin kaynağı vahiydir. Protestonlar kurtuluşu hz isa da görür. **İnsanın vahiyden bağımsız olarak hangi davranışın iyi, hangisinin kötü olacağını bilebileceğini ileri sürenler Thomas apuinas ve Katolik teologlar. ** Ockhamın görüşünü savunanlar karl bath çı Protestan düşünürler. E brunneer savunur. Luther ve kiergaard bu görüşü desteklemişlerdir. ** Bir kısım Yahudi düşünürü adalet iyilik, kötülük gibi ahlaki değerlerin ancak tanrının iradesinin belirleyeceğini savunurken diğer bir kısmı da ahlaki değerlerin tanrının buyrukların bağımsız olarak eşyanın tabiatında bulunduğu ve insan aklı tarafından bilinebileceğini ileri sürmüştür. ** İslam düşüncesinde ahlak felsefesiyle ilgili olarak yapılan tartışmalar birbirine bağımlı 2 sual üzerinde yoğunlaşmıştır 1-mutezile kelamcılara göre iyilik kötülük adalet gibi ahlaki değerler Allah ın buyruğundan bağımsız gerçek bir var oluşa sahiptirler. Bir davranışın ahlaken iyi veya kötü olması, Allah ın onu emir ve yasaklamasıyla değil, o davranışta bulunan faydalı veya zararlı olma gibi bir takım özellikler sebebiyledir 2-İmam Eşari ve Gazilide dahil eşari ekolüne mensup kelamcılara göre ise adalet, iyilik, kötülük gibi ahlaki değerlerin Allah ın murat ettiği şeyden başka herhangi bir manaları yoktur. Allah tarafından emredilen buyrulan davranışlar ahlaken iyi yasaklananlar ise ahlaken kötüdür. İnsan davranışları ontolojik manada ahlaken tarafsızdır. ** x tanrı istediği için mi iydir yoksa iyi olduğu için mi tanrı onu istemektedir şeklinde formule edilen tartışma İslam aleminde hem ontolojik hem epistemolojik manada birbirine zıt din ile temellenen iki teorinin oluşmasına sebep olmuştur. Her iki teoride din ile temellendirilmiştir. Çünkü aralarındaki farklılık mutezilenin Allah ın adalet sıfatının eşarilerin de kudret sıfatına ağırlık vermesinden kaynaklanır. ** imam maturidiye göre iyilik, kötülük gibi ahlaki değerler ontolojik manada objektifdirler. İnsan davranışları bizzat iyi olanlar, bizzat kötü olanlar ve bu ikisi arasında bulunanlar olmak üzere 3 e ayrılırlar. İlk ikisinin bilgisine inan aklı, vahiyden bağımsız olarak sahip olurken sonuncular ancak vahiyle bilinirler. Ontolojik temellendirme ontolojik temellendirme başlığı altında ahlaki değerler fiziki nesneler, dış dünyanın parçasımıdır. Biz değerleri keşif mi?Ederiz yoksa onları icad mı ederiz.tartışılır Değer kavramını felsefi kullanımı nasıl sistemize ederiz? 1-Soyut bir kavram olarak değer; a- sadece iyi arzu edilir b- her türlü doğruluk yükümlülük, fazilet, güzellik, hakikat, gibi terimleri kapsayacak şekilde daha geniş manada kullanılır. 2-Somut bir kavram olarak ise a- değerlendirilen, değerli olduğuna hükmedilen iyi veya arzu edilir olduğu düşünülen şey için kullanılır. ** Scheler ve Hartmandan etkilenen bazı filozoflar değeri kırmızı veya yeşil e benzer, daha özel yüklemlerini kapsayan renk gibi genel bir yüklem olarak düşündüler. ** Taylor un da dediği gibi değer, suje olarak kişinin yarattığı değil ama keşfettiği şeydir. ** Ahlakı sezgi üzerine temellendiren moore ye göre değer; kırmızılık gibi tarif edilemeyen, tabi ve tecrübî olmayan, tasvir edici ve olgusal niteliklerden farklı karakterlerde bir nitelik olup doğrudan doğruya sezgi ile kavranır. ** Ahlaki duygu üzerine temellediren ilk çağ filozoflarından Epikür ve modern çağdan hume ve mill gibi filozoflar; doğruluk, dürüstlük ve fedakarlık gibi erdemlerin kişinin duygusunu tatmin ettikleri sürece ahlaki değer olarak isimlendirileceklerini savunurlar. Adalet zulüm, doğruluk gibi kavramların manaları, kişinin duygu hallerine göre değişebileceği için farklı zaman ve zeminlerde değişmeyen bağlayıcılığı olan ve yükümlülük yükleyen bir takım mutlak ahlaki değerlerden bahsedilmeyecektir Epikür gibi ahlakı haz veya duygu ile temellendiren düşünürler subjektif bir değer teorisini savunur. . ** Din ile temellendirilen ahlak teorilerinde değerlerin kaynağı tanrıdır. **Eşari ahlak teorisini doğrudan doğruya vahiyle Temellendirir. Değerlerin Allah ın buyruklarından bağımsız objektif bir varoluşları yoktur. İyilik vs gibi şeyleri vahiy belirler. ** maturidiliğin ahlak teorisi; ahlaki değerler hiçbir halde değişmeyen ve şart ve duruma göre değişenler olmak üzere iki kısma ayrılır. Adalet, iyilik ve doğruluk gibi hiçbir halde değişmeyen mutlak ahlaki değerleri akıl normal şartlarda vahye ihtiyaç duymadan kavrar. Keşfeder. Şart ve durumlara göre değişen göreli ahlak değerler ise ancak ilahi buyruklar vasıtasıyla kavranabilir. ** Ahlaki değerlerin ontolojik statüleri ile ilgili olarak felsefe tarihinde, birbirine zıt, iki temel gelenek vardır. Eflatun, Aristo ve islam filozoflarının temsil ettiği geleneğe göre, değer ile varlık arasında ayrılmaz bir ilişki vardır. Varlık değerden bağımsız değil aksine değer yüklüdür. Aflatuna göre: iyi idesi, bilinen şeylerin sadece bilgisinin değil aynı zamanda varlık ve gerçekliliklerinin de kaynağıdır. **Demokritus, lukretius, modern dönem materyalist ve naturalistlerce savunulan diğer geleneğe göre ise varlık değerden bağımsızdır. **Modern felsefede 1. görüş objektif bir değer teorisinin 2. görüş ise subjektif bir değer yargısının ortaya çıkmasın ayol açmıştır. ** Mutezile, ve maturidiler birinci geleneği takip etmişler ve değer yüklü bir varlık anlayışını benimsemişlerdir. Buna göre Allah varlığı iyi veya kötü gibi niteliklerde yüklü olarak yaratmış; buyruklarıyla iyi olanları emretmiş kötü olanları da yasaklamıştır. İnsan bağımsız olarak bu bilgiye ulaşabilir. Dolayısıyla bu anlayışa göre değerler, insanların icat ettikleri değil keşif ettikleri objektif niteliklerdir. **Eşari anlayış ise felesefe tarihindeki 2. geleneğe tekabül eden, değerden bağımsız bir varlık anlayışını benimsemiş gibidir. Allah varlığı iyi ve kötü gibi nitelikler açısından nötr bir şekilde yaratmıştır. İnsanlar değerlerin bilgisine ancak ilahi buyruklar vasıtasıyla ulaşabilir. Bundan dolayı bu anlayış ilahi subjektif değer teorisidir.
__________________ Büyükler fikirleri, Ortalar olayları, Küçükler kişileri tartışır.
|